.jpg?w=3840&fit=max&q=75)
Basit ve Güzel
12 dk
Chris Paul, Houston Rockets makinesini kısa sürede daha da keskinleştirdi. Kendisi ise biraz değişti, biraz aynı kaldı.
Önce şok vardı. 28 Haziran 2017 öğleden sonrası NBA için çok sıra dışı bir andı. Chris Paul yedi oyuncu ve bir miktar para karşılığında Houston Rockets yolunu tutmuştu ve bu haber, ilk bakışta herkesi şaşkına çevirmişti. Sonra tartışmalar geldi, arkasından rahatlama, peşinden övgüler ve büyük hedefler... Ama en başta hissedilen şey kocaman bir şoktu.
1- Adaptasyon
Evet, Los Angeles Clippers’ın yıldızlarla dolu ama başarısız kadrosunun dağılabileceği tahmin ediliyordu fakat Paul’un ilk takas malzemesi olması ve hâlihazırda James Harden’a sahip bir takıma gitmesi beklenmiyordu.
O yüzden de birçokları, Houston’ın bu zarı atarak büyük bir iş yaptığını kabul etse de ortadaki potansiyel soruna dikkat çekiyordu. Önceki sezon koç Mike D’Antoni’nin Harden’ı oyun kurucu pozisyonuna çekmesi ve sisteminin temel direği yapması, bir yandan Harden’ın asist rakamlarını yükseltmiş, diğer yandan da skorer olarak daha da durdurulamaz olmasını sağlamıştı. Merak edilen şuydu: Acaba Paul’un gelişi işleri karıştırabilir miydi? İkilinin yan yana ne kadar verimli oynayacağı tartışılıyor, büyük takımların şampiyonluk yolunda en az üç yıldız edinmeye çalıştığı bir dönemde Houston’ın bu hamleyi sorunsuz geçse bile zafere yürümesinin zor olduğu konuşuluyordu. Derken sezon başladı. Açılış maçında sakatlanan Chris Paul, ikinci ayda döndü ve onun sahada olduğu üst üste 14 maçta Houston Rockets yenilmedi. Bu süreçte istatistiki anlamda NBA tarihinin en iyi hücum reytingine (100 pozisyonda ortalama 116 sayı atıyorlar) ulaştılar ve yakın tarihlerinde olmayan bir savunma verimliliğine (ligde altıncılar) ve sertliğine kavuştular. Çoğu kişi bu hızlı girişin akabinde şaşırıyor ve bunu beklemediğini ifade ediyordu. Aynı konuda sorular yöneltilen Chris Paul ise mikrofonlara çok rahat bir şekilde şu minvalde konuşuyordu: “Bu basketbol. Hayatım boyunca bu oyunu oynadım ve izledim...”
Yani, roket biliminden bahsetmiyoruz. Basketbol bu.

James Harden
2-Miras
Chris Paul, kariyeri boyunca saf ve farklı bir oyun kurucu olarak görüldü. Russell Westbrook gibi atletik ve patlayıcı değildi, Stephen Curry gibi çılgınca üçlük atamazdı, Harden tarzı skorer yönü yoktu ama muazzam bir top dağıtıcıydı ve hep çevresindekileri daha iyi hâle getirirdi. (Bir örnek olarak, ligde son dört sezonda en isabetli şut yüzdesine sahip isim DeAndre Jordan iken bu yıl aynı klasmanda Rockets’tan Clint Capela en üst sırada.) Paul, New Orleans ile lige girdiğinde de Clippers yolunu tuttuğunda da hep ‘pas öncelikli point guard’ olarak öne çıkmıştı. Dolayısıyla sürekli John Stockton, Jason Kidd, Steve Nash gibi son 25 yıla damga vuran saf bir numaralarla kıyaslanırdı ve bütün bu isimler gibi zekâsıyla öne çıkarılırdı. Bir röportajında kendisine gördüğü en zeki oyuncu sorulan koç Alvin Gentry şöyle yanıt vermişti: “Molalarımızın birinin ardından oyuncularım sahaya döndü. Rakip takımdaki Paul, bizimkilerden birine yaklaşmış ve ‘Yanlış yerde duruyorsun, sizin setiniz daha farklı’ demiş.”
Benzer övgülerin yanında ona yöneltilen en büyük eleştiri ise takım arkadaşlarından mükemmellik bekleyen ve aksi her sonuçta huysuzluk çıkaran bir karakter olmasıydı. Los Angeles Clippers’ta başarıya ulaşamamalarının sebebi olarak biraz da bu gösterilir, Blake Griffin ile hiçbir zaman iyi bir seviyeye gelmeyen ilişkisinden ve patron tavırlarından ötürü bazen hayal kırıklıklarından sorumlu tutulurdu. Ortak fikir biraz da şuydu: Paul biraz daha farklı olsa takım da belki başka olabilirdi. Esas bir de daha az sakatlansalar...
Dolayısıyla geçen yaz yapılan takastan önce Paul’un NBA tarihindeki yerine bakan biri şöyle yorum yapabilirdi: “Artık olmayacak.” Yıldız ismin şampiyonluk kazanamayan bir başka efsane oyun kurucu John Stockton ile yan yana konulması da boşuna değildi çünkü ufukta bir yüzük işareti yoktu. Golden State Warriors’ın birkaç sene daha en büyük favori olacağı açıktı, onları yenebilecek güçler arasında da nereye giderse gitsin LeBron James’in takımı, San Antonio Spurs ve Boston Celtics sayılabilirdi. Clippers’ın Doc Rivers koçluğunda oynadığı basketbol yavaş ve demode kalmıştı. Kişisel olarak Paul da eskiyordu. Hücumunun büyük bir kısmını kurduğu orta mesafe şutları, NBA’in lugatından siliniyordu. Bir dönem Phoenix Suns önderliğinde moda olan, Warriors’ı hanedan yapan, lig geneline yayılan top ve alan paylaşımına dayalı yeni basketbolda orta mesafeden yapılan atışlar ‘basketbolun en verimsiz şutu’ olarak kabul ediliyordu.
Bu düşünceyi yaygınlaştıran zihinsel devrimin öncülerinden biri de Rockets genel menajeri Daryl Morey’di. Derken ikilinin yolları kesişti…
3- Uzak
Yaz ayları Morey için de dönüm noktasıydı. MIT mezunu olan, NBA’de çalışmaya başlamadan önce finans dünyasında ter döken Morey, spora sayılar üzerinden yaklaşan, geleneksel kalıplardan çok yeniliklere açık ‘Moneyball kuşağı’nın poster çocuklarından biriydi. Yıllar içinde Houston’ı başa güreşen bir takım yapmasına rağmen bir türlü final ya da şampiyonluk görememişti. Felsefi açıdan gönülden bağlı olduğu basketbolu 2016’da koç olarak D’Antoni’yi getirmesiyle Rockets’ta uygulamıştı belki ama hâlâ eksik birkaç parça vardı. O parça, ta Celtics’te çalıştığı yıllardan beri peşinde koştuğu Paul olabilirdi. Lakin üstte de belirttiğimiz gibi, burada hafif bir tezat mevcuttu. Zira yıldız oyun kurucu, kariyeri boyunca şutlarının yüzde 60’ını orta mesafeden denemişti. Analitik açıdan ona bakan birisinin “Bir metre geriden atsana be abi!” dememesi mümkün değildi. Muhtemelen kendisi de bunun farkına varmıştı. Ligle birlikte Paul da oyununa eklemeler yapmış, geçen sezon orta mesafeden kullanma alışkanlığını yüzde 53’e indirmişti.

Los Angeles Clippers günlerinde Chris Paul
Belki de bu yüzden Rockets’ın oyunu -bazılarının beklediğinin aksine- Paul’a çok da yabancı gelmemişti. Evet, Houston takıntılı şekilde şut tercihlerini tamamen ya boyalı alana ya da üçlüğe taşıyor, pozisyon bulamazsa serbest atış peşinde koşuyordu. Ama bu takıntı, Paul’un işine yarayan bir düzenin de yaratıcısıydı. Rockets hücumlarında Ryan Anderson, PJ Tucker gibi uzunlar neredeyse hiç içeri girmiyor; Trevor Ariza, Eric Gordon, Luc Mbah a Moute gibi oyuncularla birlikte üçlük çizgisinin dışında bekliyordu. Bu, Clippers döneminde içeri penetre ettiği an hem kendi savunmacısıyla uğraşan hem o bölgedeki takım arkadaşları Blake Griffin ve DeAndre Jordan’ın doldurduğu alanlar arasında nefes almaya çalışan Paul’a yeni bir dünya yaratıyordu. Paul, Houston’a geldiği andan beri artık topu eskisi kadar elinde tutmak zorunda değil. Zira artık içeri girdiği an önünde kocaman bir deniz açılıyor, yardım savunmaları üzerine geldiğinde ise dışarıdaki sabit ve keskin şutörleri bulabiliyor. Bu sayede rahatlıkla eski oyununun bazı bölümlerini geride bıraktı ve kendisine yeni bir tarz yarattı. Yıldız oyun kurucunun istatistiklerine bakınca bu sezon şutlarının sadece yüzde 39’unu orta mesafeden kullandığını görüyoruz. O da artık takımı gibi iki şutundan birini (yüzde 48) üçlüğün gerisinden deniyor.
Aslında bu reform sürecinde tek değişen Paul da değil. Zira Morey ve yönetimdeki arkadaşlarının tek niyeti muhtemelen Paul’u getirip kendi oyunlarına adapte etmek değildi. Onlar aynı zamanda büyük bir yük omuzlayan Harden’ın daha fazla dinlenmesini istiyordu. Geçen yıl San Antonio Spurs’e karşı Batı Konferansı yarı finalinde elenirken şunu görmüşlerdi: Harden, Westbrook ile girdiği MVP yarışı sırasında çok yorulmuştu ve play-off vakti geldiğinde artık pili bitmişti. Şimdi, normal sezonun başında gördüğümüz kadarıyla, yeni bir planları var. Ortalama olarak Paul ile Harden’ı sadece 18 dakika yan yana oynatıp ikilinin oyunun tek yönlendiricisi olduğu beşleri maçın farklı bölümlerine dağıtıyorlar. Böylece Paul’un direksiyonda olduğu anlarda hem biraz alıştığımız Houston’ı izliyoruz hem de bazen Paul’un eski takımlarından örnekler seyrediyoruz. Ve Batı ekibi sezon başı itibarıyla “Eğer biri Golden State’i zorlayacaksa bu biz olabiliriz” mesajını bütün dünyaya veriyor.
Ve ne olursa olsun, bütün bu hikâyede Chris Paul muhteşem bir örnek gibi duruyor. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük oyun kurucularından biri olarak, 32 yaşında “Sadece ben bilirim” demiyor, gözlerini ve kulaklarını açarak kendisini geliştiriyor. Bu yol belki onu da karakter olarak değiştirecek ve Griffin ile yaşadıklarını Harden ile yaşamayacak. Belki de...
4- Yetenek
Elinde kalem olan herkes zaman zaman her şeyi bildiğini düşünür. Yazmak, bir şeyler üzerine analiz yapmak ve bunlardan para kazanmak belirli ölçüde bir egoyu da beraberinde getirir. Bu yüzden de birçok yorumcu, Paul takasına ilk “Vay be, habere bak!” diye yaklaşırken arkasından şunu ekliyordu: “Yani, acaba, bu sorunlar yaşanabilir mi?” Oysa şu an Rockets’ı izlerken gördüklerimiz, bizi Paul’un o demecine getiriyor: “Sonuçta bu, basketbol.”

Daryl Morey de aynı dersi anlatmaya çalışanlardan. Oyuna ne kadar sayı, grafik, matematik sokarsa soksun, yaz aylarında NBA TV’de kendisine sorulan “Bir oyuncuyu alırken takımınıza uyumuna mı bakarsınız, yeteneğe mi?” sorusuna Morey kesin bir yanıt vermişti: “Yetenek, yetenek, yetenek…”
Çok iyi düşünen, verimli, yeni keşiflere açık bir ekip yaratabilirdiniz ama ne olursa olsun, şampiyon olmak istiyorsanız her şeyden önce yeteneğe ihtiyacınız vardı. Geri kalan ne varsa onun arkasında gelirdi. Aynı Morey, Chris Paul önderliğinde takımının San Antonio Spurs’ü dağıttığı normal sezon maçı sırasında Twitter’a şunu yazdı: “Point God.” Bir gün sonra ise aynı isme ve konuya gönderme yapan bir başka mesaj attı. Bu sefer kendi düşüncelerini bir kenara bırakmış, bir Steve Jobs alıntısı yapmıştı: “Zeki insanları işe almak ve onlara ne yapacaklarını söylemek mantıklı değil. Bize ne yapacağımızı söyleyecek zeki insanları işe almalıyız.”
Anlatmaya çalıştığı şey, tıpkı takımının ve yeni oyun kurucusunun performansı gibi basit ve güzeldi. Çünkü sonuçta bu, basketboldu.