Başka Bir Dünya

15 dk

Amerika Birleşik Devletleri'nde üniversite okumak, başarılı sporcular için biraz daha ulaşılabilir bir hayal. Peki orada tam olarak nasıl bir hayat var?

Havalı Amerikan arabalarıyla gidilen devasa kampus. Okulun en güzel kızıyla çıkan, kolej ceketli ve geniş omuzlu popüler çocuk. Öğrencilerine hemen her derste hayatı sorgulatan üstü başı dağınık profesör. Çılgın okul partileri. Ve çok daha fazlası… Hollywood klişeleri kesinlikle bize ABD'deki eğitim hayatı hakkında bilinmesi gerekenleri söylemiyor. Zira tüm bu kalıplaşmış abartıların ardında aslında zekice kurgulanmış, çok yönlü öğrenciler yetiştirmeyi planlayan ve bu yolda sporu da araçlaştırmış bir sistem var. NCAA (Ulusal Kolej Sporları Birliği) dünyanın en büyük spor organizasyonlarından birisi ve birçok farklı branşta en yetenekli profesyonel sporcu adaylarına ev sahipliği yapıyor. Hem de hepsinin öncelikle iyi bir öğrenci olması şartıyla.

Önümüzdeki sayfalarda sizi bu kendine has kültürü en yakından deneyimlemiş olanlar bekliyor. Hem de karar verme sürecinden kabul edilme safhasına, eğitim ve spor dengesinden devasa ekonomisine kadar birçok farklı satırbaşıyla…

Hayalin Peşinde

ABD'de okuma konusunda bizim örneğimiz Derya Büyükuncu'ydu. Gerçi o lisede gitmişti ama orada oluşu hep bir emsal teşkil etti. Ondan sonra diğer bir yüzücü İlkay Dikmen gitmişti spor bursuyla. Benim amacım da oraya gidip burs almaktı, kafayı takmıştım buna açıkçası. Bu konuyla alakalı kimseyle yüz yüze konuşmuşluğum da yoktu. Bir özenme, bir imrenme diyeyim daha çok. Ondan sonra neler yapabilirim, nasıl gidebilirim konularına kafa yormaya başladım. Sonra da aksiyon aldım ve süreç böyle başladı…

Burs almak zor oldu çünkü ben biraz cahilce yürüttüm süreci. Edirne'de yaşıyor ve yüzüyordum o zamanlar. İnternet dahi doğru düzgün yaygın değildi 2002 senesinde. Ben yine de internetten okullara bakarak kendimce bir araştırma yaptım. Takım koçlarının tek tek e-postalarını bulup kendimi tanıtan; "Şöyle yüzüyorum, derecelerim bunlar" minvalinde elliden fazla mail atmış olabilirim. Bunlara da bazı geri dönüşler aldım. Şimdi bu işler profesyonel yapılıyor, danışmanlar ne yazılması gerektiğini söylüyor sana. Ben e-postada kadın ya da erkek olduğumu belirtmeyi bile unutmuşum. İsimden de anlamaları pek kolay değil tabii... Bir de resmi derecelerime ulaşabilecekleri kaynaklar epey kısıtlıydı. Benim gerçekten doğru söyleyip söylemediğimi teyit etme şansları azdı anlayacağınız. Onun dışında istedikleri TOEFL ve SAT sınavları da var... Benimki tamamen çok istemenin sonucunda gerçekleşti ve Ohio State Üniversitesi'ne gittim.

Derecelerim iyi olmasına rağmen koç ilk dönem için yüzde 85 civarı bir burs verdi. Beni takımın en iyi kelebekçisi olarak alıyor ama yine emin olamıyor ki kadın… Neyse ki ikinci dönemde yüzde yüze çıkarttı. Bursu verip vermemek tamamen koçun kararı. Bir bütçesi var ve takım kurarken onu kullanıyor. Bizim gibi uluslararası öğrenciler biraz daha pahalı, eyalet içinden gelenler daha ucuz. Genelde uluslararası öğrencilerin çok büyük oranı burslu oluyor. Biz Türkiye'de kulübe gidip antrenmana katılır, geri dönerdik. Orada ise hem okulun hem de okula ait spor kültürünün parçasısın. Zaten Ohio State tam bir spor okuludur. Yani çok iyi bir üniversite ama aynı zamanda da spor yatırımları korkunç derecede fazla. İlk zamanlar seksen yıllık gibi bir havuzda yüzüyorduk sonra zamanın parasıyla 25 milyon dolara yapılmış son teknoloji bir havuza geçtik. Gerçi eski havuzu dahi ilk gördüğümde şok olmuştum; duvarlarda 1940'lardan, 1950'lerden eski şampiyonların isimleri vardı. Tamamen tarih ve kültürdü…

Kıyaslıyorum da; Edirne'de bir grup yetenekli insan kişisel çabasıyla bir şeyler üretiyordu. Epey başarılıydık hatta Türkiye şampiyonalarında Galatasaray ve Fenerbahçe'den sonra üçüncü oluyorduk takımca. Ancak Amerika'ya gidince gerçekten çalışma neymiş, antrenman neymiş, onu gördüm. Bizim hiç imkânımız yokmuş meğerse. Orada ilk senemi yüzdükten sonra 2004 Atina Olimpiyat Oyunları'na gittim. Türkiye'de kalsam muhtemelen yüzmeyi bırakırdım. Tabii bir yandan öğrencilik de çok önemli, sen okuyasın diye her şeyi yapıyorlar. Zaten okullar sportif başarı kadar derslerdeki başarıyla da övünüyor. Aynı konferanstaki takımların arasında böyle de bir rekabet vardı. -Gülşah Günenç Eler (Olimpik yüzücü)

Eğitim=Spor

​​Benim gidişimde ailemin teşviki söz konusuydu. "Çocuklarımız yüksek seviyede spor yapıyorlar, bunu eğitimle beraber nasıl devam ettirirler?" diye düşünerek planlamışlar. Ağabeyim Emre de Western Carolina Üniversitesi'nde basketbol bursuyla okudu. Onun gidişi benim de yolumu çizdi. Malum Türkiye'de ya da Avrupa'da, hem yüksek seviye oynayıp hem de profesyonel sporcu olmak kolay değil. Hatta imkânsıza yakın. Bu yüzden NCAA ideal opsiyondu. Yazışmalar, kaset yollamalar, koçların gelip benim genç milli takım turnuvalarımı izlemesi, burs teklifleri derken seçim aşamasına geldim. Birçok burs teklifi mevcuttu. Hepsi güzel okullardı, hepsinin ayrı avantajları ve dezavantajları vardı. Sonuçta olay sadece basketbol değil, ben hangi fakülteyi okurum diye de düşünüyorum, hangisinde iyi bir ortam bulurum diye düşünüyorum… Birçok faktörü göz önüne alıp North Carolina State'i seçtim. Basketbol takımı ACC'de; yani Duke'ün, North Carolina'nın olduğu konferansta olduğu için epey ilgi çekiciydi.

Eğitim ve spor konusuna gelirsek… Bu konuda sırf "Türkiye'deki düzen yanlış" demek doğru değil çünkü buna Avrupa'yı da katabiliriz. Mesela ben hiç duymadım Bundesliga'da futbol oynayan bir oyuncunun aynı zamanda üniversiteye gittiğini. Öyle bir durum maalesef yok ve zaten vakit de yok. Ne zaman okula gideceksin, ne zaman idman yapacaksın? Amerika'daki bütün sistem bu planlamanın üzerine kurulu. Bir kere kulüp kavramı yok, bütün spor okullara entegre olmuş durumda. Ben okuldan çıkıp İstanbul'un öteki ucunda Efes antrenmanına gidiyordum, orada çocuklar okul takımında oynuyor. İlkokul, ortaokul, lise, üniversite derken tüm seviyelerde spor okullara entegre durumda. Eğer sen bir öğrenciysen oynayabiliyorsun, o yüzden de sistem doğru kurulmuş bence.

Ne kadar büyük spor yıldızı olursa olsun, notları belli bir seviyenin üzerinde olacak öğrencinin. Diğer türlü oynamasının imkânı yok. Arada sırada skandallar oluyordu, yok oyuncunun dönem ödevini bir başkası yapmış, okulu notlarına yardım etmiş gibi… Böyle şeyler duyduk ama ben kendi okulumda rastlamadım hiç. Sen öğrenci sporcusun diye hiçbir şekilde normal öğrencilere karşı avantaj sağlayamıyorsun. Örneğin kampustaki sandviççiye gittin, bir akşam önce de Duke'e 20 sayı atmışsın diyelim… "Baba naber, al sana bedava sandviç" diyemiyorlar sana. O beş dolarlık sandviç için başın belaya girebilir, maç cezası alabilirsin. NCAA oyuncuları bazen kampusta bir NBA yıldızı kadar popüler olabiliyor. Mesela Zion Williamson'ın Duke'teyken NBA yıldızı olacağı zaten belliydi. Ancak para kazanmıyordu, bir unvanı vardı ama bundan avantaj yaratamıyordu. Yani adam öncelikle öğrenciydi ve kurallar sayesinde diğer öğrencilerden hiçbir farkı yoktu.

Onlarca genç arkadaş arayıp soruyor, "Gitmek istiyorum abi, ne diyorsun?" diye. Ben onları ne kadar pozitif etkilemeye çalışsam da farklı nedenlerden dolayı çoğu gitmedi. Dört sene ABD gibi bir ülkede yaşıyorsun, oranın kafa yapısını görüyorsun, dil öğreniyorsun; üniversiteden, diplomadan, aldığın eğitimden bahsetmiyorum bile... Kalsaydım Avrupa kariyerim için daha iyi olur muydu? Belki dört sene daha fazla EuroLeague tecrübem olurdu kariyerimin başında. Ama her şeyi bir teraziye koyarsak kesinlikle doğru seçimi yaptığımı düşünüyorum. -Engin Atsür (Milli basketbolcu)

Dev Ekonomi

1983'te Nick Bollettieri Tenis Akademisi'ne gittim. Üniversite koçları oraya öğrenci bulmaya geliyorlardı. Beş-altı üniversiteden burs teklifi geldi. O yaz Türkiye'de önüme kocaman Amerika haritasını açtım ve okulların yerlerine baktım. En güneyde olan UAB (University of Alabama) olduğu için, "Güney sıcak olur" diye kararımı verdim ve kendimi bambaşka bir dünyanın içinde buldum... Avrupa üniversitelerinde de, Türkiye'de de beden eğitimi tarzı şeyler var ancak Amerikan kültüründe kolej sporu bir yaşam tarzı halinde. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan bir fenomenden bahsediyoruz... Haliyle okullar da spor takımlarının başarılarını kullanarak öğrenci toplamaya, normal öğrencileri de bu popülarite yardımıyla çekmeye başlıyorlar.

Ancak bunun altının ateş tutma nedeninin finansal olduğu kanısındayım. Öyle ki Amerika'da devlet üniversiteleri dahi bedava değil. Türkiye'deki, Avrupa'daki devlet üniversitesi konsepti yok burada. Eyalet üniversiteleri var, devlet üniversiteleri var… Mesela şimdilerde ders verdiğim University of Pittsburgh bir eyalet üniversitesi ama bedava değil. Sömestr başına 25 bin dolar veriyor millet. Kim vermiyor? Sporcular… Spor bursu aldığın zaman üniversiteyi bedavaya okuyabiliyorsun. Amerikan kültürünün dışında yaşayan birinin bunun değerini, önemini anlaması zor. Düşünsene şimdi Türkiye'de devlet üniversitesine girmek istiyorsun ama sömestr başına 25 bin dolar ödemen lazım. Böyle bir şeyi konsept olarak dahi düşünemiyor insan. Spor bursu alarak üniversiteyi bitiren ve hayata atılma imkânı bulan çok fakir insanlar var Amerika'da.

Profesyonel sporculuk hayali kuran öğrenciler epey fazla ama sayısı onlardan daha da çok olan bir grup var: Üniversiteye para ödememek için sporu araç olarak kullananlar… "Bir spora yeteneğim varsa onu geliştireyim ve üniversiteyi bedava okuyup diplomamı alayım" diyorlar. Hatta çocuklarına bu mantaliteyi aşılayan anne babaların da sayısı çok fazla çünkü onlar da para harcamak istemiyorlar üniversiteye. Yani kısaca Amerikan kültürüne sirayet etmiş olan finansal bir tarafı da var bu üniversite sporu mevzusunun. 'Kültür' sadece alışkanlıklar, sevilen şeyler ya da hobilerden ibaret değil burada…

Sporun kampus hayatının önemli parçası haline gelmesi, okullar için de büyük bir finansal kaynak ortaya çıkarıyor. Bir Real Madrid-Barcelona maçı kaç seyirci çekiyordur tribüne? 80-90 bin en fazla. Michigan'ın, Tennessee Üniversitesi'nin 110 bin kişilik Amerikan futbolu stadyumları var. Ve bu stadyumların kombine biletleri iki sene evvelden satılmış durumda, her maç ağzına kadar doluyor tribünler. Pittsburgh Üniversitesi altıyedi sene evvel Big East'ten ACC konferansına geçerken sadece 17 milyon dolar geçiş parası aldı. Düşünsene bunlar bir üniversite için ne kadar büyük gelirler ki daha televizyon kontratlarından bahsetmedim. Burada Koronavirüs mevzusunun ciddiyeti dahi NCAA'in meşhur March Madness'ı iptal edilince anlaşıldı. March Madness, üniversiteler birliğinin en büyük gelir kaynağı çünkü, onsuz bir sene düşünülemezdi. -Mert Ertunga (Milli tenisçi ve antrenör)

Yaşam Biçimi

İki yaşında Türkiye'ye geldim ama orada doğduğum için ABD vatandaşlığım vardı. Lise sonrasında da iyi okullardan burslarım olmasına rağmen Amerika'ya dönmeye korktum. Türkiye'de kalıp Yıldız Teknik Üniversitesi'nin makine mühendisliği bölümünü bitirdim. Lise zamanı Amerika'ya başvuru yaparken 'Spor Yönetimi' bölümünü görmüştüm, üniversite bitince yüksek lisans için bu bölüme başvurdum. Florida Üniversitesi'nde yaptım yüksek lisansımı. O dönemde okulun sportif başarısı da çok yüksekti. İki sene üst üste basketbolda, iki sene önce de Amerikan futbolunda NCAA şampiyonu olmuşlardı. Ben okula başladıktan sonra futbolu tekrar kazandılar.

En sevdiğim dünya belki de kolej futbolu. Zaten ülke genelinde de müthiş bir ilgi var. Şehirler, eğer futbol takımları iyiyse onun üzerine kurulu bir hayat yaşıyor. Florida'nın stadyumu 90 bin kişilik falandır; Gainesville şehrinin nüfusu da öğrenciler dahil 120 bin olsa gerek… Ben bir yaz bilet ofisinde çalıştım ve ilgiyi yakından deneyimledim. Takımın bir sezonda altı tane iç saha maçı oluyor. O maçlar için Kaliforniya'dan iki haftada bir, altı saat uçup gelenler vardı. Türkiye'de çoğu insan ya Galatasaray taraftarıdır ya Fenerbahçe ya da Beşiktaş... Amerika'da bunun en yakın karşılığı kolej takımı desteklemek. Bu yüzden her orta ve büyük şehirde en az 30 farklı üniversitenin kendine has barı vardır. Mesela Florida'nın maçları Austin'de şu iki barda izlenir diyelim; herkes kalkar oraya gider. Ben sokakta Florida şapkasıyla geziyorsam, arabadan biri bana "Go Gators!" diye bağırır, ben de ona cevap veririm. Tamamen o aidiyet duygusuyla alakalı ve futbol çoğu okulda bu duygunun merkezi.

Bir yandan da gerçekten acayip paralar dönüyor. Maç yayınları, sponsorluk, bilet satışları, lisanslı ürün satışları… Tabii sporculara para verilmediği için de özellikle futbol ve basketbol, okulların birincil kâr merkezleri. Bu sayede geri kalan sporlara da kaynak yaratıyorlar. Mesela sporcuları ya da mezunları olimpiyata gittiğinde, bazı okullar tek başına birçok ülkeden daha fazla madalya kazanıyor. Michigan'lı Michael Phelps kaç tane madalya kazandı? Bizim okuldan Ryan Lochte, Caeleb Dressel, Christian Taylor… 2012 ve 2016'da erkekler üç adım atlamada altın ve gümüşü Florida'dan iki tane sınıf arkadaşı, Christian Taylor ve Will Claye aldı. 2012'de daha öğrenciydi bu çocuklar. O yüzden her spor branşına çok ciddi fayda üretiyor kolejler.

Tabii ki sistemin bazı handikapları olabilir ama bir taraftan da güzel kurulmuş. Birçoklarına çocukken umut veriyor kolejde spor yapabilme fikri. Hepsi gerektiği kadar yetenekli olup, en üst seviyede spor yapıp, en iyi okullarda okuyamıyor ama her çocuğun seviyesine göre okul var. Division 3'e gidenlerin de bedava eğitim alma şansı olabilir spor bursuyla. Hem bu çocukların bazıları kendi ailesindeki ilk üniversite mezunu oluyor. Böyle güzel yanları da var… -Cem Güvener (Florida Üniversitesi mezunu)

Socrates Dergi