
Basketbol Eşittir Hayat
4 dk
"Takım arkadaşlarım iş aramaya başlarken, ben ya NBA şansımı zorlayacak ya da Türkiye'de profesyonel basketbol oynayacaktım. Bunları düşünmeye ve kafamda tartmaya başladım..."
(Bu yazı, Ekim sayısındaki yazının devamıdır)
Basketbol oynamak, günbegün nefes almak veya yemek-içmek gibi hayati ihtiyaçların yanında yer almıştı benim için. Okul bitip eve döndüğümde ilk düşüncem, altyapıda beraber oynadığım arkadaşlarımla sahaya gitmek oluyordu. Ayrıca babamın pazar günleri Tarsus Amerikan Koleji’nden ekibiyle Robert Kolej’in sahasında yaptığı maçlara katılıp haftanın devamında Ayhan Şahenk ya da Etiler Maya’nın spor salonu gibi muhtelif yerlerde farklı ekiplerle oynamaya devam ediyordum. Amacım keyif almaktı. Elbette güvenimi yüksek tutmak da işin bir diğer tarafıydı.
Son sene başladığında, üniversite mezunu olacak olmanın getirdiği enteresan bir hava hâkimdi takım arkadaşlarımda. Mezuniyete hazırlanan diğer sporcularda bunu gözlemlemek ve tanık olmak benim için farklı bir tecrübe olmuştu. Ne de olsa onlar, kariyerlerinde belki de son kez sahaya çıkacaklardı. Doğal olarak özel bir seneydi.
Mezuniyete uzanan yolda beş kişiydik takımda ve ilk beşi oluşturuyorduk. Her pozisyona tam uyum sağlamıştık artık. Önceki yıl beraber oynamanın yanı sıra, mart ayında biten sezonun ardından da birkaç bahar turnuvasında daha birlikte oynayıp iyice alışmıştık birbirimize. Bu uyumu, yeni sezonda sahaya çıktığımızda da bariz bir şekilde göstermeye başladık. Herkes bir diğerinin ne zaman ne yapacağını biliyordu. Kendi performansından önce arkadaşının oyununu yukarı çekebilmek için çaba gösteriyordu. Son seneye yakışır şekilde çoğunu lider geçirdiğimiz normal sezonun son maçı kendi sahamızdaydı. Lig şampiyonluğunu kazanıp ülke şampiyonluğuna katılmak, Kansas City'ye bir kez daha gitmek ve Helena seyircisi önünde son bir kez daha oynamak için bu maçı almalıydık.
Hikâyenin sonu ile ilgili ipucunu bir önceki sayıda vermiştim aslında. Kendi evimizde iki yıl boyunca hiç maç kaybetmemiştik. Ama anlamı ve duygu yükü ağır olan bu maçı kazanmak çok daha güzel bir histi.
Son toptu ve yaklaşık 5-6 saniye vardı. Kenardan topu biz çıkartıyorduk. Koç Turcott, en skorer ve üçlük yüzdesi en iyi oyuncu Jeff için çizmişti oyunu. İki sayı gerideydik. Salondaki gergin ve heyecanlı bekleyiş, insanların nefes alışını duyacak seviyedeki sessizlikle daha da belirginleşiyordu.
Jeff topu alıp skor yapmak için hamle yaparken, gelen yardımın etkisiyle topu çıkaran Kurt'ün boş olduğunu anlamıştı. Pası verdiği anda, benim için zaman yavaşlamıştı. Kurt şutu atarken, topun elinden çıkışını en güzel açıdan izliyordum. Şut girmişti! O saniyede düşündüğüm tek şey Kurt'ü yakalamaktı. Şimdi hatırladım da; Kerem Abi Sırbistan maçında turnikeyi attığında da aynı yakalama düşüncesine sahiptim kesinlikle.
Tüm saha kutlamak için inen insanlarla dolmuştu. En korkutucu olanı ise Amerikan futbolu takımının All-American seçilmiş dev cüsseli oyuncularının benden sonra Kurt'e doğru koştuklarını görmüş olmamdı. Gerçekten ilk yaptığım şey, Kurt'e sarıldıktan sonra onu üstümüze koşan diğer insanlara döndürmek oldu. Bu sayede kendimi az da olsa kurtarmıştım. Saha ortasında sevinç yumağı haline gelmişken, Senior Night’ı yani evdeki son maçı izlemeye gelmiş olan babamın gururunu tahmin bile edemezdim.
Böyle bir maçın ardından, lig playoff’larında -hatırladığım kadarıyla- yarı finalde elenmiştik. Ama Kansas City'ye gitmeyi garantilediğimiz için bu yenilgi pek mühim değildi. Hedefimiz, ülke şampiyonasında finale ulaşmak ve belki de kupayı kazanmaktı. Fakat gücümüz yetmedi. Çeyrek finalde elendik. Yine de okul tarihinde ilk kez iki yıl üst üste orada bulunmak, okulun en başarılı basketbol döneminin bir parçası olmak muhteşemdi.
Sonrasında profesyonel hayatı düşünmeye baslarken, Senior Night'ın önemini daha da net kavramıştım. Beraber ter döktüğüm takım arkadaşlarım iş aramaya başlarken, ben ya NBA şansımı zorlayacaktım ya da Türkiye'de profesyonel basketbol oynayacaktım. Bunları düşünmeye ve kafamda tartmaya başladım.
Dört sene içinde kendi oyuncu karakterimi oluştururken farkına vardım ki; hayat aslında daha yeni başlıyordu.