
Başlıyor Önümüzde Yeni Bir Fasıl
10 dk
O, her şeye, her defasında yeniden başlamak zorunda kaldı. Yeni şehirler, yeni takımlar ve hatta yeni sporlar... Hepsinin de altından kalkmayı başardı. Nasıl mı? Söz İlhan Mansız'da…
Hayatın, bir dizi başlangıçtan oluşuyor. Almanya'dan Türkiye'ye ilk gelişin… Dönüşün, yine gelişin, Gençlerbirliği, Münih, Kuşadası… Samsun ve Beşiktaş nispeten ince geçişler ama ardından Japonya, 30 yaşından sonra yeni bir spor… Her şeye yeniden başlamak nasıl bir duygu?
Her şeye yeniden başlamak, yapboz gibi bir şey. Başlangıçlar her zaman zordur ama ilerledikçe parçalar yerine oturur. Hem cesaret, hem azim, hem disiplin gerektirir. Aslında sürekli yeniden başlamak gibi bir düşüncem yoktu ama zamanın şartları içinde alınmış kararlardan dolayı bu tarz bir hayat hikâyem oluştu.
Her defasında sıfırdan başlayabilecek o gücü hissedebildiniz mi, yoksa süreci gözünüzde büyütüp "Bu defa olmayacak" dediğiniz oldu mu?
Asla gözümde büyütmedim. Çünkü insanın, istediği zaman imkânsız gibi görünen birçok şeyin üstesinden gelebileceğine inanıyorum. Evet, yeni başlangıçlar zor olur ve cesaret ister ama istedikten ve inandıktan sonra başaramayacağınız hiçbir şey yok. Buz patenine de bu yüzden başladım.
Buz patenini hangi kulvara yakın görüyorsunuz; saf bir sanat dalı mı, yoksa estetik içeren bir spor dalı mı?
Hem estetik hem atletik, sanatı da içeren bir spor. Bu, yapmış olduğunuz dala da bağlı tabii. Bizimki daha atletik bir tarzdı ama buz dansı kategorisi daha zarif, sanata biraz daha yakın.
Piste ilk olarak bir TV yarışması için çıktınız. Peki, bunu sporculuk seviyesine taşımanızı sağlayan ne oldu?
Piste ilk çıktığım yarışma, rol aldığım bir televizyon dizisi ile aynı yapım şirketine bağlıydı. Başlamamı sağlayan bu oldu diyebilirim. Futboldan uzak kalmıştım, tedavi sürecim yeni başlamıştı... Aktif spor yapan biriydim ve bu alışkanlıktan uzak kalmamak için yarışmaya katılmayı kabul ettim. Oradaki partnerim, 2002 yılında kardeşiyle birlikte Slovakya'yı olimpiyat oyunlarında temsil etmiş bir sporcuydu. Yarışmayla başlayan hikâyenin sporculuğa dönüşmesi ise sadece benim verdiğim bir karar değildi; partnerimin bana güvenmesi ve zor görünen şeyleri hızlıca öğrenip uygulayabildiğimi söylemesi de etkili oldu.
30 yaşından sonra geçiş yaptığınız bir sporda Türkiye Şampiyonası seviyesine kadar çıktınız. Futbol kariyeriniz adaptasyonunuzu kolaylaştırdı mı?
Aslında futbolculuğun getirdiği bir avantaj yok. Varsa bir avantajım; disiplinli olmam, kendime güvenmem ve çok istekli olmamdı. Bu daha önceki kariyerimle alakalı mı? Tartışılır. Ben daha çok kişiliğimle alakalı olduğunu düşünüyorum. Türkiye'deki şampiyona ilk yarışmamız değildi bu arada. 2013'te olimpiyat elemesine katılmıştık. Tabii hedef çok büyüktü ve olimpiyat oyunlarına katılamadığımız için, insanlar bizi başarısız gibi gösterdi. Fakat bir hafta sonraki yarışmada Avrupa Şampiyonası için gerekli baraj puanı geçtik. Çalışmalara üç ay daha devam ettik, ardından sekiz aylık bir ara verdik. Geçen sezonun başında federasyon desteğiyle tekrar başladık ama birkaç yarışmaya katıldıktan sonra federasyon desteğini çekti. Biz de Şubat 2015 itibarıyla bu projeyi bitirdik.
Sizinle ilk iletişime geçtiğimizde golf oynamaya gittiğinizi söylemiştiniz. Yeni projeniz bu olabilir mi? Bir hedef var mı?
Ben golfe Nisan 2015'te başladım ve bir ay içinde çok iyi bir noktaya geldim. Uluslararası standartlarda, golfe yeni başlayanların handikabı 54'tür. Yani -54'ten başlarsınız. Ben, üç turnuva sonunda handikabımı 32'ye indirdim. Bu birçok insanın üç-dört yılını alıyor ama ben biraz hırslıyım galiba. O yüzden biraz daha çabuk ilerledim. Boş vaktim de çok. Günde bir, bazen iki kez golf oynamaya gidiyorum. Ama yeni hedefim bu mu? Şu an için böyle bir şey söylemek istemiyorum.
Kahramanınızın Michael Jordan olduğunu söylemişsiniz, onu sizin için özel kılan nedir?
Michael Jordan çocukluk kahramanımdı. Gerek saha içi gerek saha dışında, duruşuyla, davranışlarıyla ve oyunu her an değiştirebilen yapısıyla benim için çok özel bir isimdi. Zoru, hatta imkânsızı çok basit göstermesi, kendisine büyük hayranlık duymama sebep oldu. Belki bunları çocuk yaşımda çok algılayamadım ama sonraki yıllarda da sözlerini ve röportajlarını okuduğumda çok etkilendim. Başardığından daha çok başarısızlığa uğradığını ve kazandığından çok kaybettiğini söyleyen, başarının ancak o şekilde geldiğini düşünen bir insan. Ben de 'başarı'nın 'çalışmak'tan önce geldiği tek yerin sözlük olduğunu söylerim hep. Önce çok çalışmanız gerekiyor, başarı ondan sonra gelir ve bazen bunun için sayısız deneme yapmanız gerekebilir.
Etkilendiğiniz başka sporcu var mı?
Futbolcu olarak hayranlık duyduğum isim Diego Armando Maradona'ydı, Arjantin'i çok severdim ve Maradona'nın oyun stilinden gerçekten çok etkilenirdim.
Futbola dönelim biraz... 2002 Dünya Kupası'ndan başlayacağız elbette. Turnuva öncesinde dünyaca ünlü bir futbolcu değildiniz ama orada yaptıklarınızla gerçek bir ikona dönüştünüz. Nasıl yaşadınız bu süreci?
Her şey çok kısa sürede gelişti. Giderken öyle bir hedefim yoktu. Amacım sadece görev verildiği takdirde ülkemi en iyi şekilde temsil edip milli formanın hakkını vermekti. Senegal'e atmış olduğum altın gol her şeyi değiştirdi ve bir anda, Japonlar başta olmak üzere her milletten birçok insanın hafızalarına kazındım. Güzel günlerdi ama dediğim gibi; planlanmış bir şey değildi ve aslına bakarsanız biraz da rahatsız olduğum bir durumdu. Çünkü o andan itibaren, artık her hareketime daha çok dikkat etmem gerekiyordu.
Japonya günleri nasıl geçti? İstemeden gittiniz, fazla uzun süre kalmadınız ama çok sevildiniz. Sakatlığınızdan ötürü ayrıldıktan sonra ne para ne tazminat istediniz. Bu çok alışıldık bir tavır değil. Neler söylersiniz?
Japonya'ya gidişim, elbette herkesin kafasında soru işaretleri oluşturmuştu. "28 yaşında, Beşiktaş'ta oynayan bir insan niye Japonya'ya gider?" diyebilirsiniz ama bu, aslında kulüp politikasıyla alakalıydı. O yüzden rahatlıkla söyleyebilirim ki; benim de hedefim, o kadar verimli bir dönem geçirirken Japonya'ya gitmek değildi. 33-34 yaşında olsam, kariyerimin son döneminde maddi anlamda kendimi rahatlatmak için Japonya'ya veya o tarz bir ülkeye gitsem herkes bunu anlayışla karşılardı. Ama 2002 Dünya Kupası sonrası tüm sakatlıklarıma rağmen performansımı arttırmıştım ve hedefim Avrupa'da oynamaktı. Günün şartları ise beni Japonya'ya götürdü. Orada çok güzel zaman geçirdim ama fazla kalamadım. Altı hafta geçmişti ki sakatlığım nedeniyle İtalya'ya gidip ameliyat oldum, sonrasında rehabilitasyon dönemi geçirdim. Üstüne Almanya'ya gittim ve bu kez bir kıkırdak ameliyatı oldum. Doktorum futboldan en az altı ila sekiz ay uzak kalacağımı söyleyince, yöneticilere gidip isterlerse seve seve sözleşmemi feshedebileceğimi ilettim. Japonya'da kulüpler kadrolarında üç yabancı oyuncu bulundurabiliyordu ve ben de en az bir sezon futbol oynayamayacaktım. Kendilerine, bana ödeyecekleri parayla takıma katkı sağlayabilecek yeni bir yabancı oyuncu almalarını önerdim. Onlar, bu teklifime rağmen beni Japonya'ya geri çağırdılar ama ben tedavimi Almanya'da yapmak istiyordum ve tekliflerini geri çevirdim. Sonra da sözleşmemizi karşılıklı olarak feshettik.
Bu karşılık istememe, tazminatsız ayrılma hadisesi insani perspektiften bakınca çok normal duruyor ama profesyonel hayat, normal ve anormal kavramlarıyla biraz oynadı sanki. O yüzden biraz şaşırtıcı değil mi?
Ben doğru ya da normal olan bu demiyorum ve insanlardan benim gibi davranmalarını beklemiyorum. Benim için doğal olan davranış tarzı buydu, bu yolu seçtim ama başka bir futbolcu gayet tabii tazminat hakkını savunabilir. "Sözleşmem var, ben bu kulüp için ter dökerken sakatlandım" ya da "Sakatlığımı bildikleri hâlde beni transfer ettiler, bana bu parayı ödemek zorundalar" diye düşünebilir. Onlara da hak veriyorum, kimseyi yadırgamıyorum ama benim hayata bakışım, yaşam tarzım, felsefem böyle gerektirdi. Hak etmediğim bir parayı almak istemedim ve sözleşmemi feshettim.
Almanya, özellikle genç milli takımlarda birçok Türkiye asıllı oyuncuya forma şansı veriyor. Sizin döneminizle bugünkü arasında bir yaklaşım farkı var mı?
Benim dönemimde gurbetçi futbolcu sayısı daha azdı, bugün sayılarının arttığını söyleyebiliriz. Ayrıca şöyle bir durum var; birçok ülke genç milli takımlar düzeyinde Türkiye asıllı oyunculara şans veriyor ama bu oyuncular daha sonra A milli takımlara çağrılmıyorlar. Böyle olunca da o seviyeye yükselemeyip Türkiye Milli Takımı'nı seçen oyuncuları neden kendilerinin yetiştirdiğini sorguluyorlar. Almanya'daki düşüncenin biraz da bunun etkisiyle değiştiğini ve son dönemde Türk oyuncuların forma şanslarının azaldığını görebiliyoruz.
Avrupa'da yeni sağın yükselişiyle birlikte göçmenlere bakış da değişti gibi. Katılır mısınız?
Evet, katılırım. Burada ekonomik şartlar ne zaman değişse, hayat şartları ne zaman zorlaşsa yabancılar ve göçmenler suçluymuş gibi gösteriliyor. E tabii şimdi Avrupa Birliği'nin bir üyesi olarak Yunanistan'ın ekonomik kriz yaşaması ve Alman halkı Yunanistan'a desteğin kesilmesini isterken politikacıların bu konuda net bir tavır almaması, göçmenlere bakışı da değiştiriyor. Ben Bavyera eyaletinde yaşıyorum, burası eski Almanya'nın kendine has tutucu eyaletlerinden biri. Çok fazla yabancı düşmanlığı olmasa da zaman zaman gündelik hayatta iğneleyici sözlerle karşılaştığımız doğru. Çevremizde yabancılara karşı düşmanlıklarını belirten insanlar var, bunu zaman zaman hissediyoruz.
Yine futbola dönelim... Beşiktaş sizin için ne ifade ediyor? Bir de Tümer Metin'i soracağım. Bir röportajınızda Beşiktaş'tan ayrılırken yaptığı açıklamalardan sonra görüşmeyi kestiğinizden bahsetmişsiniz. Doğru mu, yoksa sözleriniz çarpıtıldı mı?
Ben 9-13 yaşlarım arasında Türkiye'de yaşadım. O dönem Beşiktaş taraftarıydım ve daha sonra Beşiktaş'ta futbol oynama şansı buldum. Beşiktaş'a olan sevgim apayrı ve hâlâ devam etmekte. Zaten Japonya'da boşu boşuna göğsüme kartal dövmesi yaptırmadım. Gösteriş amaçlı bir şey değildi, bütün dövmelerimin benim için özel anlamları var ve Beşiktaş'ın hayatımdaki yeri de çok büyük. Diğer konuya gelirsek; futbol camiasından çok fazla insanla görüşmediğim doğru. Tümer'le de uzun süredir görüşmüyoruz. Karşılaştığımızda belki birbirimize selam veririz, hal hatır sorarız ama eski dostluğumuz maalesef artık yok. Ama bu, Beşiktaş'tan ayrılırken sarf etmiş olduğu sözlerle alakalı değil. Onlar talihsiz sözlerdi ama sonuçlarına, o sözlerin sahibi Tümer katlandı. Benim, bir insanı söylemiş olduğu o sözlerden dolayı yargılamam veya arkadaşlığımı, dostluğumu kesmem yanlış olurdu.
Beşiktaş'ın bu sezonki durumunu nasıl öngörüyorsunuz? Geçtiğimiz haftalarda "Şenol Güneş umarım kendini teknik açıdan geliştirmiştir" dediniz. Bunu açabilir misiniz?
Şenol Hoca ile milli takımda beraber çalıştık, aradan uzun yıllar geçti. Kendisi hem Türkiye'de hem de yurt dışında teknik direktörlük yaptı. Milli takım ve kulüp teknik direktörlüğünü karşılaştırmak yanlış olur çünkü milli takımda oyuncularla çok fazla vakit geçirme şansınız olmuyor. O yüzden hoca olarak oyunculara bir şeyler katma, teknik ve taktik açıdan onları geliştirebilme şansınız sınırlı. Kulüp takımında ise her gün berabersiniz. Aradan çok uzun seneler geçti, bunların üstünde çok da durmak istemiyorum ama bana göre Şenol Hoca'nın, Dünya Kupası'nda teknik ve taktik anlamda farklı kararlar alması gerekirdi. Ben, o anlamda kendisini geliştirdiğini umduğumu söyledim. Şenol Hoca ve ekibine Beşiktaş'ta başarılar diyorum. İnşallah istediği çalışma ortamını bulur ve Beşiktaş'a, Türk futboluna faydalı olur. Türkiye'de her şey başarıya endeksli ve başarı da kısa sürede bekleniyor. Bu yüzden gerek hocaların, gerek sporcuların nasıl yaşadıklarını bizzat ben de biliyorum.
Sportif direktörlük ya da teknik direktörlük gibi bir hedefiniz var mı?
Teknik direktörlük hedefim yok. Sportif direktörlük de Türkiye'deki kulüplerde biraz zor. Başkanlar ve yöneticiler maalesef bu görevi de üstleniyorlar ve işinizi yapmanıza izin vermiyorlar.
Socrates'in ikinci sayısında yer alan Zeki Demirkubuz röportajından bir bölüm:
"İlhan Mansız'a özel bir sevginiz var yanılmıyorsam, doğru mudur?
Bir defa şöyle söyleyeyim; bir insan bu kadar konuşamayıp da buna rağmen yüzüyle, davranışlarıyla, sahada oynadığı futbolla ve varlığıyla duygusunu, sevgisini, tutkusunu bu kadar mı ifade edebilir? Benim futbol tarihinde gördüğüm en namuslu oyunculardan biridir ayrıca, bir kez olsun bizi utandırmamıştır. Türk futbol tarihinin gelmiş geçmiş en yakışıklı futbolcusudur ama öyle düz yakışıklı değil hani, anlam var çocuğun suratında. Hele o bizim bir gri forma vardı, onunla bir duruşu vardı ki böyle kartal gibi olurdu. Beşiktaş'ı bir şeyle simgele deseler bana, ilk üçe koyarım o halini. Futboldan sonra da takip ettim. O buz pateni yarışmalarına falan katıldı ve orada da asaletini koruyordu çocuk. Herkesin kıçını başını dağıtarak yaptığı şeyleri büyük bir asaletle yapıyordu. Beşiktaş üzerinden de ekmek yemeye çalışmadı hiç. Futbolu bıraktıktan sonra kendi kendine takıldı öyle. O yüzden İlhan'ın yeri ayrıdır benim için."
İlhan Mansız'a bu sözlere dair bir şey söylemek isteyip istemediğini sorduk.
"Bunun üzerine ne diyebilirim ki?" diye başladı söze ve devam etti: "Böyle güzel sözleri duymak çok gurur verici. Zeki Demirkubuz'la bire bir tanışmıyoruz ve beni insan olarak yakından tanımayan birine bu sözleri söylettirebildiysem, ne mutlu. Bunun üstüne söyleyebileceğim hiçbir şey yok."