Be Like Mike

4 dk

Air Jordan modeli bir çift ayakkabı, her çocuğun hayalidir. İster ABD'de yaşasın, ister Türkiye'de...

1998 yılıydı ve Michael Jordan karşımdaydı... Genç basketbolcu adayları için düzenlediği kampa katılmıştım; beşer günden iki kamp dönemiydi ve Jordan, on günün sekizinde yanımızdaydı. Çok değil, birkaç ay önce son şampiyonluğunu kazanmıştı ama gözlerimin önündeydi işte. Acayip bir duyguydu, hatırlıyorum. Bugün bile inanılmaz geliyor hâlâ... Nasıl gelmesin ki?

Yıllarca kısıtlı imkânlarla televizyondan, kasetlerden, dergilerden takip etmiştim onu; ama hastalık derecesinde, manyak gibi adeta. Abim Larry Bird hayranıydı, benim idolümse Jordan olmuştu. Basketbol oynarken bile onu taklit etmeye çalışıyordum. Oynadığı bütün büyük maçların kasetlerini bir şekilde buluyordum. Hatta sezonluk kasetler olurdu, bir nevi almanak gibi; hangisinin hangi saniyesinde hangi görüntü olduğunu ezbere bilirdim. Böylesine hayran olduğum bir oyuncuyu kanlı canlı gördüğümde neler hissettiğimi bir düşünün...

Bir gün kampta bir oyun oynandı; Jordan, serbest atış çizgisinde bekleyen çocuklara pas verecekti, ikide iki atanlar da Jordan ayakkabısı kazanacaktı. Ben o ayakkabıyı alamadım, serbest atışların ikisini de kaçırdım; çünkü Jordan pas verdiği anda, saç telimden ayak tırnağıma, her yerim titremişti heyecandan.

Aslında, elime daha önce de bir fırsat geçmişti ayakkabılar için ama o zaman da başaramamıştım... 1996 yılıydı yanılmıyorsam, Air Jordan XI’ler yeni çıkmıştı ama kendi numarama uygun bir çiftini bulamamıştım. Oysa ilk kez o dönem, kendi ayakkabımı alabilecek durumdaydım. Hevesliydim; cebimdeki harçlığı bir çift ayakkabıya harcayacaktım ama olmadı. Jordan’ın ayakkabılarıyla ilk imtihanım hüzünle sonuçlanmıştı.

Basketbol kariyerim ilerledikçe önceliklerim de değişmeye başladı. Tamam, Jordan serisi bir ayrıcalıktı ama o dönem önemli olan tek şey, rahat bir ayakkabı giyebilmekti. Bu yüzden, “Keşke Jordan’ım olsaydı” gibi bir takıntıya sahip değildim. Takım arkadaşlarımla birlikte, Scottie Pippen adına üretilen modelle idare ediyorduk işte. Jordan serisi biraz daha ulaşılmazdı. Basketbol oynadığı süre boyunca ‘retro koleksiyonu’ diye bir şey de yoktu zaten. O ne giyiyorsa onu görürdünüz raflarda ama her yerde değil; ABD’ye giden bir tanıdık olduğunda sipariş verebiliyordunuz, buralara pek düşmüyordu.

Aslında, ABD’de de durum farklı değildi, özellikle de dar gelirli siyah nüfus için. Bugünlerde San Antonio Spurs forması giyen LaMarcus Aldridge’in bir röportajını hatırlıyorum; “Büyüdüğüm yerde. Jordan ayakkabıları ‘kutsal kâse’ muamelesi görüyordu. Bir çift Jordan alacak kadar parası yoktu kimsenin. Ben de sırf bu yüzden çalıştım ve para biriktirdim, bir çift Jordan ayakkabısı için. Sonunda da aldım; Concords, Air Jordan XI” diyordu. Ama dediğim gibi; aynı ayakkabı söz konusu olduğunda ben o kadar şanslı değildim; çünkü numarasını bulamamıştım.

Jordan ayakkabılarının bir ‘mit’ haline gelmesinde reklam dünyasının ve büyük pazarlama dehalarının etkisi olabilir, bunu kabul edebilirim. Zira Nike’ın Jordan’la anlaştığı süreç muazzamdı; annesinin ikna edilmesi, Adidas giyme ısrarına rağmen Jordan’ın Nike toplantısına gitmesi ve anlaşmayı kabul etmesi, ilk çıkan ayakkabının renklerinden dolayı her maç 5 bin dolar ceza alması, Jordan’ın ise o cezayı önemsemeyip, tamamen pazarlama taktiğinin bir parçası olarak bu cezayı ödemesi ve ayakkabıyı giymeye devam etmesi... Bunların hepsi, Jordan serisinin etkisini yükseltti elbette. Sonra ortaya ‘Be Like Mike’ (Mike Gibi Ol!) sloganı çıktı, o ayakkabıları giydiğinde daha iyi zıplayacağını düşündüren reklamlar çekildi...

Ancak elbette, bütün bu çılgınlık, sadece muhteşem bir pazarlama stratejisinden ibaret değildi. Geçenlerde Steve Nash’in bir açıklamasına denk geldim; Jordan’ın kariyeri boyunca altı kez NBA finali oynadığını, hepsini kazandığını, hiçbir serinin son maça kalmadığını ve serilerin her birinde Jordan’ın ‘En Değerli Oyuncu’ (MVP) seçildiğini söylüyordu. Bence bu, Jordan etrafında dönen tüm o pazarlama, reklam, kapitalizm tartışmalarını taca çıkaran bir söylem. Onun büyüklüğü, önce parkeden geliyor ve o bu kadar büyük olduğu için böylesine devasa bir pazar yaratılıyor. Aksi zaten mümkün değil.

Jordan markası bugün, Michael Jordan basketbolu bırakalı yıllar olmasına rağmen, diğer basketbolcu ve markalara ait ayakkabıların toplamından daha çok satıyor. Yani özetle; ‘Be Like Mike’ ruhu devam ediyor.

Socrates Dergi