Bekledim de Gelmedin

10 dk

Maradona, Pele, Beckenbauer... Bu isimlerin futbol yaşamları altın sayfalarla doluydu. Selefleri içinse hayat hiç kolay olmadı.

Marx’ın hikmetli sözlerindendir: Büyük tarihsel vakıalar ve şahsiyetler, tarihte sanki iki defa çıkarlar; bir seferinde trajedi olarak, öteki seferindeyse fars… Büyük futbol yıldızlarının ‘ikincileri’ olarak sunulan haleflerinin de birçoğunun kaderi öyle olmadı mı?

Bir kuyruklu yıldızın eksiğini gediğini de unutturan romantik hatırasının baskısı altında kendini kanıtlamaya çalışmak, mukayese teftişine göğüs germek, ağır bir yük. Ağzıyla taç da atsa, “Bir Alex değil” hükmü, hep hazır bekler. Birinci’nin müritleri, zaten bir İkinci’nin ihtimaline inanmaz, katlanmazlar. Onların düsturu açıktır: “İkinci bir Pele çıkmaz.”

“İkinci Maradona değilim” lafı, ışıldayan yıldız adayının kendini teminata alma hamlesidir. Tevazuya göz kırptığı gibi, meydan okumaya da bükülebilen bir laf: “Ben, benim. Kendimim.”

II. Beckenbauer beklentisini boşa çıkaran Günter Netzer, “Hırsım olsaydı, bir ikinci Pele olurdum” demişti. İyi de Netzer’in kendisi de bir karakter değil miydi zaten! (Ayrıca, Hoeness’e bir ara ‘İkinci Netzer’ rütbesi vermişlerdi.) 68’li havasıyla, başına buyrukluğuyla, bir kupa finalinde yedek kulübesinden kalkıp emrivakiyle kendi kendine oyuna girişiyle… Netzer’den çok daha serkeş ve daha yetenekli bir başka büyük asi için ne demişlerdi: “Pele was good, Maradona better, George Best!” (Pele iyiydi, Maradona daha iyi, George Best en iyisi.) Zico’nun ‘Beyaz Pele’ diye anılmasını saçma bulan futbolseverler de var bu dünyada; onlar ciddi ciddi Pele’ye ‘Siyah Zico’ demekten yanadırlar. Vallahi ben de Dejan Savicevic’e ‘Balkanlar’ın Maradona’sı’ denmesine çok bozulurum. Savicevic, Savicevic’tir.

Bir ara Luca Modric’e diyorlardı ama neden pek kimseye II. Cruyff’luk yakıştırılmadığını da merak ederim. Oğlunu (Jordi) saymıyorum. Belki de üstadın huysuz karizması, lakabını kullanmaktan bile ürkütüyordur.

Dünya sahnesinden gayrı, yerel ölçekte de ikinciler oluyor. Türkiye’de, 1980’lerin müthiş Ankaragücü takımı bunlarla doluydu: Hrubesch Mehmet, Bonhof Nazmi, Maradona Sadık… Mehmet Özdilek’in Belçikalı Enzo Scifo’yla özdeşleşmesi, şüphesiz, en istikrarlı ikinciliktir. Yaşı 20’ye dayanan Muhammed Demirci, bakalım 11 yaşında sırtına yıkılan ‘Geleceğin Messi’si’ beklentisini nereye kadar taşıyacak? Geçen sezon Antep Belediyesi’nde kiralık 9 maç oynadı, bu sezon Belçika’da Mouscron’a yollandı, henüz fırsat bulamadı.

Taraftarın kendi küçük dünyasına ait reenkarnasyon ümitlerini de unutmamalı. Gençlerbirliği tribünlerinde Metin Diyadin, biraz II. Avni gibi hissedilmişti mesela – maalesef Avni’nin duran top ustalığı onda yoktu. Bu aralar İrfan Can Kahveci’de, II. Tarık Daşgün emareleri görüyorum. Kaderi benzemesin.

Bu Kaçıncı Pele?

Edson Arantes do Nascimento, yani Pele, dünya futbol tarihinin en büyüğü müdür, tartışmaya açık. Fakat ilk ‘en büyüğü’ ve en uzun ömürlü idolü olduğu kesin. Gencecik bir fidanken parladı, üç Dünya Kupası kaldırdı. Medyanın, bilhassa televizyonun yeni palazlandığı zamanlarda zuhur etmişti, dünya çapında seyredilebilen ilk futbol sanatkârı olmanın avantajına da sahipti. Tabii gerçekten de kıvrak ve ince bir sanatkârdı, video kliplerinden biliyoruz.

Kırk yılı aşkın zamandır, özel bir kumaşı olduğu düşünülen, namı memleketini aşacağı, yere göğe sığmayacağı hayal edilen nice genç futbolcuya, ‘İkinci Pele’ donu biçildi. Tabii öncelikle kendi diyarında, Brezilya’da. İlkin, bizzat ‘The Pele’nin el verdiği Rivelino’ya yakıştırılmıştı II. Pelelik. Bu mahzun çehreli bıyıklı adam, Pele’ye yaverlik ettiği 1970 Dünya Kupası’ndan başka bir başarı göremedi, sıradanlaştı, Suudi Arabistan’da noktaladı kariyerini. Sonraki kuşakta, Zico, ‘Beyaz Pele’ lâkabının hakkını verdi doğrusu. Aynı kuşaktan bir de Socrates’te vardı en kalitelisinden kadife kumaşı ama kimse ona II. Pele demeyi düşünmedi – zira Peleliğin bir hususiyeti statükoya itaatkâr, pek ‘düzgün’ olmasıydı ki Socrates öyle biri değildi.

Arkasından, unvanın en iddialı adayı geldi: Ronaldo. 90’ların ortalarında “İşte II. Pele!” takdimiyle çıktığı sahneyi, makine düzeninde gol atarak ve mebzul miktarda kupa biriktirerek, şanıyla doldurmayı başardı. Cüssesi ve stili Pele’nin zarafetinden uzaktı fakat engellenemez bir golcüydü. Millî servet statüsünden ötürü yurtdışına çıkarılmayan Pele’den farklı olarak, Avrupa’nın üç ayrı zorlu liginde kendini gösterdi. Sakatlık çilesi ve onu alt etme azmi de Pele’yi hatırlatıyordu. 1994 ve 2002’den sonra Dünya Kupası şampiyonluğunu üçleyemeyince, Pele’den eksik kaldı.

2000’lerin ortalarında bir ara Robinho’ya II. Pelelik yakıştırdılar fakat asla ‘o kadar’ olamadı. Şimdi, daha ciddi bir aday var: Neymar. Franz Beckenbauer bir yorumunda onu “Muhteşem bir oyuncu” diye överken, “İkinci bir Pele demek istemiyorum” diye önlem almıştı, nazardan sakınır gibi. Çocuk daha 23 yaşında, bakalım…

Afrika, II. Peleliğin arzu diyarıdır. İdolün siyah oluşunun da cazibesiyle, belki. Bir tatmin hikâyesi, bir de hayal kırıklığı hikâyesi var. Tatminkâr kariyer, Abedi Ayew’inki. Ganalı futbolcu, daha sonra yüzyılın en büyük Afrikalı futbolcusu anketinde Weah ve Milla’dan sonra üçüncü seçilecekti fakat ilk parlayışında tantanası daha büyüktü. Nitekim memleketinde ona takılan Pele lakabını resmen adına eklemiş, Abedi Pele diye anılmıştı. Oynadığı en yüksek kulüp Marsilya’ydı, yine de Avrupa liglerinde B statüsünde de olsa az buçuk yıldız muamelesi gören ilk Afrikalı oldu. O kariyerinin zirvesindeyken, bir başka Ganalı parlıyordu: 17 yaşında 17 Yaş Altı Dünya Şampiyonası’nı kazanan takımda yer alan Nii Odartey Lamptey’e, ‘II. Pele’ brövesi takmışlardı. Çocuk Anderlecht’le Belçika şampiyonu olarak iyi bir başlangıç yaptı ama oradan geçtiği İngiltere’de tutturamadı, ligden lige savrulurken düştükçe düştü. 1997-1998’de Ankaragücü’nde de eğleşmişti bu arada. O da II. Peleler hurdalığında yerini aldı.

Her Köyün Maradona'sı

Abedi Pele’nin bir lâkabı da ‘Afrika’nın Maradona’sı’ idi! “Maradona mı, Pele mi?” kapışmasının, belki sadece futbolda da değil, akla gelebilecek her konudaki “En büyük kim?” münazaralarının en popüleri ve en hararetlisi olduğunu biliyoruz. Hal böyleyken, bizzat Pele’ye eş koşulmuş, kendisi de gururla onun adını taşımış bir yıldızın bile, Maradona’ya benzetilerek onurlandırılmış olması ilginç. Malûm, Pele imgesi fazla sterildi, Maradona daha ‘sahici’, daha renkliydi, başka bir sihri vardı, herhalde ondan. Bir de tabii, yeni zamanların yıldızıydı, büyüleyici şovuyla gözümüzün önündeydi.

Haliyle, Maradona’ya özenildi, onun ‘ikincileri’, yerel benzerleri çok oldu. Dünyanın her köşesinde, virtüözler, bir yerel Maradonalık tacıyla kutsandılar. Gheorghe Hagi’nin ‘Karpatlar’ın Maradona’sı’ diye anıldığını biliyoruz. Arnavutlar, Balkan Maradonalığına çok meraklı: 90’larda PSG’de parlarken Edwin Murati’nin şahsında el koymak istediler bu unvana, şimdilerde hem Xherdan Shaqiri’yi hem İsviçre’de oynayan Jahmir Hyka’yı yakıştırıyorlar. (Bir ara Fener’de oynayan Fadıl Vokri de memleketinde ‘Maradona’ namıyla anılanlardandı.) Arnavutların niyet ettiğine diğer Yugolar el atmaz olur mu? Sırplar Zvonimir Vukic’le, Hırvatlar Blaz Sliskovic’le adaylar. Vukic’in 2000’lerde Ukrayna ve Rusya’da, Sliskovic’in 80’ler ve 90’larda Fransa ve İtalya’da orta seviye kariyerleri olmuştu. ‘Balkanların Maradona’sı’ lakabının asıl sahibinin yanında, lafı bile olmaz bu adamların: Dejan Savicevic’ten söz ediyorum.

Alplerin Maradona’sı da vardı bir vakit: Andreas Herzog. İsveçli Brolin’e, fiyakalı zamanında ‘İskandinav Maradona’sı’ denerek gönlü okşanmıştı. Andrei Arshavin ilk infilâkında ‘Rus Maradona’sı’ diye takdim edilmişti. Bir ara İranlı Ali Karimi’yi ‘Asya’nın Maradona’sı’ ilan etmişlerdi. Yoo Young Park’a Güney Kore’nin Maradona’lığını verdiler. Garibim Hindistan’da, Singapur’da bile ‘Buranın Maradona’sı’ dedikleri oyuncular varmış: Baichung Bhutia, Abbas Saad gibi... Suudi Arabistanlı Saed ElOwairan’a, 1994 Dünya Kupası’nda Belçika’ya attığı slalomlu gölün hatırına ‘Çöl Maradona’sı’ unvanı verilmişti. Tövbeler olsun, Emre Belözoğlu ilk İtalya’ya transfer olduğunda Avrupa basınında kendisinden ‘Boğaz’ın Maradona’sı’ diye bahsetmişlerdi.

Nasıl Brezilyalılar II. Pele’lerini ararsa, Arjantinliler de II. Maradona’larını bekler dururlar. 2002-2003’te Fener’den geçen Ariel Ortega’ya bu veliahtlığın yakıştırıldığını hatırlarız. Boca’lı Maradona’nın halefliğine bir River Plate’li zaten uymazdı. Nitekim Ortega, üç ayrı kesitte on sene oynadığı River Plate’in mahalli kahramanı olarak kaldı. Ondan dört yaş genç Juan Roman Riquelme, daha ciddi bir halef adayıydı. Üstelik Boca Juniors’lu! İspanya ve Arjantin’de vasatın üzerinde denebilecek bir kulüp kariyeri geçirdi, güzel bir 10 numaraydı, fakat “Bir Maradona değil”di. Sonraki kuşakta, 2001’de 20 yaş altı dünya şampiyonu olan Arjantin'den iki II. Maradona ümidi çıktı: Javier Saviola ve Andres D’Alessandro. Saviola arada dört başka Avrupa ligine de uğrayarak fena olmayan bir İspanya ligi tecrübesi yaşadı fakat o da “Bir Maradona değil”di, kesin. D’Alessandro ise çabuk söndü, vasat bir kulüp kariyerine razı oldu, şimdi Brezilya’da vaziyeti idare ediyor. Edison Cavani, 2010’ların ilk yarısında, tam da Maradona’nın ‘memleketinde’, Napoli’deki müthiş liderliğiyle, ‘Yeni Maradona’ muhabbetine konu oldu. Şimdi PSG’de de fena gitmiyor. Yine tekrar edeceğim, o da bir Maradona değil.

Ayrıca Arjantin’den ümit vaat eden, Lionel Messi diye birisi çıktı, biliyorsunuz. Onun artık kendi halefleri, kendi ‘ikincileri’ var. En tazelerinden biri, Balkanlar’ın Messi’si, Alen Haliloviç (Yaşı 18, Hırvat, Barcelona onu Gijon’a kiraladı). I. Messi’nin eksiği: Arjantin ulusal takımıyla başardığı bir iş yok.

İkinci Maradonalığın, Arjantinli ‘futbol tanrısı’nın kötü şöhretine takılan, doğrusu onun melâlini anlamayan, trajiğine hürmet etmeyenlerin başvurduğu yakıştırmaları var bir de. Mesela geçende Dortmund taraftar forumlarından birinde, pek beğendikleri İlkay Gündoğan için idmanlara asılmazsa sonunun ‘Maradona gibi’ olacağını yazıyordu birileri. Kastettikleri, kilo problemiydi. Shaqiri’ye II. Maradonalık atfedenlerle de KosovalılaraArnavutlara ilişkin önyargı klişelerini seferber ederek, “Demek o da uyuşturucu müptelası, satıyor mu?” diye sataşıyorlar.

Üçlü Test: II. Beckenbauer Olmak

Almanya futbolunun hep aranan ‘ikincisi’, Franz Beckenbauer’in ikincisidir. Kendi zamanında, liderliği, latif tekniğiyle, Günter Netzer yakıştırılmıştı bu mevkiye. Fakat ikisi çok farklıydılar. Netzer asi tipti; Beckenbauer ise hesaplı, Pele gibi statükoya bağlı ve ‘düzgün.’

Beckenbauer, yıldız futbolculuğunun üzerine sıkı bir imaj çalışması koydu, ilişki mühendisliği kabiliyeti gösterdi. Bavyeralı-taşralı kimliğini ‘aştı’, diplomasi yürütmeyi iyi kotardı, saha dışında da lider ve örgütçü oldu. Onu Pele’den, Maradona’dan ve başka büyük yıldızlardan ayırt eden özelliği, teknik direktör ve kulüp yöneticisi olarak da zirveye çıkması. Futbolcu olarak ulusal takımla ‘sadece’ bir dünya, bir Avrupa şampiyonluğu, kulüplerde beş Almanya, üç Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonluğu kazanmıştı. Teknik direktör olarak milli takımla bir dünya şampiyonluğu, kulüplerde iki lig şampiyonluğu kazandı. Dahası 1994-2009 arasında başkanlığını yürüttüğü Bayern Münih’in kurumlaşmasında tayin edici rol oynadı. Bu dört kol çengi maharetine birazcık yaklaşan, ancak Johan Cruyff olabilir.

Çıta böyle yükselince, üç dalda birden yarışmak gerekince, II. Beckenbauer beklentileri hep boşa çıkıyor. 1970’lerde Uli Stielike’ye, “İleride II. Beckenbauer olabilir” demişlerdi, o kadar olamadı. Uzun süre en kuvvetli halef adayı, Lothar Matthaeus’tu. Kendisi de spor yazarlığı yaparken, “Bütün dünyada Alman futbolcu olarak Franz Beckenbauer’den sonra en büyük saygıyı ben görüyorum" diye övünmüştü. Patavatsızlığını ve ‘köylü’ imgesini üzerinden atamadı; çok heves ettiği teknik direktörlükte Maccabi Netanya-Bulgar Milli Takımı seviyesini geçemedi. II. Beckenbauer olamadı.

Rudi Völler’in, Almanya’nın teknik direktörü olarak 2002’deki finali kazansa II. Beckenbauerliğe yaklaşacağını düşünenler vardı. Buna katılmayanlar ise diyorlardı ki; neticede yine ‘bizim Rudi’ o, ‘Kayzer Franz’ değil. Sonra, Jürgen Klinsmann’da II. Beckenbauer ışığı görenler oldu. Ama o da teknik direktör olarak bir türlü uzandığı kupaların kulpundan tutamadı. Ama kimileri hâlâ, yenilikçi-atılımcı kimliğiyle Bayern Münih kulüp başkanlığına oynarsa, II. Beckenbauer olma şansını zorlayabileceğini düşünüyor.

Socrates Dergi