Beklentiler Sadece Üzer

11 dk

Cenk Akyol, alt yaş kategorilerinde en büyük yıldız adaylarından biriydi. Hiç gitmediği NBA’de hakları beş kez takas edilen Akyol’la, sonrasını konuştuk.

16 yaşında A takıma çıktığınız Efes’ten 22 yaşında Avellino’ya geçtiniz. Evden ayrılmak, ülkemizdeki genç oyuncular için çok alışık olduğumuz bir yol değil. O kararı nasıl verdiniz?

Benden önce bunun bir benzerini Ender (Arslan) yapmıştı ve bana her zaman “Elinde bir fırsat olursa mutlaka gitmelisin” diyordu. Efes’ten ayrılacağım kesinleşince Türkiye’den de birkaç teklif aldım ama ben, “Türkiye’de bir daha basketbol oynarsam bu Efes’te olur” diye düşünüyordum. Bunun için de yurtdışı deneyimini seçtim. Tamamen başka bir ortamın içine girdim, tanımadığım bir kültür ve bilmediğim bir dil...

Şöyle düşünün; burada 16-17 yaşından itibaren “Cenk, Cenk, Cenk” diye yaratılan bir hava var ve bunun dışına çıkıyorsun. Bu yüzden, herkesin yaşaması gereken bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Şöyle de bir avantajı var; buraya gelen yabancı oyuncular nasıl el üstünde tutuluyorsa oraya gittiğinizde de benzer bir ortam sizin için oluşuyor. Benim de kafamda sürekli şöyle bir düşünce vardı: Ben burada iyi oynayacağım, kendimi göstereceğim ve sonrasında da Efes’e döneceğim. Efes’e dönmekle doğru bir karar verdim mi, bunu da ayrıca oturup tartışabiliriz. Bir sene daha kalsaydım ki kalmamı çok istediler, kendimi çok daha iyi gösterebilirdim. İtalya o dönem iyi bir lige sahipti, takım da fena değildi. Hatta şampiyonluğa oynayan bir kadro olmadığı için bireysel istatistiklerimi geliştirebileceğim bir ortamdı. Sevdiler de beni orada. 60 bin kişilik küçük bir şehir zaten, başka bir hayatın yok; yatıp kalkıp haftada bir, oynayacağın maçı düşünüyorsun.

Ama dedim ya; sezon boyunca kafamda Efes’e dönmek vardı. Şimdiki aklım olsa belki bir sene daha oynardım ama o zaman şunu düşünüyorsun: “Ben buraya gelerek bir risk aldım zaten, bu seneyi de iyi geçirdim ki dördüncü hafta el bileğimin kırılmasına ve bir ayımı kaybetmeme rağmen. Seneye büyük bir sakatlık yaşasam tekrar en başa döneceğim. Her şeyi en baştan inşa etmek zorunda olduğum bir sene daha...”

Dönmeyip bir yıl daha Avellino’da oynasam, belki sonrasında, atıyorum Roma’ya geçer, bir sonraki sezon da oradan Milano’ya gidebilirdim. O seneki takım arkadaşım DeMarcus Nelson, iki yıl önce Panathinaikos’taydı mesela. Burada ise altyapıda aldığın rol, A takımda sana verilmiyor. Sen de başka bir role bürünüp başka bir oyuncu olmaya çalışıyorsun. Efes’e döndüğümde de bu oldu; bambaşka bir rolle karşılaştım. İşler de İtalya’daki gibi gitmedi maalesef.

Efes’in kulüp olarak farklı dinamikleri var. Altyapıdan itibaren o havayı solumuş biri olarak, Efes’te son yıllarda nelerin değiştiğini düşünüyorsunuz?

Toplamda dokuz sezonum Efes’te geçti. Kulübün ülke basketboluna kazandırdıklarını, onu nerelere taşıdığını tartışacak bir konumda olduğumuzu düşünmüyorum. Ama şu anki görüntüsüyle Efes, artık günlük başarılarla mutlu olan bir kulüp. En son yaşanan örnek, Furkan’ın (Korkmaz) olayı... Yıllarca kulübün altyapısında oynamış, sonunda A takıma çıkmış ve belli de bir potansiyeli var. İyi işleyen bir dinamiğin olsa, ne bileyim EuroLeague’de ilk dörtte falan olursun, ben de o zaman anlarım; derim ki Furkan’ı da bu çarklara dâhil edemiyorlar. Sadece bu sezon için de söylemiyorum, son şampiyonluğunu 2008- 09’da yaşamış bir kulüpten bahsediyoruz. Neredeyse 10 sene olacak. Bu sürede onca para harcandı ama “Hani başarı?” diye sorsak, birkaç tane Türkiye ve Cumhurbaşkanlığı Kupası vardır. O zaman artık birinin çıkıp “E kardeşim zaten kaybediyorsunuz, bari Furkan’la kaybet, Ali’yle, Veli’yle kaybet” demesi lazım.

Sahada altyapından bir guard olsun, Cedi’yle Furkan birlikte oynasın, gerekirse yine kaybetsinler. En azından o zaman, kulüpten biri çıkıp da “Evet, biz şimdi kaybediyoruz ama üç yıl sonra şöyle şöyle olacağız” diyebilir. Belki çok uç bir örnek ama Luka Doncic, Real Madrid’de nasıl oynuyor mesela? Biz, ederinden fazla para kazanan oyuncularla maç kaybetmeye devam ederken hem de…

Parayı da geçtim, önemli değil. Diğer kulüplere göre burada baskı da az; bir yerden sonra oyuncular da kaybetmeye alışıyor, kulübü sahiplenecek kimse kalmıyor parkede. Her sene sonunda sil baştan başlayan bir döngüye giriyorsun böylece. Düşünsene; 10 senede kaç koç, kaç oyuncu gidip geldi? Ben bile üç kez gidip geldim, Ender gidip geldi, Ermal (Kurtoğlu) öyle, Kaya Peker öyle, Kerem Abi (Tunçeri) öyle… Demek ki bir yerde hata var.

Furkan Korkmaz’dan bahsetmişken... Sizin dâhil olduğunuz ’87 jenerasyonu, alt yaş turnuvalarından itibaren üzerine titrenen bir gruptu. Şimdi de yine merakla beklenen bir jenerasyon var karşımızda. O konfor alanından çıktıklarında, A takımın bir parçası olma noktasına geldiklerinde nasıl sorunlar yaşayabilirler mesela?

En basit örneği Okben’in (Ulubay) başına geldi. Giresun zaten bu amaca hizmet eden bir ekip olarak kurulmuştu ve harika bir oluşumdu. Okben de orada istediği kadar parkede kalıp istediği kadar şut atabildi. Ancak 15 milyon Euro bütçeli takımlarda, ne kadar potansiyelli, ne kadar iyi olursa olsun, altyapıdan çıkan bir oyuncunun böyle bir lüksü yok. İlk üç dakikada bir savunma hatası yaptı, bir şut kaçırdı, bir ribaund verdi, geçmiş olsun; kalan 37 dakika boyunca kenardan izlemek durumunda kalır o karşılaşmayı. Okben’in Giresun’da konfor alanı vardı, Darüşşafaka’da ise bu özgürlüğe sahip değil. Ancak “Doğru bir karar mı?” dersen, burasını biz tartışamayız; çünkü kimse bu işi kara kaşına kara gözüne yapmıyor, herkes para kazanmak için oynuyor. Profesyonel bir iş sonuçta.Bir diğer örneğe bakalım, Furkan’a; Banvit’te sihirli değnek mi değdi ona? Furkan neyse yine o... Ama süre alıyor ve yeri geldiğinde maç kazandırıyor. Cedi hariç, EuroLeague takımlarında süre alan genç oyuncu kim var ki? Yok. İşte bu noktada, böyle oyuncular için yurt dışına çıkmak daha iyi olabilir. Furkan’ı düşünüyorum mesela İtalya Ligi’nde; her gün gazete manşetlerinde kendini görür. Burada da tabii para konusu ön plana çıkıyor. Ben mesela Avellino’ya Efes’te aldığım paranın üçte birine gittim. Bir sene sonrasında da iki sezon önceki maaşımın iki katına Efes’e döndüm, hem de iki yıl garanti kontratla. 22 yaşında böyle bir fırsat çıkmış önüme, neden risk alayım ki? Bir sakatlık yaşasam mesela, o kontratları alabilmek için en başa döneceğim...

10 yılı aşkın süre birinci ligde oynadıktan sonra bu sezon başında Acıbadem Üniversitesi’yle bir alt lige geçtiniz; üst lig için kurulmuş, geçtiğimiz yıl son anda bu fırsatı elinden kaçırmış bir takım. Farklı bir baskı hissettiniz mi soyunma odasında?

Kulüp ne kadar yeni olursa olsun, neredeyse hepsi üst seviye takımlarda en az bir sene oynamış oyuncular... Orbay Kaya, Mahir Bayrak gibi isimler de o ligi çok iyi biliyorlar. Bracey Wright ve Sharrod Ford da bana göre ligin en iyi iki yabancısı konumunda ki Bracey’yi Euroleague’de hangi takıma koyarsan koy oynar bence, öyle bir skorer. Böyle bir takım kurulmuş, kulübün ne kadar yeni olduğu önemli değil artık. Bu kulüp başarılı olmak zorunda. Kurumsal bir yapı var, her şey günü gününe. Oyuncunun, antrenörün, asistanın hiçbir eksiği yok, tüm imkânlar altın tepsiyle önlerine sunulmuş durumda. Kâğıt üstünde, başarılı olmamak için hiçbir sebep bulamazsın. Ama bazı noktalarda daha doğru tercihler yapılabilirdi tabii.

İnsanların kafasında yıllar içinde oturmuş bir Cenk Akyol algısı da var. Bununla mücadele etmek zor mu?

Ben garip ve zor bir adamım onu kabul ediyorum. Bu masada yanımda benden bir tane daha otursun, kavga ederiz. Birbirine girer burası. Acıbadem’de de işte birkaç kulüp görevlisi “Ya seni böyle böyle anlatıyorlar ama pırlanta gibi adammışsın” dediler. E ne yapayım, bana kötü davranana tabii ki ters gideceğim. Bana iyi davranana ben neden kötülük yapayım ki... Zaten yıllar da böyle geçti işte. Benim yolum çok zordu, çok erken yaştan itibaren baskı altındaydım. Hatalarım yok mu? Elbette var, yüzde 75’i benim hatamdır hatta. 18 yaşındayım mesela; gözüm dönmüş, oynayacağım diye her şeyi kendim yapmaya çalışıyorum. Ama sonunda savaşıyorsun, savaşıyorsun, bir yerden sonra kafana dank ediyor; “Ne yapıyorum ben?” diyorsun. Sonra da işler iyi gidiyor, sakinlik geliyor insana.

Bu sezon NBA draft haklarınız beşinci kez el değiştirdi. Onca yıldan sonra, hâlâ size bir bilgilendirme yapılıyor mu bu takasların ardından?

Valla takas olduğumu ben de ertesi gün öğreniyorum. Artık şaşırmıyorum da; ne zaman bitecek onu merak ediyorum sadece, ölene kadar da bu haklar el değiştirmeyecek ya! Bir yerde bitiyor olması lazım. İnsanlar da artık dalga geçiyor Twitter’da falan, görüyorum. Sonuçta; 2005 yılında Atlanta Hawks tarafından draft edilmişim, önce Clippers’a takas olmuşum, oradan Philadelphia’ya, sonra Nuggets’a, oradan da bir kez daha Atlanta’ya, Atlanta’dan da şimdi...

Phoenix Suns’a...

Phoenix mi? Sorsan “Hakların en son nerede?” diye, Phoenix diyemezdim. Dürüst olmak gerekirse bakmıyorum artık, bu saatten sonra NBA’e gidecek hâlim de yok zaten.

İlk zamanlar, NBA hayali henüz tazeyken ABD’deki yaz dönemleri nasıl geçti?

2005’te draft edildikten sonra dört yaz boyunca Chicago’ya gittim, her seferinde bireysel antrenör Tim Grover gözetiminde bir buçuk ay deli gibi diyete girip antrenman yaptım. Zayıflıyordum, bacaklarım inceliyordu. Zaten insan oradaki antrenmanlarla hakikaten değişik bir hâl alıyor. En son, artık senesini hatırlamıyorum, Hawks’ın yaz kampına gittim ama yok yani; oradaki atletik özelliklere ayak uydurmak gerçekten zor. Ben hep fiziksel eksikliklerini yetenekleriyle kapatmaya çalışan bir oyuncu oldum ama NBA için çok daha fazlası olmam lazımdı. Üçüncü gün artık kendime itiraf ettim; “Yok, ben yapamam burada” dedim. Burada saha küçük, beş kişi birlikte bir şeyler yapmaya çalışıyorsun. NBA’de ise fiziksel fark o kadar açık ki... Çok göze batıyorsun.

İçimde de gidemedim, oynayamadım diye bir ukde yok zaten. Dört yaz boyunca gittim gördüm çünkü, sonunda da “Ben bunu yapamam” dedim. Ben bunu demişken hâlâ beni takas ediyorlar...

Takas haberleri evde nasıl karşılanıyor peki?

İlk zamanlar daha farklıydı; Naz (Aydemir Akyol, eşi) bir gün evde “Aaa takas olmuşsun, Clippers seni almış! Ben ev bakıyorum Los Angeles’ta” dedi. “Ya karıcığım, ne diyorsun sen, ne Los Angeles’ı? Öyle olmuyor o işler, o takasları beni almak için yapmıyorlar” dedim. “Sen öyle deme, belli mi olur?” gibi bir tepki vermişti ama artık o da kabullendi. Geçenlerde “Bak yine takas olmuşum, şu takım beni almış” dedim, “Hee öyle mi?” deyip geçti. Eski tadı kalmadı valla artık...

Socrates Dergi