Ben Böyleyim

24 dk

Selçuk İnan topun başına geçti. Euro 2016 için belki de son şanstı. Gerildi, kaleye baktı ve koşmaya başladı. Gerisini biliyorsunuz... Milli takımın kahramanı, Fransa yolculuğu öncesi sorularımızı yanıtladı.

Takımınızda Selçuk İnan varsa, ona güvenirsiniz. İstikrarlı ve süreklidir, daima ileriye oynamaya çalışır ama geride de sağlam durur. Sahada çizdiği profil, aynı zamanda onun kariyer özetidir. Bulunduğu noktaya adım adım gelmiştir Selçuk İnan. Artık bilmeyen yok; İskenderun’daki ilçe takımında başlayan hikâyesi sırasıyla Çanakkale Dardanelspor, Manisaspor, Trabzonspor ve nihayet beş yılda üç şampiyonluk yaşayacağı, kaptanı olacağı Galatasaray’a uzanır. Bunlar, sağlam ve sürekli ileriye doğru atılmış adımlardır. Milli takım geçmişi de farklı sayılmaz. U16’dan itibaren ay-yıldızlı formayı istisnasız her yaş grubunda giyer, sonunda A Milli Takım’ın orkestra şefliğini üstlenir.

Onu birçoklarından farklı hale getiren, biraz da tüm bunları başarırken beyefendiliğinden hiç taviz vermemesi demek yanlış olmaz. Selçuk İnan saygındır; gerginlikten, polemikten, magazinden uzak durur. Düşününce, her hafta izlediğimiz birine göre onu aslında çok da yakından tanımıyoruz. İşini yapar ve bunun dışına taşan konularda fazla konuşmaz. Bu röportaj da bir istisna olmadı. Lider oyuncu, polemikten uzak durdu ve hep saha içinde kaldı.

İzlanda’ya attığınız golle başlayalım... Türkiye’nin Euro 2016 vizesi almasına birinci elden katkıda bulundunuz. O golü; öncesi, vuruş anı ve sonrasıyla anlatabilir misiniz?

İzlanda maçı, bizim için oldukça büyük bir önem taşıyordu. Bununla beraber çok zor olacağının da farkındaydık. Karşımızda grup aşamasını son derece iyi performansla tamamlamak üzere olan bir takım vardı. Diğer yandan, kazanmamız halinde Euro 2016’ya direkt gitme ihtimalimizin bulunduğunu biliyorduk. Ama doğruyu söylemek gerekirse o gün takım olarak istediğimiz oyunu oynayamadık, yeterince gol pozisyonu da bulamadık. Son dakikalarda Kazakistan’ın gol haberi gelince direkt olarak Fransa’ya gitme olasılığımız doğdu. Çok zor bir maçtı; belki ancak böyle bir golle kazanabilirdik, pozisyona zor giriyorduk çünkü. Ve neticede bir frikik golü sonrasında Avrupa Şampiyonası’na gitmeye hak kazandık.

O vuruş öncesi Arda Turan ile ufak bir değerlendirmeniz de söz konusu... Ne konuştunuz, yapacağınız vuruşla ilgili bir önerisi oldu mu?

Maçtan sonra konuştuğumuz birçok insan, faul kararı verildiği anda gol olacağını hissettiğini söyledi bana. Ama açıkçası, bunu saha içinde fark edemediğiniz zamanlar oluyor. Aslında benim için pek de yakın bir mesafe değildi. Arda, vuruş öncesinde yanıma gelip “Paşa, istersen orta yap, bir karambol olursa belki golü bulabiliriz” dedi. Ben de “Sen içeri geç” dedim. Ancak kararımı vermiştim, ne olursa olsun, o topu kaleye gönderecektim. Hissetmiştim. Hatta daha da öncesinde, “Bir frikik olsun, maçın gidişatını ancak bu şekilde değiştirebiliriz” diye düşünüyordum. Nitekim de öyle oldu. Faul düdüğü çalındığı anda, faulün olduğu yere ve kaleye bakmaya başlamıştım; defalarca yaptım bunu o kısa zaman içinde. “Ne şekilde vurabilirim, topu nasıl kaleye gönderebilirim?” diyordum kendi kendime. Çok yüksek bir konsantrasyonla, iyi odaklanarak geldim topun başına. Allah’ın da yardımıyla çok güzel bir gol oldu.

Peki, Arda Turan ile konuşmanızdan sonra ceza sahasına baktınız mı?

Hiç bakmadım; kim var, kim yok diye... Kararımı vermiştim. İyi ki de öyle bir karar almışım.

Sevdiğiniz noktalardan frikik kullanacağınız zamanlarda, daha topun başına geçer geçmez golü attığınızı hissettiğiniz oldu mu?

Oldu. Öyle hissettiğim ve gol olan birçok pozisyon yaşadım. Ama öncesinde bu kadar yoğun duygular içinde bulunduğum bir pozisyon hiç olmamıştı.

O golün ardından David Beckham’ın Yunanistan’a attığı frikik golünü hatırlatanlar oldu. Katılır mısınız?

Beckham’ın attığı golü biliyordum, sonradan bana söyleyenler de oldu. Onun golü de çok önemliydi, ülkesini finallere taşımıştı. O gol kadar değer görüp görmediğini soruyorsanız, doğruyu söylemek gerekirse maalesef hayır. Ama insanlar bu golün bize neler kazandırdığını, bizim için nasıl anlamlar ifade ettiğini biliyor. Önemli olan da, beni mutlu eden de bu. Bana nasip oldu, bunun için ayrıca mutluyum ve her defasında da şükrediyorum.

Sizce tüm zamanların en iyi frikikçisi kim?

Juninho (Pernambucano). Çok farklı, özgün bir vuruş stili vardı; mesafe tanımaksızın.

Milli takımın Euro 2016 serüveninde umutlar tükenmiş gibiydi. Takım içinde de böyle bir hava var mıydı? Varsa bu, zaman içerisinde nasıl değişti?

Bizim adımıza çok zor bir şekilde başlamıştı grup aşaması. İlk üç maçta istediğimiz sonuçları alamadık, arzu ettiğimiz oyunu oynayamadık. Bunun neticesinde zorlu bir dönemden geçtik. Bildiğiniz gibi, işler iyi gitmediğinde ülkemizde eleştiri seviyesi çok yüksek olabiliyor. Ve maalesef ülke olarak kötü olanı veya istediğimiz gibi olmayanı ön plana çıkarmayı seviyoruz. Çok eleştiri aldık, belki de birçok insan Fransa’ya gidebileceğimize dair olan inancını yitirdi. Ancak biz, hocamızla da beraber ne kadar önemli, iyi ve doğru karaktere sahip, düzgün insanlar olduğumuzu biliyorduk. Sonuna dek inanarak devam ettik. Hocamızın da bir sözü vardı, bize sürekli hatırlattığı; “Biz ‘Bitti’ demeden bitmez, bitmemeli” şeklinde. Hepimizi inandırdı buna ve biz de sonunda herkese gösterdik. Eğer destek görürsek, bize inanılırsa ve hak ettiğimiz değer -fazlası değil- verilirse neler yapabileceğimizi kanıtladık. En önemlisi de takım içi arkadaşlığımızın ne kadar iyi olduğunu göstermemizdi. Herkes birbirine saygı duyuyor, yardım ediyor, birbirini seviyor. Bunu saha içindeki oyunumuzla, birbirimizle olan iletişimimizle gösterdiğimizi düşünüyorum. Fransa’daki Avrupa Şampiyonası’na gitmemizdeki en önemli etkenlerden biri buydu.

Hollanda maçı önemli bir kırılma noktası... Karşılaşmanın ardından Wesley Sneijder ile aranızda bir diyalog geçti mi? “Nasıl eledik sizi!” gibi...

Hollanda maçı gerçekten de bizim için kırılma anlarından biriydi, çok önemliydi. Açıkçası, “Ya tamam ya devam” maçıydı. Arkadaşlarımla konuştuğumuzda da sürekli bu maçın öneminden bahsediyorduk. Fatih Hoca, Hollanda maçı öncesinde bizimle yaptığı konuşmada bu maçın bizim için önemini vurgularken -özellikle genç arkadaşlarımıza- “Bu, gruptan çıkma maçı. Büyük oyuncuysanız veya büyük oyuncu olmak istiyorsanız, bu tip maçları kazanmalı; insanlara da büyük oyuncu olduğunuzu, olabileceğinizi göstermelisiniz” demişti. Bizi gerçekten o maça çok iyi motive etmişti. Bununla beraber, çok iyi ve güzel bir performans sergiledik. Wesley ile maç öncesi veya sonrasında özel bir konuşma yapmadık. O, çok iyi ve kariyerinin neredeyse tamamında Hollanda ile büyük turnuvalarda yer almış bir oyuncu. Euro 2016’da da olmak istiyordu. Ama biz çok istedik, hak ettik. Ve Wesley de bizim Fransa’ya gidişimize çok saygı duyarak tüm takımı tebrik etti.

Elemeler süresince milli takıma destek ne boyuttaydı? İstanbul’daki maçlarda ve sosyal medyada büyük tepkiler vardı. Daha sonra maçlar Konya’ya taşındı ve milli takım için iklim değişti. Bu süreci takım içinde nasıl yaşadınız?

Maçların Konya’ya alınması doğru bir karardı diye düşünüyorum. Orada sahaya çıktığımız anda insanların futbolu ne kadar sevdiklerini, milli takıma nasıl sahip çıktıklarını, renkleri ayırt etmeksinizin sadece destek olmaya ve milli takım taraftarı gibi davranmak için stada geldiklerini çok net bir şekilde hissettik. Son zamanlarda ülkemizde fanatizm, maalesef ileri boyuta taşınmış durumda, insanlar birbirinden sebepsizce nefret etmeye başladı. Oysa etraflıca düşündüğünüz zaman, bir aile içinde dahi kardeşiniz Fenerbahçeli olabiliyor, siz Galatasaray’ı desteklerken babanız Beşiktaş’ı tutabiliyor. Bunlar ailenin içinde hiçbir zaman bir problem yaratmazken nasıl oluyor da insanlar dışarı çıktıkları veya bir araya geldikleri anda birbirlerine kinle, nefretle bakabiliyor? Ben bunu anlamıyorum. Futbolcular olarak da anlamıyoruz bunu. Milli Takım özelinde bakacaksak eğer, biz de tasvip etmiyoruz. Bununla ilgili hocamız, biz, hepimiz demeçler de verdik. Ama maalesef düzelmedi… Bu yüzden, Konya’da bize destek veren herkese teşekkür ederiz.

Euro 2016’ya katılamamak, sizin de içinde bulunduğunuz bir jenerasyonun kariyerini büyük turnuvasız bitirmesi anlamına gelebilirdi. Bu, üzerinizde baskı yarattı mı?

Bizim için oldukça önemli bir turnuvaydı. 1985 yılında doğan oyuncular -hatta 1987 yılına kadar gidebilir bu- iyi bir jenerasyonu temsil ediyordu. Birçoğumuz da belki hiçbir büyük turnuva oynayamadan milli takım kariyerimizi sonlandırabilirdik. Ancak ne kadar önemli veya büyük bir oyuncu olursanız olun, kendinizden başka önceliklerinizin olduğunu bilerek hareket ediyorsunuz. Bireysel kariyerinizi değil; takımınızı, ülkenizi, o turnuvada yer alabilmek için mücadele etmeyi düşünüyorsunuz, büyük oyuncular arasında oynamayı hayal ediyorsunuz. Ama bununla beraber, dediğiniz gibi, bu jenerasyondaki futbolcular bir büyük uluslararası turnuvada oynayamadan milli takımı bıraksalardı bence de çok yazık olurdu.

Fransa’da neler başarabilir milli takım, oraya nasıl bir iz bırakmaya gidiyorsunuz? Türkiye’nin turnuvadaki en önemli avantajı ve kozu ne?

Türkiye için, “Ne yapacağı belli olmaz” derler. Gerçekten de öyle. Ancak bu noktadan sonra ne başarırsak başaralım, kimse için sürpriz olmaz diye düşünüyorum. Uzun süredir, 14-15 maçtır iyi oynayan bir takımız. Bizi izleyenlere güven veren, ne yapabileceğini bilen bir takımız. Gerçekten konsantre olup tüm gücümüzü verebilirsek çok başarılı olabileceğimize inanıyorum. Tabii ki böyle turnuvalarda günlük performanslar da oldukça önemli; o yüzden şansın da yanınızda olması lazım. Hiçbir zaman vazgeçmemek ve asla pes etmemek, en güçlü yanımız olacak.

Gruptaki üç takımla da geçmişte karşı karşıya geldiniz ama özellikle Hırvatistan ve Çek Cumhuriyeti’nin, Türkiye ile Euro 2008’den kalma hesapları var. Bu, onların size ya da sizin onlara karşı motivasyonunuzu veya bakışınızı değiştirir mi?

Futbolda böyle durumlar pek düşünülmüyor açıkçası. Tabii ki dışarıdan bakıldığında geçmişe yönelik hesaplar, intikam alma veya rövanş duygusu ilgi çekici olabiliyor. Ama saha içinde her oyuncu, o gün kazanmak için mücadele ediyor. Futbol, o an konsantre olunan ve neticesinde ne kazanabileceğinizi bildiğinizde daha fazla şevkle oynanan bir oyun. O yüzden ben, hem Çek Cumhuriyeti’nin hem Hırvatistan’ın öç almak için değil, o gün kazanmak için oynayacağını düşünüyorum.

Grupta oynayacağımız takımlara karşı bireysel bir araştırma yapıyor musunuz veya şimdiden kafanızda bu maçları oynuyor musunuz?

Aklıma her geldiğinde zihnimde o maçları oynadığımı söyleyebilirim. Rakip ayırt etmeksizin, her maç öncesinde, özellikle de kendi pozisyonumda ve bana karşı oynayacak oyuncuları analiz etmeyi severim. Eğer rakipte gördüğüm zayıf veya güçlü bir yön varsa da mutlaka takım arkadaşlarımla paylaşırım. Bunu yaşamazsanız, düşünmezseniz, sahada istediklerinizi yapamazsınız. O yüzden her gün, her saniye, her maçı kafamda oynuyorum.

Hırvatistan maçında Ivan Rakitic’le veya İspanya maçında Andrea Iniesta ile bir ikili mücadele gibi…

Tabii… Dünyanın en önemli oyuncuları. Onlara karşı oynamak tabii ki zor olacak ama bunun keyfi de ayrı. Üstelik iyi oyuncuysanız, siz de aynı şekilde onlara karşılık vermek istiyorsanız, onlara karşı oynayabilmeli, hatta onlara karşı kazanabilmeyi bilmelisiniz.

‘Oraları oynamayı bilmek’ diye bir şey vardır turnuvalarda. Milli takım kadrosunun geneli, büyük turnuvalarda henüz boy göstermemiş isimlerden oluşuyor. Bu dezavantajı nasıl gideririz?

Bu avantaj da olabilir, dezavantaj da… Ama avantaj tarafından bakarsanız; evet, kadromuzda çok sayıda genç oyuncu var ama turnuvalarda günlük performanslar çok önemli ve herhangi bir maçta kimin bir anda ortaya çıkacağını bilemiyorsunuz. Bu da genç oyuncular adına önemli bir fırsat. Oynama, kazanma isteği göstermeleri ve iyi performanslar sergilemeleri halinde büyük takımlara transfer olabilirler. Bu da genç oyuncular için konsantrasyon adına önemli bir fırsat gibi görülebilir. Ancak takımın bir parçası olarak hareket etmek, konsantrasyon ve performans kopukluğu yaşamamak da çok önemli. Bu da oynayarak, tecrübe kazanarak elde edilebilecek bir özellik. Burada, tecrübeli oyuncuların da saha içinde inisiyatif alarak, kendilerinden genç arkadaşlarına yardım ve liderlik etmeleri gerekiyor. Tüm bunların yanında, güçlü karaktere sahip olmak da oldukça önemli. Arda’nın 21 yaşındayken Euro 2008’de takımı için yaptıklarını, attığı golleri de biliyoruz. O yüzden, iki taraflı düşünebiliriz bu durumu.

Futbol ve basketbolda final maçlarını -neredeyse- sadece turnuva evimizde düzenlendiğinde görebiliyoruz. Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa sistemimizde eksik olan bir şeyler mi var?

Basketbolda Türk takımlarının başardıkları bizi gururlandırdı. Galatasaray’ın Eurocup’ta şampiyon olması, Fenerbahçe’nin Euroleague’de final oynaması çok önemli başarılar. Sizin aracılığınızla, onları da bir kez daha tebrik etmek istiyorum. Umarım bu başarılar istikrarlı bir biçimde devam eder. İçeride oynadığımız maçlar hep avantaj oluyor tabii ki. O kadar büyük bir taraftar potansiyelimiz, birleştirici gücümüz var ki rakipler de bunlardan etkileniyor. Bunun Fransa’da da bizim için avantaj olacağını düşünüyorum. Orada bizi desteklemek üzere çok sayıda taraftarımızın bulunacağını, o gücü rakiplerimize hissettireceklerini de biliyoruz.

Üst seviye milli takımların bazıları kötü durumda, bir bölümü de geçiş döneminde; İtalya, İngiltere gibi… Bu, üst turlar için umudu artıran bir etmen mi?

Saydıklarınız, dünya futboluna yön veren futbol ülkeleri. Bunları hiçbir zaman yok sayamaz ve görmezden gelemezsiniz. Turnuva oynama konusunda oldukça tecrübeliler ve önemli oyunculara sahipler.

Fransa, genç ve yetenekli kadrosunun yanında ev sahibi avantajıyla öne çıkıyor. İspanya ve Almanya olağan favoriler. Ayrıca gençleşen İngiltere ve altın jenerasyonuyla Belçika gibi takımlar var. Tek tek baktığınızda, bu takımları nasıl değerlendirirsiniz?

Favori gördüğüm bir takım yok. Herhangi birini diğerinin üzerine koyamıyorum. Futbolcuların o dönemdeki form durumları da belirleyici olacak. Fransa, Almanya, İspanya, Belçika… Hepsi önemli takımlar. Ama şimdiden bir favori belirlemenin mümkün olmadığını düşünüyorum.

Orada olacağı için heyecan duyduğunuz, öne çıkmasını beklediğiniz bir oyuncu var mı? Gol krallığını kim alabilir mesela?

Gol krallığında belki Cristiano Ronaldo ön plana çıkabilir. Antoine Griezmann da olabilir. Ama o kadar önemli oyuncular var ki birini saydığımızda, diğerini unutabiliriz. Şunu söyleyebilirim ki orada bulunacak olmaktan dolayı mutlu ve çok heyecanlıyım.

Eski futbolculardan kahramanlarınız var mı? Ya da unutamadığınız bir Avrupa Şampiyonası maçı?

Euro 2000’deki Fransa takımı… Her zaman, her röportajımda söylüyorum; ben büyük bir Zinedine Zidane hayranıydım. Hep de kendime örnek almıştım onu. 1998 Dünya Kupası’nın da devamıydı aslında onlar adına. O kadar iyi bir jenerasyon yakalamışlardı ki sanki sahada bir kulüp takımı varmışçasına beraber oynuyor, birbirlerini çok iyi tanıyorlardı. İki büyük turnuvayı da art arda kazandılar. Keza İspanya… Onlar da Euro 2008, 2010 Dünya Kupası ve Euro 2012’de şampiyon olarak bunu bir adım daha ileri götürdüler. Dediğim gibi; iyi bir jenerasyon yakaladığınızda ve saha içinde birbirinize yardım ettiğinizde bu tür başarılar için yol almış oluyorsunuz. İnşallah biz de bu jenerasyonla Euro 2016’yı başarılı bir şekilde geçerek 2018 Dünya Kupası’nda aynı performansla yola devam ederiz.

Milli takımdaki Fatih Terim ile kulüp takımındaki Fatih Terim arasında çalışma yöntemleri arasında fark var mı?

Bahsettiğiniz iki Fatih Terim arasında bence hiçbir fark yok; çünkü Fatih Hoca’nın öyle bir duruşu var ki nerede olursa olsun farkını hissettirebiliyor ve başarıyı da beraberinde getirebiliyor. Onu tanıdığım günden bu yana insanlara yaklaşımı hep aynı oldu. Yakınında bulunan insanlara hep yardımı dokundu, onları sürekli daha iyi olmaları adına motive etti. Ben onunla Galatasaray’da büyük başarılar yaşadım. Milli takımda da yaşayacağım, yaşıyorum. Onun Türkiye Milli Takımı ile olması, bence bizim için büyük bir şans. Galatasaray için zaten büyük bir şans; o, bizim için çok önemli bir efsane. Fatih Terim nerede ise orada başarı vardır.

Fatih Terim ile turnuva hakkında özel konuşmalar yapıyor musunuz, neler bekliyor sizden?

Fatih Hoca ile çok özel bir iletişimimiz var. O, bütün oyuncularına çocuğu gibi yaklaşıyor. Özel bir durum değil bu onun için; çünkü zaten olduğu ve olması gerektiği gibi davranıyor. Bize de bunu hissettiriyor. Sadece benimle değil, herkesle Euro 2016 hakkında konuşuyor, bu heyecanı herkese hissettiriyor ve pozitif bir etki bırakıyor.

Kendi stilinizi yakın bulduğunuz isimler var mı? Ya da şöyle soralım; dünya üzerinde pozisyonunuzun karşılığı isimler kim?

Bunun cevabını vermek zor. Bazen orta sahada tek ön libero olarak, bazen de yine orta sahada iç oyuncu olarak oynayabiliyorum. Buna hocalarım karar veriyor. O yüzden, net bir isim veremeyebilirim. Ben her pozisyonun hakkını vermeye çalışıyorum, sadece bunu söyleyebilirim.

Futbolculuk çocukluk hayalidir. Siz bu hayali gerçekleştirebilmiş insanlardan, hem de en önde gelenlerinden birisiniz. Peki, ne umdunuz ne buldunuz?

Futbol, benim için yaşam tarzıydı. Bazı futbolcuları duyarsınız; çok yeteneklidirler, işlerini sahada çok iyi yaparlar, bunun karşılığında ciddi bir maddi birikimleri olur ama futbolu sevmezler. Benimse futbola duyduğum aşk hep başkaydı. Hayatım boyunca bu tutkumun peşinden gittim, çok küçük yaşlardan itibaren. Hayatta en sevdiğiniz şeyi yapmanız ve bunun mesleğiniz haline gelmesi Allah’ın bir lütfu. Ben de bunun farkında olarak hareket ediyorum. Ancak yetenekli olmanız, çalışmanıza mani olmamalı. Çok çalışmalı, büyük fedakârlıklar yapmalısınız. Birçok şeyden ödün veriyorsunuz; ailenizi karşınıza alarak bunun sizin adınıza ne kadar büyük bir anlam ifade ettiğini onlara anlatmak zorunda kalabiliyorsunuz, belki eğitim hayatınızı arzu ettiğiniz şekilde sürdüremiyorsunuz. Bunlar dezavantaj mı? Evet, dezavantaj. Ama bu işi seviyorsanız ve gerçekten yapabileceğinize inanıyorsanız, peşinden gitmelisiniz. Ben de öyle yaptım, futbol için büyük fedakârlıklarda bulundum. Hep umduğumu buldum. Ne fazlasını ne azını düşündüm. Hep de planladığım gibi, doğru zamanda doğru hareket ederek yaşadım.

Türkiye’deki futbol iklimini nasıl buluyorsunuz, burada futbolcu olmanın en zor yanı nedir?

Türkiye’de futbol, başarıya endeksli bir oyun. Eğer başarılıysanız, insanlar “Evet, iyi oyuncu ve aldığı parayı hak ediyor” diyebilirler sizin için. Ama bir süre sonra başarılı olamadığınızda, büyük eleştirilere maruz kalabiliyorsunuz. Bazen yeterli değerin gösterilmediği de oluyor, bu bir şikâyet değil. Ancak yurt dışında oynayan arkadaşlarımızla konuştuğumuzda duyuyoruz; insanlar oyuncularına sahip çıkıyor, düşmelerine izin vermiyor, düştükleri anda da onları yerden kaldıran her zaman ilk onlar oluyor. Bunların da dışında, Türkiye’de futbol oynamak zevkli; çünkü insanlar, her anı, başarıyı ve başarısızlığı tüm benlikleriyle yaşıyor.

Burak Yılmaz’ın, en yakın dostlarınızdan biri olduğunu biliyoruz. Artık Çin’de oynuyor ve farklı bir coğrafyadan turnuvaya gelecek, ondan beklentileriniz nedir?

Burak benim kardeşim. Ama bunu, onu çok sevdiğim için söylemeyeceğim... Son yıllarda Burak’ın yakaladığı gol ortalamasını yakalayan belki başka bir oyuncu daha yok. Burak’ın sağı solu belli olmaz. Sağlam bir Burak varsa önünüzde oynayan, bu durum sizin sahada daha güçlü hissetmenizi sağlar. O da bunu bize her defasında yaşatan bir oyuncu, Euro 2016’da da önemli kozlarımızdan biri olacak.

Gelecek planlarınız neler? Sözgelimi, Andrea Pirlo’nun 30’undan sonra yaşadığı değişim size de ilham veriyor mu?

O kadar iyi hissediyorum ki… Genç yaşlarda her maç sonrasında oturarak saatlerce kendimle ilgili birçok eksik olduğunu düşünürdüm. Yıllar geçtikçe bunu daha az düşünmeye başladım. Artık 31 yaşındayım, gelecekle ilgili planlarım var. Ama bunları 30 yaşını geçtiğim için yapmadım, çok uzun süredir vardı. Önemli hocalarla çalıştım, bu sayede büyük bir birikim edindiğime inanıyorum. Çalıştığım her teknik adamın bana uygun özelliklerini aklımın bir köşesine hep not ettim, hâlâ ediyorum. Futbolu çok seviyorum. Futbolcu olarak yapabilecek çok fazla şeyim olduğuna inanıyorum. Evet, Andrea Pirlo da 30 yaşından sonra çok büyük başarılar kazandı. Benim için futbol, en az beş yıl daha devam edecek bir süreç. Ama sonrasında da futboldan kopmak istemiyorum. Genç arkadaşlarıma ve ülkeme katkıda bulunabileceğimi düşünüyorum. Bu konuyla ilgili de planlarım var açıkçası.

Son zamanlarda, 'Nasıl CEO olunur?' veya benzer tarzda kişisel gelişim kitapları okuyormuşsunuz. Futbol sonrası kariyerinizle ilgili ipuçlarını buradan bulabilir miyiz?

Çocukluğumdan itiraben o kadar önemli insanlarla çalıştım, bir araya geldim ki bu durumun avantajını hep yaşadım. Altyapıda da kültür ve eğitim seviyesi yüksek hocalar tanıdım. “Futboldan önce sosyal anlamda nasıl iyi ve önemli bir insan olunur?” düşüncesiyle hareket eden insanlarla tanıştım. Bende bir yetenek olduğunu gördüler ama bunu hep arka planda tuttular. Beni sosyal olarak da iyi bir insan olarak yetiştirdiler; Manisa’ya gelene kadar, belirli kitapları bana önerdiler, okumamı istediler. Ben de bunun faydasını çok gördüm, genç arkadaşlarımın da bunları ciddiye alması gerekiyor. Bu tip kitaplar, insanların hayatlarına da yön veriyor. Çok önemli hayatlar, insan hikâyeleri anlatılıyor. Hepsindan ufacık ilhamlar dahi alsanız, bu sizin hayatınıza etki edebiliyor. Ben de futboldan kopmayı hiç düşünmüyorum. Futbolda da belli projeleriniz olabilir, yöneticilik veya teknik adamlık yapabilirsiniz. Ben de ilerleyen yıllarda bu gibi pozisyonlarda görev yapabileceğime inanıyorum.

"Hiçbir zaman ego sahibi olmadım" diyorsunuz. Zirveye çıkmak için egoya da ihtiyaç yok mu?

Hiçbir zaman ego sahibi olmadım, evet. Sizin de söylediğiniz gibi bakabiliriz duruma; belki zirveye çıkmak adına egonuzu kullanmanız gerekiyor… Benim bunu kendi içimde yaşadığım anlar oluyor ama hiçbir zaman dışarıya hissettirmedim. Egonun bir limitinin olduğunu, tolere edilecek bir noktasının bulunduğunu düşünüyorum. Ben buna dikkat ediyorum. Futbol dışında da hayatımı mütevazı bir şekilde sürdürmeye çalışıyorum. Bu önemli bir şey benim için; çünkü ben buyum, böyle bir insanım.

Socrates Dergi