
Benim Kahramanım
5 dk
İran'da bir kadın olmak, birçok zorluğu beraberinde getiriyor. İran'da olimpiyat düzeyinde bir kadın sporcu olmak ise zorluktan öte imkânsızlıkla boğuşmak anlamına geliyor.
Nasıldı o meşhur söz? “Kadınlarına nasıl davranıldığı, o ulusun nasıl bir ulus olduğuna dair çok şey anlatır” mı? Böyle bir söz var mıydı gerçekten, varsa kim söylemişti hatırlamıyorum ama kim söylemişse katılıyorum. Üzgünüm beyler ama istediğiniz kadar tarihteki zaferlerinizden söz edin, şairlerinizden dizeler alıntılayın; bulunduğunuz yerde kadın denince tüyleri diken diken eden, gözlerden ırak bir yerlere kapatılması gereken bir kitle düşüyorsa akıllara, o bilmem kaç yıllık geçmişinizi ve bilmem ne destanlarınızı alıp başınıza çalabilirsiniz.
Tahran, çölden Damavand sıradağlarına uzanan bir kenttir. Kentin güneyi ile kuzeyi arasında ciddi rakım farkı vardır, aynı kent içinde iki farklı iklim yaşayabilirsiniz kimi günler. Kentin eski merkezi gayet ılıkken, kentin kuzeyindeki Tochal’de kayak yapabilirsiniz misal. Şehir, kuzeye gittikçe gençleşir, zenginleşir, Batılılaşır.
İranlılar parkları çok severler. Tahran da irili ufaklı parklarla bezeli epey yeşil bir kenttir. Akşam serinliğinde ailece piknik yapar İranlılar. Herkes badminton oynar, çok severler bu sporu. Ancak İran’da bir parkta canının çektiği her şeyi de yapamazsın. Spor da, spordan keyif almak da ancak izin verildiği kadardır!
O zamanlar evim Tahran’ın kuzey batısında, genç semtlerden birinde, Saadat Abad’daydı. Küçük çocukları olan genç çekirdek ailelerin ve yeni orta sınıfın tercih ettiği, genç bir semtti. Yüksekte olduğu için havası temizdi, sakindi, huzurluydu. Evimin biraz yakınında minik yeşil bir park vardı. Sabahları koşmaya giderdim. Elbette şort-tişört değil; el mecbur, başörtüsü ve mantoyla. Sabah kadınlı-erkekli yürüyüşe çıkan kitle, İran’da da vardı. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, karşılıklı yürüyen insanlar gözleri ve başlarıyla mırıldanarak birbirlerine selam verirdi. Bir gün, 50’li yaşlarında son derece beyefendi bir İranlı koşarken beni durdurdu. Koşmaya devam etmesem daha iyi olacağını söyledi. Kendisi için bir sakıncası yoktu ama İran’da kadınların koşması yasaktı. Bir gün kafasına esen bir İrşad Polisi, bir nevi ahlak polisi diye de okuyabilirsiniz, beni tutup götürebilirdi.
Çünkü İran’da kadınlar, ulu orta koşamaz. Bisiklete binemez. Çok başarılı İranlı bisikletçiler vardır ama bu saha kadınlara kapalıdır. İran’da kadınlar yürüyebilir, kayakla ilgilenebilir, okçulukla uğraşabilir, trekking yapabilir. Ama profesyonel düzeyde koşmaya, yüzmeye, jimnastik yapmaya gelince iş değişir; dini otoritelerin ‘müstehcen’ bulduğu uğraşlarla meşgul olamazlar. Spor, elbette sağlığa yararlıdır. İranlı kadınlar da kendilerince bir şeyler yapmalıdır tabii. Ama öyle ulu orta olmaz. Ortalığı bulandırmadan, fazlasını istemeden... Budur zihniyet.
Arada İran’a yolu düşenler, “Başörtülerini geriye itmişler iyice, o kadar da sıkı değil canım!” diyorlar da o işler öyle değil işte. Başörtüyü geriye itme hakkını kazanmakla eşit olunmuyor. ‘Kadın olmak’ demek, hep ertelenmek hep ötelenmek, “Aman bu da eksik oluversin ne olacak canım” diye muamele görmek iken başörtüsü az önde ya da az geride, bir şey fark etmiyor.
İran’da kadın sporcuların da işi kolay değildir haliyle... Ceplerine doldurulan milyon dolarlar yoktur, onlar için tutulan otobüs ve uçaklar yoktur, dünyanın bir ucundan getirilmiş antrenörleri yoktur, devletin bütçe ayırdığı beslenme takviyeleri yoktur, diledikleri saatlerde antrenman yapacak sahaları yoktur. Erkeklerle aynı saatlerde aynı yerde spor yapamazlar, onların işlerini bitirmelerini beklerler. Spor salonları bile bu düzen içindedir İran’da; sabah 7’den 9’a kadar kadınlara aittir, sonrası erkeklere. Çalışan bir kadınsanız sadece kadınlara hizmet veren bir salon bulmanız gerekir. İranlı bir kadın atletin olimpiyata gitmesi, tüm bu nedenlerle çok ama çok büyük başarıdır.
2016 Rio’da onları takip ederken aklımda bunlar vardı. Yaptıkları da diğer herkesten daha fazla göğsümü kabarttı, ne yalan söyleyeyim. Olimpiyata yalnızca dokuz kadın gittiler, daha doğrusu gidebildiler. Arkalarında elbette ki başarılı bir erkek değil (hangi başarılı kadının arkasında erkek olmuş ki zaten?), dirayetli bir kadın bürokrat vardı; spor bakanlığında kadınlardan sorumlu Rabab Shahrian...
Shahrian, 80’li yıllardan beri bakanlık bürokratı. Ahmedinejad döneminde kovulmuş. Yerine gelen kadın bürokratın ilk işi, kadın kürek takımını başörtüleri yeterince saçlarını örtmüyor diye azarlamak olmuş. Shahrian, Ruhani’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle geri dönmüş. Ve takdir edersiniz ki kolay bir işle meşgul değil.
Rio’daki İranlı kadın spocrulardan biri, çekiç atmacı Leyla Rajabi’ydi... Olimpiyattan önce kamp yapmak için Belarus’a gidecekti. Son anda bakanlık, Rajabi için bütçelerinin olmadığını söyledi. Shahrian araya girmekte geç kalınca, Rajabi Rio’ya eksik antrenmanla antrenörü olmadan gitti. Çalıştırıcısı, aynı zamanda eşiydi.

Bakanlık, ikisinin Rio’ye birlikte gitmesine izin vermedi. Kendisine başka bir kadın antrenörün eşlik edeceği söylendi ama ne gelen oldu ne giden, Rajabi Rio’ya tek başına uçtu.
Bir diğeri, masa tenisi oyuncusu Neda Shahsavari’ydi... 2012 Londra’ya gitmeye hak kazanan ilk İranlı kadın atletti. İki kez Asya Oyunları’nda şampiyon oldu. Shahsavari de Rio’ya antrenörü olmadan gitmek zorunda kaldı. Çünkü bakanlık, antrenörü için bütçe ayırmamıştı. Shahrian araya girip bütçeyi buldu ama çok geç kalmıştı. Antrenörü, Shahsavari elendikten birkaç saat sonra Rio’ya inebildi.
Bir diğeri, başarılı atıcı Elaheh Ahmadi’ydi... Bir asker kızıydı ve atıcılığı ilk antrenörü olan babasından öğrenmişti. 2015 yılında, Uluslararası Atıcılık Federasyonu tarafından dünyanın en başarılı 10 metre atıcısı seçildi. Londra’da madalyaya çok yaklaştı ama başaramadı. Rio’da umutluydu. Ama umut, tek başına yetmiyordu. Ahmadi, aylar boyunca kurşunu olmadan antrenman yapmak zorunda kaldı. Federasyon, yaptırımlar dolayısıyla kurşunlarının kalmadığını iddia edip malzeme vermemişti. Ahmadi, Rio’dan madalyasız dönse de ayakta alkışlanmayı hak etti.
İran’ın göğsünü kabartan ise gencecik bir kız oldu; 1998 doğumlu tekvandocu Kimia Alizadeh Zenoozi... Son ana kadar adı her yere yanlış yazıldı, 'Zenoorin' diye. Dünyaya adını doğru yazdırabilmek içinse bir madalya kazanması gerekti. 57 kiloda bronz madalya aldı. Bu, olimpiyat oyunlarında İranlı bir kadının boynuna astığı ilk madalya oldu. Gazeteler çarşaf çarşaf Zenoozi’den bahsetmedi, İran’da kahramanlar gibi karşılanmadı ama tüm yok sayılmalara rağmen o bir kahramandı; hem de dünyanın en büyük azınlığı olan kadınların kahramanı.