
Beşi Bir Yerde
5 dk
Yüzme, eskrim, binicilik, koşu, atıcılık… İlke Özyüksel ile modern pentatlon dünyasına hoş geldiniz!
Modern pentatlona, beş disiplinin hangisiyle başladınız? İlk göz ağrınız diyebileceğimiz bir tanesi vardır herhalde…
Yüzmeyle başladım ki zaten suyu çok severim. Annem beni yüzmeye yazdırmıştı. O sırada, kulübümde diğer branşları da denemeye başladım; buz pateni, tenis, voleybol… “Hedefim seni sporcu yapmak değildi” der zaten annem hep. Ancak sonra bir şans çıktı ve yarışmalara girmeye başladım. Kulübüm pentatlon branşına dönünce de buraya yöneldim. Yaş gereği ilk olarak koşu eklendi, burada çok iyi koştuğumu fark ettik. Türkiye ve dünya genelinde girip kazandığım yarışlar da olunca böyle devam ettim.
O zaman kombine disipline geçişiniz biraz şans eseri oldu diyebilir miyiz?
Aynen öyle, sadece yüzücü de olabilirdim ama kulübümün genel anlamda yaptığı branş değişikliği sonrası benim de kaderim bir anlamda çizildi diyebilirim. Tamamen şans eseri.
Kariyerinizin en önemli anlarına baktığımızda, 2015 Buenos Aires Dünya Yıldızlar Şampiyonası dikkat çekiyor. O altın madalyanın hikâyesini dinleyebilir miyiz?
Bir hafta öncesinde İngiltere’de bir yarışta attan düşüp parmağımı kırmıştım, çok zorlanıyordum. Acı çeke çeke gittim Arjantin’e. “İnsanlar neticeye bakacak, parmağının kırık olması mühim değil” dedim. Sonra da yıldızlarda toplam puan ve kombinasyonda dünya rekoru kırarak şampiyon oldum. Yarıştım ve kazandım.
Bir gün içinde beş farklı sporda mücadele etmek zorlu görünüyor. Peki olimpik bir modern pentatloncu bu mücadeleye nasıl hazırlanır?
Ben haftada altı gün, günde neredeyse sekiz saat çalışıyorum. Sadece pazarları tatil günüm. İlk göz ağrım desem de beni en çok yüzme antrenmanları zorluyor. O bitince, sanki tüm antrenmanım bitmiş gibi oluyor. Diğerlerinin antrenmanlarında bile çok keyif alıyorum açıkçası. Hepsine de eşit zaman ayırmaya çabalıyorum. Binicilik ve eskrim teknik branşlar, buralarda biraz geride olduğum için ekstra yükleniyorum. Koşu ve yüzme zaten performans sporu, bol antrenman lazım. En az vakit harcadığım, sanırım artık iyice oturtmuş olduğum atıcılık.
Aynı zamanda da maliyetli bir spor gibi görünüyor. Siz şimdiye kadar işleri nasıl yürüttünüz?
Binicilik var zaten, başlı başına maliyet. Hadi 10-15 bin liraya ortalama bir at buldun diyelim, onun aylık masrafı en az 2 bin. Dolayısıyla, benim de atım yok. Modern pentatlon sporcuları olarak, gittiğimiz şampiyonlarda kurayla seçiyoruz bineceğimiz atı. İyisi de gelebilir, kötüsü de… Tek destekçim, Gençlik Olimpiyatı sonrası beni keşfeden Gençlik ve Spor Bakanlığı. Geçmişte antrenörümün bulduğu, ufak tefek malzeme yardımları yapan iş insanları oluyordu; mayo alıyorlardı, tabanca alıyorlardı… Şimdiye dek bu şekilde yürüdü.
Ve Rio’ya kadar geldiniz. Aklınıza madalya geliyor mu zaman zaman?
Zaman zaman değil, inanın üç aydır madalya diyorum. Zaten Temmuz ayında Büyükler Avrupa Üçüncüsü olduktan sonra hedef yükselttim. Pentatlon öyle bir spor ki tamamen psikolojiye bağlı. Fiziksel performansın üst düzeyde gidiyorsun ama bir anda teknik branşlar işin içine giriyor. En iyi dediğin sporcuya bir bakıyorsun, ilk 10 dışında kalmış. Çok değişik bir şey. Rio’ya gelecek olursam da tabii merakla bekliyorum. Geçmişte Gençlik Olimpiyatı’na gittim ama bu çok başka. Düşünsene, Michael Phelps ve Usain Bolt’la aynı oyunlarda yarışacağım. Adamlar sporun ilahı, efsane...