
Beyaz Gölge
16 dk
Birkaç kelime ile anlatılamayacak bir hayat, birkaç kupa ile özetlenemeyecek bir kariyer. Türkiye basketbolunu değiştiren anlara imzasını atan Aydın Örs, sepettopu peşindeki yolculuğunu anlattı.
1973’te Avrupa Şampiyonası’na giden takımın içindeydim. Erdal Poyrazoğlu kaptanımızdı. Kendisi aynı zamanda dönemin en komple oyuncusuydu. Şimdi mesela Nemanja Bjelica’dan bahsediyoruz. Poyrazoğlu ribaunt alır, oyunu kontrol ederdi. Hem sırtı dönük hem de yüzü dönük oyunu müthişti. Bizim jenerasyonun kahramanı ise Kemal Erdenay’dır. Onun özelliği, şutu olmadan kahraman statüsüne erişmesiydi. Oğlu Harun Erdenay’la ilgisi yoktu şut konusunda. Ribaunt alır, sahayı dört adımda geçerdi. Pas vizyonu olağanüstüydü. Satranç hamlesi gibi, üç-dört pozisyon sonrasını düşünürdü. Karakteri güçlüydü ve her pozisyonda oynardı.
O dönem İstanbul’daki basketbolu basketbol yapan Ankaralı oyunculardı. Kemal Erdenay, İlker Esel, Şengün Kaplanoğlu o isimlerden bazılarıydı. Ankara o dönemde basketbol altyapısında çok öne çıkmıştı. Daha lokaldi; Kolej, DSİ ve Şekerspor altyapıları müthişti. Fundamentali iyi oyuncular hep o ekollerden çıkmıştı. Çünkü bu oyuncuları yetiştiren antrenörler değerliydi, mesela Armağan Asena modern basketbolun özel isimlerinden biriydi. Aynı şekilde Mustafa Tenim fundemental bilgimi teorik anlamda bana öğreten hocaydı.
Oynarken de hep sayı atmak kadar asist yapmaktan hoşlanan bir oyuncuydum. Doğan Hakyemez yaş olarak benden küçüktür, oyuncu olarak DSİ’ye gelmişti. En önemli özelliği sprinter olmasıydı. Ben topu aldığımda bilirdim ki Doğan fırlamıştır, uzun pası atardım. İlham aldığım oyuncular da bu özellikleri ile öne çıkardı. Bahsettiğim gibi özellikleri ile öne çıkardı. Bahsettiğim gibi Kemal Erdenay öyleydi. Pas vermekten zevk alan, daha çok ‘playmaker’ vasıflarına sahip oyuncuları severdim.
Benim şansım ne biliyor musunuz? Ne internet var, ne başka bir şey. Yayınlar kısıtlı. Mesela halteri haltercilerden öğrendim. Bir halter salonu vardı. Sabah kaçak giderdik, halteri yapmaya başlardık sonra bizi kovarlardı. Bir kere halteri tutarken nasıl kaldırılması gerektiğini bilmek, silkmenin önemini kavramak basketbolcu için önemlidir. Atletizm konusunda sprint, interval, süratli dayanıklılık, çabuk kuvvette dayanıklılık gibi şeyler bilmek kilittir.
O dönem çok iyi antrenörlerle çalıştığım için fundementalim de gelişmişti. Yalçın Granit beni milli takıma ilk alan isimdi. Onun sayesinde takıma girerek 1971 Avrupa Şampiyonası Elemeleri’nde mücadele etmek beni çok geliştirdi. Oyunculuk yıllarımda üzerimde emeği olanlar ise Mehmet Baturalp ve Rüştü Yüce’dir. Aynı şekilde Mustafa Tenim, kolumu nasıl tutmam gerektiğinden başlayarak temel bilgileri öğretmişti. Rüştü Yüce takım çalışmasının nasıl olması gerektiği konusunda büyük yardımlar etti.
Yıl 1974. Biz Hüseyin Alp’in jübilesine gittik. Hüseyin Kozluca, Fenerbahçe’nin antrenörü o zaman. Halil Dağlı yanıma geldi, “Ali Şen seninle görüşmek istiyor” dedi. Eski futbolculardan Kamil Altan vardı, onun da bir barı vardı Harbiye’de. Orada buluştuk. İşte Ali Şen bir başladı: “Senin ağabeyin TRT’deymiş. İsmail Cem benim çok iyi arkadaşım. Biz seni transfer etmek istiyoruz. Ne istersen veririz.” Ben de “Yahu ben Şekerspor’un kaptanıyım. Bir hafta sonra da ligler başlıyor,” dedim. Gitmedim Fenerbahçe’ye. 1996’da Koraç Kupası’nı kazandıktan sonra kokteyl vardı. Ali Şen davetliydi. Zaman zaman telefonlaşırdık. Orada, “Ya herkesi transfer ettim de bu Aydın’ı alamadım. Çok takdir etmiştim o dönem, takımını bırakmamıştı.” dedi.
1983’te Efes’e gittiğim zaman altyapı sorumlusu sıfatıyla anlaşma yapmıştım.Rıza Erverdi takımın başındaydı, sezonun ortasında gönderdiler. Aydan Hoca da o günlerde Fenerbahçe’yi bıraktı, Efes’le anlaştı. Geldikten sonra “A Takım’da Aydın’la çalışmak istiyorum” dedi. Aslında onunla aynı yaştaydık ama onun birikimi çok farklıydı. 17 yaşında antrenörlüğe başlamış, kafasını tamamen bu işe vermiş.

Aydan (Siyavuş) Hoca’yla altı sene çalıştım ve ondan çok şey öğrendim. Koç olarak müthiş bir dehası vardı. Maçı kendi haline bırakmazdı. Ne yaparsan yap kötü giden maçlar olur ama Aydan Hoca hiçbir zaman müdahale etmeden maçı tamamlamazdı. Antrenör olarak da, antrenman bilgisi olarak da detaylara önem verirdi. Bilhassa antrenman sırasında oyuncular istediğiniz şeyleri yapmıyorlarsa mutlaka oyunu durdurmanız lazım. Onlara bazı şeyleri dikte etmeniz gerekiyor. Aydan Hoca bunları çok yapardı. Benim de üzerinde durduğum şeylerden biriydi. Herkes program yapabilir, çıkarsınız bu programı uygularsınız. Oyuncular da memur gibi gelir giderler. Önemli olan, oyuncular hata yaptığında oyunu durdurup, hatayı oyuncuya anlatmaktır.
Aydan Siyavuş’un yanına gitmem her şeyi değiştirdi. Çocuğum iki yaşındaydı. Doğan Hakyemez ve Efes kariyerim boyunca duvar gibi arkamda duran Pano Natof o dönem beni ikna etmek için çok uğraştılar. Tarihi bir kararmış, sonradan anladım. Erenköy’de oturuyordum, ikinci köprü yok o zamanlar. Sabahın köründe salona gidiyorum, akşam 20.00'de çıkıyorum. Topkapı’nın oralarda trafik başlıyor. Eve ancak 21.30’da gidebiliyorum. Bir yemek hazırlayıp koltukta sızıp kalıyordum. Efes’te 15-17 senem böyle geçti.
Sabahleyin çoğu zaman Pano Natof’la beraber giderdik. 06.15’te evden çıkardım, beraber tenis oynardık. Onu da yapmak zorundaydım, stresi başka türlü atamıyordum. Saat 08.00 gibi kahvaltı ederdik. Eğer o gün idman yapacaksak da 09.30’da takım gelirdi. Oğlumun nasıl büyüdüğünü hatırlamıyorum. O iki yaşından 19 yaşına gelene kadar çalıştım Efes’te, çok yoğun geçti. Başarı geliyor ama çok da büyük bedeller ödüyorsunuz.
Efes’te daha sonra bir dönem Halil Üner antrenör oldu, ben altyapıya döndüm. 1992 sezonunun bitmesine beş maç kala ayrıldı, ben A Takım’ın başına geçtim. Beş maç geçti, playoff’a kaldık. İlk turda rakip TOFAŞ. Müthiş bir takım. Pete Williams falan vardı. Onları 2-1’le geçtik, bir önceki yılın şampiyonu Fenerbahçe yarı finalde karşımıza çıktı, 2-0’la yendik. Paşabahçe’yi de 3-1’le geçip şampiyon olduk. O kupa bana büyük bir özgüven kazandırdı.
Eskiden iki yabancı vardı bizim dönemimizde. Hâliyle sekiz oyuncu yerliydi. Ben Koraç Kupası tablosuna bakınca en çok sekiz oyuncunun altyapıdan gelmesiyle gurur duyuyorum. O durum, beni şampiyonluk kadar gururlandıran bir şey. Galatasaray da Fatih Terim döneminde bunu başarmıştı. Bildiğiniz gibi o kadroda altyapıdan gelen birçok yıldız vardı. Başarılar tesadüfi kazanılmıyor. Onlar da tam bir takım gibi oynayarak UEFA Kupası’nı kazandı.
"Sadede Gelelim Petar"
Bir gün kamptayız. Ergin Ataman yardımcım, Oktay Mahmuti de orada. Bizim kulüpte oynayan Cem’in arkadaşıydı. Gelir giderdi, sohbet ederdik, Makedonya’da basketbolu anlatırdı. Oktay’ı insan olarak sevmiştim. O sırada onu ekibime almaya çalışıyorum. Bir gün Naumoski’nin kasedini getirdi. Maç da 1992’de şampiyon olan Partizan’ın Rabotnicki’yle oynadığı maç. Bakıyorum, bu adam her şeyi yapıyor. Şut atıyor, adam geçiyor, dripling yapıyor. Birkaç tane daha kasedini bulmak istedik, takibe başladık. O sezonu şampiyon bitirdikten sonra Naumoski’yi transfer etmeye karar verdik. Oktay da tercüman, Pano ile oturuyor. 50 bin Alman markına anlaşmaya vardılar. Naumoski, “Tamam da şu primlere gelelim” diyor. “Eee, gelelim” diyor Pano Natof da. Naumoski başladı konuşmaya, Kupa Galipleri’ni saymaya başladı: Birinci tur, ikinci tur, üçüncü tur, çeyrek final, yarı final, final. Hepsi için ayrı prim istedi. Pano araya girip, “Ya ne yapıyorsun sen?” dedi. Naumoski de “Biz kazanmak için buradayız” cevabını verdi. Pano da “Tamam, ne istersen yazalım” dedi. Aris’e finalde kaybettik o sene.
"Ufuk Star Kavramına Yakındı"
Ufuk sistemin içindeydicama star oyuncu dediğimiz kavrama daha yakındı. Bizim takımımız çok uzun süre kimliğini sahaya yansıttı. Naumoski bazen bunun dışına çıkıyordu ama o başarılı dönemlerde hep bu kimlikle devam ettik. Çünkü ben sisteme inanırım. Naumoski’nin maç sonlarındaki oyunu da bizim stratejimizin ürünüydü. Hatırlayın, maç başlarında yedi-sekiz dakikalık dilimde Naumoski çok top kullanmazdı. “Ben niye top kullanmıyorum?” diye sorardı ama beklerdi. O dönem “Ufuk, Naumoski’ye pas vermiyor” diye laf çıktı. Bir Bologna (Teamsystem) maçı vardı, YouTube’dan izleyin. Maç kafa kafaya gidiyor. Son sekiz dakikaya girdik. Sonra 24 farkla kazandık. Ufuk 34 sayı attı.
"Larry Gibisini Görmedim"
Bu kadar oyuncu çalıştırdım, hayatımda Larry Richard kadar iyi bir ribaundçu görmedim. Tamam, Mirsad Türkcan’ın çift ayak kullanarak bulunduğu yerdeki ribaundları kimseye bırakmadığı aşikâr. Büyük ribaundçuydu. Lakin Larry çok farklı. Top çembere yakın diyelim, Larry de epey uzakta. Gider oradan alırdı. Mesela Hapoel Galil Elyon’la oynuyoruz. 15 bin kişi tribünde. Deplasmandaki maçı Volkan’ın üçlüğüyle güç bela kazanmışız. Bu maç da sonuna kadar çekişmeli geçti. Son hücumda top Hapoel’deydi. Şutu attılar, top çemberden sekti. O esnada herkes ribaund mücadelesi veriyor. Larry çok yüksekten o ribaundu aldı. O anı hiç unutamam.
"Ha Tamer'e Çarpmışsın Ha Duvara"
Tamer Oyguç alan savunmasının en önemli parçasıydı. Adam adama savunmada da yardıma giderken zamanlaması çok iyiydi. Öyle bir anda geliyordu ki, rakip oyuncu duvara çarpmış gibi oluyordu. Bazısı erken gelir, rakip sıyrılıp geçer mesela. Bazısı geç gelir zaten geç geldiği için faul yapmak zorunda kalırdı. Larry ile Tamer beraber oynarken acayip bir savunma kurgumuz vardı.
"McRae Çok İyi Çocuktu"
Onun zamanında bizim takım bir şekilde rakip oyuncuyu McRae’ye doğru yönlendirirdi. Öyle olunca da bloğu yapardı. Çok konuşmuştuk bunları. Çok iyi çocuktu. Oyun disiplini biraz problemliydi ama insan olarak çok iyi olduğu için bize hemen uyum sağlamıştı.
"Corchiani'yi Tehdit Ettiler"
Çok kaliteli bir karakterdi, oyunu da farklı özelliklere sahipti. Play-off yarı finalinde Fenerbahçe ile eşleştik. Ligde iki maçı kazandığımız için 1-0 önde başlıyoruz. Ama yaralı bir şekilde başladık. Fenerbahçe transfer işlerine başlamıştı. Daha sezon bitmeden Volkan’a, Tamer’e transfer teklif ediyorlar. Hatta Volkan ile anlaşma yapmışlar. Ufuk’un iki ayağı sakat, tendondan ameliyat olacak. Biz o vaziyette ilk maçı kazandık ve 2-0 oldu. Corchiani’nin yeni çocuğu olmuştu. Kim yaptıysa artık, telefon etmişler. Adama “Senin yeni doğan çocuğunu öldüreceğiz, bu maçta oynama” demişler. Sonradan öğrendim. Larry’i sakat sakat oynatıyorum. Corchiani’nin adamı Altar’dı galiba. Larry, Corchiani’ye çıkardı topu. Bomboş önü. Şutu attı, çembere bile değmedi. Çıldırdım. Bazen oyuncu da değiştirdik. Hakemiydi, tartışmalarıydı derken döverek 3-2 geçtiler bizi. Sonraki sezon Naumoski tekrar geldi. Murat’ı aldık, McRae geldi. Çekirdek kadroyu koruduk. Ondan sonra Koraç Kupası’nı Türkiye Ligi’ni, Türkiye Kupası’nı, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazandık.
"Harun NBA'e Gidebilirdi"
Harun’la sadece milli takımda çalıştım. Onun oyunculuğuna olduğu kadar insanlığına da saygım var. Bireysel hücum özellikleri bakımından dünya çapında bir oyuncuydu. Büyük skorerlere baktığınız zaman egoları ön plandadır genelde. Harun ise öyle değildir. Hatta zaman zaman Çetin Yılmaz’la da bu konuyu konuşuruz; Harun öyle bir oyuncuydu ki, arkadaşları biraz sayı atmakta zorlandıkları zaman onların üzerine giderdi, sadece top kendisinde kalmasın diye. Bence NBA’e gidebilecek ilk oyunculardandı, gitmemesi şanssızlık. Yetişme tarzından mı, bilmiyorum. Savunmadaki eksikleri onu NBA konusunda geride bırakmış olabilir. Yoksa dünya çapında bir hücum oyuncusuydu.
"Volkan Benim İçin Vazgeçilmezdi"
Her antrenörün bir felsefesi olmalıdır. O felsefe, sistemi yaratıyor. O sisteme göre de bazı stratejileri uygulamaya başlıyorsun. Mesela Volkan bir sistem oyuncusuydu. Hiçbir zaman yıldız olmadı ama sistemimde Volkan vazgeçilmezdi. Rakibe her seferinde cezayı keserdi. Savunmada tuttuğu adamı da bıktırırdı. Kesinlikle Türk basketbolunda bir kahramandı.
"Orhun Önce Takımı Oynatırdı"
Harun’u Harun yapan oyunculardan biriydi Orhun. Tamam, Harun büyük oyuncuydu ama Orhun’un emeği çok fazladır. Orhun önce takımı oynatmayı düşünürdü hep. Yıldız özellikleri olan, takımı da oynatabilen bir oyuncuydu. Benim tipik bir hareketim vardı, topu sağdan sola geçirirdim. Sonradan Orhun Ene de çok kullanmıştır o hareketi. Rakip beni tutarken, fake atarak topu istediğim yere geçirmiş olurdum. Vurup giderdim ondan sonra da. O Avrupa ikinciliği, üç jenerasyonun birleşiminden kazanılmıştı. Orhun ve Harun, bir jenerasyonun temsil ettiği oyunculardı. Mirsad ve Hüseyin ikinci grubu temsil ediyordu. Ve son olarak Hidayet, Kerem Tunçeri, Mehmet Okur üçüncü gruptu.
"Mirsad Formayı Zorla Aldı"
Mirsad 15-16 yaşındayken babası onu savaştan kaçırıp Türkiye’ye getirdi. Bizim Şemsettin Baş’ın da kuzenidir. Babası da o dönem TOFAŞ’ta oynayan Şemsettin’e götürüp, “Kuzenini TOFAŞ’a aldırsana” diyor. Şemsettin de “Adam olması için Efes’e götürmemiz lazım” diyerek Mirsad’ı bize getirdi. Türkçe kursuna yazdırdık. Mirsad da hiç söz dinlemiyor o zamanlar. Laçka bir çocuk. Beni çok uğraştırdı. Kolay kolay da vazgeçemiyorsun, inanılmaz bir yetenek. Antrenmandan kovuyorsun, sonra geri çağırıyorsun. Bir de öyle bir antrenman yapıyordu ki. Hazırlık kampında 13. adam olarak bunu Bormio’ya götürdük. Hazırlık maçındayız bir gün, takımın as oyuncuları sahada. Bakıyorum memur gibiler. Gidiyorlar, geliyorlar. Benim de asabım bozuldu. Baktım, Mirsad bench'in en dibinde oturuyor. “Gir oyuna” dedim ona. Neler yaptı biliyor musun? Her topa plonjon yapıyor, her ribaundu almaya çalışıyor. Çok acayipti. Yavaş yavaş dakika vermeye başladık. Mirsad çok iyi bir örnek. Bunu zamanın gençlerine de anlatmaya çalışıyorum. Mirsad’a formayı ben vermedim, o zorla aldı. Hidayet, Ömer Onan, Alpay Öztaş, Erdal Bibo, Hüseyin Beşok öyle. Boş günlerde bunlar hep maç yaparlardı.
"Ben Hidayet'i Oynatacağım"
Hidayet’e Pano Natof bonservis parası verdi. 14-15 yaşındaydı. Geldiği günden itibaren Ergin Ataman’ın genç ve yıldız takımlarında oynamaya başladı. Hidayet bir numara oynasın diye hep telkinde bulunurdum altyapıya. Zaten A Takım’a geldikten sonra da Hidayet’e rakip oyun kurucuları tutturmaya özen gösterdim. Şutundaki o mekaniğin düzelmesi için idmandan 45 dakika önce çağırırdım. 200 tane şut atardı. Antrenmandan sonra da bir 200 daha. 1998- 99 sezonuydu. Biz Zoran Savic ile Predrag Drobnjak’ı aldık. Ülker acayip transferler yapıyor. Bizim patron Tuncay Bey (Özilhan) de baskı yapıyor, “Siz yerinizde oturuyorsunuz, kimseyi almıyorsunuz” diyor. Ondan sonra bir menajerden teklif geldi: “Dino Radja’yı ister misiniz?” Ben de hiç düşünmeden “Bu sene Hidayet’i oynatacağım” dedim. O sene Hidayet’i 32 dakika ortalamayla oynattım. Bizim son anda elendiğimiz Zalgris’in Avrupa şampiyonu olduğu sezon. Hidayet’e savunmada birçok değişik oyuncuyu tuttururdum. Bir gün, 20 yaşında beni aradı. Efes’ten ayrılmıştım. “NBA’den bir teklif var, ne diyorsun?” dedi. “Oğlum, teklif varsa değerlendir. Ama bir sezon daha Avrupa’da oynasan daha iyi olmaz mı?” dedim. Ama o gitmeyi tercih etti. İyi ki de yapmış. Aslında çok genç gitti, 19-20 yaşında. Sacramento’da oynarken izlemeye gittik. Kenarda oturuyordu, üç dakika, beş dakika oynuyordu. Şansı orada Stojakovic ile Divac’ın olması, onlarla Sırpça konuşmasıydı. Akabinde Orlando’da en iyi sezonlarını geçirdi. Orada en iyi gelişim gösteren oyuncu seçildi.
"Mehmet Müthiş Zeki Bir Oyuncuydu"
Bir defa müthiş zeki bir oyuncuydu. Milli takımda da ondan fazlasıyla yararlanma şansı buldum. Hem sırtı dönük hem de yüzü dönük oynayabilen nadir oyunculardan biriydi. Zekâsı yardımın nereden geldiğini görüp, pas yeteneğini geliştirmesini sağlamıştı. 2000, 2001, 2002 milli takım çalışmalarından önce hep ABD’ye gider ve hazırlayacağımız programla alakalı fikir alışverişinde bulunurduk. Maçları da izlerdik elbette. Yıldız oyuncuyla rol oyuncusu arasında bir yerdeydi. Mehmet’le kamplarda epey vakit geçirdik ve insani özelliklerini de çok sevdim.
"İbrahim Tırnaklarıyla Kazıdı"
Çalışarak bir yere gelen oyuncuya saygım büyüktür. İbrahim’in özel kondisyoneri vardı, Hidayet’in de özel kondisyoneri aynı isimdi. Sürekli çalışırlardı. İbrahim bir yere geldiyse tırnaklarıyla kazıyarak gelmiştir. Ufuk sakatlık yaşadığı için oraya giremedi. Ufuk, Hidayet, Harun ve İbrahim basketbolumuzun en büyük dört skoreriydi.
Avrupalı Efsaneler
Drazen Petrovic beni çok etkilemişti. Kendi pozisyonunu yaratabilmiş oyunculardan biriydi. Dejan Bodiroga da bir efsaneydi. 2002’de Dünya şampiyonu oldular, tek başına takım gibiydi. Arvydas Sabonis ise pozisyonunun tanımını değiştiren oyunculardandı. Tarihteki özel oyunculardan biri. Pini Gershon çok medeni bir insandır. Zaten kazandıkları da ortada. Ivkovic, Obradovic falan herkesin tanıdığı isimler elbette, onlara saygım sonsuz. Alexander Gomelsky tarih tabii. Şu anki koçlardan Andrea Trinchieri ve Fotis Katsikaris’i cok beğeniyorum. Rakipleri rahatsız eden, farklı bir koçluk felsefesi ortaya koydular. Sarunas Jasikevicius gibi çok az basketbolcu tanıdım. Oyunu okuyabilen, her türlü hücum silahına sahip, takımı yöneten müthiş bir oyuncuydu. Gezinen koç gibi içeride. Etrafındakileri yönetmeye çalışan, koçlara fikir beyan eden, müthiş bir beyin. 40 dakika önce gelir ısınmasını yapardı, işine saygısı çok büyüktü.
Efes Okulu
Ben ayrıldıktan sonra Ergin’i bu takımın başına geçirmeyi planlıyorduk hep. İşte Amerika’ya yollandı, eğitimine önem verildi. Pano da yerine Lutfi Arıboğan’ı düşünüyordu. Bir anda ben apar topar ayrılınca Ergin ile anlaşıldı. Ergin ve Oktay’ın kariyerlerini, yurtdışında yaptıklarını önemli buluyorum. Özellikle de Ergin’in İtalya maceralarını. Kendisi bana çok inanırdı. Maçtan önce beraber video seyrederdik mesela, devre arasında bana sorular sorardı. Ben de söylerdim. Oysa sormak zorunda da değil. Kendini ispat etmiş bir antrenör. Zaten ikisi de Efes okulundan çıktı. Okul derken benim öğretmen olduğum bir okul değil. Ben de o okuldan çıktım. Aydan Hoca’nın da benim gelişmemde çok emeği vardır. Hakan Demir de belirli evrelerinden geçti. Daha önceden Hakan Yavuz vardı. Yağızer (Uluğ) mesela, çok değerli, basketbola kafa yoran biri. Ama o kendini tamamen yardımcı antrenör olarak konumlandırdı. Belki o da günün birinde başantrenörlük yapabilir.
Devrim
Beyaz Gölge’nin Türkiye’de çok büyük olay olduğu bir dönemde, 1980’deki Balkan şampiyonluğu oraya cuk oturmuştu. Her mahallede minik potalar kurulmaya başlanmıştı. Devrimdi bizim için.