Beyaz Sayfa

9 dk

Ergin Ataman kariyerinin belki de en zor senesini geride bıraktı. Oynanmayan final serisi son maçı tartışmaları ve maddi problemlerle devam eden sezon yıpratıcıydı. Şimdi tümünü unutma vakti.

Turnuvanın başlamasına günler kala EuroBasket grubuna dair son değerlendirmeniz nasıl? Kim favori?

Bu şampiyonanın üç favorisi var, ikisi bizim grupta; İspanya, Sırbistan ve Fransa. Kadro kapasiteleri, turnuva alışkanlıkları bu üç ülkeyi öne çıkarıyor bana göre. O sebeple grup liderliğine ilk etapta aday takımlar da İspanya ve Sırbistan olacak.

Esasen, grubun çaprazında Fransa oluşu bizim için büyük şanssızlık. Böylelikle grubu dördüncü bitirmek hedef olmaktan çıkıveriyor. Zira hedef olimpiyat, turnuvanın bir numaralı şampiyonluk adayı yüksek ihtimalle çapraz grubu lider geçecek. Sonra? Daha çeyrek final gelmeden Fransa'yla eşleşip çok zor bir maça çıkacaksın. Bunu istemiyorum. Hedefim grubu ilk üçte tamamlamak. Ama kimi geçeriz, kim çıkamaz onu hakikaten bilmiyorum. Şu an gidip Scariolo'ya, Pianigiani'ye sorsan bence onlar da bilmiyordur.

Milli takımı devraldığınız dönem devşirme oyuncu için Keith Langford ismi öne çıkmıştı ki o kadroda Ender ve Kerem gibi iki tecrübeli oyun kurucu vardı. Şimdi 1 numarada Bobby Dixon'ın yine skorer kimliğiyle katkı vermeye yoğunlaşacak olması takım düzeninde soru işareti yaratmıyor mu?

Bobby Dixon, nitelikleri belirli bir oyuncu. Hem skorer, hem pasör hem de iyi savunmacı olsa bugün NBA'de ilk beş oynardı zaten. Onu özel kılan liderlik vasıflarına sahip oluşu. Zor anlarda Pınar Karşıyaka gibi favori olmayan bir takımı iki Euroleague takımına karşı sırtladı. Şimdi bu şampiyonada da karşısına benzer seviyede oyuncular çıkacak.

Şampiyona kadrosunda, geçen yıl kulüp takımlarında ilk opsiyon olan üç oyuncu var. Bunlar; Ersan İlyasova, Sinan Güler ve Bobby Dixon. Diğer oyuncuların hepsi takımlarında belirli roller aldılar ama konumları farklıydı. Mesela Cedi, Ivkovic'in sisteminde önemli bir parçaydı. Semih benzer şekilde. Çok süre almadı belki ama oyunda olduğunda Obradovic iyi kullandı onu. Bakıyorum, fazla oynamamasına rağmen bir sene önceki Semih'le arasında çok fark var. Obradovic'le çalışmış olmak ona büyük fayda sağlamış. Genel kanaat belki tam ters yönde ama ben bunu net görüyorum.

Yani bizim de sekiz-dokuz kişilik, tecrübeli, her takımla rekabet edebilecek bir kadromuz var. Hazırlık sürecini iyi tamamlamak, yüksek tempoda geçmek önemli. Ondan sonrası için takımıma inancım tam.

Pınar Karşıyaka'nın şampiyonluğunda Ufuk Sarıca'nın uygulattığı baskılı savunma ön plandaydı. Geçen yıl milli takımda da bazı kritik bölümleri bu tercihle geçmiştiniz. Bu devam edecek mi?

Tabii ki devam edecek. Antrenmanlarda bu ön alan baskısını Ufuk'a bıraktım ben. O hallediyor, ben pek karışmıyorum. Yani sonuçta bu işi Türkiye'de en iyi yapan adam yanımda. O varken, neden ben yapayım?

Ben kendine güveni çok fazla olan bir insanım. Ama ego kelimesinden nefret ederim. Mesela kadroda çok üst düzey bir oyuncu vardır, müthiş top oynuyordur ama kazanmak için takım arkadaşlarıyla hareket etmek durumunda olmalı. Bu bizim için de geçerli. Bugün bakıyorsun; Ergin Ataman çok büyük bir isim, çok büyük bir marka. Ufuk Sarıca da öyle. Daha da büyüyecek. Ama işte aynı takım içinde olduğu gibi, biz de görevi paylaşıyoruz.

Bu ön alan baskısını geçen yıl da denedik. Yine Ufuk'la bir araya gelip beraber planlamıştık. Sonuçta ikimiz de Efes'ten, Aydın Örs ekolünden gelen iki antrenörüz. O dönemlerden beri zone press çalışması yapıyor, yaptırıyoruz. Ama başta da dediğim gibi; baskı olayını Ufuk'a bıraktım ben. Bu antrenmanı yaptırmak onun hakkı.

Savunma planlarından bahsetmişken; eşleşmeli alan savunması İspanya 2014'te fark yaratan etmenlerdendi. Aşağı yukarı Finlandiya maçı haricinde hep iyi reaksiyon aldık. Aynı sistemle devam mı?

Eşleşmeli alan savunması da benim özelliğim biraz. Beşiktaş'ta, Galatasaray'da şampiyonlukla kapatılan sezonlarda maç momentumunu değiştirebilmek için çok denedik. Şimdi milli takımda da baskılı-eşleşmeli alan savunmasını biraz karıştıracağız. Tam sahada baskı yapıp yarı sahada eşleşmeli alan savunması deneyeceğiz. Biraz şaşırtmalı, taktiksel savunmalar planlıyoruz. Grubumuz çok zor, bunlara ihtiyacımız var. Hatırlayın, geçen yıl ABD'nin bile kafası karışmıştı.

Alt yaş kategorilerinde elde edilen başarılar sonucunda 1995, 1996 ve 1997 jenerasyonları Avrupa'nın da büyük saygısını kazandı. Geçişi nasıl sağlamak gerek sizce?

Zaman gerekiyor. Yani 2020 gibi, geçiş dönemi tamamlandığında elimizde ne var ne yok göreceğiz. Ben bu oyuncular 24-25 yaşına geldiğinde Türkiye'nin Avrupa basketboluna damga vuracağını düşünüyorum. Şu anda nasıl bir İspanya, Fransa ekolünden bahsediyorsak biz de dört-beş sene içinde o düzeye çıkacağız. Sadece engel olmamız gereken bir nokta var; o da NBA.

Oraya giden oyuncuların görüşlerinde bir farklılık olmamalı. Onları kaptırmamalıyız. Maalesef artık milli takımlarda oynamak tamamen maneviyatla ölçülüyor. Eskiden böyle değildi. Eskiden, milli takım bünyesindeki oyuncuların piyasaları artardı. Artık böyle bir faktörün varlığından söz edemiyoruz. Konuya dair tek tük haberler görüp oyuncularımın milli takımın bir parçası olmak istediklerini belirtmelerine o yüzden seviniyorum. Mesela Cedi, "Hedefim NBA, orada uzun yıllar oynamak istiyorum ama asla milli takımdan ayrılmayacağım" demiş. Okudum, o kadar sevindim ki… Umarım herkes benzer düşünceye sahiptir. Yoksa, altın jenerasyonumuzu NBA'e kaptırırsak, sonra gidenler de buraya yan gözle bakarsa tüm dediklerimi unutun.

1979 jenerasyonu odaklı problemlerde Doğan Hakyemez sık sık, "Indianapolis'ten beri sorunları aşamıyoruz. Takım olamıyoruz" açıklamasını yapıyordu. Yeni dönemde tam ters karakterde bir takım var, değil mi? Takım halinde kazanan ama lider oyuncusu eksik… Bu durum A takım seviyesi için avantaj mı, dezavantaj mı?

Bu takımda hiç ego çatışması yok. Sıfır. Geçen yıl da bu durumu gözlemlemiştim. Doğan Hakyemez'in dönemindeki milli takım çok zordu. Mirsad, Mehmet, Hidayet falan... Zor karakterlerden kuruluydu. Çok şükür bu takımda öyle bir sıkıntı yok.

Tabii, ileride ne olur onu da bilemem. Mesela Mehmet Okur da alt yaş kategorilerinde lider bir oyuncu değildi. Sonradan kendini geliştirdi, A takım seviyesinde yıldız oldu. Ben Doğan Hakyemez'in "Problem var" dediği oyuncuların hepsiyle genç takımlarda çalıştım. O zamanlar Mirsad dışında problemli bir oyuncu yoktu. Mirsad da… Mirsad işte. Ne diyeyim?

1979'un yanına 1987 gibi yine üst yapıya çok oyuncu taşıyan bir jenerasyon eklenmesine rağmen Avrupa şampiyonalarında başarının gelmeyişinin sebebi ne sizce? Çok eleştirilen Bogdan Tanjevic'in payı nedir bu sonuçlarda?

EuroBasket'teki sonuçlardan ziyade, 2010'da ikinci olmak büyük olaydı. Hizmet eden herkes bir süre sonra eleştirilir. Bogdan Tanjevic'in de ciddi katkıları oldu bu ülkeye. Hatalarıyla, sevaplarıyla yan yana koyduğumuzda onu bir artı değer olarak görmemiz gerek.

Avrupa Şampiyonalarında madalya alınamaması elbette hayal kırıklığı. Onu da şuna bağlıyorum: Eğer kadroyla beraber çalışmaların başladığı o bir buçuk aylık periyotta form tutturup takım olabilirsen madalya alabilirsin. Demek ki bir buçuk ay içinde bunu hiç yapamadılar. Detaylarda problem oldu. Denk gelmedi.

Hani ben hatırlıyorum bazı maçlar var, hep bir yerlerde ucundan döndü. Onun için bence artık geriye dönüp bakmanın bir anlamı yok. Bugün Türkiye basketbolda dünya sekizincisi. Futbolda kaçıncı? 40-50'lerde. Dünyada ve Türkiye'de bir basketbol gerçeği var. Buna hizmet eden herkese de hakkını vermek lazım.

Milli takım şartlar ne olursa olsun toplum tarafından benimsenen bir yapıda. Siz dönem dönem Fenerbahçe taraftarıyla yaşanan tartışmalardan dolayı tepkiler alıyorsunuz. Belirli kesim tarafından kabul görmemek hayal kırıklığı yaratıyor mu?

Yani… Yaratmıyor aslında. Tanjevic de milli takımı çalıştırırken belirli kesim ona karşıydı. Sırf Fenerbahçe'nin antrenörü olduğundan tepki alıyordu. Bizdeki fanatizm grupları yaratıyor bu algıyı. Ben onlar haricinde, gerçek sporseverlerden hep çok büyük destek aldım. Milli takım antrenörü değilken, çok büyük kamuoyu desteğiyle "Ergin neden milli takımın başına geçmiyorsun?" soruları geldi devamlı. Sanki milli takım bana teklif ediliyor da ben reddediyormuşum gibi bir hava oluşmuştu.

Ardından başkan Turgay Demirel beni çağırdı. Karşısına oturdum, "Sizin takdiriniz" dedim. Tabii milli takımdan bir kazancım var ama asla bunun için "Şu kadar para istiyorum" demedim. Diyemem. Bu görev ücretsiz olsa yine yaparım. Geçmiş dönemlerde de sık sık söyledim. Kalpten bağlıyım milli takıma.

Kamuoyunda bazı kesimler sırf gerginlik yaratmak için, Galatasaray-Fenerbahçe rekabetinde kendi taraftarı önünde prim kazanma adına öyle bir algı yaratmaya çalışıyor. Ne yapayım? Rahatsız mı olayım? Ben Galatasaray'ı çalıştırıyorum, çok da koyu bir Galatasaraylıyım. Yarın Fenerbahçe'yi destekleyen biri milli takımın başına geçti diyelim. Soğuyacak mıyım takımdan? Böyle saçmalık olur mu?

2014'teki olaylı final serisinden önce sizle sohbet ederken, "Aziz Yıldırım neden hapse giriyor? Ne yapmış? Fenerbahçe'ye karşı biraz duyarlı olmamız gerek. Artık bitsin bu kavga" demiştiniz. O dönem bunun gündeme gelmesini istemediniz, akabinde yaşanan olaylar ise sizi hedef tahtasına koydu. Ne hissettiniz?

Seninle konuşurken son derece iyi niyetli şekilde söylemiştim o sözleri. Aramızda kaldı zaten. Sonra o kadar olay oldu. Ben bugün yine farklı düşünmüyorum. Fenerbahçe yönetimi çok zor günler geçirdi. Futboldaki 3 Temmuz sürecinden sonra gergin olmaları gayet doğal. Kolay değil. Onlara karşı anlayışlı olmalıyız.

İşte o final serisi döneminde adliyede bir işim vardı. Dışarı çıktığımda aklıma Aziz Yıldırım geldi. Aziz Başkan'ın yerine kendimi koydum. Düşündüm. Yaşadıklarını, neler atlattığını aklıma getirdim. Benim en büyük rakibim de olsa, bir spor adamının böyle ithamlarla karşı karşıya kalması haksızlık. Hiçbir spor adamı, Aziz Yıldırım'ın yaşadıklarını yaşamamalı.

Yıllarca ben dopingle suçlandım. Fenerbahçe taraftarı hâlâ da suçluyor. Yahu, dünyada ve Türkiye'de faaliyet gösteren WADA diye bir kurum var. Ben böyle bir şey yapmış olsam, benim peşimi bırakırlar mıydı? Olabilir miydi böyle bir şey? Doping yapsam bunun cezasını onlar verirdi. Bugün bakıyorsunuz; doping yapan bir sporcunun ya da antrenörün cezaları adli mahkemelerde değil de o kuruluşlar tarafından belirleniyor. Suç varsa, o kişi ya spordan men ediliyor ya da bir süreliğine uzaklaştırılıyor. Bir suç yoksa zaten ortada, bir ceza da yok.

Tekrar ediyorum, artık bitsin bu kavga. Spor yüzünden kimse adliyelerde olmamalı. Spora dair bir ceza varsa, bunun cezası spor dünyası içinde verilmeli. Bakın bana hâlâ taarruz yapılıyor. Artık bir şey de diyemiyorum. Final serisinde onca olay oldu, çıktım her şeye rağmen özür diledim. Top döndü dolaştı yine benim önümde kaldı. Ne yapabilirim ki?

"Enes sıcak yaklaşımıma rağmen benimle hiç görüşmedi" dediniz. Olaya nokta koymak açısından, biraz daha detay verebilir misiniz?

Geçen yıl milli takımı devraldığımda "Beyaz sayfa açacağız, Türkiye'nin en iyi oyuncuları milli takımda olacak" demiştim. Enes de buna dahildi. Geçmiş dönemde yaşadığı sıkıntılar o an benim için önemli değildi. Tweet atmış, milli takımla alay etmiş, kamptan son anda ayrılmış... Bunlar ciddi olaylar elbette ama benim bakış açım farklıydı. Dedim ya, beyaz sayfa diye. Milli takım planına onu da dahil etmiştim. "Gel görüşelim" dedim.

Görüşmedi benimle. Hep bir mazeret sundu. Bense en azından bir yemek yiyelim, karşılıklı oturalım diye çok çaba sarf etmiştim. En yakınındakilerle de konuştum, ailesiyle görüştüm. Türkiye'ye geldiği dönemlerde sıcak temas kurmayı planlıyordum. Enes üç-dört kez mazeret, bahane sundu. Buluşmaları hep iptal etti. Sonra ben de düşündüm… Dedim ki, ben Türkiye Milli Takımı'nın antrenörüyüm. Birinin peşinden daha ne kadar koşabilirim? "Yeter" dedim ve geri adım attım.

Baktım ki ben geri adım attıktan sonra hiçbir şey olmuyor. Arada bir menajeri "Enes milli takımda oynamak istiyor" diye açıklama yapıyor. Oynayacağını söylüyor hatta. Enes ise daima milli takım kampı başlamadan ameliyat oluyor. Gelemiyor haliyle. Açıkçası geçen yıl Dünya Şampiyonası'na hazırlık sürecinde o planları yaparken Enes'in olmayacağını bilsem, Semih Erden-Ömer Aşık ikilisini düşünerek takım kurardım. Enes benim planımı bozdu. Yarı yolda bıraktı. Belki de milli takımın alacağı bir madalyadan etti bizi. Belki Litvanya'yı geçecektik. Türkiye dışında kazanılan ilk madalya olacaktı. Bozuldum. Çok sıktı canımı.

Peki bu sene? Yine denediniz mi?

Bu yıl denemedim. Sessiz kalmayı tercih ettim çünkü inancımı kaybetmiştim. Enes'in samimi olarak milli takımın parçası olmak istediğini düşünmüyordum. Haklı da çıktığımı görüyorum. Enes sosyal medya aracılığıyla milli takımda oynamak istediğini belirtiyor. Keşke bunu direkt bana söyleseydi. "Ya hocam sizinle geçen yıl görüşemedik. Ben aslında oynamayı çok istiyorum. Bu sene emrinizdeyim" deseydi. Enes bana bunu dese, o zaman milli takımda olurdu. Ama işte bu kaygıları sosyal medya üzerinden dile getirmek, gündem oluşturmak fayda sağlamıyor. Tavrıyla "Ben milli takımın da hocanın da üzerindeyim. Bu sene de oynayacağım. Keyfim geldi, oynarım" gibi bir hava oluşturdu. Ama öyle olmuyor. Bu takımın patronu benim.

Ben o sırada gizlice takımın nabzını da ölçtüm. Malum herkes okuyor Enes haberlerini. Tavrını biliyorlar. Takımdaki birlik ve bütünlüğü düşündüm. Son kararı da ben verdim. "Enes bu kadroda olamaz" dedim. Gün gelir, sadece sporu düşünüp basketbola konsantre olduğunda milli takımda kendine yer edinir. Aksi halde zor. Olmaz.

Politik görüşünü sosyal medya aracılığıyla yansıtmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Popülizm miydi? Kararda ne kadar etkili oldu?

Hepimizin özel hayatında farklı görüşleri olabilir. Bunlara saygım var. Ama biz spor için buradayız, propaganda yapmak için değil. Sporcuyuz. 2005'te olanları konuştuk, Doğan Hakyemez'in söylediklerini hatırladık. Ego dedik. Üzgünüm ama Enes'in medya üzerinden yaptıkları da aynı kapsama giriyor.

Hani bir tenis maçı yapsak, ben de tenis antrenörü olsam, tamam. Çıkarım maça Enes'le, alırım madalyayı. Bireysel anlamda en yeteneklisi değil mi? Olmuyor işte öyle. Bu konsept basketbolda işlemez. Umarım şampiyonada ilk 6'ya gireriz de Enes hatasının farkına varır. Olimpiyat için gelir bizle konuşur. Özür diler. Ancak o şekilde gelecek kadrolarda olur.

"Ufuk her zaman winner'dı"

Ufuk Sarıca zamanında da winner bir oyuncuydu. Çok inatçıydı. Şartlar ne olursa olsun karakteri buydu. Şimdi antrenörlük kariyerinde de aynı şekilde devam ediyor. Çok iyi dostum, onun için mutluyum.

"Yoruldum"

"Tabii gerçeği söylemek gerekirse psikolojik açıdan ciddi anlamda yoruldum. Yıprandım. Maddi problemler, ligi sekizinci sırada tamamlamamız, sonra play-off ilk turunda dışarıda kalmamız beni çok yaraladı. Belki de antrenörlük kariyerimin en kötü sezonuydu. Zordu."

"Simone çok önem veriyor"

"Galatasaray'ın ALBA deplasmanı esnasında Berlin'de FIBA toplantısı vardı. Simone Pianigiani de oradaydı, uzunca sohbet ettik. Çok ciddiye alıyor şampiyonayı. Zaten üç NBA oyuncusuyla geliyorlar. Zor olacak."

Socrates Dergi