
Bi' Gün Yine Avrupa Deplasmanındayız
7 dk
Dil problemi, alışverış listeleri, arkadaş ricası ve sürpriz taraftarlar… Geçmiş deplasmanlara yolculuğumuz başlasın!
Esvapları ütülü, mintanları kolalı, potinleri boyalı afili futbolcu topluluğu dış hatlara hareketlendiğinde, taraftar büyük bir coşkuyla onları uğurlar. Ya gittikleri yerde durum nasıldır? Dillerini bilmedikleri ülkede nasıl anlaşırlar, neler yaşarlar? Gelin, oynadıkları futbolla kendi dönemlerine damga vuran Eskişehirsporlu Vahap Özbayer, Fenerbahçeli Nedim Doğan, Galatasaraylı Mehmet Oğuz ve Trabzonsporlu Ali Kemal Denizci'nin rehberliğinde bu unutulmaz anlardan bazılarına misafir olalım.
Bağır Ulan Köpek Gibi!
İlk durağımız Manchester... 1968-1969 futbol mevsimi açılırken, İngiltere'nin Manchester kenti Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda iki takımla yer alır; bir yıl öncenin Avrupa şampiyonu olarak Manchester United ve o yılın İngiltere şampiyonu olarak Manchester City. Fenerbahçe, ilk turda Manchester'ın City'si ile eşleşir. İlk maçta, deplasmanda alınan 0-0'lık skor takımın yüzünü güldürürken, Manchester sokaklarında dil probleminden vuku bulan bir başka hadise ise Fenerbahçeli yıldız futbolcularda tebessümlere vesile olur. Sözü burada o takımın jokeri, olayın şahitlerinden Nedim Doğan'a bırakalım:
"Selim (Soydan) ile ben Fenerbahçe'ye aynı sene geldik. Belki de o sebepten çok iyi arkadaş olduk. Manchester'da da beraberdik. Hem şehri gezmek hem de alışveriş yapmak için idarecilerden zor da olsa izni koparmıştık. Selim'in film şirketi sahibi bir arkadaşı vardı. Adam, köpek elbisesi sipariş etmiş. Ona 'Sen köpek elbisesine bak, ben de üstüme başıma bir şeyler bakayım' dedim. Bu arada ben Selim'in iyi derecede lisan bildiğini düşünüyorum çünkü devamlı tahsili ile ilgili övünüyor. Bir saat geçti, ayrıldığımız yere döndüğümde Selim hâlâ aynı mağazada duruyordu. Gittim yanına, 'N'oldu?' diye sordum. Satıcıyı göstererek 'Bu İngilizce bilmiyor!' demez mi! 'Adam İngiliz değil mi?' diyorum, 'İngiliz ama İngilizce bilmiyor' diyor. Ben bir sinirlendim; yakasından tuttum Selim'i, 'Bağır ulan köpek gibi!' dedim. Selim havlıyor, ben de üzerindeki elbiseyi gösteriyorum. Adam, 'OK!' dedi ve köpek elbisesini verdi."
Yasah Kardeşim!
Kupa Galipleri Kupası'nda ilk turda Finlandiya'nın Mikkelin takımını eleyen Eskişehirspor, ikinci turda zorlu Dinamo Moskova karşısına çıkar. İlk maçı Eskişehir'de 1-0 kaybeden 'Kırmızı Şimşekler', rövanşta da aynı skorla yenilerek elenir. Ama yurda sadece hüzünle dönmezler; bavulları da doludur. Oysa ülkeye ithal malların sokulması yasaktır, tabii imzalı topunuz yoksa! Rehberimiz bu sefer Vahap Özbayer:
"Hepimiz eşimize dostumuza Rusya'dan kürk, şapka gibi hediyeler almışız. Bavullarla yurda sokuyoruz. Ankara'da havaalanına indik, gümrüğe geldik. Normalde yurda sokmak yasak ama biz nasıl olsa futbolcu olduğumuz için bavullarımız aranmayacak diye rahatız.... Bir abimiz de hanımına kürk almış, onu da paltosunun içine giymiş ama paltonun arkası yırtmaçlı... Gümrükteki polisler, yırtmaçtan görüyorlar alttaki kürkü. Öyle olunca bavullarımızın hepsini açtırdılar. Tabii bavullarda kürkleri gören görevlilerin tepkileri aynı: "Geçiremezsiniz!" Araya hemen yöneticimiz Aydın Begiter girdi, amirlerinin yanına gitti. Biz heyecanla bekliyoruz; o kadar hanımlara hediye almışız! Begiter amirin odasından çıktı, bizim toplardan iki tane aldı. İkisini de hepimize imzalatıp görevliye verdi. Tabii hemen bavulları kapatıp çıktık gümrükten. Kurtardık hediyeleri…"
Türk takımlarının havaalanı hikâyeleri bitmez. Başrolde yine bir sipariş var! 1975- 1976 mevsimi... Galatasaray, UEFA Kupası 1. turunda Rapid Wien'i eler. Karşılarına çıkan ikinci rakip ise Torpedo Moskova'dır. Ünlü Sovyet takımı, Galatasaray'ı iki maçta da (4-2 ve 3-0) yener yenmesine ama esas olay başkadır. Galatasaray'ın sahadaki maestrosu 'Büyük' Mehmet Oğuz'un başı Rus polisiyle derde girmiştir:
"Bir arkadaşım, Moskova'ya gitmeden önce bana 'Orada güzel pırlanta falan bulursan al' diyerek 2 bin dolar verdi. Buradan ilk olarak Kiev Havaalanı'na indik. Herkes, üstünde ne kadar para varsa deklare ediyordu. Ben de üstümdeki paraların hepsini deklare ettirdim ama 2 bin doları unuttum. Oradan da Moskova'ya gittik, maçı yaptık, hatta kar yağdığı için iki gün mahsur kaldık. Neyse, dönüşte Moskova'dan çıkarken daha önce beyan etmediğim 2 bin doları da deklare ettim. Bütün takım gitti, bir ben kaldım arkada. Görevli, daha önce 500 dolar deklare ettirdiğim için 1500 doları aldı, 500'ü verdi; '500'le gelmişsin, bu 1500 nereden?' gibisinden hareketler yapıyor. Kafile gitmiş, hiçbiri de bilmiyor 2 bin dolar mevzusunu. Ben de Rusça bilmiyorum, tercüman da yok! Mustafa Ağabey'e (Balık) haber yollattık, apar topar geldi. Allah'tan o Rusya ile ticaret yaptığı için Rusça biliyordu, tercümanı da almış. Bir şeyler konuştular iş halloldu. Meğer Mustafa Ağabey, 'Ben kafile başkanıyım. O benim kaptanım, futbolculara dağıtsın diye parayı ben ona verdim' demiş. Ben de sonradan öğreniyorum. 1500 doları geri aldık ama o arada uçak iki saat kalkamadı. Hepsini geçtim, o zamanlar bu olay nedeniyle hapse girenler falan varmış… Zaten değil mücevher bulmak, adım bile atamıyorduk. Tuvalete bile gitsen peşinden polis geliyordu. İyi ki 1500'ü kurtardık, yoksa arkadaşın parasını cebimizden verecektik."
'Büyük' Mehmet'in ve Galatasaraylı futbolcuların gümrük maceraları bununla da kısıtlı değildir. Avrupa deplasmanlarının birçoğunda takım uçağının ünlü misafirlerinden, Yeşilçam'daki kötü adamların duayeni Coşkun Göğen, nam-ı diğer 'Tecavüzcü Coşkun' da bu serüvenlerde rol almıştır hatta. Mikrofonlarımız yine Mehmet Oğuz'da:
"Coşkun'un bijuteri dükkânı vardı Taksim'de. Kendisi yapar, kendisi satardı. Sonra da Osmanbey'de Amerikan Pazarı açmıştı. Dönemin moda tişörtleri, pantolonlar... Çeşit çeşit kıyafet vardı. Çok da çalışkan bir çocuktu, aynı zamanda da fanatik Galatasaraylı. Dükkâna mal almak için bizimle Avrupa deplasmanlarına gelirdi. Coşkun'a uçağın saatini ve diğer bilgileri verirdik, o da aynı uçağa bilet alır ve beraber maça giderdik. Sonra da aynı sistemle beraber dönerdik. Coşkun, tişört ve moda olan giyim eşyalarını alırdı almasına ama 8-10 bavulu olurdu dönüşlerde. Hepsini çıkarması imkânsız! Ben de bizim takımdaki çocuklara teker teker dağıtırdım bavulları ve böylece Türkiye'ye sokardık Coşkun'un eşyaları. Biz futbolcu olduğumuz için kimse aramazdı ki!"
Maç Kaç Kaç?
Kimi zaman da gurbetteki taraftarın verdiği gaz, hikâyenin öznesi olur... Trabzonspor, bir önceki sezon ligde şampiyon olup 1976'da ilk kez Şampiyon Kulüpler Kupası'na katılmaya hak kazanır. İkinci turdaki rakibi Liverpool'dur. Trabzon'daki ilk maçı 1-0 kazanan Trabzonspor, 3 Kasım akşamı İngiltere'de beklenmedik skorla karşılaşır: 3-0. Bu farklı skorun nedenlerinden biri de maç öncesi yaşananlardır diyebiliriz. Söz o takımın yıldızlarından Ali Kemal Denizci'de:
"Liverpool ile ilk maç evimizdeydi. Herkes çok heyecanlıydı ama milli oyuncuydum ve Avrupa tecrübem vardı. Takım arkadaşlarıma güven vermek ve onları yenebileceğimizi göstermek için maçta birkaç çalım attım.
Bu, özgüvenimizi artırdı. Maçı da 1-0 kazandık. Bu atmosferde Liverpool deplasmanına yol aldık. Otobüsle otelimizden stada gidiyoruz. Bir geldik, büyük bir kalabalık bizi stadyum önünde bekliyor. Otobüsten iner inmez taraftar beni omuzlara aldı. Soyunma odasına kadar yaklaşık 50 metre öyle götürdüler. Tabii bu karşılama beni fazlasıyla mutlu etti. Hatta omuzlardayken bana bir hırs geldi, kendi kendime 'Ben bunları tek başıma yeneceğim!' dedim. Üstüne, stadyuma girince Liverpool'lu futbolcuları eşleriyle, çocuklarıyla vakit geçirirken gördüm. Çok rahatlardı. Ben bir kez daha 'Tamam!' dedim. Ama maç öncesinde o sahaya bir çıkışları yok muydu! Görünce bu kez 'Eyvah!' dedim. Nitekim maçın ilk 18 dakikasında üç gol yedik. Hatta Necmi (Perekli) ile sürekli santra yapıyoruz. Sonunda o da dayanamadı 'Kemal, top ayağıma sadece santrada değiyor ama bu kaçıncı santra, maç kaç kaç unuttum!' dedi."