Unutulan

6 dk

Bir spor figürü düşünün ki en iyilerden olmasına rağmen sportif başarıları hep ikinci planda kalsın. Evet, 'tenisçi' Billie Jean King'in en zorlu rakibi bazen de kendisiydi.

Billie Jean King, hayatına dokunduğu çoğu kişi için ilham kaynağıydı. Henüz genç bir spor gazetecisiyken onu takip etmeye başlayan Steve Flink de efsanevi raketin sihrinden payına düşeni almıştı. Kendisine kort üstünde Billie Jean'i izlemenin nasıl bir deneyim olduğunu sorduk, müthiş hafızasının derinliklerinde yolculuğa çıktık...

Lider, aktivist, 'Orijinal 9'un en önemli oyuncusu ya da WTA'in ilk başkanı… Billie Jean King'i şimdilerde bu şekilde anımsayanların sayısı oldukça fazla. Benim gibi sıkı takipçiler onun aslında ne kadar özel bir tenis oyuncusu olduğunu da bilir. Bunu kolaylıkla unutabiliyor, tenisçi Billie Jean'i göz ardı edebiliyoruz. Mesela Bobby Riggs'le oynadığı 'Cinsiyetlerin Savaşı' maçı tarihte çok önemli bir noktada durduğu için diğer başarılarının önüne geçiyor. Kesinlikle büyük iş ama ben onu kazandığı slam'lerle ve nasıl iyi bir tenis oyuncusu olduğuyla hatırlamak, öyle anlatmak isterim.

Kortta çok iyi hareket eden, çabuk ve akıllı bir oyuncuydu. Kaliforniya'nın sert kortlarında büyüdü ama döneminde dört Grand Slam'in üçü çim zeminde oynanırdı. Stili çim korta da oldukça uygundu ve buna harika adapte oldu. Eğer bir zayıflıktan bahsedebileceksek o da forehand vuruşuydu. Başka herhangi zayıflığını hatırlamıyorum. Backhand kanadında çok yaratıcıydı. Penetre edebilirdi, slice vurabilirdi, çok nitelikli bir vuruştu backhand'i. En iyi yaptığı şey servisin ardından fileye gitmekti. Servisi büyük değildi fakat bunu çok iyi voleler üretmek için araç olarak kullanabiliyordu. Forehand ve backhand vole kombinasyonuna bakıldığında ondan iyisi var mı, emin değilim. O dönemde Margaret Court, Maria Bueno gibi harika voleciler vardı. Sonra Virginia Wade ve daha da sonra Martina Navratilova geldi. Martina'ya kadar hiçbir oyuncu onun file önündeki komple paketine sahip değildi, Billie Jean bu anlamda kusursuza yakındı.

Tek Fransa Açık'ını kazandığı 1972 en iyi yılıydı. Ayrıca Wimbledon ve Amerika Açık'ın da galibi olmuştu. Bence kortta asla o sezon olduğundan daha iyi gözükmedi. Zihni berraktı, cinsiyet eşitliği mücadelelerinde belli oranda zafer kazanılmıştı, dizindeki sakatlıktan iyileşerek dönmüştü… 1973'te Bir spor figürü düşünün ki en iyilerden olmasına rağmen sportif başarıları hep ikinci planda kalsın. Evet, 'tenisçi' Billie Jean King'in en zorlu rakibi bazen de kendisiydi. En iyi yaptığı şey servisin ardından fileye gitmekti. Servisi büyük değildi fakat voleleri çok iyiydi. Fotoğraf Getty Images Turkey Fotoğraf Getty Images Turkey de iyiydi ancak o sene majörlerden ziyade Virginia Slims turnuvalarını domine etmişti. 17 tane kazandı diye hatırlıyorum ki acayip bir sayıdır. Yine de bu seviyede geçer akçe Grand Slam zaferleri ve bu yüzden 1972 bambaşka.

"Bilhassa da 1966-1975 seneleri arasında gayet verimli geçen bir tenis kariyeri oldu."

"Bilhassa da 1966-1975 seneleri arasında gayet verimli geçen bir tenis kariyeri oldu."

Onu canlı izlediğim 1974 Amerika Açık Finali'ni hiç unutmam. Stadyum o kadar doluydu ki yer yaratabilmek için neredeyse kortun içine sandalyeler konmuştu. Bir tenis maçında tanık olduğum en acayip atmosferlerden biridir hâlâ. Seyirci artık Billie Jean'i çok iyi tanıyordu çünkü meşhur Bobby Riggs maçından bir sene sonraydı. Rakibi Evonne Goolagong da rahat tavrı, doğal oyunu, elegant stiliyle sevilen isimlerdendi. Billie Jean, her zaman muazzam maç oynama becerisine sahip olmuştur. Çok iyi taktik üretip bunu uygulardı. O gün de bir set geriden gelip kazanmıştı. En sıkı rekabet içine girdiği rakip ise genelde Margaret Court olurdu.

İkili arasında üstünlük Court'taydı. Bazı açılardan Billie Jean'in oyununu daha eğlenceli buluyorum. Daha çevik ve daha teknikti. Margaret'a ise 'Kol' derlerdi. Filede muazzam bir kanat açıklığı, topa uzanma kapasitesi vardı. İkisinin de sakat sakat oynadığı bir Wimbledon finali vardır. Billie Jean o maçın pek iyi olduğunu düşünmez, ben de hep aksini savunurum. Çok çekişmeliydi. 14-12 ve 11-9'la Margaret kazanmıştı ki zaten aralarındaki maçlarda da daha çok galip gelen o oldu. Bunun nedeni bence sahip olduğu kol uzunluğuydu. Billie Jean bana bir keresinde şöyle demişti: "İstisnasız her an kortta yapacaklarını tahmin edebiliyorum ama onu durduramıyorum." Bu da aslında güzel bir özet. Court harika bir bitirici, çok iyi bir servis voleciydi. Daha uzun ve biraz daha güçlüydü. Billie Jean belki bana katılmaz fakat onun için doğru eşleşme olduğunu hiç düşünmedim.

Eğer kort dışında bu kadar çok mücadele vermese daha çok şey kazanabilir miydi? Geri dönüp tekrar oynama şansı olmadığı için bunu asla bilemeyeceğiz. Mesela Rod Laver için de bir benzeri sorulur: Profesyonellik kararı verip Grand Slam oynayamadığı dönem olmasa kaç tane daha majör kazanabilirdi? Dört kayıp seneden bahsediyoruz, "Acaba neye benzerdi" diye düşünebiliyoruz sadece. Cevap vermeye çalışmak sadece speküle etmek olur. Evet, muhakkak ki Billie Jean kariyerinde oldukça çok dış faktörle uğraştı. Zamanını, ilgisini talep eden birçok farklı konu vardı ama fikrimce bununla iyi başa çıktı. Bilhassa da 1966-1975 seneleri arasında gayet verimli bir kariyeri oldu. 12 tekler slam'i ve onca büyük turnuva şampiyonluğundan bahsediyoruz. Bence Billie Jean King'in bir tenis oyuncusu olarak da muazzam bir kariyeri var ve bununla gurur duyması lazım.

Socrates Dergi