Bir İlki Başarmak

4 dk

"O gün, özel bir sene yaşayacağıma inanmaya başlamıştım. Sadece bireysel olarak değil, takım olarak da hedeflerimize ulaşabileceğimizi hissediyordum"

(Bu yazı, Eylül sayısındaki yazının devamıdır)

Salt Lake’e dönmeye, karar vermek için düşünmeye ve asıl önemlisi okulda kalan zamanı tamamlamaya hazırdım. Ancak takımın pivotu Ross, imzayı atmadan çantayı vermemek için elinden geleni yapıyordu. Açıkçası, arabaya bindiğimde yeni tanışmış olduğum kişiler tarafından bu kadar benimsenmek ve değer görmek kararımı kolaylaştıran bir etki bırakmıştı. Yardımcı antrenörle birlikte dönüş yoluna çıktığımızda yolda biraz daha sohbet etme şansını yakaladık. Eve döndüğümde kararımı nerdeyse vermiştim diyebilirim.

Türkiye’ye döndüğümde, artık bir sonraki sezon iki aktarma ile Salt Lake’e uçacağımı, üstüne bir ufak uçuş daha yapıp yolculuğumun son noktası Helena şehrine ulaşacağımı biliyordum. Artık üçüncü sınıf öğrencisiydim ve Travis ile birlikte okulun hemen karşısında bulunan birleşik iki dubleks evin birine taşındık. Travis de benim gibi yeni transfer olmuştu, takımın uzun forvet pozisyonunda ilk beş oynayacaktı. İki daireyi ayıran duvarın öbür tarafında takımın oyun kurucusu Kurtis kalıyordu. Okula yakın oluşumuz sayesinde, tüm takımla her daim birlikte olma fırsatı yakalamış, hem saha içinde hem de saha dışında güzel bir bağ kurmuştuk.

Amerika’ya gitmeden önce, Bilgi Üniversitesi Halka İlişkiler bölümünü kazanmıştım. Ama nedense ABD’de hep işletme bölümüne yöneldim. Sonuçta İşletme ve Yöneticilik Bölümü derslerini alarak üniversite eğitimimin önemli bir bölümüne adım attım. Bu sırada okula ve insanlara da alışıyordum.

Yeni sezon başladığında, yeni takımımda ilk defa önüme hedefler koyabilecek bir pozisyondaydım. Hem bireysel olarak hücum ve savunma yönünde yapabileceklerim belliydi hem de takım olarak ülke şampiyonasına gitme hedefiyle yola çıkmıştık. Antrenörümüz Gary Turcott, 'ayaklı basketbol ansiklopedisi’ denebilecek kadar bilgi ve tecrübeye sahipti.

Mümkün olan her an basketbol düşünürdü. Ayrıca okul hayatına ve bireysel gelişimine önem verdiğinden dolayı, sporcularıyla hep özel bir iletişim kurmayı başarmıştı. Bunu, her geçen gün daha iyi anlıyordum.

Kolej sezonlarının maç takvimi işleyişini biraz açmak lazım aslında. Ekim gibi exhibition adı altında lig puanını etkilemeyen ama yıl sonu ülke sıralamana yardımcı olan maçlar oynanır. Kasımdan şubata kadarki bölüm konferans maçlarıyla geçer. Sonrasında da sıra konferans ve devamında ülke şampiyonalarına gelir. Carroll ile ilk senemde yaptığımız exhibition maçlarından biri, Division 1 ekiplerinden Idaho State’e karşıydı. Deplasmanda oynayacağımız bu maç, aynı zamanda 21. yaş günüme denk gelmişti. Okul tarihinde ilk defa, bir Division 1 takımını yenmeyi başardık. Ben de bu maçta doğum günüme yakışır bir şekilde 21 sayıyla oynadım. O gün, özel bir sene yaşayacağıma inanmaya başlamıştım. Sadece bireysel olarak değil, takım olarak da hedeflerimize ulaşabileceğimizi hissediyordum.

Konferans maçları başladığında, -sezon girişindeki iyi sonuçların da etkisiyle- her maç tıklım tıklım dolu tribünlere karşı oynar olduk. Okulun 4 bin kişilik salonu, bazı maçlarda 5 bin kişiye ev sahipliği yapacak bir kalabalığa ulaşıyordu. Bu motivasyonla birlikte, kendimizi evimizde yenilmez hissediyorduk. Ben ve diğer dört takım arkadaşım, bir sonraki sene mezun olana kadar kendi sahamızda maç kaybetmedik. İşler ters gitse bile, enerjimiz, top paylaşımımız ve en kritik noktalarda yaptığımız savunma ile maçın ibresini lehimize çevirmeyi başardık.

Evimizde yenilgi yüzü görmeden ligi ilk sırada bitirmiş, Konferans Şampiyonası sürerken Ülke Şampiyonası’na gitmeyi büyük ölçüde garantilemiştik. Bulunduğumuz Frontier Konferansı’ndan daha önce de şampiyonaya giden takımlar olmuştu. Ancak o seneye kadar, ilk turu geçebilen yoktu. Bu durum, takımın konsantrasyonunu ve heyecanını turnuva yaklaştıkça daha da artırıyordu.

NAIA ülke şampiyonası her sene Kansas City’de düzenleniyordu. Bense sporcu olarak ilk defa bu kadar büyük bir organizasyonun parçası oluyordum. Katılan takımlar arasında ilk 25 belirli bir sıralamaya göre gelmişti. Biz ise sıralamaya giremeyen birkaç takım arasında olmamıza rağmen, 32 takımlı şampiyonaya katılmaya hak kazanmıştık. İlk maçımız, 10-15 sıraları arasındaki bir takıma karşıydı. 40 dakika bittiğinde okulun ve bulunduğumuz konferansın tarihinde bir ilki gerçekleştirmiş ve ilk galibiyetimizi almıştık. Rüzgâr arkamızdaydı artık, önümüze daha rahat bakarak ilerliyorduk. İkinci maçtan ve devamında çeyrek final mücadelesinden galip ayrılıp kendimizi ülke çapındaki en iyi dört takım arasına sokmayı başardık. Mutluluğumuz ve heyecanımız gerçekten kelimelerle anlatılabilecek gibi değildi.

Yarı finalde, bizim gibi sıralamaya girememiş ve ilk defa yarı finale yükselmiş bir takım ile karşılaşacaktık. Fakat onlar bizden daha diri kalmıştı ve akıllı oynayıp bizi elediler. Ardından finalden de zaferle ayrılıp şampiyon oldular. Bizim yapabileceğimiz şeyi başkaları yapmıştı, ben de buna şahit olduğum için epey üzülmüştüm. Yine de sporun içinde böyle üzüntülerin de olabileceğini tecrübe etmek, önemli bir dersti.

Her şeye rağmen, evimize, Helena’ya okul adına bir tarih yazarak dönmüştük. İstediğimiz başarıya tam olarak ulaşamasak da sezonun hakkını vermiştik. Yeni hedef ise bir adım daha yukarıya çıkmaktı.

(Devamı Kasım sayısında)

Sinan Güler

7. Sayı
Ekim 2015



Socrates Dergi