Bir Mektup
6 dk
Gül Sökmen ülke basınında sahaya inen ilk kadın futbol muhabiri. Bir mektuptan soyunma odası kapılarına, atlattığı haberlerden yaşadığı zorluklara bir öncünün hikâyesini dinledik.
Bu sayının Merkez Kort'u belirlendiğinde zihnimde eski bir yazı belirdi. O yazıda alanında öncü olan spor muhabiri Jennifer Briggs, Dallas takımlarının peşindeyken sporcular tarafından uğradığı hakaretleri uzun uzun anlatıyordu. Peki, bizde sahaya inen ilk kadın spor muhabiri kimdi? Bu soru beni Gül Sökmen'e, sözleştiğimiz röportaj için Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin rüzgârlı bahçesine götürdü...
Mahallemde çok fazla kız arkadaşım yoktu. Abim de futbol delisi, banyoyla yatak odası arasında şut çekerdi, ben de kaleci olurdum. Büyük futbolcu olacak ya güya, sonra gemi kaptanı oldu ayrı mesele. Radyoda sürekli maçlar dinleniyor Halit Kıvanç'tan, evde de gazete okunuyor, orada da Halit Kıvanç var. "Turgay'la konuşurken, Metin'le birlikteyken..." gibi şeyler yazıyor ki o oyuncular bana yıldızlar kadar uzaklar. Kendi kendime "Acaba," diyorum, "ben de bu mesleği yapsam Turgay'la, Metin'le konuşabilir miyim?"
Daha ortaokulda Halit Kıvanç'a mektup yazdım. Üç ay sonra cevap verdi. Yüz bulunca bir mektup daha... "Kızım gel de seni bir göreyim" yazmış. Ona yalvardım, buna yalvardım; en sonunda babam dayanamadı ve Halit Abi'nin yanına götürdü beni. "Bak kızım," dedi Halit Abi, "ortaokulu, liseyi bitireceksin, İstanbul Üniversitesi'nin gazetecilik bölümüne gideceksin; akabinde gelip 'Halit Abi ben bitirdim' diyeceksin, ben de seni işe alacağım." O günden sonra bütün hayalim gazetecilik okumak oldu. Yıllarca da beraber çalıştık Halit Abi’yle, benim için çok özeldir. Ne zaman görse "Bu salak da bana inandı, gazeteci oldu" der.
1970'lere denk geldi üniversite yıllarım. O zaman üniversiteye gitmiyoruz ki, üç gün dersteyiz beş gün boykot... Dünya gazetesinde staj yapıyordum, iyi daktilo yazdığım için bana spor servisine geçmeyi önerdiler. Galatasaray'a göndermediler, Fenerbahçe'yi de ben istemedim, Beşiktaş muhabiri yaptılar beni.
Bana 'Türkiye'nin ilk kadın spor muhabiri' diyorlar ama benden önce çok var. Ben sahaya inen ilk kadın futbol muhabiriyim. Greve katıldığım için Dünya'dan kovulduktan sonra Türk Spor, Olay Spor gibi dergilerdeydim. 1982'de Milliyet’e geçtim. 1987'de Mehmet Barlas -ki adamın kafasına yanlışlıkla yemek tepsisi geçirmiştim- beni kendi ekibiyle birlikte Güneş'e götürdü. 1991'de sendikal faaliyetlerden yine kovuldum. Milliyet geri çağırdı. İki sene sonra Interpress'e geçtim; Hey ve Hello dergilerinde de yazdım. Sonra Show'un basın grubuna geçtim ve orada da emekli oldum.
Zorluk çektim mi, evet çektim. Beşiktaş muhabiriyken herkes haber atlatıyordu bana çünkü soyunma odasına giremiyordum. Şeref Stadı'nda az sürünmedim... Felaketti; donarak, titreyerek sağa sola yalvarırdım haber almak için. Hatta rahmetli Onur Belge'ye yine bir gün haber olup olmadığını sorduğumda "Sıkıysa girsene içeri" demişti. Nasıl gireyim?
Bir gün Erdoğan (Arıca) bana söylemişti, soyunma odasında bir kavga olmuş. Yazdım haberi, ertesi gün Hürriyet’in spor servisi birbirine girmiş "Bacak kadar kız size haber atlatıyor" diye. Futbolcular bana karşı saygılıydı, gazeteci arkadaşlarım arasında bazen böyle kıskançlıklar olabiliyordu.
Küçükken annemler bana bir şeyler yedirebilmek için "Bak şunu da ye, bu hafta Turgay (Şeren) gol yemeyecek; şu ekmeği de ye Metin (Oktay) 10 tane gol atacak” derlerdi. Sonra bir baktım ben yesem de Turgay gol yiyor, ben yemesem de Metin gol atıyor... Milliyet'te birlikte çalışırken "Turgay Bey, biliyor musunuz siz benim iştah şurubumdunuz" dedim. Çok gülmüştü. Sonra ne zaman çay içmesem "Bak gol yerim yoksa" diye dalga geçti benimle.
Trabzonspor-Galatasaray kupa maçı vardı İnönü Stadı'nda. Elektrikler gitti, o sırada yakın arkadaşım, gazeteci Ümit Aktan soyunma odasına gideceğini söyledi. Ben de gitmeye karar verdim koridora kadar. Büyük Mehmet'le (Oğuz) konuşurum diye düşünüyorum, kadro dışıydı o ara. Işıkların yarısı yanmıyor, Trabzonsporlular nasıl fark ettilerse beni o arada "Abla buraya, yumruk havaya!" diye inlemeye başladı stat! "Hayatta" dedim "ben o yoldan yürümem bir daha."

"Trabzonsporlular nasıl fark ettilerse beni o arada 'Abla buraya, yumruk havaya!' diye inlemeye başladı stat! 'Hayatta' dedim 'ben o yoldan yürümem bir daha'."
Hayatımdaki tek copu da basın tribününde yedim. 1980'deki Galatasaray-Altay kupa finalinde kıyamet koptu; Altay kupayı alamıyor. Polis geldi, altımızdaki numaralı tribünü boşaltıyor. Ümit'in dolduruşuna geldim; aşağıda yaşlı bir adamı tartaklayan polise tepki gösterelim dedik. Elimdeki içeceği fırlattım, polisin kafasına geldi. İlk kez basın tribününe orada daldı polis coplarla.
Gökmen'e (Özdenak) defalarca telefon ettim röportaj için, oralı olmadı. Sonunda "Tamam" dedi, "Ali Sami Yen'e gel." Antrenman çıkışına gittim; "Amma da yapışkanmışsın ya" diye söze girdi. Hayranı zannetmiş. Daha önce röportaj yaptığım bir yönetici de oradaydı; "Bak Gökmen, artık bıyıklı muhabirler yok sadece" dedi. Kıpkırmızı oldu Gökmen, hiç unutmuyorum...
Antrenman deneyimi olsun diye Fenerbahçe Stadı'na gönderdiler. Baktım Cemil'in (Turan) şutlar hep beni buluyor. Takımın en genci Nevruz (Şerif) gelip topu alıyor, "Kusura bakma abla" diyordu. Sonra yöneticiler gelip kovdular beni antrenmandan. Hata bende, etekle gitmiştim o gün idmana...
Beni en çok zorlayan Rasim'in (Kara) annesiydi. Rasim sezonun ilk devresinde gol yememişti. Çaldık kapıyı; kapı bir açıldı, annesi. "Teyzeciğim merhaba, Rasim evde mi?" diye sormamla birlikte "N'edicen Rasim'i?" deyip kapıyı suratımıza çarptı. Fotoğrafçıma bir beş dakika sonra onun kapıyı çalmasını önerdim. Ben saklandım, o sorunca "Evde evladım" dedi, Rasim’i çağırdı. "Buyurun içeri" derken ben de fırladım, "Sen niye geldin?" dedi bana. Açıkladım ettim ama bozuk attı bana bütün akşam. Mahalledeki kızlar sürekli kapıyı çalıp rahat bırakmıyorlarmış, beni de onlardan sanmış.