Bir New York Masalı

12 dk

Benim diyen kâhin dahi, 2021 Amerika Açık'ın finalinde Leylah Fernandez ve Emma Raducanu'nun olacağını kestiremezdi. Peki imkânsız nasıl başarıldı?

Günümüz kadın tenisinin tahmin edilemezliği artık klişe bir konu başlığına dönüştü. Serena Williams gibi 25 yıllık bir hâkim gücün sahneden yavaş yavaş da olsa çekilmesi bunun baş sebeplerinden. Ayrıca kadınların Grand Slam maçlarını üç set üzerinden oynaması da büyük turnuvalar düzeyinde sürprizleri daha olağan hale getiriyor. 2017 Avustralya Açık'tan 2021 Wimbledon'ın bitişine dek majör turnuva kazanan kadın oyunculara şöyle bir baktığımızda; Jelena Ostapenko, Garbine Muguruza, Sloane Stephens, Caroline Wozniacki, Simona Halep, Angelique Kerber, Naomi Osaka, Ashleigh Barty, Bianca Andreescu, Sofia Kenin, Iga Swiatek ve Barbora Krejcikova gibi uzun bir liste görüyoruz. Erkek tenisinde ise aynı sekansta sadece dört farklı slam şampiyonu çıkması fotoğrafı netleştiriyor. Ne mutlu ki çekişme görmek isteyenin WTA'e, hâkimiyet izleme niyeti olanların ATP'ye yönelebileceği renkli bir tenis ekosistemi mevcut.

İçinde bulunduğumuz sezonun son Grand Slam'i, 2021 Amerika Açık başlarken beklentiler aşağı yukarı benzerdi. Az önce mevzu ettiğim süre zarfında birden çok slam kazanan üç kadın oyuncu; Osaka, Halep ve Barty turnuvadaydı ancak dünya 1 numarası Barty hariç durumları pek parlak değildi. Öyle ki Halep uzun süreli sakatlığını yeni bitirmiş ve henüz yüzde yüzünde değildi. Roland Garros'taki basın toplantısı vetosu ardından su yüzüne çıkan mental sorunları ise Osaka'nın tenisi öncelik haline getirmesini engellemişti. Kısacası farklı bir Grand Slam şampiyonu görmemiz yine ihtimal dahilindeydi. Üstelik Karolina Pliskova, Elina Svitolina ve Aryna Sabalenka gibi bir süredir kapıyı çalan isimler mevcuttu. Tabii her ne kadar WTA uzun süredir sürprizlerle anılan bir tur olduysa da New York'ta yaşanacaklar absürt seviyede şaşırtıcıydı. Dilerseniz önce mucizevi iki haftanın kahramanlarını tanıyalım…

"İnanılmaz!"

Ekvadorlu eski futbolcu bir baba ve Filipinler asıllı Kanadalı bir annenin kızı olan Leylah Fernandez, birkaç senedir Kanada tenisinin gelecekteki yıldız adayları arasında gösterilmekteydi. Bu sezon Monterrey'de küçük ölçekli bir WTA turnuvası kazanan 18 yaşındaki solak tenisçi, Amerika Açık'a dünya 73 numarası olarak geldi ve turnuvanın hâlâ devam ettiği 6 Eylül günü 19 yaşına bastı. Ana tablonun üst tarafında konumlanan bir başka 18'lik, Emma Raducanu da tıpkı akranı gibi renkli bir köken havuzuna sahipti. Babası Rumen, annesi Çinli olan Toronto doğumlu tenisçi, kortlarda Britanya'yı temsil ediyordu. Hatta Temmuz ayında Wimbledon'da sürpriz bir dördüncü tur yapmış ve İngiliz basınının ilgisini haiz olmuştu. Raducanu, New York'a gelmeden evvel Chicago'daki WTA turnuvasında final oynayarak biraz daha dikkat çekecekti.

Kısaca profillerine göz attığımız iki raketin Amerika Açık'ta birkaç tur geçmesi, iyi tenis oynamaları veya "Geleceğin yıldızları" şeklinde anılarak turnuvayı noktalamaları kimseyi pek şaşırtmazdı. Mesela önümüzde kariyeri tam da bu şekilde ilerleyen bir Coco Gauff örneği var ki ABD'li raket yaşı daha genç olmasına rağmen bir süredir göz önünde ve emin adımlarla seviye atlıyor. Leylah ve Emma'nın New York'taki iki haftasını spektaküler kılan şey, mevzubahis adımları es geçerek kendilerini bir anda zirve noktada bulmalarıydı. Turnuva üzerine sohbet etmek için ulaştığım, iki kez Amerika Açık finalisti Rosie Casals'a bunu sorduğumda "İnanılmaz!" diyerek başlıyor ve devam ediyor: "Amerika Açık'ı tam anlamıyla 'açık' bir hale getirdiler. Bu gerçekten inanılmaz…"

1970'lerin en iyi oyuncularından Rosie Casals, WTA'i ortaya çıkararak kadın tenis tarihinin seyrini değiştiren dokuz isimden bir tanesiydi. Pandemi sonrası seyirciyle oynanan ilk Amerika Açık'ta, birlikte tarihe geçtiği meslektaşlarıyla beraber onurlandırılmak için turnuvaya seyahat eden Casals, canlı gözle tanık oldukları nedeniyle son derece mutlu. "Herkes Roger Federer'in, Serena Williams'ın ya da Rafael Nadal'ın olmayışı nedeniyle endişeliydi ama endişeye mahal olmadığını gördük. Bence erkeklerde ve kadınlarda oyunun değiştiği bir noktada duruyoruz" sözleriyle Amerika Açık'ı özetleyen Casals, önemli bir noktaya dikkat çekiyor: "Ortada Novak Djokovic'in takvim slam'i iddiası varken kadın finalinin erkek finalinden yüksek reyting alması 'şovu çalmak' olarak nitelendirilebilir."

İki yol

Şimdi, Leylah Fernandez ve Emma Raducanu'nun şovu nasıl çaldığına yakından bakabiliriz. Öncelikle ikilinin bunu yapma şekilleri birbirine taban tabana zıt. 66 numara olarak doğrudan ana tabloya dahil olan Leylah, finale gidene dek tam üç ilk 5 oyuncusunu mağlup etmeyi başardı ki içlerinden biri de üçüncü turda saf dışı bıraktığı son şampiyon Naomi Osaka'ydı. Çeyrek finalde dünya 5 numarası Elina Svitolina ve yarı finalde 2 numara Aryna Sabalenka'yı deviren Kanadalı raket, klasmanda eski seviyesinde olmasa da eski Amerika Açık şampiyonu Angelique Kerber'i de dördüncü turda elemeyi başarmıştı. Tüm bu maçlarda üç set oynamak, Osaka ve Kerber'e karşı set kaybedip geri dönmek durumunda kalan Leylah'nın asla pes etmeyen mizacı da epey övgü aldı. Şaşılacak şekilde, içine düştüğü zor anlarda bile ekseriyetle gülümsüyordu.

Klasmanın 150'nci basamağında Amerika Açık'a gelen Emma'nın macerası ise eleme safhasında başladı. Ancak onun hikâyesini perspektife oturtmak için filmi birkaç ay öncesine, Wimbledon'a sarmamız gerek. Zira özel davetle katıldığı ilk slam ana tablosunda dördüncü tur gören genç raket, Ajla Tomljanovic'e karşı Merkez Kort'ta çıktığı mücadeleyi yarıda bırakmak durumunda kalmıştı. Nefes alıp verme konusunda problem yaşadığı için maçı tamamlayamayan Raducanu, baskıyı omuzlayamadığı minvalinde çok fazla yorumun odağı oldu. Hatta tenis efsanesi John McEnroe'nun bu tondaki söylemleri gereğinden fazla tepki dahi aldı. Bu konuyu Rosie Casals'a hatırlattığımda o da ne kadar şaşırdığını gizlemiyor: "Wimbledon'da sanırım bir kaygı problemi yaşamış ve devam edememişti. Tenisçilerin kortta böyle sorunlar yaşadığı nadirdir. Oradan Amerika Açık Finali'ne geldi ve biz yepyeni, çok sakin bir Emma gördük. Bunu nasıl yaptığının sırrına vâkıf değilim ama karşımızda bambaşka biri vardı."

Emma Raducanu, 1968'de başlayan 'Açık Dönem'de elemelerden gelip bir Grand Slam finaline yükselen -kadın ya da erkekilk oyuncu olmuştu. Geçmişte özel davetle Wimbledon şampiyonu olan Goran Ivanisevic ya da sıralamada yer almadan Amerika Açık kazanan Kim Clijsters gibi emsaller izlemiştik ama onlar evveliyatında kendilerini kanıtlamış yıldızlardı. 18 yaşındaki Britanyalının final yolunda elemeler de dahil tek set bile kaybetmeyişi ve herhangi bir sette rakiplerine beş oyundan fazla vermeyişi mantık sınırlarını zorlayan bir istatistikti. Muhakkak ki Raducanu bu maçlarda Fernandez'in karşılaştığı rekabet düzeyini tatmamıştı ve rotası ona biraz yardımcı olmuştu. Yine de ev sahibi raket Shelby Rogers'ı, olimpiyat şampiyonu Belinda Bencic'i ve sezonun yükselişteki ismi Maria Sakkari'yi 2-0 yenişi yabana atılamazdı.

İstisnai

20 yaşına ulaşana dek sekiz Grand Slam şampiyonluğu yaşayan Monica Seles, çocuk denecek yaşta dünyanın en iyilerini dize getiren Tracy Austin, 15'ini doldurmadan ilk 10'a giren Jennifer Capriati, çıkışlarını oldukça erken yapan Williams Kardeşler ve Martina Hingis… Kadın tenis tarihi 'çocuk yıldız' kavramına aslında gayet aşina. Zaten geçmişin standartlarına göre değerlendirdiğimizde, Fernandez ve Raducanu'nun yaptığı şey o kadar da sıradışı değil. Fakat bugünün şartları ve sporun değişen çehresi göz önüne alındığında işler değişiyor. Genç fenomenleri teknik olarak analiz etmek için, şimdilerde milli tenisçiler İpek Öz ve Ayla Aksu'nun antrenörlüğünü yapan Mert Ertunga'ya ulaşıyorum. İlk sorum, artık erken yaşlarda başarı kazanmanın neden bu kadar zorlaştığı:

"Teniste fitness ve fiziksel gelişime verilen önem 2000'li yıllarda zirveye ulaştı. Sen istediğin kadar tenisini geliştirmiş ol; 18 yaşında, 24-25 yaşında tenisçilerle aynı güce sahip olamıyorsun. Artık profesyonel dünya böyle değil. Beş setlik oynamadıkları için kadınlarda durum biraz daha elverişli olsa da Emma Raducanu-Leylah Fernandez finali büyük istisna. Jelena Ostapenko, Bianca Andreescu, Sofia Kenin, Iga Swiatek gibi genç slam galipleri var yakın dönemden. Ama tabii Ostapenko Halep'le, Andreescu da Serena'yla oynamıştı mesela. Bu denli genç iki ismin finale çıkması modern tenis için çok ender bir şey."

Nitekim Serena Williams ve Martina Hingis'i karşı karşıya getiren 1999 Avustralya Açık Finali'nden beri ilk kez, yirmi yaş altı iki oyuncu bir Grand Slam finalinde buluşmuştu. Ancak tarihin en genç kupa maçlarından bir tanesini oynama yolunda hem dünyayı hem de rakiplerini şok eden iki süper yeteneğin oyun stilleri de son derece ilgi çekiciydi. Ertunga'ya göre bir diğer tatlı tesadüf de burada yatıyordu:

"Aryna Sabalenka'dan 'çok agresif' diye bahsediyoruz ama o bile baseline'ın bir-iki metre içinde oynamıyor. Top zıplayınca gerilip var gücüyle vuruyor... Fernandez ve Raducanu topu çok erken alıyorlar. Kadınlarda topa bu kadar erken vuran iki oyuncu bulmak zorken onlar akılalmaz şekilde finale çıktı. Geçmişte Andre Agassi bunu iyi yapardı. Baseline'ın içinde durup bir o köşeye bir bu köşeye vurup boğardı rakibini. Return'lerde, ralli içinde… Rakip topu çevirmeye çalışırken ortaya dönemeden yenisi geliyor, bu stille bunalıma sokuyorlar karşılarındakini. Bunu yaşamamak için sert ve agresif oynayan rakip de hata yapmaya başlıyor. Ayrıca teniste yeterince hakkı verilmeyen servis karşılama vuruşunun önemini de gözler önüne serdiler. Özellikle Raducanu return'lerden çok yüksek yüzdeyle puan aldı. Kısacası diğer tenisçilere yeni gelen bir oyunları var. Bence bu da final yürüyüşünde onlara yardımcı oldu."

Son dönemde tüm spor âleminde gördüğümüz en güzel hikâyelerden bir tanesi, kimsenin tahmin edemeyeceği ama herkesin büyük keyif aldığı finalle nihayete erdi. İki oyuncu koridordan Arthur Ashe Stadyumu'na çıkarken seremoni için kort üstünde bulunan Rosie Casals, o anları ve maç içindeki gözlemlerini şu şekilde aktarıyor:

"Korta çıkarken enerjileri müthişti. İlk kez orada olmanın heyecanını, seyirciyle bunu paylaşmanın mutluluğunu herkese hissettiriyorlardı. Tribünler de onlara bayıldı ki bu çok önemlidir. Eğer üst düzeydeyseniz sizin de büyük sahneyi sevmeniz gerekli. Maçta Kanada faktörüyle beraber seyirci belki bir parça Leylah'nın tarafındaydı ama Emma da durumu güzel kontrol etti. Arka arkaya dokuz maç oynamıştı ama son mücadelede duvara çarpmadı, finali 2-0 kazandı. Öte yandan bence Leylah duygusal ve fiziksel olarak yıpranmış vaziyetteydi. Osaka, Kerber ya da Sabalenka maçlarındaki tenisini oynayamadı. Ne yazık ki bazen en iyi tenisiniz final maçına denk gelemeyebiliyor…"

Ya sonra?

Virginia Wade bunu 1977'de başardığından beri ilk Britanyalı kadın slam şampiyonu olan Emma Raducanu'nun omuzlarına yüklenen baskı miktarını tahayyül etmek gerçekten zor. İngiliz basını henüz Wimbledon sırasında Emma'nın ışığını gördü, Amerika Açık'taki yolculuğu sırasında onu adım adım manşetlere taşıdı. 18 yaşında set kaybetmeden Grand Slam kazanması kadar inanılmaz olan diğer unsur da taşıdığı marka sporcu olma potansiyeli. Genç tenisçi, şampiyonluğundan kısa süre sonra akıcı bir Çince konuşarak annesinin anavatanına video mesaj yolladı. Bu, onun Uzakdoğu pazarındaki sponsorların radarına girmesi anlamına geliyordu. Zaten dünyanın en büyük spor giyim, moda ve otomotiv markaları çoktan bol sıfırlı teklifleri hazırlamaya başlamış, Raducanu'nun gelecekte milyarder olabileceğine dair projeksiyonlar gazeteleri süslemişti. Yani Raducanu şimdilik bu kulvarda kader ortağı Leylah Fernandez'den ışıltılı ilerliyor. Ben de bu iki farklı profilden yola çıkarak Mert Hoca'ya genç yıldızları nelerin beklediği konusundaki tahminlerini soruyor, son sözü ona bırakıyorum:

"Hem Emma hem de Leylah'da gençliğin verdiği gamsızlık vardı. Gençken ve böyle fırsatlar geldiğinde tam da önemini kavrayamadan rahat şekilde oynayabilirsin. Artık herkes onları tanıyor ve buna göre önlem alacaklar. Bundan sonra bakalım aynı sakinliği gösterebilecekler mi? Bir de Fernandez'e nazaran Raducanu'nun durumu farklı. 18 yaşında bu denli popülerleşmesi işini zorlaştırabilir. Burada dünya medyasını suçlayamam, bu güzel bir hikâye. Artık mühim olan Raducanu'nun etrafındakilerin ona perspektif vermesi. Tam anlamıyla fenomen oldu, güzel bir öykü yazdı, sponsorlar gelecek, bir taht üzerinde dolaştırılacak ancak odağını kaybetmemeli. Büyük bir zafer elde etmesine rağmen henüz ne ilk 10'a girdi ne de dünya devlerini yendi. Nerelerde olabileceğini, müthiş yeteneğini gösterdi ama şimdi o seviyelere çıkması gerekli."

Socrates Dergi