
Bir Rüyanın Peşinde
8 dk
Hoop Dreams, iki genç basketbolcunun hayatlarından bir dönemi ele alıyor. 1994 yapımı belgeseli benzerlerinden farklı kılan ise Amerikan rüyasını ters yüz etmesi.
Bir basketbol belgeselinden ne beklersiniz? Once Brothers gibi; bir dostluğun savaş, siyaset, etnik köken gibi faktörler yüzünden nasıl sona erdiğini anlatmasını mı? Magic & Bird gibi; basketbol tarihinin en büyük rekabetlerinden birini konu edinmesini mi? Yoksa Without Bias gibi; yanlış tercihlerin nasıl yetenekli bir oyuncunun kariyerini ve yaşamını bitirebildiğini çarpıcı şekilde işlemesini mi? Peki, iki çocuğun ortaokuldan koleje kadarki yolculuğunu anlatmasını bekler misiniz? Ve bunu yaparken de sadece o çocukların basketbol kariyerlerini değil; ailevi sorunlarını, yaşadıkları çevreyi ve hayatlarının her geçen gün nasıl değiştiğini işlemesini... Richard Linklater’ın başyapıtı Boyhood’u izleyene kadar, çoğumuz bir film veya belgeselden insan hayatını bu kadar doğal anlatmasını beklemiyorduk. Fakat Hoop Dreams’in yaklaşık 20 sene önce yaptığı tam olarak buydu.
Steve James imzalı kült belgesel, zorluklardan kaçış yolu olarak basketbolu seçen iki çocuğun hayatından altı yıllık kesitleri üç saate sığdırıyor. Bu nedenle de ilk bakışta Hoop Dreams’in neden benzerlerinden farklı olduğu anlaşılamayabilir. Zira başlangıcı yeni bir şey sunmuyor. Önce kötü bir müzik ve sokakta basketbol oynayan çocuklar karşılıyor bizi. Ardından televizyonda NBA All-Star maçını izleyen bir çocuğun evine konuk oluyoruz. O çocuk, daha sonra tek başına basketbol oynarken gördüğümüz William Gates ve kendisi, hikâyenin ana kahramanlarından biri. Ağzından duyduğumuz ilk cümleler de şunlar oluyor: “Herkes gibi NBA’de oynamak istiyorum. Düşündüğüm ve hayalini kurduğum tek şey bu.”
Ardından belgeselin bir diğer ana kahramanı Arthur Agee ile tanışıyoruz. O da televizyonda hayranı olduğu Isiah Thomas’ı izliyor. Gates’e nazaran kendinden daha emin konuşuyor: “NBA’de oynamaya başladığımda yapacağım ilk şey, anneme ev almak olacak.” Sonra o da Gates gibi tek başına basketbol oynarken ekrana geliyor. İşte böyle klişelerle başlayan Hoop Dreams’in neden özel olduğu, üç saatin sonunda anlaşılıyor. Zira belgesel, sadece o iki çocuğun umut vadeden genç yetenekler olduğunu anlatmakla kalmıyor.
Önce o çocukların Isiah Thomas’ın da mezun olduğu St. Joseph Lisesi’ne girişini görüyoruz. İkisi de okulun basketbol takımına seçilse de Agee, ailesi okulun artan ücretini karşılayamadığı için devlet okuluna geçmek zorunda kalıyor. Fakat sorunları bundan ibaret değil. Genç yetenek yeni lisesinde basketbola devam ederken maddi sorunlar da ailesinin peşini bırakmıyor. Bir uyuşturucu bağımlısı olan babası da aileyi terk ediyor ve daha sonra hapse giriyor. Ancak o, yaşadığı zorluklara rağmen takımını eyalet turnuvasına taşıyor ve sonrasında Arkansas State’te burslu olarak kolej basketbolu oynuyor.
Hikâyenin diğer kahramanı Gates ise St. Joseph Lisesi’ne devam etse de hep sakatlık sorunları yaşıyor. Fakat onun da tek derdi bu değil. Henüz lise çağında baba oluyor. Lise takımıyla eyalet çapında bir başarıya hiçbir zaman ulaşamıyor. Yine de önemli programlardan teklifler alan Gates, Marquette’i tercih etse de hem notları nedeniyle oraya gidişi hem de gittiği yerde tutunması zor oluyor.
Hoop Dreams, belki tarihin en popüler spor belgesellerinden biri değil ama en anlamlılarından biri olduğu açık. Zira Amerikan sinema endüstrisinin çok sevdiği “Hayalinin peşinden koşarsan istediğine ulaşabilirsin” mesajını vermekten kaçınıp daha gerçekçi bir öyküyü anlatıyor; profesyonel bir sporcu olmanın zorluğunu... Belgeselde Gates’le aynı kampa katıldıklarını gördüğümüz Jalen Rose, Chris Webber ve Juwan Howard ilerleyen yıllarda NBA hayallerini gerçekleştirmiş olabilir. Ya da Agee’nin rakip lisesinde forma giyen Rashard Griffith, doksanların sonunda Tofaş formasıyla Türkiye’de ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde efsaneleşmiş olabilir. Ancak onlar, şanslı bir azınlığın parçaları ve zaten Hoop Dreams de mutlu sonla biten bir rüyayı anlatmıyor. Bu, Amerikan rüyasını yakalayamayanların filmi. Ve onların sayıları hiç de az değil.
Peki Diğerleri?
St. Joseph Lisesi’nin koçu Gene Pingatore hâlâ görevinin başında. William Gates’in oğlu William Jr. ve şu an NBA’de oynayan Evan Turner da Pingatore’nin çalıştırdığı isimlerden bazıları. Arthur’un babası ve belgeselin sorunlu karakterlerinden Bo Agee, 2004’te bir soygun sırasında öldürüldü. Hem Arthur’un hem de William’ın anneleri ise hemşire olarak çalışmaya devam ettiler. Kardeşi gibi yetenekli bir basketbolcu olan ve yine kardeşi gibi hayallerine ulaşamayan Curtis Gates ise 2001 yılında bir cinayete kurban gitti.
Ya Sonra?
Belgeselde yer alan insanların hayatlarına bir süre misafir olsak da yaşamlarının geri kalan bölümünde ne yaptıklarını medyadan öğrendik. Arthur Agee, NCAA’de oynasa da NBA hayaline hiçbir zaman ulaşamadı. Fakat ilerleyen yıllarda belgesel sayesinde elde ettiği ününü ‘Hoop Dreams’ adını taşıyan bir tekstil markası yaratmak için kullandı. Gates ise 2001 yılında NBA’e tekrar dönmeye hazırlanan Michael Jordan’ın antrenman partneriydi. O sene Washington Wizards’la yaz liginde oynamak üzereyken yine ayağından sakatlandı. Fakat onlar şanslı kesimdeler; hayal ettikleri şekilde değil belki ama hayatlarını sürdürmeye devam ediyorlar.