Bir Takım Sporu Olarak Tenis
10 dk
Geçtiğimiz Eylül ayında, tenis dünyasının deneysel turnuvalarından Laver Kupası üçüncü kez oynandı. Ağzımızda güzel bir tat ve aklımızda sorular bırakarak...
Bireysel spor denince akla ilk gelenlerden olan teniste, son zamanlarda takım turnuvalarına dair ilginç bir hareketlilik yaşanmakta. Laver Cup, yeni Davis Kupası, ATP Kupası derken konu belki de pek az kişinin öngörebileceği bir noktaya gelip dayandı. Takım tenisi acaba bir yaz aşkı mı, yoksa sporun geleceğini şekillendirecek ömürlük bir birliktelik mi?
Bundan iki sene önce, Roger Federer'in fikir babalığıyla hayatımıza giren Laver Kupası bu yeni dönemin şekillenmesindeki en güçlü aktör olarak öne çıkıyor. Kabul edelim ki resmî statü taşımayan her organizasyon bir parça eksiktir. Futbol gibi bir çılgınlıkta bile sezon öncesi oynanan bilmem ne kupalarında Real Madrid-Bayern Münih maçını izlemek için kimse özel olarak plan yapmıyor. Teniste de ITF, ATP ya da WTA bünyesinde olmayan her maç gösteri maçı sınıfına giriyor. Bu tür maçlar yakın zamana dek adının hakkını da fazlasıyla veriyordu. Top toplayıcı çocuklara oynatılan birkaç puan, Malibu'daki evinin kortlarında her yaz birkaç saat ders alan bir Hollywood yıldızının sahaya girip kendini rezil etmesi, entegre mikrofonlarla katmerlenen yalancı "ah, uh" sesleri... 2017 yılında Laver Kupası başlarken maçlara dair akıllardaki resim bundan pek farklı değildi; olamazdı da. Katılan kadro, kaptanlar, en önemlisi de Rod Laver gibi bir ikonun adının kullanılmış olması ilgi çekiciydi de beklentileri yüksek tutmak için somut bir neden yoktu ortada. En nihayetinde tenise gönül veren gözler kortta Federer ve Sampras'ın Nadal ve Agassi'ye karşı oynadığını da görmüştü ve o bile keyifmetrede, misal, bir slam ilk turundaki Schwartzman-Opelka maçından dahi fersah fersah gerideydi. Fakat 2017 Eylül'ünde Prag'da karşımıza bambaşka bir şey çıktı. Kortun renk ve ışıklandırmasıyla film karesini andıran plan gibi ustaca düşünülmüş detaylar, başta Federer ve Nadal olmak üzere oyuncu havuzunun market değeriyle birleşince, elde edilen son ürün bir şok dalgası yaratıverdi. Öyle ki maçların rekabetçi olmasının, Avrupa ve Dünya karmalarının ortadaki kupa için gerçek bir mücadele sunmasının özellikle üzerinde durulması ve bunun, uygun formatla son güne kadar koruma altına alınmasının da etkisiyle, bu yılki edisyon öncesi turnuva, resmî ATP takvimine dâhil edildi ve oynanan maçlar oyuncuların karnelerine işlenmeye başlandı.
ATP ve WTA gibi çatı yapılar, tabiatları gereği dışarıdan müdahalelere oldukça kapalıdır. Daha önce Mahesh Bhupathi önderliğinde ortaya çıkan IPTL gibi ölü sezon liglerini hoş karşılamadıkları, hatta bu 'korsan' iştirakleri bir beka sorunu olarak endişeyle izlediklerini biliyoruz. Dolayısıyla, sadece iki yıl gibi bir sürede, nasıl oldu da ATP, Laver Kupası'nı 'tanımak' zorunda kaldı? Elbette Roger Federer, onun menajerlik şirketi Team8 ve turnuvanın partnerlerinden olan Tennis Australia'nın lobi ve marka değerleri bunda epey rol oynamıştır. Ancak meseleyi buna indirgemek yanlış olur. İşin doğrusu, Laver Kupası, daha önce pek farkında olunmayan bir eksiği giderme misyonunu başarıyla yerine getirdi ve ATP de bu vagonu kendi katarına katmayı menfaat dâhilinde gördü.
Bahsettiğim eksik, tenis turunda, NBA'dekine benzer bir All-Star etkinliğinin yer almamasıydı. NBA All-Star haftası, oturmayan ve sürekli değişen formatına, çorbaya dönen maçlara ve daha bir dolu defekte sahip olmasına rağmen, bilhassa günümüzün pazarlama dünyasında, giderek kendini bulan bir karakter sergiliyor. Şimdi görüyoruz ki, sanki daha önce on yıllardaki bütün o AllStar'lar, içinde bulunduğumuz hızlı tüketim çağına hazırlanmak için bir prova, bir kadim meşruiyet aracıymış. O zaman eğreti duran her şey şimdilerde paylaşım rekorları kırıyor.
Avrupa ve dünya takımlarının kaptanları Björn Borg ile John McEnroe
Eğlence dünyasının diğer paydaşlarını, müzik sektörünü ve reklam çılgınlığını kumpanyaya eklemleyerek kendi ekonomisini yaratıyor o hafta sonu. Bir nevi Super Bowl, hatta bir diğer boyutuyla Black Friday gibi.
Erkekler tenisi, bu fikri kopya etmek için belki birkaç sene geç bile kalmıştı. Son 15 yıldaki altın jenerasyonlar, Federer, Nadal, Djokovic, Murray ve onların belirlediği standartlara ayak uydurmaya çalışırken büyüyen süper kalite figüranlarla reytingler misliyle arttı. Buna paralel olarak para ve imkânlar, global izlenirlik ve talep de geçmişte hiç olmadığı kadar yükseğe fırladı. Seyirci, çeşitli yollarla, bu yıldızları daha fazla izlemeyi istediğini ve bunun için harcama yapacağı iradesini beyan etti defaatle. Laver Kupası da temelde bir All-Star hüviyetiyle tam da bunu ve daha fazlasını masaya koydu. Harden ve Curry'yi aynı sahada izletmek zaten hep çok önemliyken bir de aynı takımda neler yapacakları merakını uyandırmak olayın sihridir. Federer-Nadal gibi belki de spor tarihinin en büyük tekil rekabetine bu formülü uygulamak, bir altın yumurtlayan tavuk çiftliği kurmak demekti. Öyle de oldu. Beraber çiftler oynamaları, birbirlerine taktik vermeleri, en ufak iletişimleri zamk gibi yapıştırdı bizi ekran karşısına. Başka bir deyişle, halk ürünü sevdi. Hem de çok.
Peki ya diğer cephe, asli cephe olan oyuncular? Günün sonunda, en iyilerin devamlı katılımı için bir albeni lazım ki şov devam etsin. Onlar için burada ne var? Tenisçilerin samimi röportajlarını okurken genellikle karşınıza şöyle bir cümle çıkar: "Bazen kısa süreliğine, keşke bireysel sporcu değil de takım sporcusu olsaydım diye düşünürüm, ama sadece kısa süreliğine." Bu ifadenin, oyunun ve onu içine alan dünyanın dinamikleri hakkında bize hayli derin ipuçları verdiği açıktır. Kaba bir çözümlemeyle şunu söyleriz: Maddi ve manevi tatmini çok yüksek olan böylesi bir bireysel sporun nimetleri her durumda çok ağır basmaktadır. Yine de bu ayrıcalıkları elde etme gazavatı esnasında içine düşülen krizler, sporcuyu bazen aşırı derecede zorlar. Öyle ki spot ışıklarını ve ganimetleri paylaşma pahasına, sorumluluk ve yükün bir kısmını taşıyacak yoldaşlar hayalini dahi kurdurur.
Laver Kupası Avrupa Takımı
Son yirmi yılda gerek pastanın çok büyümesi, gerekse sosyal medya ve internet çağında çok fazla odağa yerleşmeleriyle sporcuların üzerindeki baskı bir hayli arttı. Dolayısıyla, hem uğrunda çabalanan ayrıcalıklar artık çok daha görkemli hem de bu yoldaki mücadele aşırı derecede göz önünde. Bilirsiniz, ortada bir yarışma varsa, hele de bu yarışma nabzı arttıran bir fiziksel efora dayalıysa işler her zaman salon beyefendisi çizgisinde seyretmez. Hepimizin zarın seceresine rahmet okuduğu ya da tuşların basmadığını iddia ettiği kötü kaybeden anları olmuştur hayatlarımızda. Ama bir tenis oyuncusu, kendini adadığı oyunda, yanlış bir hakem kararında ya da bir seyirci çiğliğinde muadil tepkiler verdiğinde ondan kötüsü yoktur. Mimleriz, birkaç kez daha yaparsa sileriz bile. Sadece biz olsak iyi. Tenisin prestij ve zarafetle çok özdeşlemesine binaen sponsorlar da benzer bir politika güder durumdalar. Buna mukabil, elit sınıf tenis dışarıdan ne kadar büyülü görünüyor olursa olsun oyuncular midelerinde bir düdüklü tencereyle yaşıyor gibiler. Bundan biraz olsun kurtulabilmek ve bireysel sporun yalnızlığının soğuğunu biraz olsun kırabilmek uğruna etraflarını kalabalık bir cunta ile örme yoluna gidiyorlar artık. Hem de büyük paralar harcayarak. Ama ne de olsa bu, özünde takım arkadaşlığından ziyade bir işçi-işveren ilişkisi. Zverev'in yıllık milyon dolara yakın ödeyerek Lendl'dan alamadığı mentorluğu, Laver Kupası'ndaki 'abilerinden' bedavaya alması çarpıcı bir örnek. Kaldı ki o prestijli gruba seçilmiş olmak, dünyanın vitrinine çıkmak, bunlar olurken bir de üç gün için bir tomar para almak hiç fena değil.
Tüm bu hususlar ışığında Laver Kupası'nın ticari bir başarı olduğu net. Yine de takvimin gelecekte takım turnuvalarından geçilmeyeceğini düşünmek hayalcilik olur. Hâlihazırda Laver, Davis ve ATP gibi üç organizasyonun varlığı bile, zaman aralıkları farklı olmasına rağmen tartışılıyor. Üstelik Gerard Pique'nin girişimiyle yeniden yaratılan Davis Kupası cemiyette pek de sıcak karşılanmadı. ATP Kupası, Avustralya Açık'tan hemen önceye konumlandırılmasıyla bazı problemlerle doğuyor. Laver Kupası'nın bütün ihtişamına rağmen Federer ve Nadal sonrası döneme kendini nasıl entegre edeceği de zamanın teyidine muhtaç bir soru. Ancak şüphesiz bir gerçek var ki; cin Laver Kupası ile artık lambadan çıktı ve yeni fikirler ortaya saçıldı. Kadınlarda da bir Laver Kupası olacak mı? Erkeklere göre eteklerinde birbirlerine karşı çok daha fazla taş biriktirmiş olan WTA profesyonelleri yan yana gelirse bunu satmak zor olmayacaktır. Ayrıca bu organizasyonlarda format ve kurallarla oynayabilme lüksü, ana turlar için bir test zemini oluşturmasıyla da inovatif ve devrimci bir özellik barındırıyor. Laver Kupası'nda son setlerin maç tiebreak'i olarak oynanması, maçları daha kısa sürede bitirmeye kafa yoran üst aklın ihtiyaç duyduğu insanlı deneylerin, meşru zeminde gerçekleştirilmesi anlamına geliyor.
Yeni formatıyla ilk kez oynanacak Davis Kupası'nı ve ilk kez düzenlenecek ATP Kupası'nı izleme imkânı bulacağımız önümüzdeki üç aylık periyot, büyük resmi daha iyi tahlil etmede belirleyici olacak. Sahi, Billie Jean King Kupası'nda Avrupa karmasının Masha/Azarenka çiftini Dünya Karması'nın Serena/Osaka çiftine karşı oynarken izlemek için ne kadar öderdiniz?