Bir Varmış, Bir Yokmuş

11 dk

NBA tarihinin ilk lotaryasına sahne olan 1985 NBA Draft'ı, New York Knicks'in ilk sırayı almasıyla ve Patrick Ewing'i seçmesiyle hatırlanıyor. Peki işin gerisinde büyük bir tezgâh mı vardı?

Sporun ve hatta insanın olduğu her yerde olduğu gibi NBA tarihinde de birçok kirli senaryo iddiası ya da komplo teorisi bulmak mümkün. Paul Pierce'ın 'sözde' sakatlığı, 2014 NBA Finali ilk maçındaki klima faciası, Michael Jordan'ın kumar bağımlılığı sebebiyle ligden uzaklaştırıldığı iddiası, 2002'deki Lakers-Kings altıncı maçı… Örnekler saymakla bitmez.

1985 NBA Draft'ı ise bu konu başlığında özel bir yere sahip. Esas sıçrayışını 80'lerin ikinci yarısında yapan NBA, onun hemen öncesinde çiçeği burnunda başkan David Stern önderliğinde bir çıkış yolu arıyordu. O yıla dek draft'ta hangi takımın ilk sırayı alacağı yazı tura atılarak tayin edilmekteydi. Stern'ün ekibiyle birlikte bulduğu 'lotarya' fikri ise beraberinde yenilik, ilgi ve buna paralel olarak büyümeyi vaat ediyordu. 1985'te büyük bir küreye atılan yedi zarf arasından New York Knicks'i birinci çıkarmak için sahiden hile yapılmış mıydı? Patrick Ewing, ligin geleceğini kurtarmak için en büyük pazara mı gönderilmişti?

2021 yılıyla kıyasladığınızda özellikle uygulanan sistem açısından farklılıklar olsa da NBA'de kaybeden takım, draft sistemi sayesinde orta vadede kazanan takım hüviyetine bürünebiliyor. Bundan tam 37 yıl önce San Diego Clippers'ın sahibi olan Donald Sterling de benzer fikre sahipti: "Bu acıya (kaybetmeye) dayanmamız gerek. Zira bu şekilde de kazanmak mümkün."

Donald Sterling hiçbir zaman NBA'in sevilen bir yüzü olmadı, hatta 2014'teki ırkçılık skandalından ötürü ligden elini ayağını çekmek zorunda kaldı ancak o dönem draft hususunda haklıydı. 1985 yılına kadar ligde her iki konferansın en kötü derecesine sahip takımı arasında yazı tura atılırdı, kazanan ilk sıradan seçerdi. Yani konferansta sonuncu olmak, ilk iki sıradan birini garantilemek demekti…

Ligin nüfuzlu isimleri ise bu konudaki şikayetlerini dile getirmekten çekinmiyordu. David Stern, 42 yaşında yardımcılıktan başkanlığa henüz terfi etmişti ve kendi söylemiyle yeni bir şeyler denemekten çekinmiyordu. Patrick Ewing'in yanı sıra Karl Malone, Chris Mullin, Detlef Schrempf, Joe Dumars gibi isimleri lige armağan etmeye hazırlanan '85 sınıfı kalitesini belli ediyordu. Dolayısıyla devrimci bir hareket yapılacaksa tam o dönem yapılmalıydı.

Tabii bu esnada play-off yapamayan yedi takım da gözünü Patrick Ewing'e dikmişti. Evet, ligde zaten Magic Johnson ve Larry Bird gibi zamanının oldukça ötesinde oyuncular vardı ancak istisnalar kaideyi bozmuyor, pozisyonlar uzunluklara göre belirleniyordu. O dönemde de uzun oyuncuların borusu ötüyordu. Ewing sadece iyi bir basketbol değil, size tanınırlık da sunmaktaydı. Hatta öyle ki Sports Illustrated, Mart 1984 sayısında Ewing'i "Profesyonel bir lige adım atmış en meşhur sporcu" sıfatıyla kapağına taşımıştı. Ewing şovu, bilet satışını ve daha çok izlenmeyi beraberinde getirebilirdi.

Ligin en kötü iki takımından biri olan Indiana Pacers, takımı sürükleyecek süperstarı arıyordu. Atlanta Hawks'ın da en büyük hedefi Dominique Wilkins'i yalnız bırakmamaktı. Seattle SuperSonics, San Diego Clippers, Golden State Warriors, Kansas City Kings de yine pek iyi bir sezon geçirmemiş; ilk sırayı elde etmek için yüzde 14,3'lük şansı olan yedi takım arasındaydı. Ve bir de New York Knicks…

Knicks o sezon Bernard King'den tam 25 maç, Bill Cartwright'tan ise sezon boyu mahrum kalmıştı. Lafın özü, Madison Square Garden'ı doldurmak gitgide zorlaşıyordu. Ligin en büyük pazarı bu haldeyken, ligin kendisine olan ilgi de düşüşteydi. Neticede iki yıl öncesine kadar takım sayısının azaltılması gündeme gelmiş, ligdeki oyuncuların dörtte üçü uyuşturucu problemiyle boğuşmuş ve CBS ile olan yayın anlaşması bitme noktasına varmıştı. Büyük bir adım atmanın vaktiydi artık.

Nihai fikir, büyük bir küreye yedi takımın logolarının olduğu zarfların atılması ve kürenin beş tur döndürülmesi sonrası zarfların birinci sıradan yedinci sıraya doğru sıralandığı bir lotarya yönünde oldu. Günümüzde bu tarz etkinliklerde zarf yerine minik toplar kullanılsa da o dönem ligin medya sorumlusu olan Brian McIntyre topların dışarı kaçma ihtimali dolayısıyla komik bir görüntü vermekten korktuklarını, bu yüzden kare şeklindeki zarflarla bu işi göreceklerini söylemişti.

David Stern lotarya fikrini bir adım öteye taşıyacak, lotaryayı televizyonda yayımlayacaktı. 21. yüzyılda herhangi bir etkinliği televizyondan vermek çok sıradışı bir fikir gibi gelmeyebilir ancak o dönem play-off maçlarının neredeyse yarısının ulusal kanalda yayımlanmadığını belirtmekte fayda var. Önceleri ilgi azlığından ötürü draft, USA Network aracılığıyla hafta içi bir öğlen vakti yayımlanırken bunun karşılığında 40 bin dolar gibi oldukça komik bir meblağ ödeniyordu. Son tahlilde lotaryanın 12 Mayıs Pazar günü oynanacak olan Sixers-Celtics maçının devresinde yapılmasına karar verilmişti. 12 Mayıs Pazar günü gelip çattığındaysa gergin bir hava hâkimdi. O dönem NBA ofisinin bir parçası olan Rick Welts, Stern'ün odasındaki ilk lotarya provasında zarflardan birinin küreden uçup gittiğini söylüyordu. Korkulan başa gelmiş, şov yerini yavaş yavaş gerginliğe ve heyecana bırakmıştı. O gün organizasyonun düzenlendiği Waldorf Astoria'da hazır bulunan CBS muhabiri Pat O'Brien ise ilk izlenimlerini şöyle anlatıyordu: "Çok ama çok gergindik. Daha önceleri mahkeme salonlarında ve cinayet davalarının duruşmalarında yer almıştım ama gördüklerimin hiçbiri bu kadar gergin değildi." En nihayetinde Sixers-Celtics play-off maçında devre olmuş, lotarya vakti gelmişti. David Stern sahnedeydi. Sonrası ise sayısız makaleye ve komplo teorisi videosuna konu olan o anlardı… Stern şanslı zarfı seçmeden önce yedi zarf teker teker küreye atılmış, küreye girme sırası dördüncü zarfa geldiğindeyse bir duraksama yaşanmıştı. Dördüncü zarf küreye çarpmıştı ve dolayısıyla bir köşesi katlanmıştı. Küre kapatıldıktan sonra planlandığı gibi beş tur çevrildi, ardından Stern'ün seçimi için takdim edildi. Genç başkan da birinci sıradan başlayarak yedinci sıraya kadar zarfları seçti, yedinci sıra itibarıyla da takımları duyurmaya başladı.

Ligin en kötü iki takımından biri olan ve eski sisteme göre ilk iki sıradan seçmesi gereken Warriors, yedinci sıradan seçecekti. Onu Kings, Hawks, SuperSonics ve Clippers takip etti. Geriye iki zarf kalmıştı: Pacers ve Knicks. Adı açıklanacak takım ikinci sırayı, diğer takımsa Patrick Ewing'i kapacaktı. Pacers'ın adının açıklanmasıyla birlikte ortamda büyük bir gürültü kopmuş, New York Knicks genel menajeri Dave DeBusschere sevinçten yumruğunu sallamıştı. Pat O'Brien'ın o gün ifade ettiği gibi, basketbol evine geri dönüyordu. Patrick Ewing artık NBA'in en popüler takımının oyuncusuydu.

NBA'in içinde bulunduğu buhrandan tek kurtuluş yolu Patrick Ewing & New York Knicks birlikteliği olduğundan, bu birliktelik resmiyete döküldükten sonra iddialar peşi sıra geldi. İddiaların başını ise köşesi katlanan zarf çekiyordu elbette… Küre içindeki zarfı seçerken sanki köşesi katlanan zarfı arar gibi duran Stern ise gerek o dönem gerekse kariyerinin ilerleyen sürecinde bu iddiaları reddediyordu. Temelde onu ilgilendiren ve mutlu kılan, insanların lotaryaya olan ilgisiydi: "Eğer insanlar lotaryaya hile karıştırıldığını söylüyorsa, adımızı doğru telaffuz ettikleri sürece öyle olsun. Bu spekülasyonlar bizimle ilgilendikleri anlamına geliyor. Bu müthiş bir şey."

Stern'ün bu iddiaları görmezden gelmesi spekülasyonları yok etmiyordu tabii ki. Lig çevrelerinde, günümüzün kura çekimlerinde kullanıldığı öne sürülen sıcak-soğuk top örneği gibi, 1985 Draft'ında da Knicks'in logosunun bulunduğu zarfın gecenin başında bir dondurucuya konulduğu, dolayısıyla Stern'ün daha kolay biçimde seçebildiği konuşuluyordu.

Medya da bu iddiaları destekleyecek haberler yapıyordu. Organizasyon öncesinde The New York Times'ta yer alan bir haberde 'Lig yöneticileri ve televizyoncular arasında NBA'in en büyük faydayı Ewing'in Knicks forması giymesiyle göreceğinin konuşulduğu' yazılmıştı. İddialar öyle çığrından çıkmıştı ki Stern'ün Knicks yazılı zarfı ayırt etmek için esasında X-ray gözlüğü taktığını söyleyen bile vardı.

Komik senaryolar bir yana, The New York Times'ın haberine benzer ciddiyete sahip bir başka iddia bir New York gazetesinden gelmişti. Lotaryayı düzenleyen şirketle Knicks'in sahibi olan Gulf and Western şirketinin denetleyicisi aynıydı: Ernst & Whinney. Madison Square Garden başkanı Jack Krumpe da Los Angeles Times'a konuşmuş ve şu sözleri söylemişti: "Onlara bu işe nasıl hile karıştıracaklarını iki ay öncesinde söylemiştim. Ernst & Whinney'i arıyor, 'Eğer Ewing'i seçemezsek, kovulursun' diyorsun. İşte bu kadar."

Dönemin Atlanta Hawks genel menajeri Stan Kasten da lotaryadan birkaç ay önce bir kolej turnuvası için Hawaii'de NBA'in önde gelen şahıslarıyla bir araya gelmiş, ismini vermediği bir takım yöneticisinin Ewing'in Knicks forması giyeceğini çok net bir biçimde dile getirdiğini işitmişti.

Aradan geçen 36 yılın ardından NBA tarihinin ilk lotaryasının sırrı çözülebilmiş değil. Peki, bunun sebebi bir 'sır' olmayışı olabilir mi? Spor tarihinde ne zaman bir tarafın istemediği bir şey yaşansa, o taraf mutlaka işin içinde bir hinlik olduğunu iddia etmez mi? Hakemin kötü olması, belli bir takımın menfaatinin korunması, oyuncunun bilerek kötü oynaması… Belki de hepsi birer bahanedir.

Ama muhtemelen spora güzellik katan biraz da bu. Heyecanla izliyor, takımların veya sporcuların kendi hikâyelerini yaratmasını seviyor, üzerine bizler de hikâyeler uyduruyoruz. Günün sonunda David Stern -biraz da masumiyet karinesi sayesinde- lotaryaya hile karıştıran bir başkan olarak değil, ligin çehresini değiştiren insan olarak anılıyor. "Bizden bahsettikleri sürece ne söyledikleri önemli değil, yeter ki adımızı doğru söylesinler" derken tam da NBA'in bugünkü popülerliğine ulaşmasını hedefliyordu. Amacına da ulaştı...

Socrates Dergi