
Bir Zamanlar Amerika'da
18 dk
Bird, Magic ve Jordan'dan önce de Yeni Kıta'nın büyük basketbol yıldızları vardı. Fakat hızlı yaşam ve kötü alışkanlıklar birçoğunun mirasını lekeledi. Karanlıktan aydınlığa bir yolculuk yapalım...
NBA'in ilk yıldızları 1950'li yıllarda hızla büyümekte olan Amerikan nüfusunun dikkatini çekmeye başladı. Televizyon kültürü yeni yeni yayılıyordu ve Bob Cousy, Bill Sharman, Dolph Schayes, Bob Pettit, George Mikan, Neil Johnston gibi isimler ligin ilk süper yıldızlarıydı. O zamanın basketboluna uzunlar hükmediyordu, sayı kralları genelde pivotlar veya forvetlerdi, en iyi pivota sahip takımlar da şampiyon oluyordu. Cousy, dönemin geleceğe açılan penceresiydi. Sharman ile birlikte zamanın en korkulan guard ikilisini oluşturmuşlardı ama esasında Bob Cousy, NBA'in gelecek yıllarda nasıl oynanacağına ışık tutuyordu. Top hâkimiyeti, temposu ve şova yönelik oyun tarzı yadırgansa da Boston Celtics genelde şampiyon olduğundan bu gösterişli tarz kabul gördü ve ilerleyen yıllarda ne tür bir basketbol sunulacağının habercisi oldu.
1960'lı yıllarda 'Amerikan Rüyası' hareketlendi. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kaçak içki modası ve ticareti, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra serbest seks devrimi yaşanmıştı. 1965'te ise Vietnam'a gönderilen ilk ABD askerleriyle birlikte gençliğin giderek artan marihuana kullanımı değişimin bir kez daha habercisiydi. Belki savaş çok uzaklardaydı ama oraya gönderilecek olan gençler için durum öyle değildi. Protestolar, hükûmet karşıtı eylemler ABD'yi nesil farklılıklarından ikiye bölmeye başlamıştı. Ayrıca bir önceki dönemde lüks sayılabilecek birçok şey, artık yavaş yavaş her eve giriyordu. Halk "Param olunca alırım" mantalitesinden çıkarak krediyle tanıştı. Birçok evde artık televizyon vardı lakin önceleri müzik ve eğlence programları, spor programları ve maçlara tercih ediliyordu.
NBA açısından da değişim başlamıştı. Lig yine Bill Russell, Wilt Chamberlain, Willis Reed, Nate Thurmond, Walt Bellamy gibi pivotların ligiydi ancak bir önceki modellere göre uzunlar daha atletik, hareketli ve hızlıydı. Bunun yanı sıra Cousy'nin ışık tutma görevini 'stretch' dört numara olarak Jerry Lucas, hava harekâtları olarak Elgin Baylor, çok yönlü oyuncu olarak Oscar Robertson ve skorer oyun kurucu olarak Jerry West üstlenmişti. Ülkenin gençleri otoriteye karşı giderek isyankâr bir tavır sergilemeye başlarken, marihuana ve bazı diğer uyuşturucular özellikle kolejde (NCAA) oynayan sporcular tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Bu da maalesef bizleri nasıl bir NBA beklediğinin diğer bir belirtisiydi.
Yeni Kıta, hızlı değişimin bedelini 1970'lerde ödedi. Her şey çok hızlı değiştiğinden özellikle finansal sıkıntılar ve siyasi karışıklıklar baş gösterdi. Amerikan Rüyası steps yapmıştı. NBA için de durum farklı değildi. 1967 yılında kurulan ABA (Amerikan Basketbol Birliği), 1976'ya kadar düşe kalka hayatta kalmayı başarırken, oyuncular açısından da bulunmaz bir nimetti. Daha önce oyuncuların kazandığı para yılda ortalama 35 bin dolarken birden 180 bine fırladı. Kulüplerin değeri yüzde 600 arttı. Vietnam protestolarıyla Amerikan Rüyası'nı dumanlı havalara taşıyan marihuana kullanımı yerini korurken, gelirleri artan basketbol yıldızlarının önemli bir bölümü kokain gibi daha pahalı ve güçlü uyuşturucularla tanıştı. Hayat da hızlanıyordu, oyun da... ABA sayesinde oyuncuların para kazanmaları için yeni fırsatlar doğarken, ABA'in finansal açıdan ayakta durabilen sağlam takımları beyaz bayrağı çekip NBA'e katıldığında hiç çaktırmadan para kazanmanın oyunu oynamanın önüne geçtiği fark edilmemişti. Yeni NBA ciddi bir imaj sıkıntısı yaşıyordu, o kadar ki 1978 ve 1979 NBA finalleri banttan verilmişti. 1979'da NBA, oyunun seyrini değiştiren üç sayı atışını ekledi. Bob Dylan'ın altmışlarda niye The Times They Are a-Changin' diye bas bas bağırdığını ligin kavraması biraz zaman almıştı ve NBA de bunun bedelini ödedi. Üç sayı kuralı bir can simidiydi.

Kötü alışkanlıkların kurbanı olan Marc Smith, üniversitede benzetildiği Magic Johnson'a rakip de olmuştu.
O yıllar için oynanan basketboldan ziyade sporcuların görünümleri, hayat tarzları, inançları ve görüşleri gelecek yıllara ışık tuttu. 'Shaft' Walt Frazier, Easy Rider filmindeki Captain America karakterini andıran Pete Maravich, Jeff The Dude Lebowski'ye benzeyen Bill Walton, Mod Squad'ın Lincoln Hayes'i gibi duran Julius Erving'in başını çektiği isimler sadece basketbolcu değil, aynı zamanda birer film yıldızı gibiydiler. Spor kültürü ve sanayisi patlamak üzereydi fakat NBA'in seyircilerin gözündeki imajını tam olarak değiştirmesi için birden fazla mucizeye ihtiyacı vardı. Zaten Amerikan Futbolu ve beyzbol gibi gerçek iki Amerikan sporu hep lüks arabanın ön koltuklarında oturuyordu, basketbol arka koltuğa mahkûmdu ama bu imaj ile araba hareket hâlindeyken dışarı atılabilirdi. Marihuanayı bir şekilde kabullenen izleyici, kokain kullanmaya başlayan ve özellikle de orta sınıfın gözünde gereğinden fazla para kazanan siyahi oyuncuların ağırlıklı olduğu ligi silmek üzereydi.
1980'lere girerken mucizeler ardı ardına gelmeye başladı. Ülkenin orta batısını temsil eden beyaz tenli Larry Bird ile görüntüsü ve yaklaşımı güler yüzlü beyazlara tehdit oluşturmayan siyahileri temsilen Magic Johnson aynı anda lige girdiler. Hollywood böyle iki kahraman karakter yazsa inandırıcı olmayabilirdi. Ama mucizeler bitmemişti, birkaç yıl sonra yine güler yüzlü, başka bir siyahi kısa Isiah Thomas bu ikiliye katıldı. En büyük mucize, yine güler yüzlü siyahi Michael Jordan lige katıldığında gerçekleşti. Jordan'la paralel olarak iki isim daha sahne alıyordu. NBA'in yeni başkanı David Stern ve Jordan'ın menajeri David Falk. Artık basketbolun önünde durmak mümkün değildi. Kazançlar hızla artacak, büyük oyuncular reklam yıldızları olacak, sponsorluklar havada uçacak ve NBA oyuncusu olabilmek sadece ABD'de değil, tüm dünyada genç çocukların rüyası hâline gelecekti. Jordan ve Stern'ün NBA'e adım attığı 1984-1985 sezonunda oyuncu başına ortalama kontrat 370 bin doları geçmişti. Bachman Turner Overdrive, hit şarkısı You Ain't Seen Nothing Yet'i (Henüz Hiçbir Şey Görmediniz) belki 1974'te çıkarmıştı ancak bu, NBA için 1985'ten başlayarak geçerli olacaktı. Oyuncu kazançlarındaki Stern ve Jordan enjeksiyonu, beraberinde başka bir problemi getirecekti. Geçmişe göre çok daha paralı hâle gelen NBA oyuncularının ufak da olsa bir parçasını artık herkes isteyecekti. Uyuşturucu ve alkol kullanımının önemli bir parçası olduğu eğlenceli, hızlı ve çekici sosyal hayat maalesef oyuncular için en büyük rakip olacaktı.
1980 öncesi ligde uyuşturucu tüketiminin kurbanları yok muydu? Tabii ki vardı. Aklıma gelen ilk isim Marvin 'Bad News' Barnes. Hayır demesini bilmeyen -özellikle de parti davetlerine- esrarengiz, bulmaca gibi bir süper yetenekti. Zaten lakabından da belli oluyor. Onun iyi günlerini yakından izleyen bazılarına göre basketbol tarihinin en yetenekli 5-10 oyuncusundan biriydi. Providence'ı NCAA'de Final Four'a taşıdıktan sonra St. Louis Spirits ile anlaşan Barnes için beklentiler sepettopunun Muhammed Ali'si olması yönündeyken o ise kariyerinin sonlarına doğru üç sezonda dört farklı forma giydi. Hatta bunlardan biri olan Boston Celtics forması üstündeyken, yedekler bankında kokain çekecek duruma gelen bir hayatı vardı. Ali gibi büyük konuşurdu, Ali gibi rakipleri için şiir yazardı, kariyerinin ilk yıllarında da Ali gibi söylediğini yapardı. Erving'e karşı özel bir hayranlığı vardı, ona yazdığı "There was once a doctor named Erving/Whose slam dunks were so unnerving (Bir zamanlar Erving adında bir doktor vardı/Uçan smaçları, çok sinir bozucuydu) hâlâ akıllarda. Bu arada play-off'ta Erving'in takımıyla eşleştiği ilk sezonda ilk iki maçta 41 ve 37 sayı atmıştı. Erving'e karşı oynadığı hiçbir play-off serisinde sayı ortalaması 30'un altına düşmedi. Kimseyi kıramayan iyi bir insandı ama çocukluğundan beri çevresinin de etkisinden dolayı hep bir gangster olmak istediğini söylerdi. Uyuşturucu kullanarak da bu hayalini gerçekleştirdiğini eklerdi.
Verdiği bir röportajda "Genç öleceğim, hızlı yaşayacağım, hızlı öleceğim ama hayattayken de istediğim gibi eğlenceli yaşayacağım" demişti. Kariyeri inişteyken gazeteci Bill Reynolds'a yolculuk sırasında "Kokain beyin hücrelerini öldürüyormuş. Sence doğru mu?" diye sormuştu. Reynolds da "Öyle diyorlar Marvin" diye cevap verince "O zaman ben çekmeye başlamadan önce müthiş bir dâhi olmalıydım" demişti. 62 yaşında, sanıyorum o da hayatı dibe vurduktan sonra uzun süre tedavi görüp uyuşturucuyu bıraktığından dolayı, vefat etti. Bazı organların iflas etmişti...
Ama Barnes yine de şanslıydı. Dönemin kurbanlarından biri de Marc Smith'ti. 1977, Illinois Üniversitesi için önemli bir yıldır. Illinois, Chicago Westinghouse Lisesi'nden Eddie Johnson ve Indiana Üniversitesi'nden transfer olan Derek Holcomb ile önemli iki oyuncu kazanmıştı. Okul tekrar eski günlerine dönmeyi hedefliyordu ve bunun için de Chicago'da mutlaka iyi bir imajın olması şarttı. Johnson bu nedenle önemliydi, üstelik bir yıl sonra da aynı Westinghouse takımından dostu Mark Aguirre da liseyi bitiriyordu. En başta o sezon Chicago'lu olduğundan dolayı Johnson herkesin kalbinde önemli bir yer edinmişti. Ama bir noktadan sonra Smith çok daha fazla parlamıştı. Smith'in bu çıkışı Johnson'ın dakikalarını olumsuz etkilerken, aynı zamanda da Aguirre'ın Illinois yerine, DePaul Üniversitesi'ni tercih etmesine neden oldu.
Ama Marc Smith özeldi. Johnson da bunun farkındaydı. 2.03 metre boyu, bir oyun kurucu gibi sahayı görebilmesi, hem yüzü dönük hem sırtı dönük oynayabilmesi, ribaundlarda etkili olması ve aldığı savunma ribaundlarıyla hücumu başlatabilmesi, en önemlisi de kendi istatistiklerine hiç önem vermeyip takımı düşünmesiyle taraftarın gözbebeği oldu. Kısaca özetlemem gerekirse, Marc Smith potansiyel olarak Magic Johnson bonusuydu! Aynı okulda okurken Smith'e ilk rastladığımda bir partideydi, şok oldum. Herhangi bir problem veya sıkıntı yaratmıyordu ama uçuyordu.
Ciddi dozda uyuşturucu kullanmıştı; gözlerime inanamamıştım. Zaten sonra kariyerinin gidişatı o belaya esir olduğunu göstermişti. Eddie Johnson çok çalışarak kendini NBA'de uzun yıllar oynayabilecek seviyeye getirdi. Smith ise uyuşturucu bataklığına gitgide daha fazla saplandı. O kadar büyük oyuncuydu ki bunca probleme rağmen Illinois kariyer sayı sıralamasında hâlen dördüncü sırada. Atmaya çok meraklı olmadığını da düşünürsek bu, yeteneğinin ne seviyelerde olduğunun en belirgin göstergelerinden. Illinois tarihinde kariyer olarak sayı, ribaund ve asistte hâlen ilk onda yer alan ve triple-double yapan tek oyuncu o.

David Stern
Ve dedim ya, Bad News kadar şanslı değildi, 41 yaşında böbrek, karaciğer ve kalp yetersizliğinden vefat etti. NBA'de 17 sezon oynayan, kariyerini 16 sayı, 4 ribaund ve 2.1 asist ortalamalarıyla tamamlayan, 1988-1989 sezonunun en iyi altıncı adamı seçilen Johnson, takım arkadaşının ölüm haberinin ardından şunları söylemişti: "Marc benden çok daha iyi ve yetenekli oyuncuydu. Nerden bakarsanız bakın, en az 12-13 sezonluk üst seviye bir NBA kariyeri olmalıydı. Çok iyi bir insandı. Ama etrafını iyi insanlarla donatmayı başaramadı. Kaç kere ona söyledim, bırak şu illeti, çok büyük oyuncu olacaksın diye. Ama dinlemedi. Ben çok çalışarak buralara geldim. O benim kadar çalışsaydı çok daha ilerilere giderdi."
1980 kapıyı çaldığında Bernard King gibi bir süper yıldız, cinsel tacizden ve kokain bulundurmaktan tutuklandı. Terry Furlow, kokainin etkisi altında araba kullanırken geçirdiği kazada hayatını kaybetti. Eddie Johnson (bizim okuldan olan değil, Auburn Üniversitesi'nden olan) kokain ve alkol alıp, tehlikeli bir şekilde araba kullanırken tutuklandı. O tutuklama belki de sonunun Furlow gibi olmasını engelledi. Üstelik bazı oyuncular sadece kokain ile yetinmeyip, onun çok daha tehlikeli bir benzeri olan 'free base' denemelerine başlamıştı. Açıkçası lig ve takım yetkilileri uyuşturucu problemi olan bir oyuncuyla ne yapacaklarını çözemiyorlardı. John Lucas, 1976 Draft'ında ilk sıradan seçildi. Gerçek bir oyun kurucuydu; double-double ortalama yaptığı bir sezonu var, iki kez de kıl payı kaçırdığı... 14 sezonluk NBA kariyerinde sekiz kez forma değiştirdi. Hiçbir takımı onu sezon ortasında takas etmedi. Ondan memnundular fakat onunla ne yapacaklarını da bilemiyorlardı.
Maalesef seksenler, NBA'in belki de en trajik yıllarıdır. Marihuana, kokain hatta daha az da olsa eroin kullanımı birçok yeteneği yedi bitirdi. Bazılarının da olabileceğinin çok altında kalmasını sağladı. Durum o kadar kritik ve alarm verici bir hâl almıştı ki 1986 NBA Draft'ı tarihe 'Kokain Draft'ı' olarak geçti. İkinci sıradan seçilen ve Michael Jordan'a en büyük rakip olarak gösterilen Len Bias, henüz bir maçta bile forma giymeden, draft kutlamaları sırasında kokainden hayatını kaybetti. Üçüncü ve altıncı sıradan seçilen iki olağanüstü yetenekli uzun Chris Washburn ve William Bedford, NBA'de toplam sekiz sezon tutunabildiler. Kokain ilerleyen yıllarda Washburn'ü sokakta, Bedford'ı ise hapishanede yaşamaya mahkûm etti. Bedford'ın hemen ardından seçilen Roy Tarpley ile ilgili uyuşturucu söylentileri de duyulmaya başlamıştı.
Yoksa ilk sırada Brad Daugherty değil, Tarpley seçilebilirdi. Stern fazla zaman harcamadan, hemen uyuşturucu kullanımı ile ilgili çok ağır cezalar koydu. Michael Ray Richardson önemli bir fire oldu. Zaten NBA'e bir daha da dönmedi. Bir yıl sonra Mitchell Wiggins ve Lewis Lloyd enselendi ve ihraç edildi. İki yıl ligden men cezası yedikten sonra ikisi de 1989-90 sezonunda oynadılar ama sezon sonunda da basketbolu bıraktılar. Roy Tarpley de 1990 yılında ihraç edildi. Avrupa'da oynadıktan sonra 1994'te tekrar NBA'e döndü ama o da bıraktı.
Spencer Haywood, Shawn Kemp, Walter Davis gibi yıldızlar kokain hayatlarına girmeseydi ne boyutta oyuncu olurlardı diye merak etmemek mümkün değil. Ama bu tür oyuncular arasında en üzüldüğüm David Thompson'dır. Thompson, belki de Michael Jordan'dan önce 'Majesteleri' olma şansına en fazla sahip olan isimdi. Boyu sadece 1.93'tü ama durduğu yerden 112 santim sıçrardı. Zaten lakabı da 'Skywalker'dı, yani 'Uzayda Yürüyen'di. Ama şut atabilir, teke teki süper oynardı. Yüzü dönük, sırtı dönük oyunuyla içeride ve dışarıda her şekilde oynayabilirdi. UCLA'in efsane koçu John Wooden'ın en iyi takımı olarak gösterilen 1974 kadrosunu Final Four'da adeta tek başına elemişti. Özellikle de NCAA tarihinin en unutulmaz blokları arasında yer alan bloğu yiyen Bill Walton yıllar sonra kendisine sorulduğunda "Jordan, Kobe Bryant, Tracy McGrady ve LeBron James'i alıp birleştirirseniz işte o Thompson olurdu" demişti. Tabii kokain olmasaydı ve Thompson sadece basketbola konsantre olabilseydi...
Bill Walton iddialı yorumlar yapmayı sever ama onun bu görüşünün tamamen de abartı olmadığını destekleyen faktörler var. Mesela Thompson, NBA tarihinde bir maçta 70 sayıyı aşan beş oyuncudan birisi. 73 sayı ile tamamladığı maçın ilk yarısında 51 sayı atmış ve maçın ikinci yarısının önemli bir bölümünü de kenarda geçirmişti. Kokain bağımlılığına rağmen oynadığı dokuz sezonda beş kez All-Star oldu. Play-off ortalamaları 22.9 sayı, 4.3 ribaunt, 3.7 asist ve 0.9 top çalmaydı. Thompson her şeye rağmen, eğlenmeye gittiği efsane disko Studio 54'te kokainin de etkisiyle merdivenden düşüp dizini mahvetmeseydi yine oynamaya devam ederdi. O sakatlıktan geri dönmeye çalıştı, 19 maç kendini test etti ama sonunda basketbolu bıraktığını açıkladı. 1996 yılında ise Şöhretler Müzesi'ne seçildi. 2009'da Michael Jordan, Şöhretler Müzesi'ne seçilince kendisini tanıtmak için kimi seçti dersiniz? David Thompson'ı... Haklı olarak adı Jordan, Kobe, LeBron, Oscar, Magic, Bird, Isiah gibi isimlerle anılmıyor ama kokaine bulaşmamış bir Thompson o listenin tam ortasında olurdu.
Stern'ün vizyonu, uyuşturucuya karşı tutumu, Falk-Jordan işbirliğinin adeta büyük bir holding hâline gelmesinin yıldızlar için örnek oluşturmasıyla yeni jenerasyon daha profesyonel oldu. Artık belli seviyenin üstündeki tüm sporcular yaşam koçu, özel antrenör, psikolog, beslenme uzmanı gibi danışmanlarla çalışan birer firmaya dönüştü. Şimdilerde NBA'de uyuşturucu kullanılmıyor demek elbette enayilik olur. Tabii ki kullanılıyor. ABD'de marihuanaya yaklaşım, tıbbi artıları da olduğu ispat edilince, otuz yıl öncesine göre epey değişti. Bunun da katkısı vardır ama ligde paralar inanılmaz bir hızla büyürken 1990'lar ve sonrasında uyuşturucunun yok ettiği oyuncu sayısı oldukça sınırlı. Tabii ki ders almayan, geçmişteki örnekleri görmezlikten gelen oyuncular hâlen çıkıyor. Ama NBA'in geldiği noktada yeniden bir 'Kokain Draft'ı göreceğimizi sanmıyorum. Umarım David Thompson, Marvin 'Bad News' Barnes veya Shawn Kemp örnekleri de artık daha farklı yollara sapar. Zira bunlar çok özel yetenekler ve onlar gibilere basketbolun çok ihtiyacı var.