"Bir zamanlar keman çalardım!"

10 dk

1950'lere girildiğinde milli takım, tıpkı dönemin İstanbul'u gibi çok kültürlü ve ahenkli bir yapıya sahipti. Ülke futbol tarihinin ilk Dünya Kupası macerasında o neslin imzası vardı. Rober Eryol da o renklerden biriydi...

"... Aralarında bir tanesi esmer, küçücük, çelimsiz bir yavrucaktı. Başını omuzlarının arasına kıstırıp bir koşması, ayağındaki topla kalabalıktan bir sıyrılışı vardı ki hayran oldum..."

Woody Allen'a sormuşlar:

— Hangi devirde yaşamak isterdiniz? Sinemanın dâhi çocuğu hiç düşünmeden yanıtlamış:

— 1800'lerin sonunda Paris'te veya 1950'lerde New York'ta!

Bu satırların yazarı, Allen'a naçizane bir ilavede bulunmak istiyor: 1950'lerin başındaki İstanbul'da...

İki kıtanın birleştiği, tarihinde hiçbir vakit fakir düşmemiş, her gün mavinin ayrı bir tonunda aktığı muazzam boğazına inen daracık sokakları, harikulade mimarisi, eğitimli ve kozmopolit nüfusu ile ellili yılların İstanbul'u gerçekten de yaşanacak şehirmiş.

Bu harika kent -ellili yılların hemen başında- Levanten nüfusu, gayrimüslim sakinleri, yabancı erkânı, sahibi olduğu münhasır kültür mozaiği, rafine yaşam tarzı ile dünyadaki anlı şanlı şehirlere çapkınca göz kırpıyordu.

Kültür ve sanatın öne çıkan unsurları; edebiyat, müzik ve tiyatro gibi ustalık isteyen performansların en iyi şekilde icra edildiği İstanbul, aynı zamanda kendisine miras kalmış coğrafyanın hemen her köşesinden gelip şehre yerleşmiş aşçıların elinden çıkmış lezzetli mutfağı, usta zanaatkârların göz nuru, el emeği -ince işi- sanatları, kendine özgü mistik gece hayatı ile âdeta bir masal diyarını andırıyordu.

Yine o devirdedir ki, gerek İstanbul'un artık ellili yaşlarına gelmek üzere olan üç kadim kulübü gerekse çoğunluğu İstanbul'da oynayan futbolculardan seçilen milli takım bu kozmopolit zenginlikten nasibini alıyordu. Belki de tüm zamanların en kuvvetli milli takımları, 'muhtelitleri' ellili senelerde kurulmuştu. Kadrolarında sadece Türk yıldızları değil aynı zamanda devrin kalburüstü gayrimüslim futbolcularını da barındırıyorlardı.

İlk gayrimüslim milli futbolcu 23 Nisan 1948 tarihinde Yunanistan'ı Atina'da 3-1 mağlup eden kadroda yer alan ve bir de gol atan Fenerbahçe'nin İstanbullu Rum yıldızı Lefteris Andonyadis'ti (Lefter Küçükandonyadis). Aynı futbolcu toplamda 46 defa A Milli Takım formasını giyerek kendi devri için çok büyük bir başarının altına imzasını atmıştı. Ne garip ve acıdır ki; maçı izleyen Yunan taraftarlar tarafından "Türk Tohumu" sıfatı ile yaftalanmış, bu galibiyetten sadece yedi sene sonra tertiplenen 6-7 Eylül Olayları'nda ise bozguncuların elinden canını son anda kurtarabilmişti.

Lefter Küçükandonyadis

Lefter Küçükandonyadis

Milli formayı giyen diğer Rum futbolcular arasında Beykoz Kulübü'nden Rum Aleko Yordan, İstanbulsporlu Kostas Kasapoğlu, Beşiktaşlı Nikos Kovis, Ermeni futbolcular arasında ise Vefalı Garbis İstanbulyan ile modern devirde Fenerbahçe altyapısında yetişmiş Can Arat sayılabilir. Milli takım formasını terleten yegâne Yahudi futbolcu ise Robert İshak Serf Eryol veya futbol âleminde bilinen adı ile Rober Eryol'du.

21 Aralık 1929* tarihinde Leh Yahudisi bir ailenin çocuğu olarak Mersin'de dünyaya gelen Robert Eryol, ilk mektep tahsilini Mersin'de yaptı. Ailesinin 1938 senesinde İstanbul'a yerleşmesi nedeniyle ortaöğrenimini Saint Joseph Lisesi'nde tamamladı. Futbol oynamaya bu tarihi mektebin bahçesinde başlayan Rober, aynı senelerde Taksim Talimhane'de mahalle arkadaşları ile birlikte Sarı Yıldız adında bir futbol kulübü kurdu. Takımda, Galatasaray'ın genç kalecisi Turgay Şeren santrfor, Vefalı orta saha oyuncusu Şükrü Demircioğlu ise kalede oynuyordu. Rober, Sarı Yıldız'da top koştururken 1947 senesinde Galatasaraylı 'Zengeller' Bülend Bey** tarafından keşfedilerek Sarı-Kırmızılı kulübe kazandırıldı. Henüz 16-17 yaşında olan yetenekli oyuncuyu Bülend Bey şöyle tarif ediyor:***

"... Aralarında bir tanesi esmer, küçücük, çelimsiz bir yavrucaktı. Başını omuzlarının arasına kıstırıp bir koşması, ayağındaki topla kalabalıktan bir sıyrılışı vardı ki hayran oldum..."

'Zengeller' tarafından Galatasaray'a getirilen Rober, ilk birkaç sene Galatasaray'ın A takımında pek fazla oynama fırsatı bulamadı. Bununla birlikte genç takımın değişmez oyuncusuydu. Bu dönemde gayrimüslim kulüpleri Beyoğluspor ve Taksim'den ciddi teklifler aldı. Büyükbabası Çanakkale Savaşı'nda şehit düşmüş olan Rober -belki de 'azınlık' olmadığını kendine ve herkese kabul ettirmek gayesi ile- bu özel teklifleri geri çevirdi ve Sarı- Kırmızılı kulüpte sebat etmeyi tercih etti.

Sabrın ve azmin semeresi pek uzak bir mesafede değildi. Galatasaray'ın yeni antrenörü İngiliz Dougald 'Duggie' Lochhead ondaki cevheri gördü. 1951 senesi başından itibaren Galatasaray A Takımı'nda sol haf mevkiinde sürekli olarak oynamaya başladı.

Cana yakın kişiliği, eğitimi, görgüsü ve inanılmaz yeteneği ile kendisini elit Galatasaray camiasına kısa bir süre içinde kabul ettiren Eryol, 1 Kasım 1951 tarihinde Fransa B Milli Takımı ile oynanacak maçın kadrosuna seçildi. Fransa'nın Bordeaux kentinde oynanan müsabakada sahaya çıkan 11 oyuncu arasında bulunuyordu.

Rober Eryol'un yükselişi sonraki senelerde de devam etti. 1953 yılında İsviçre ile oynanan maçta ilk defa A Milli Takım'a seçilen Yahudi futbolcu, 1954 Dünya Kupası da dahil olmak üzere toplam dokuz defa A Milli Takım forması giymeyi başardı. O dönemdeki maç sıklığı düşünülürse, Rober'in hatırı sayılır bir muvaffakıyet gösterdiğini düşünmek hiç de yanlış olmaz.

Rober Eryol'un gazete ve dergilerde yayımlanan haberleri takip edilirse, sosyal bir kişilik olduğu kolaylıkla görülebilir. Sözünü -diğer gayrimüslim sporcuların aksine- çok fazla sakınmadığı, duygu ve düşüncelerini kolaylıkla ifade ettiği, rahat ve kendine güvenli bir yapısı olduğu anlaşılıyor. 1951 senesinde -sonraları başarılı bir tiyatro sanatçısı olan- Lale Pasin (Oraloğlu) ile yaptığı röportajda soruları büyük bir samimiyetle yanıtlamış. O yıllarda gazetecilik yapan ve tiyatronun tozlu sahnelerinde henüz ilk adımlarını atan Lale Hanım'a felsefi eserlerden hoşlandığını, amatör bir müzisyen olduğunu, Debussy ve Musorgski dinlediğini, Grieg'in "Dalgalar" adlı eserine ise âdeta bayıldığını söylemiş. Rober, sevgili annesi Saruna'yı maçlara getirmezmiş. Maçlarını sadece babası Leo, stadyumdan takip edebiliyormuş. Lale Hanım bunun nedenini şöyle anlatıyor:****

"... Rober annesini kat'iyyen maçlara getirmiyor. Neden diyecekseniz. Aksi tesadüf, kadıncağız ne zaman stadyuma gelse bizimkiler mağlup olmuşlar. Artık Rober'i sadece babası seyredebiliyor. Anneciği ise radyo başında heyecanla spikeri dinliyor..."

Bu röportajdan aşağı yukarı beş sene sonra Galatasaray Dergisi sahibi ve başyazarı Fahir Erdil'le yaptığı bir röportajın son kısmı ise onun özel hayatını ve zevklerini tanımamız açısından son derece önemli. Fahir Bey'in makalesinden aynen aktarırsak:*****

"... Fransız Lisesi'ni ve üniversite tahsilini ikmal eden kıymetli futbolcumuz 11 defa millî formayı giyerek Yunanistan, İtalya, İsviçre, İspanya, Fransa, Almanya, İngiltere, Portekiz, Suriye ve İsrail olmak üzere on memleket görmüştür. Rober'e bu seyahatlerde arkadaşlık edenler, onun Türkçe dışında Fransızca, İngilizce ve İspanyolcayı fevkalade bilmesi yüzünden hiç sıkıntı çekmemişlerdir.

Her futbolcu gibi o da meşin topun hayranıdır. Fakat boş kaldığı zamanlarını kitap okumakla geçirmesi, topun verdiği yorgunluğu gidermeye kâfi gelmektedir. 'Bir zamanlar keman çalardım' diyen Rober şimdi sadece dinleyiciymiş. Alafranga mı, alaturka mı sualimizi ise şöyle cevaplandırıyor:

— Alafranga ama bunun da klasik ve caz müziği ortası, anlayacağınız ne klasiğin ağırı ne de cazın gürültülüsü.

Umumi konuşmadan sual-i cevaplıya çeviriyoruz. Aklıma ne gelirse gelişigüzel soruyorum, o da tereddütsüz cevap veriyor.

— Neden esmersin?

— Mersin'de doğdum belki onun için.

— Boy ve kilon?

— Boy 1,75, kilo 75.

— Hangi yemeği sevesin?

— Patates salatası.

— Hayatta ne olmak isterdin?

— İstediğim oldu, ticaret yapıyorum.

— Futbolu ne zaman bırakacaksın?

— Bu profesyonel sırdır, söyleyemem.

— Futboldan başka yaptığın sporlar?

— Yüzer ve yürürüm.

— Neden yürürsün?

— İstanbul'da bu trafik keşmekeşinden vasıtaya binemem de ondan!

— Sinema mı, tiyatro mu?

— Sinema de.

— Kime diyeyim?

— Bu röportajı okuyacaklara...

— Oynadığın mevkiin en iyi adamı kimdir?

— Yugoslav Boskov.

— Peki, forvet oyuncularından kimleri beğenirsin?

— Fritz Walter, Uruguaylı Abadi ve meşhur Matthews.

Rober'le sizin için yaptığımız konuşma burada bitiyor. Nişanlı olan Rober'in önümüzdeki aylarda evleneceğini müjdelerken yazımıza 'Eğer oğlum olursa iyi oynaması şartıyla futbolcu yaparım' demesini de ilave edelim."

Galatasaray'ın "Son Yahudi'si" Rober Eryol'u 2000 yılında kaybettik. Futbolu bıraktıktan sonra altmışlı yılların başında İsrail'e gittiğini ve Maccabi Tel Aviv kulübünde antrenörlük yaptığını, daha sonra yurda dönerek İstanbul Maltepe'ye yerleştiğini biliyoruz. İstanbul'da yaşadığı yıllarda Galatasaray ile bağlarını koparmadığını, hatta gazetelerde seçim zamanları listelerde adının geçtiğini okuyoruz. Bununla birlikte yaşamının son kırk yılı hakkında elimizde pek fazla bilgi olmadığı da açık. Neler yaptı, neler etti; detaylarıyla bilemiyoruz.

Bugün 19 Aralık 2021. Benim doğum günüm. Rober'inkine ise daha iki gün var. Olsun varsın.

İki gün önceden ona, 'Bir zamanlar keman çalan' bu nadide futbolcuya bir doğum günü hediyesi vermek istiyor, onun için bir plak çalıyorum. Pikaba onun çok sevdiği, âdeta bayıldığı besteci Edvard Grieg'in muazzam eseri Peer Gynt süitini koydum. İnsanı derinden etkileyen bir armoni yayıldı salonun içine... Umarım dinliyordur...

*Bazı kaynaklarda gün ve ay belirtilmeden 1930 tarihi veriliyor.

**Pek çok aramaya rağmen, -Macarların ünlü forveti Gyula Zsengeller'e benzetildiğinden olsa gerek- bu futbolcunun adını lakap olarak alan Galatasaraylı Bülend Bey'i tespit edemedim. Aynı dönemde Galatasaray'da forma giyen ve tıpkı Macar meslektaşı gibi açık oynayan Bülend Varol olması kuvvetle muhtemel

***Alp Kun, Galatasaray, 9 Temmuz 1951, Sayı:17, s.2.

****Lale Pasin, Galatasaray, 9 Temmuz 1951, Sayı:17, s.4-5.

*****Fahir Erdil, Galatasaray, 4 Haziran 1956, Sayı:114, s.2.

Socrates Dergi