Sensiz Olmaz

13 dk

Bazı yönetmenlerin özel oyuncuları vardır, onlardan ayrılmazlar. Hollywood'da John Ford - John Wayne, Yeşilçam'da Yavuz Turgul - Şener Şen, yeşil sahalarda ise Ziya Doğan - Ayman ve diğerleri… Birbirleri olmadan eksik kalan teknik direktör ve futbolcuları hatırlıyoruz.

Eminim ki Almancada bu duygunun sekiz sözcüğün birleşiminden oluşan tek kelimelik bir açıklaması vardır: Yeni bir şey yapmakta, yeni bir şeye başlamakta, yeni bir şeyi öğrenmeye kalkışmakta zorlanıyorum. Eskiden böyle değildi; uzun yıllar bir şeyler aradım, araştırdım, keşfettim, öğrendim, dönem dönem değiştim. Bir noktada hayat yormaya başladı, ondan beri daha çok güvenli sularda yüzmek istiyorum. Maceradansa sükûneti, sürprizdense rutini tercih ediyorum. Köreltici mi? Abarttığımda; evet, biraz. Ama faydaları da yok değil. Fazla dağılmıyorum, yanlış tercihlerle vakit kaybetmiyorum, hesabımı biliyorum, düzenimi bozmuyorum. Kaybettiğim fırsatları, elimdekileri iyi değerlendirerek dengelemeye çalışıyorum. Hepsinin temeli bu zaten; denge. Kendi çizdiğim bir çemberin çapında oradan oraya gidiyorum, çemberi genişletirsem tüm denge bozulacak ve düşecekmişim gibi hissediyorum. Düşmemek için de çok sebebim var.

Ziya Hoca'nın da öyleydi. Uzun yıllar Serpil Hamdi Tüzün ile çalıştıktan sonra Adnan Dinçer, Leo Beenhakker, Herbert Neumann, Saffet Susic, Nevio Scala, Christoph Daum gibi isimlerin yanında stajını yapmış, 2001-02 sezonunun yedinci haftasında, henüz puanı olmayan Malatyaspor'un başına geçmişti. Düşmemeliydi ve düşmedi. Sonraki sezona girerken, Kocaelisporlu Ayman Abdelaziz'i takımına kattı ve ligi beşinci bitirerek Malatyaspor'u UEFA Kupası'na taşıdı. Bu başarı, ona Trabzonspor'un kapılarını açtı. 2003-04 sezonunun 20. haftasında, zirvenin 12 puan gerisindeki Karadeniz ekibinin başına geçtikten sonra 33'üncü haftadaki Galatasaray mağlubiyetine dek 12 galibiyet, 1 beraberlikle, kafa kafaya şampiyonluk mücadelesi verdi. Türkiye Kupası'nı kazandı. Yeni sezonda yine Ayman'ı istedi. Kulüpler anlaşsa da yabancı kontenjanını boşaltamayan Trabzonspor, transferi ocak ayına ertelemek durumunda kaldı. 14. haftada istifa eden Ziya Doğan'ın kulüpteki ömrü ise Ayman'ı bordo-mavi formayla görmeye yetmedi…

Ocak ayında ne oldu dersiniz? Devreyi düşme hattının biraz üzerinde bitiren Gençlerbirliği'ne imza atan Ziya Doğan, ilk iş olarak 500 bin dolarlık bir transfer bütçesi istedi ve bu bütçenin tamamını Ayman'ı transfer etmekte kullandı. İlk üç maçlık periyodu 1 puanla geçtikten sonra sadece Fenerbahçe'ye -onu da son dakika golüylekaybetti, ligi beşinci bitirdi. Trabzonspor'da buluşamayan ikili Gençlerbirliği'nde kavuşmuş ve büyük başarı yakalamıştı. 2006-07 sezonuna kötü başlayan takımda Sebastiao Lazaroni gönderilip yerine Ziya Doğan getirilince, Ayman'ı da bir şeyler ülkenin kuzeyine doğru çekmeye başladı. Bu sefer ocak ayında nihayet bir araya geldiler ve ilk yarıyı 13'üncü tamamlayan Trabzonspor, ikinci yarının en çok puan toplayan takımı oldu.

Trabzonspor'dan sonra 1,5 yıl inzivaya çekilen Doğan'ın bir sonraki durağı Diyarbakır olmuş, bu sırada ülkesine dönmüş olan Ayman'ı da elbette yanına çağırmıştı. İkili bu defa başka bir coğrafyada bir araya gelmişti fakat işler yolunda gitmedi. Şubat ayında Doğan, takımı düşme hattının 1 puan üzerindeyken yönetimle konuşarak görevi bıraktı. Kısa bir süre sonra da Ayman'ın sözleşmesi feshedildi. Kalan 11 maçın 10'unu kaybeden Diyarbakırspor, Süper Lig'e bir daha dönemedi. Ziya Doğan ise bir alt ligdeki Konyaspor'un başına geçti ve YeşilBeyazlı ekibi Süper Lig'e çıkardı. Yeni sezon için kancayı takacağı ilk oyuncu şaşırtıcı değildi. Şaşırtıcı olan, sonrasında yaşananlardı. Telefonu çaldığında Dubai'de bir takımla anlaşmak üzere olan Ayman hemen uçağa atlayıp gelmiş, pazarlık bile yapmadan imzayı atmıştı. Ancak medyada sürekli "Üç ön libero oynatıyor" sözleriyle eleştirilen Doğan'ın bir kez daha Ayman'ı transfer etmesi, şehrin tepkisine yol açmıştı. Ayman, aldığı 100 bin dolarlık peşinatı bankaya geri yatırdı, kendi cebinden aldığı uçak biletiyle şehirden ayrıldı ve Ziya Doğan-Ayman ortaklığından geriye şu sözler kaldı:

"Hocamı çok seviyorum ama bizi rahat bırakmıyorlar. Lig başlıyor, tribünler benim hatalı pas atmamı bekleyecek. Sahada rahat oynayamayınca o kötü insanların dediği olacak. Hem hocama hem takıma zarar vermiş olacağım. Hocamın başarılı olmasını çok istiyorum ve bunun için yapmam gereken fedakârlığı yapıyor, gidiyorum."

Varlığı Bir Dert, Yokluğu Yara

Yıllar geçti. Hâlâ Ziya Doğan denince Ayman, Ayman denince Ziya Doğan akla geliyor. Pek çok kişi bu durumla dalga geçiyor. Her konuda olduğu gibi komplo teorisyenleri de mevcut. Ancak dünyada bu tür ortaklığın tek örneği bu ikili değil. 1990'lı ve 2000'li yıllarda Fabio Capello'nun Emerson ile dünya futbolunun zirvesinde kurduğu ortaklık halen akıllarda. Brezilyalı, Capello'nun peşinden Roma, Juventus ve Real Madrid'e giderken üç dev kulüpte de şampiyonluk sevinci yaşadı. Gerçi Juventus'la kazandıkları şike gerekçesiyle geri alındı ama olsun, o sevinci yaşadı. İtalyan teknik direktörün yanında taşıdığı tek oyuncu o değildi üstelik. Christian Panucci de bu yolda kendine kusursuz bir kariyer inşa etti. Milan, Real Madrid ve Roma'da büyük başarılar kazanan sağ bek, futbolu bıraktıktan sonra da hocasından ayrılmadı ve ilk antrenörlük deneyimini Rusya Milli Takımı'nın başındaki Capello'nun yanında yaptı. Yapmasa bugün hâlâ devam eden bir dostlukları olabilirdi zira burada aralarına para girdi, tatsız ayrıldılar.

Fabio Capello ve Emerson

Fabio Capello ve Emerson

Sadık öğrencisini teknik ekibe dahil eden de sadece Capello değil. Daha yakın bir örnek; Ümit Davala ve Fatih Terim. İkili, ilk olarak milli takımda buluştular. O sezon sonunda Galatasaray'ın başına geçince İstanbulsporlu futbolcuyu transfer eden Terim, onu Milan'a da çağırmakla kalmadı, dönüşte de yanında getirdi. 2008'de milli takımın başındayken ümit milli takımı emanet ettiği, Galatasaray'daki üçüncü ve dördüncü dönemlerinde yardımcılık görevini verdiği isim de yine Davala'ydı.

Yakından tanıdığımız bir başka hoca-oyuncu ortaklığı, Dick Advocaat ile Jeremain Lens arasında. İkili, tam beş takımda birlikte çalıştı. AZ Alkmaar ve PSV'de Advocaat, öğrencisinin yanına gitti. Keza Hollanda'nın başına geçtiğinde de Lens zaten milli takım havuzunun içindeydi. Ancak Sunderland ve Fenerbahçe dönemlerinde transferini bizzat gerçekleştirdi. Lens de kariyerinin en faydalı, en skorer performanslarını Advocaat yönetiminde sergiledi. Terim'in Davala'yı kullandığı gibi Advocaat da Lens'i joker olarak kullandı ve ondan verim aldı.

Bambaşka Biri

Bazı teknik direktörlerin idealinde bir golcü tipi var, bu bir oyuncu üzerinde somutlaşıyor ve hep o oyuncuyu istiyor. Ronald Koeman için bu isim Graziano Pelle. Onların yolu da ilk olarak AZ Alkmaar'da kesişiyor. Koeman'ın buradaki macerası kısa sürüyor, Pelle de etkili olamıyor. Fakat Koeman onda bir şey görüyor ki üç yıl sonra Feyenoord'a transfer ediyor. İşte Pelle, o vakit kendini buluyor. İki yılda attığı 55 golle isim yapıyor, İtalya Milli Takımı'na kadar yükseliyor. Feyenoord'dan Premier Lig ekibi Southampton'a yol alan Koeman, ideal santrforunu da Ada'ya davet etmekte gecikmiyor ve Pelle orada da gollerine devam ediyor. Ta ki Çin'den büyük bir teklif alana kadar…

Çin'de buluşan da var: Rafael Benitez ve Salomon Rondon. Newcastle United'da birlikte çalışan ikiliden Benitez, kulüp başkanı Mike Ashley ile anlaşmazlığa düşünce görevinden ayrıldı ve soluğu Uzakdoğu'da aldı. İlk icraatı da golcüsü Salomon Rondon'un 16,5 milyon sterlinlik serbest kalma bedelini ödetmek oldu. Sonra yine birlikte İngiltere'ye döndüler. Bu defa Everton'ın başarısı için çalışacaklar fakat sadece 6 puan alabildikleri 13 maçlık periyot onlar için yolun sonu anlamına gelecekti.

Everton demişken, Carlo Ancelotti ve James Rodriguez'e de değinmek gerek. 2014 Dünya Kupası'nda hepimiz gibi Carlo da James'e vurulmuştu. Onu Real Madrid'e aldırdı ve Kolombiyalı iyi bir ilk sezon geçirdi. Ne var ki İtalyan teknik adam görevden ayrılınca James de durdu. Madrid'de giderek parıltısını kaybederken, Bayern Münih'teki eski hocasından aldığı kiralama teklifiyle rotasını değiştirdi. 2,5 ay sonra şok bir kararla Ancelotti kovuldu ama Carlo'nun James sevdası dinmedi. Napoli'deki mesaisinde sık sık James Rodriguez transferi gündeme geldi. Hatta imzaya çok yaklaşıldığı haberleri dahi çıktı ama olmadı. Ne Kolombiyalı, Napoli'ye geldi ne de Carlo'nun Güney İtalya günleri uzun sürdü. Aralık 2019'da Everton'ın başına geçtiği an James Rodriguez söylentileri yine başladı. Yazın da nihayet gerçeğe döndü. James ve Everton sezona olağanüstü başladılar, sakatlıkların da etkisiyle devamı gelmedi. Ancelotti Real'e geri dönünce öğrencisi de takımdan ayrıldı.

Maurizio Sarri ile Gonzalo Higuain'in hikâyesi de benzer. 2015'te Sarri'nin Napoli'nin başına geçmesiyle kariyerinin en golcü sezonunu geçiren ve oyununa yeni soslar katan Arjantinli, sezon sonunda 90 milyon euro'luk bonservis bedeli karşılığında Juventus'un yolunu tuttu. İki yıl sonra Cristiano Ronaldo transferinin ardından Milan'a kiralanan oyuncu, Sarri'nin bu defa onu Chelsea'ye çağırmasıyla ayrılmak istediğini açıkladı ve devre arasında Londra yollarına düştü. UEFA Avrupa Ligi'nde şampiyon oldularsa da Higuain eski günlerindeki kadar etkili değildi. Fakat Sarri ona güvenmeye, hayat da onları buluşturmaya devam edecekti. Yarım sezonluk kiralık kontratı bitip Juve'ye döndüğünde, Agnelli de takımı Sarri'ye emanet etmeye karar vermişti. Higuain'in kiralanmaya devam etmeyeceği aşikârdı. Bolca da şans buldu fakat hiçbir şey eskisi gibi değildi…

Eski Dostlar

Golcülerini eski öğrencilerinden seçen teknik adamlardan bolca bahsettik. Tüm hücum hattını bu şekilde kuran birine ne dersiniz? İngiliz futbolunun nevi şahsına münhasır menajerlerinden Harry Redknapp, 2009-10 sezonunda ileri ikiliyi Peter Crouch ve Jermain Defoe'dan oluşturup arkalarına da Niko Kranjcar'ı koydu. Daha önce Crouch'la Southampton ve Portsmouth'ta, Defoe ile West Ham ve Portsmouth'ta, Kranjcar ile yine Portsmouth'ta çalışmıştı. Üç oyuncunun toplam 45 gol attığı Tottenham ise o sezon ligi dördüncü bitirerek son yirmi yılın en iyi derecesine ulaştı. Kranjcar'ı, Tottenham'dan sonra gittiği QPR'a da transfer eden Redknapp, o 'üçlemeyi' de tamamlayacaktı…

Ricardo Carvalho ve Jose Mourinho

Ricardo Carvalho ve Jose Mourinho

Kulübün en yeni üyesi, Roma'ya attığı imzayla üçüncü kez Jose Mourinho'nun öğrencisi olan Nemanja Matic. Sırp defansif orta saha, Mourinho'yla defaatle buluşan ilk oyuncu da değil. Hocasıyla Porto, Chelsea ve Real Madrid'de çok büyük zaferler yaşayan Ricardo Carvalho, yönetimler anlaşabilse 2010'da Şampiyonlar Ligi'ni kazanan Inter kadrosunda da olabilirdi. Yine de birbirine en sadık ikiliyi sorarsanız, hiçbiri değil. Kariyeri boyunca tam yedi takımı üst lige çıkaran (dördü en üst lige) ve geçtiğimiz nisan ayında emekliliğini açıklayan Neil Warnock, İrlandalı kaleci Paddy Kenny ile Bury, Sheffield United, QPR, Leeds ve Rotherham olmak üzere tam beş farklı takımda çalıştı. Kenny'nin 1998 yılında yarı profesyonel Bradford Park Avenue'den transferiyle başlayan ve Premier Lig'e dek uzanan hikâye, 2016 yılında file bekçisinin futbolu bırakmasıyla bitti.

Peki teknik direktörleri bu tercihe iten ne? Yeri geldiğinde konuşmadan anlaşabildiği bir oyuncuyla çalışmak onlara ne hissettiriyor? Bunu öğrenmek için Ziya Doğan'ı aradım. Ayman'la çalışmanın kolaylıklarını ve elbette anılarını anlattı. Son söz, Ziya Hoca'nın:

Bir gün imzayı attım, yöneticilerden tek isteğim oldu: "Bir defa şu Ayman'a imzayı attırın…" Çocuğun kontratı bitmiş, Fransa Ligi'nden istiyorlar, elden kaçacak. Bu kadar mücadeleci, bu kadar koşan, böylesi fedakâr bir oyuncuyu bulamam. Üç kişilik oynayan bir adamın yerini dolduramam. Ayman gibi bir ön liberom olduktan sonra ben onun etrafını her türlü sararım. Nihayetinde takımın yarısı gitti, o kaldı. Daha başarılı olduk…

Biliyorsunuz bana "Üç ön liberoyla oynuyor" dediler. Hele Trabzonspor'da… O üç kişi, Ayman'ın işini ancak yapıyordu. Ama Ayman olduğunda öyle rahattık ki… Savunmanın önüne sadece onu koyuyorduk; sol kanadın, sağ kanadın, sol bekin, sağ bekin, stoperin kademesini tek başına hallediyordu. Koca bir takımın defansını bir kişiyle garantiye alıyordum. İstatistiksel ve fiziksel değerleri de çok yüksekti. Ben onun kadar koşan bir oyuncu görmedim. Haddini bilerek oynar, tüm konsantrasyonunu rakibi karşılamaya verirdi.

Gençlerbirliği'ndeydik, bir maçta sakatlandı, 3-4 günlük bir sakatlık. Hafta içi milli maç var, gitse oynayamayacak. Gitme dedik, gitmedi. Sonra ligde oynayınca çocuğa yalancı muamelesi yaptılar, bir daha almadılar milli takıma. Türk vatandaşı olunca iyice üzerine gittiler. Çocuğu Mısır'a sokmuyorlardı ya; ailesi, çocuğu orada kalmıştı. Morali çok bozuldu. Her antrenmana maç gibi konsantre olan çocuk bazı bazı sahada yürümeye, dalıp gitmeye başladı. O zamanlarda bile maça çıktığında her şeyini verdi.

Aile düzenini, her şeyini mesleği uğruna bir kenara atmış, olağanüstü profesyonel bir çocuktu. Ama zaman zaman da oyun disiplininden kopardı, idmandan kovardım. O anlarda disipline etmek kolay değildi, sahaya çıktığında her şeyi unutması gerektiğini hatırlatırdım. Yeri geldiğinde şefkat, yeri geldiğinde sertlikle… Zaten Ayman'ı Kocaelispor'dan ilk aldığımda Hikmet Hoca'ya sormuştum, "Tam dediğin gibi çok koşar, çok mücadele eder ama inattır, küstüğü zaman zor toparlarsın" demişti. Gerçekten de dediği gibi oldu ama tek farkla, ben çok kolay toparladım. Özel hayatımızda görüşmezdik. Herkesle ne kadar görüşüyorsak onunla da o kadar işte.

Bir futbolcu düşün; hem uygun maliyetli olacak hem takımına fayda sağlayacak hem de giderken para kazandıracak… Daha ne bekleyebilirsin ki? Ben her takımımda Ayman'dan fayda gördüm. Malatyaspor'da sistemi üzerine kurdum, Avrupa kupalarına gittik. Düşer mi denilen Gençlerbirliği'ne aldım, beşinci bitirdik. Düşme hattının hemen üstündeki Trabzonspor'a aldım, ikinci yarının lideri olduk. Trabzon'a 400-500 bine aldık, Zamalek'in 2,5 milyon dolarlık teklifini reddettik. Sonraki sene 1,5 milyona aldılar gerçi. Teklif geldiğinde hâlâ ülkesine gidişi yasaktı. Gitmek istediğini söylediğinde "E oğlum giremiyorsun ülkene" dedik, "Onlar halledecekler" diye cevap verdi. Zamalek kulübünde komutanlar falan varmış. Hakikaten hallettiler.

Yıllarca nelerle itham ettiler… Konya'ya çağırdığımda gerçekten de "Alma beni hocam, yine benim üzerimden seni yıpratacaklar" dedi. Umurumda mı? "Oğlum," dedim, "sen benim sistemim için çok önemlisin. Ne derlerse desinler, seni alacağım." Gelmedi ama. Beni korumak için gelmedi çocuk. Sadakat bazen bunu da gerektiriyor işte, ne dersin ki…

Socrates Dergi