Birinci

10 dk

Zirveye çıkmak zor, orada kalmak ise belki çok daha zor. Farklı alanlarda bu mücadeleyi uzun seneler boyunca sürdürmüş olan Çiçek Güney'den kariyerini dinledik.

Kendi tanımıyla Çiçek Güney, "Tozun toprağın, karın soğuğun ve fırtınanın içinde geçen yıllar" sonrasında artık işkadını kimliğiyle, nispeten daha sakin bir hayat sürdürüyor. Ona hayatta en büyük tatmini veren şeyden, yani spordan ise hâlâ tam kopmuş değil. Hatta aklında bir sürpriz dahi olabilir. Snowboard'da 13 kez Türkiye şampiyonu olmayı başaran ve kaybetmekten nefret eden karakteri sayesinde zaferlerini ralli parkurlarına da taşıyan Güney ile Yan Dükkan'da buluştuk. Artık söz şampiyonda...

Üç yaşında ailemin yönlendirmesi ile kayağa başladım. Ben ve abim… Gayet de güzel kayıyorduk aslında ama 12 yaşında Türkiye'ye yeni gelen snowboard ile tanıştım. Uludağ'da tek tük birkaç kişi yapıyordu. Abime söyledim fakat ilk başta, "Ne gerek var gayet iyi kayıyoruz işte, snowboard da neymiş" cevabını aldım. "İstiyorsan yapma, ben deneyeceğim" dedim çünkü istersek kayağa geri dönmemiz gayet kolaydı. Abimle ilk denediğimiz günü hatırlıyorum da o zamanlar hoca falan yoktu ve biz yerlerden kalkamamıştık.

Kayakla benzer gibi gözüken ama aslında son derece alakasız bir spor. İki ayağınızın bağlı olduğu bir şeyin üstündesiniz. Kayakta iki ayağınız ayrıdır ve vücut uzantısı gibi hareket eder. Snowboard'un gerektirdiği vücut koordinasyonu ise bambaşka. Biz de işte ilk denemede yerlerde süründük, ertesi gün ufak ufak kaymaya başladık ve sonra bir daha hiç geri dönmedik. 15 yaşında ilk yarışıma katıldım, düştüm ama kalkıp dördüncü oldum. İkinci yarışımda üçüncü, üçüncü yarışımda ikinci ve dördüncü yarışımda da birinci… Ve düşmediğim takdirde de bir daha hiç geçilmedim. Türkiye Snowboard Şampiyonası'na 13 kez katıldım ve hepsini kazandım.

Abim bana bir seferinde, "Zaten devamlı birincisin, bu neyin stresi" demişti. Benim açımdan ise bu çok zor bir şeydi. Sürekli kazanıyor olmak, ikinci olma korkusunu da yanında getiriyor. Ya geçilirsem? Bu büyük baskı. Ancak onun getirdiği stresi hep olumlu bir şekilde kullandım. Abime de bu kadar stresli olduğum için birinci olduğumu söylemiştim. Ben o kadar çok gönülle, tutkuyla ve büyük bir aşkla yaptım ki bu sporu… Hiç boş vermedim, hiç "Nasıl olsa en iyiyim" demedim ve çalıştım. Sezon dışında da ciddi fiziksel idmanlar yaptım. İki kez köprücük kemiğim kırıldı, ayak bileğimi kırdım ama hep geri döndüm. Sporun hayata en büyük katkısı düşünce kalkmayı öğretmesi. Bu bana iş hayatımda dahi çok yardımcı oluyor.

Ailem spor kariyerime hep destek oldu. Bana hiçbir zaman, "Kızım ders çalış" demediler, aksine biraz dinlenmemi isterlerdi. Çok disiplinliydim ve zamanımı iyi yönetmeyi biliyordum. Snowboard yapacağım zamanı spora, diğer zamanımı da derslerime ayırıyordum. Mesela Uludağ'a kayağa giderken arabada ders çalışırdım. Çünkü biliyordum ki ertesi gün kayacağım. Dönüş yolunda, arabada, akşamları çalışırdım. Hiçbir zaman ders çalışmakla ilgili bir sorun yaşamadım. Pierre Loti'de okudum, üniversitede Sorbonne'da bir sene geçirdim ve orada sınıf birincisiydim. Ardından ailemi özledim, çok ağladım ve İstanbul Bilgi Üniversitesi'ne transfer oldum. Hep başarılı bir öğrenciydim.

"Ailem spor kariyerime hep destek oldu. Bana hiçbir zaman, 'Kızım ders çalış' demediler."

"Ailem spor kariyerime hep destek oldu. Bana hiçbir zaman, 'Kızım ders çalış' demediler."

Sanıyorum ki içimdeki korku seviyesi çok düşük ve olanı da keyfe çevirmeyi başarıyorum. Bir otomobilin içinde hız yaparken veya 100 kilometre gibi hızlarda kayarken biraz tedirgin olmak normaldir. Bunu pek hissetmiyorum. O sınırı çok zorladığınızda ise ortaya sakatlıklar çıkabiliyor. Örneğin Lindsey Vonn… Tabii kendimi bir olimpiyat şampiyonu ile bir tutmak istemem ama ikimiz de kariyerlerimizde arka arkaya sakatlıklar yaşadık. Ben ayağımı kırdım ardından o kırdı, ben köprücük kemiğimi kırdım o kolunu kırdı. Ancak her seferinde geri dönüp tekrar zirveye çıkışı çok ilham vericiydi. Takip etmişsinizdir, son yarışını da podyumda bitirdi. Lindsey benim spor kahramanım. Bu tarz insanlarda korku yok, pes etmek yok, sakatlık ve sıkıntı var ama asla durmak yok.

Türkiye'de sporcu olmak demek, ne yazık ki bu bahsettiğim sıkıntılardan daha fazlasını yaşamak demek. Ülkemizde sporcu kariyerinin önüne engeller konulmaya çalışılıyor. Ben yabancı bir snowboard sporcusu olsam bu röportajda başka şeylerden bahsediyor olabilirdik. Bakın iki sene önce olimpiyata girmem engellendi. Bir önceki başkandan kaynaklı, federasyon kanadında yaşanan saçma sapan bir kişisel durumdu. "Seni yarışa sokmayacağım" dedi. Ben PyeongChang'a gidip 25'inci olan Bulgar sporcuyu burada geçmiştim, en kötü o sırayı alırdım. Bu yaşananlar beni çok yordu ve sporu bırakma kararımda epey etkili oldu. İşin kötüsü de ne biliyor musunuz? Ülke düzeyinde, sporunda en iyilerden olan birçok kişi bunları yaşadı. Federasyonlar sporcuya destek olacağına rakip oluyor, onlarla çatışmaya giriyor. Buna da bir yere kadar dayanabiliyorsun.

Dört senedir kendi kayak ve snowboard kulübüm var. Şu an Türkiye Şampiyonası'nda son yarıştaki birincilik de dâhil olmak üzere birçok derece almış sporcuyla çalışıyorum. Artık onlarla gurur duyuyorum, kendi başarılarımla değil onlarınki ile övünüyorum. Ülke çapında gelinen nokta ise hâlâ yetersiz. Yıllarca yurt dışındaki sporcuların sistemini çok iyi gözlemledim. Diyelim ki Avusturya'da bir kamp merkezleri var. Hafta sonları, onlara tahsis edilmiş minibüsleriyle İtalya'daki yarışa geçiyorlar, üç gün sonra Fransa'daki yarışa geçiyorlar. Bütün kış sezonu boyunca devamlı yarışıyorlar. Bizim çocuklar tüm sezon boyunca dört tane yarışa girebiliyorlar, yurt dışındaki FIS yarışlarına milli takım olarak taş çatlasa iki kez katılıyorlar.

Rekabet ettikleri çocuklar senede 200 gün kayıyorlar. Kalan günlerini de tamamen kardiyo ve kas çalışmaları için kullanıyorlar. Dolayısıyla da bu çocuklar birer sporcu olarak yetiştiriliyor. Türkiye'de ise hobinin bir tık üstü olarak ilerliyor. Okul hayatı devam ederken belirli bir yere kadar yapsın, üniversitede belirli bir yere gitsin, eğer varlıklıysa Amerika'daki okullara kabulüne destek olsun, eğer değilse Türkiye'deki bazı okullardan burs alsın… Sonrasında da gerçek ölçekli bir dünya başarısı elde edilemiyor. Sonuçta bir atom biliminden bahsetmiyoruz, yapılması gereken şey gayet net. Antrenman gün sayısı. Antrenman gün sayınız eğer yurt dışındaki rakipleriniz ile eşit değilse siz insanüstü olsanız bile yetişemezsiniz.

"Antrenman gün sayınız eğer yurt dışındaki rakipleriniz ile eşit değilse siz insanüstü olsanız bile yetişemezsiniz."

"Antrenman gün sayınız eğer yurt dışındaki rakipleriniz ile eşit değilse siz insanüstü olsanız bile yetişemezsiniz."

Snowboard kariyerim devam ederken ralliyle de tanıştım. O kadar süratli otomobil kullanırdım ki trafik canavarı olmamak adına motor sporlarına geçmem gerektiğini fark ettim. Burcu Çetinkaya da bana, ''Co-pilotum olarak benimle bir sene yarış, sonra seneye sen de pilot olursun'' dedi. Beni öyle kandırdı, bunu gülerek söylüyorum tabii, yani ben de çıkmak istemedim yeteri kadar çünkü güzel bir ikili olduk. Dünya Ralli Şampiyonası'nda, Avrupa Ralli Şampiyonası'nda, birçok yerel ve uluslararası organizasyonda yarıştık. Hesapladım, kilometre bazında dünyanın etrafını iki kez dönmüşüm. Zaten bu işten de çok keyif aldım. Peki pilot olsam daha mı çok keyif alırdım? Evet, çünkü aslında benim karakterime çok daha uygundu. Buna rağmen gurur duyduğum başarılar kazandık.

Başarılarımızda Burcu'nun (Çetinkaya) payı büyük. O da çok mücadeleci bir insandır ve asla pes etmedi. Bahsettiğim mücadele sadece yarışmak anlamında değil. Motor sporlarındaki sponsorluk hikâyesi snowboard'dan daha beter çünkü bütçeler neredeyse on katı. Dolayısıyla o da yılmadı, çok çabaladı. Ben snowboard'u hep birincil noktaya koyduğum için hem sponsorluklarla uğraşacak hem o büyük savaşı ikinci bir cephede pilot olarak verecek yeteri kadar vaktim yoktu. Co-pilot olarak bir tık daha rahattım. Sponsor bulma ve projenin damarlarını oluşturma mücadelesini pilot veriyor. Snowboard'u bırakmış olsam pilot olurdum ama kaymak benim için o kadar vazgeçilmezdi ki öbür tarafta aynı otomobilin, aynı sürat ve adrenalinin içerisinde ama diğer koltukta olmayı tercih ettim.

Snowboard'da kadın sporcu olmanın ciddi bir dezavantajı veya avantajı yok çünkü kadın da var erkek de... Ben orada çok keyif alıyordum çünkü erkekleri de geçiyordum, snowboard'da normalde en iyi erkeğin sizden en az iki-üç saniye önde olması gerekiyor fiziksel kuvvetiyle birlikte. Ben o yüzden onları geçtiğimde çok keyif alırdım hatta erkekler aşağı indiklerinde rakiplerine değil benim dereceme bakarlardı, "Çiçek kaç saniye yapmış?" diye. Rallide ise ilk başlarda size "Kadın sonuçta, nereye kadar gidebilir ki?" gözüyle bakıyorlar. Ancak sonra başarı kazanmaya başladığınızda bu bakış yerini saygıya bırakıyor. En başta bir önyargı mevcut ama sonrasında erkeklerden daha hızlı gittiğinizde de size ekstra bir saygı var.

Geri dönüp ilk göz ağrım olan snowboard'da olimpiyata gitmek hâlâ aklımda ama maalesef o desteğin bana dört sene boyunca verilip verilmeyeceğini bilmiyorum. Yoksa 2022 Pekin için çalışmaya başlardım. Tam bakanlık desteğiyle, Avusturya'da bir kampta yaşayıp dönmemek üzere çalıştığım bir üç yıldan emin olamıyorum. Senede üç tane yarışa girerek spora geri dönüş yapmam çünkü bir anlamı yok. Ben şu an bile gidip yine 25'inci olabilirim belki ama olimpiyata hazırlanıyorsanız hedefi ilk 10 olarak koymak gerekir. Yapılmayacak bir şey de değil ama o şartlar lazım. Aksi takdirde bu yaştan sonra üç sene daha yanlış planlamayla ilerlemek istemem.

](https://socratesdergi.com/yazar-ve-yorumcu-detay/aras-yetis)

Socrates Dergi