Birkaç İyi Adam

12 dk

Üç yıl önce tarihinin en zor sezonlarından birini yaşadıktan sonra küme düşen TOFAŞ, nasıl tekrar zirveye çıktı? 2.7 milyon dolarlık bütçesiyle ligde ve kupada final oynayan Bursa ekibinin sırrını çözmeye çalıştık...

"Şampiyonluğumuzun ödülü buymuş meğer. Cuma günü sözleşme imzaladım, iki gün sonra kulübün kapatıldığı haberi geldi. Ortada kaldık."

Haziran 2000 tarihli gazete arşivlerini karıştırdığınızda Murat Konuk imzalı bu açıklamaya ve pek çok benzerine rastlamanız mümkün. Türkiye'de son iki yılın lig ve kupa şampiyonu TOFAŞ'ın beklenmedik bir kararla basketbol şubesini tasfiye kararı aldığı, mega bütçeli müessese kulüpleri arasında ilk fireyi verdiği dönemler... Hüsran, kaos, çaresizlik, hepsi bir arada. Bursa caddelerinde yürüyüşlerle kararı protesto edenler, "Bizim sevinmeye hakkımız yok çünkü İstanbullu değiliz" diyor; basketbol otoriteleri ise "Türkiye'de basketbol 20 yıl geriye gidecek. Bunu nasıl yaparlar?" diye görüş bildiriyordu.

TOFAŞ üst yönetiminden gelen ilk açıklama, "Kararda ekonomik nedenler aranmamalı" olsa da; 1998-99 sezonunda 16 milyon dolar harcayan, kapandığı sene 13 milyon dolara takım kuran firmanın ekonomik kriz arefesinde önlem alma isteği biliniyordu. Yıllar önce 'Kara Perşembe' yıkımını yaşayan Bursa ekibi, Cumhuriyet tarihinin en büyük mali kriziyle özdeşleşen günü, 'Kara Çarşamba'yı yaşamamak için gerekli hazırlığı yapmıştı. Büyük başarılar kazanmasına rağmen sürdürülebilir bir yapı inşa edemeyen TOFAŞ, hayatta kalmayı zor yoldan öğrendi. Kulübün kapanışının ardından altyapıya yatırım yapıldı; 2003'te gençlerle birinci lige yükselseler de, ertesi yıl küme düştüler, yine denediler, sonra bir kez daha... 2015 yazında, "Böyle olmuyor" deyip sıfırdan başladılar. Birazdan okuyacağınız hikayenin konusu da bu üç yılın üzerine. TOFAŞ neyi farklı yaptı? Başarının mimarları anlatıyor...

I. Sil Baştan

"Orhun, küme düşersek gelir misin?"

Orhun Ene: Darüşşafaka Doğuş projesinin ilk yılında, yani 2013-14 sezonunda, takım ikinci ligden yükselirken antrenör bendim. Banvit'le final serisi oynadıktan sadece bir sene sonra ikinci ligde bulmuştum kendimi. Doğuş önderliğinde başlayan, güzel bir projeydi ama işte insan büyük laf etmemeli; sezon bitince, "Bundan sonra bir daha alt liglerde çalışırsam, ne olayım" demiştim. Dinamikleri çok farklı ikinci ligin.

Tolga Öngören: 2014 yazında ülke basketbolunda çok önemli bir gelişme oldu, yabancı kuralı 3+2'den 6’ya döndü. TOFAŞ'ın da bir huyu vardır geçmişten gelen; "Biz yaparız. Bir çözüm buluruz, adapte oluruz" düşüncesi yine hâkim oldu kulüpte. Bu radikal değişikliğe karşı belki gereken fizibilite çalışmasını yapmadık, 18.2 yaş ortalamalı Türk oyuncularla bir kadro kurduk. Ahmet Çakı takımdan ayrıldı, Erhan Toker ilk kez A Takım koçluğuna soyundu. Çok zor bir sezondu, bir türlü döndüremedik işi. Aralık gibi Erhan ayrıldı, bizim aklımızdaki tek seçenek Orhun'du. Çok umutlu değildik, sezon ortasında takım almayacağını tahmin ediyorduk ama yine de görüşmelere başladık.

Ene: "Sezon ortasında gelemem, olmaz" dedim.

Öngören: Gerçekten çok uğraştık ama anlaşamadık. Efe Aydan'ın son senesiydi kulüpteki, şöyle bir konuşmanın geçtiğini de hatırlıyorum: "Yahu, Orhun. Anladık şimdi gelmiyorsun, peki ya küme düşersek? O zaman gelir misin?"

Ene: "Ligde kalsanız daha iyi tabii ama düşüyorsanız da ne yapalım... Bir seneyi çıkmaya harcarız" demiştim. Ben sporculuğa Eczacıbaşı çatısı altında başlamış biriyim, Şakir Eczacıbaşı'nın felsefesi benim profesyonel yaşantımda çok büyük model oldu. Hatırlarsanız o dönem Eczacıbaşı, geleceğin müessese kulüpleri Efes Pilsen, Ülkerspor ve Çukurova'ya öncü olmuş, piyasayı değiştirmiş ilk kulüptü. Şakir Bey'in 20 sene öncesinin Güneş Gazetesi'nde bir röportajı var mesela, daha o dönemlerde, "Bu bütçelerle işin döndürülmesi imkânsız. Basketbol çarpık bir yapıya doğru ilerliyor, sürekli hibe ederek bir kültür yaratılamaz" demiş ve bunun önünün alınamayacağını anlayınca da yatırımı direkt olarak kesip altyapıya yönelmişti. Bu kültürden geldiğim için kısa vadeli planlar beni çok heyecanlandırmıyor. Takımı o sene ligde tutan kişi olmak yerine, daha doğru bir yapıyla sıfırdan başlayıp kalıcı yapılar inşa etmek bence daha önemli. Bu yüzden, her ne kadar ikinci ligde çalışmayı tercih etmesem de TOFAŞ'ın vizyonu çok ilgi çekiciydi.

Öngören: Orhun'dan gelen cevap sonrası yabancı koçlara yöneldik. Brad Greenberg, Marco Crespi ve Illias Zouros'tu adaylarımız. Zalgiris'i bizle benzer konumdan alıp başarılı olması, Türkiye'de Efes gibi bir kulüpte çalışması bizim için Illias Zouros'un artılarıydı. Onu tercih ettik, yine olmadı, küme düştük.

Ene: Türkiye'de pilav tek tarifle yapılıyor. Nasıl mı? Bir şekilde en üst ligde kal, oyuncuyu parayla ikna et, paran yoksa da problem değil, paran varmış gibi davran. "Nasıl olsa sezon sonunda buluruz" de çevredekilere. Kim ne diyecek? Her ay başında ay sonunu nasıl getireceğini düşün, her sezon başında ise sezonun nasıl biteceğini... Başarıyı eğer sürdüremiyorsan, rekabetçi kalamıyorsan, ne anlamı var ki?

Öngören: 2015'te TOFAŞ üst yönetiminde de birtakım değişiklikler oldu. Cengiz Eroldu, şirketin CEO'luğuna getirildi ve biz bu işe sil baştan devam etme güvencesini aldık. Bursa'da yeni yapılan Nilüfer Spor Salonu'nun isim hakkı alındı ve salon 10 yıllığına kulübe kazandırıldı. Bursa'daki fabrikanın içinde, 5800 metrekarelik alana Mustafa Vehbi Koç'un adını taşıyan, Türkiye'de eşi olmayan bir tesisin inşasına başlandı. Bu gelişmelerin ışığında biz de niyetimizi iyice belli ettik ve Orhun'a beş yıllık bir sözleşme teklifiyle gittik. Tabii, bu kez reddetmesini beklemiyorduk.

Ene: Haziran başında kontratı imzaladım. Şanslıyım ki ikinci lig kalitesinin çok üzerinde bir takım kurabildik. Hatta hatırlıyorum; Tolga yanımda, kadroyu yapıyoruz, aldım kâğıdı kalemi, "1- HADİ" yazdım. Fikir teatisi yaparken belirlediğimiz ilk isim Hadi Özdemir'di. Hemen ardından Kaya Peker, Ümit Sonkol, Caner Topaloğlu...

"Oyuncuların organizasyona ikna olması şart." -Orhun Ene

"Oyuncuların organizasyona ikna olması şart." -Orhun Ene

Öngören: Tabii, tabii, kısacası "Vurucu tim" diyorsun koç.

Ene: Alt liglerde oynarken oranın atmosferini bilen ve takım arkadaşlarına anlatan oyunculara ihtiyacınız var. Bir kaos basketbolu oynanıyor orada. Hakemleri tanımak, temas farkını gözetmek falan gerek. Bizim kadro hem bu nüanslara sahip hem de çok kaliteliydi.

Öngören: Orhun Hoca kişisel bağının çok kuvvetli olduğu iki eski oyuncusu; Sammy Meija ile Barış Ermiş'i ikinci ligde oynamaya ikna etti. Bu eklemelerle zaten hemen fark yarattık. Sezona ilk 22 maçın tamamını kazanarak girdik. Play-off'ta da maç kaybetmeden lige çıktık

Ene: Oyuncuların organizasyona ikna olması şart. Bugün Türkiye'deki basketbola baktığınızda, "Ben paramı gününde alırım" diyebilen oyuncu sayısı çok fazla değil. Sammy ve Barış buraya nasıl geldi? Zorluklar ve yokluklar, insanları daha yaratıcı olmaya yönlendirdi. Kalıpların dışına çıktılar. “Bir salonumuz, sizin iyi şartlarda çalışmanızı sağlayacak tesislerimiz ve iddialı bir projemiz var. Bunun parçası olmak istiyor musunuz?” Sam ya da Barış'ın yerinde olan 10 basketbolcudan dokuzu, "Ben almayayım, kalsın. Birinci lige çıktığınızda konuşuruz" diyebilir ve İstanbul'u tercih edebilirdi. Çünkü ülkede böyle bir hegemonya var. Herkes İstanbul'u istiyor, oranın bir parçası olabilmeyi düşlüyor. Ama biz antrenörler için görevlerden biri, Türk basketbolunun Anadolu'da güçlendiği zaman geliştiği tespitini yapmak. Görüyoruz işte, BSL'de oynama hedefiyle yola çıkan ama stabil bir yapı oturtamayan, altyapıya yatırım yapmayan, bir fikri olmayan çoğu kulüp kapanma tehlikesiyle karşı karşıya. Basketbolumuzda beş yıl önce başlayan ivmelenme şimdi neden durdu? Dolardaki kur farkının yatırımı etkilemesi doğal ama rekabetçiliği tamamen bitirmesi normal mi? TOFAŞ, geçmişte hem zirveyi hem dip noktayı görmüş bir kulüp olarak, "Evet, benim yaklaşımımı değiştirmem gerekiyor. Fark yaratmalıyım" diyebildi. Bu benim için ve anlaşılan, maddi olarak çok daha iyi opsiyonları olmasına rağmen burayı tercih eden oyuncularım için çok önemli.

II. Vizyon

"Bazıları çıldırıyor Euroleague lisansı için"

Tolga Öngören: Bu kulübün DNA'sında bir vazgeçmeme kültürü var. Yatırım yapıyor, şampiyon oluyor, 2000'de hiç beklenmeyen bir anda lağvediliyor, ertesi gün yeniden başlıyor. "Ben kulübü kapattım ama başka bir projeyle bu kez altyapıya yatırım yapacağım" deyip sosyal sorumluluk projelerine yönelebiliyor. Lige çıkıyor, düşüyor, tekrar yükseliyor... Böyle bir bumerang etkisi var yıllardır. Hata yapılan dönemlerden ders çıkartmayı başarabilmiş bir kulübüz. Bence umut verici olan da bu.

Orhun Ene: Bazı konularda NBA'e çok imreniyorum. Mesela NBA Cares etkinliklerini her gördüğümde üzülüyorum, sorguluyorum kendimi. Basketbol oynadığım dönemlerde de defalarca panellere katıldık, bazı etkinliklerin parçası olmaya çalıştık ama insanları ne kadar etkileyebildik? Basketbolu ne kadar yayabildik? NBA Cares kapsamında bir yerde diyelim ki deprem oluyor, LeBron James gidip evin duvarını boyuyor. Okuma haftasında Kevin Durant çocuklara kitap okuyor. Kurumun motivasyonunu kaybetmemesi, sadece sportif başarıya bağlı kalmadan bir amaç uğruna yaşamını sürdürebilmesi için bunların üzerine eğilmemiz gerektiği kanaatindeyim. Bizdeki sosyal sorumluluk projeleri genellikle, "Bu iş benim işim, bizim firmanın işi" PR'ı için faaliyete geçiyor ve sonunda ne olduğu, kime ulaştığı, kiminle bağ kurduğu bilinmiyor. Hâlbuki hepimizin ortak projesi olmalı, herkesin katılım gösterebileceği formüller üretilmeli. Mesela ben oyunculuk dönemimde, üst düzeyde oynamış olmama rağmen bu ülke çocuklarının hayatlarında yer edemedim. Bu konuda kendimi de sorguluyorum, eleştiriyorum.

Öngören: Orhun'un bu söylediklerini sportif başarı hedefiyle birleştirirsek bana Valencia örneği çekici geliyor mesela. Almanya ya da İspanya'daki takımları birçok sebepten ötürü birebir modellemek mümkün değil ama Valencia'nın yapısı, sportif hedefleri, altyapısı çok hoşumuza gidiyor.

Ene: Valencia bir EuroCup takımı. Dönem dönem Euroleague'de yer alıyor, başarı da elde ediyor ama sürdürülebilirliği ikinci kulvarda yakalamış, orada saygı gören bir kulüp. Bizde insanlar çıldırıyor Euroleague A lisansı, Z lisansı için.

Öngören: Euroleague'deki bütçelerin çok uzağındayız biz. 2017-18 sezonu oyuncu bütçemiz 2.7 milyon dolar. Ama TOFAŞ'ın basketbola yıllık ayırdığı bütçe 6.5-7 milyon dolar civarında. Bu ne demek? Altyapı, sosyal sorumluluk projeleri ve daha birçok şey... Biz öncelikle ligimizde ilk dördü her sene garanti altına almak ve saygın bir EuroCup takımı hâline gelmek istiyoruz. Mali yapımız sürdürülebilir olmalı.

III. 'TOFAŞ' Doları

"Az ama öz..."

Ene: 2017 yazıyla birlikte transfer piyasasına girdiğimizde daha çok hareket alanı bulduk. Topu paylaşmaya çalışan, entelektüel oyunculara yönelmeye gayret ettik. Tolga zaten sezon boyunca çalışıyor, "Bak koç bu oyuncu tam senlik" diye geliyor hep. Basit gözüken bir cümle olabilir ama esasında sizi düşünen başka insanların olduğunun kanıtı bu. Hep söylüyorum, benim kulüpteki en büyük şansım bana sanki Zeljko Obradovic'mişim gibi davranılması. Obradovic, malum, çok başarılı bir koç ve Avrupa çapında kabul görmüş biri. Yetkileri sınırsız. Fikirleri, düşünceleriyle daima yanındakilere öncülük etmiş. TOFAŞ da bana daima, "Bu kararı senin alman en doğrusudur Orhun" inceliğini gösterdi. Bursa'daki Obradovic gibiyim üç yıldır...

"Yazın anlaştığımız ilk oyuncu Kenny Kadji'ydi; ardından Josh Owens, Raymar Morgan ve Pierria Henry'yle de imzalayınca gerçekten çok rahatladı Orhun Hoca." -Tolga Öngören

"Yazın anlaştığımız ilk oyuncu Kenny Kadji'ydi; ardından Josh Owens, Raymar Morgan ve Pierria Henry'yle de imzalayınca gerçekten çok rahatladı Orhun Hoca." -Tolga Öngören

Öngören: Raymar Morgan transferinin bende yeri ayrıdır. Michigan State'teki junior senesinden beri takip ettiğim, çok sevdiğim bir oyuncu. Ulm'de basketbolu yöneten ikiliden Thomas Stoll da çok yakın arkadaşım, keza koç Thorsten Leibenath da öyle... Chris Copeland ile Kaloyan Ivanov'un olduğu uzun rotasyonumuzu değiştirmemiz gerektiğini erkenden konuşmuştuk, ben de sezon boyunca Ray'i daha farklı bir gözle izledim Ulm'de. Bir yandan işin finansal tarafını netleştirmeye çalışıyorum, bir yandan koç Orhun'un çok beğeneceğini düşündüğüm için kafasının boş olduğu bir anı kovalamaya çalışıyorum. Neyse, maddi konuları bir şekilde netleştirip öyle getirdim hocanın önüne. Baskıda topu karşıya geçirebilen, Ulm'de 5 oynayan ama esas pozisyonu 4 olan, sırtı dönük, yüzü dönük, birçok farklı tehdide sahip bir oyuncu...

Ene: Ray'in transfer kesinleşince bir tane soğuk bira patlatmıştım.

Öngören: Yazın anlaştığımız ilk oyuncu Kenny Kadji'ydi; ardından Josh Owens, Raymar Morgan ve Pierria Henry'yle de imzalayınca gerçekten çok rahatladı Orhun Hoca. "Sezon sonunda ne olur bilmem ama bu takımla iyi basketbol oynarız biz" dediğini hatırlıyorum.

Ene: Normal şartlarda, herkes yemeğini bitirip kalktıktan sonra masada kalanlarla takım kuruyoruz biz. Almanya Ligi MVP'si Raymar Morgan bizim için bir fırsat transferiydi. Ulm'de 5 numarada oynuyordu; bize geldi 3-4-5 hepsinden süre aldı. Sırtı dönük pas özelliği olan da bir oyuncu, Tolga'nın dediği gibi top da getirebiliyor. Ulm'de bitirici olarak çok iyi bir sezon geçirmişti, biz onun farklı yönlerinden de verim aldık.

Öngören: Bizde transfer gerçekten başlı başına ayrı bir prosedür. Menajer ücretini anında ödeyen, kontrattaki her maddeyi günü gününe yerine getiren çok düzgün bir kulüp TOFAŞ. Camianın içindekiler bilir, markete çıktığın zaman o 20-30 bin dolar, oyuncunun size gelip gelmemesinde çok ciddi faktördür. Hele bizim çapımızdaki kulüplerin 20 bin dolar farktan ötürü hedefteki oyuncuyu kaçırması çok muhtemeldir. Hatta kendi aramızda bu konuyu konuşurken, "TOFAŞ Doları" diyoruz. Parada yarışamayız, bizim paramız çok değerli ama bir gerçekliği de var. Hayali değil. Az ama öz.

Ene: Yabancı oyuncu transferinden verim alıp sonrasında da o oyuncunun bonservisinden 150-200 bin dolar para kazanmak zor iş. Biz tamamen isimsiz oyunculara yönelmek yerine biraz sentezliyoruz. Örneğin Vasilije Micic, benim altyapılardan beri çok beğenerek takip ettiğim, bazı ağır sakatlıklar yaşadığı için potansiyelini gösterememiş bir oyuncuydu. Temel basketbol eğitimi iyi, sadece belirli bir seviyede şans bulması ve hata yaparak öğrenmesi gerekiyordu. Bir şansa ihtiyacı vardı, onu buldu ve hâlen iletişim halindeyiz. Onun TOFAŞ gibi bir yerde kendini bulup Euroleague'e gitmesi, Final Four oynayan Zalgiris'in parçası olması bizim için de büyük prestij. Bu tip oyuncularla çalıştığınız zaman sonrasında illa bonservis kazanmanız da şart değil. Farklı kazanımlar elde edebiliyorsunuz.

Öngören: Koç bak daha bugün geldi WhatsApp'tan; Vasilije, kız arkadaşıyla fotoğraf atmış. Ne kadar güzel ya...

IV. Aile

"Ivan Paunic bizden bonus almaya devam ediyor..."

Orhun Ene: Oyuncularla iletişim konusunda bazen çıkmaza girebiliyorsunuz, bu da doğaldır. Ben aşağı yukarı her oyuncuyla süreleri konusunda defalarca konuşmak zorunda kalıyorum. Rolünden mutlu olmayan, az oynadığını düşünen... Burada niyet önemli. Transfer pazarında biz çıkışa geçmeye hazır oyuncuları hedefliyoruz, patlama noktasındakileri yakalamaya çalışıyoruz. Oyuncu karakteri itibarıyla da bu havuzda hata yapma ihtimalininiz çok yüksek. 2016 yazında Bursa'ya gelen, Jordan Hamilton mesela... Çok yetenekliydi ama işte o NBA'e girip çıkma, Venezuela, Dominik derken takım basketbolundan uzaklaşabiliyorsunuz. Buradaki nüans, bazen oyuncudan verim almak için ona çok fazla dokunmamanız gerekiyor. Serbest bırakmalısınız. Ama o kişi, özgürlüğü suiistimal eden karakterde biriyse hemen kesmelisiniz. Badman/Madman ayrımı işte... Çılgın olanlarla uğraşmak problem değil, kötü niyetli olmasın yeter.

Tolga Öngören: Mesela sezon içinde Pierria Henry'yle bir problem yaşadık. Aralık ortasında kadro dışı kaldı. Ama yaşamalıydık bu süreci, deniz karışmalıydı.

Ene: Takımda kendine biçtiği rolün şu ankinden çok daha farklı olduğunu söyledi bana. Ben de beklentilerimi anlattım, sorumluluğu paylaşması gerektiğinden bahsettim. Mutsuzdu, tartıştık. Ben kararın kendisinde olduğunu söyledim. Bu adımı onun atması gerekiyordu.

Raymar Morgan ile Pierria Henry

Raymar Morgan ile Pierria Henry

Öngören: Biz açıkçası topu onun sahasına attık. Anında gidebilirdi takımdan, kontrat da bulurdu. O hususta ne bizim ne de Henry'nin soru işareti olduğunu zannetmiyorum.

Ene: Fakat sadakat gösteren, bu takıma bağlılığını kanıtlayan da yine Henry oldu. Sezon sonuna doğru gösterdiği performansın çıkış noktası da bence o dönemlere dayanıyor. Kötü karakterdeki hiçbir oyuncu geri adım atmazdı. Takım arkadaşları da iyi niyet gösterdiğinin farkına varıp ona daha çok alan açtılar. Herkes fedakârlık yaptı.

Öngören: Ben kolej basketboluyla çok ilgiliyimdir, buradaki oyuncular arasında zaman zaman o amatör ruhun yakalandığını hissediyorum. Henry için kanser hastası olan dedesi çok önemli mesela, bu sene herkesten fazla izin yapmıştır. Evli olmayan Josh Owens haricinde herkesin ailesi bir şekilde Bursa'yla bağ kurmuş durumda. Tony Crocker'ın ilk çocuğu Giresun'da doğdu, ikincisi Bursa'da... Sammy Mejia, bizim en tecrübeli oyuncumuz, kendi kendine Türkçe öğrendi. Bursa'da iyi süt helvasının, kuru fasulyenin peşinden koşuyor. Kızı burada okula başladı, TED Kolej'de sınıf birincisi. Ivan Paunic, sezon devam ederken sağ dizinden çok ciddi bir sakatlık geçirdi. Onun da çocuğu Bursa'da dünyaya geldi. Sakatlandıktan sonra Belgrad'da Novak Djokovic'in de gittiği bir rehabilitasyon merkezine gitmek istedi. "Evime yakın, rahat ederim" dedi. “Tabii, git” dedik. Bizle 2018'de sadece iki maça çıkmış olmasına rağmen play-off'ta takım arkadaşlarının kazandığı maçlarda, final serisinde bile bonus ödemesi yapıldı ona. Bin kere teşekkür etti.

Ene: Hissediyorum; kendini kontrol etmek için en çok çaba sarf eden oyuncum Tony Crocker. Ama işte aile gibi olmak, bu sorunların kolay aşılmasını sağlıyor. Kenny Kadji'yi iki maçta sadece birer dakika oyunda tutup sonra kenara almıştım. Bozulduğunu gördüm, zaten canının sıkılmaması imkânsız. Kenarda oturuyorsun, koç seni çağırıyor oyuna girmen için ama sahada sadece bir dakika kalıp tekrar oturuyorsun. Buna bozulmaması mümkün mü? "Hata yaptım" diyerek ben yanına gitmeye çalışıyorum oyuncunun. Kötü niyetli adama saatlerce dil döksen seni dinlemez. Morgan ve Kadji'yi karşımıza alıp "Çocuklar, topu çok iyi paylaşabiliriz. Hücumda zaten savunulması zor bir takımız, sizin iletişiminiz farklı bir boyut katabilir" demiştik. Bu konuşmadan sonra ligdeki iki maçta sırasıyla 34 ve 36 asist yaptık. 12-13 asist geldi ikisinden. Ray zaten Draymond Green gibi. Euroleague seviyesinde çok yönlülüğüyle müthiş fark yaratabilir.

V. Altyapı

"Bizim NBA Draft'ına oyuncu sokmamız lazım"

Tolga Öngören: Altyapıda daha çok mesafe kat etmemiz gerekiyor. "İspanyollar yapıyor, biz neden bu konuda bir adım atmıyoruz" diyerek kendi yabancı oyuncumuzu yetiştirme girişiminde bulunduk. Nijerya'dan, 2004 doğumlu bir oyuncu getirdik Bursa'ya. Adı Itunge Ezekiel David, bugünlerde tesislerde çalışıyor. Kesinlikle Türkiye Şampiyonaları'nda oynatmak gibi bir düşüncemiz yok. Toronto Raptors'ın genel menajeri Masai Ujiri'nin kurduğu Giants of Africa diye bir program var, oradaki bağlantı vasıtasıyla geldi David. Kanat genişliği 223 cm, aslında başlangıçta Kosova, Karadağ, Bosna'dan falan bakıyorduk. Sonra düşündük bu pazara girelim dedik.

Orhun Ene: Bizim ülkede atlet oyuncu pek çıkmıyor. Keşfedilenler de bize kalmıyor... Banvit yıllarca yatırım yaptı işte, keza Efes öyle. Biz de A Takım'a böyle bir oyuncu yetiştirebilir miyiz diye düşünüyoruz. "Belki ileride NBA'e gider, bizden çıkmış olur" diyoruz...

"İleride bir gün, aynı 'Cacak'tan iyi şutörler çıkar' denildiği gibi 'TOFAŞ altyapısı da X konuda bir markadır' dedirtmeliyiz." -Tolga Öngören

"İleride bir gün, aynı 'Cacak'tan iyi şutörler çıkar' denildiği gibi 'TOFAŞ altyapısı da X konuda bir markadır' dedirtmeliyiz." -Tolga Öngören

Öngören: Türk ya da Dünya sporu buradan çeşitli kazanımlar elde edebilir. Biz de federasyonla iletişim hâlindeyiz. Biliyorsunuz, kurallar gereği ailesinin burada olması lazım. Bir çözüm bulmaya çalışıyoruz. Yatırım yapmak istiyoruz David'e. Altyapılarda şampiyon olmak, Türkiye çapındaki turnuvaları domine etme niyetinde değiliz. Türk oyunculara bakışımız da aynı. NBA Draft'ında temsil edilmek, Türkiye'ye öncü olmak istiyoruz. Samir Seleskovic, bireysel gelişim antrenörü olarak özellikle Berkan Durmaz'la çok yakından ilgileniyor. Muhsin Yaşar, Kadir Bayram ve Yiğit Arslan geçen yıl Kaliforniya'daki Sports Academy programına gittiler bir aylığına. Atletik idmanlar, besin programları, yoga derken her şeyi tek çatı altında toplamış bir yer. Berkan, Yiğit ve Muhsin bu yaz da CSKA teknik ekibinden Kostas Chatzichristos'un Yunanistan'da organize ettiği P22 kampına yazıldılar. Michalis Kalavros'tan eğitim alıyorlar. Sonuçlar iyi.

Ene: Aynı okulda, aynı öğretmenlerle bir yere kadar gidebilirsiniz. Farklı atmosferlerde, farklı koçlarla çalışmak ufkunuzu genişletebiliyor. Biz oyuncuya yatırım yapma konusunda samimiyiz. Yeter ki onlar istesin. İşte bir süredir menajer-aile-oyuncu ilişkisindeki yozlaşmayı tartışıyoruz. Erkenden para kazanmaya yönlendirilen gençlerin geldiği nokta ortada; ve bu sayede mekanizma da kendini yeniliyor. Kötü örnekler arttıkça aileler de çekimser yaklaşıp TOFAŞ veya Banvit gibi örneklere yönelebiliyorlar. TOFAŞ'ın yakın dönemden Kenan Sipahi ve Samet Geyik örnekleri var mesela... Banvit döneminde de çeşitli tecrübelerim oldu, bir oyuncu eğer yeni gittiği yerde, "Acaba hata mı ettim?" dediği an, bitti o iş. Bazen oyuncular yetiştikleri yerden kopmak için o kadar aceleci davranıyorlar ki cebindekileri de kaybediyorlar.

Öngören: TOFAŞ'ın altyapıdaki misyonu daha da büyümeli. Söylediğim gibi, biz bu konuda kendimizi yeterli görmüyoruz. İleride bir gün, aynı "Cacak'tan iyi şutörler çıkar" denildiği gibi "TOFAŞ altyapısı da X konuda bir markadır" dedirtmeliyiz.

Ene: Türkiye'de modelin değişmesi lazım. Bir kere, "A Takım ne oynuyorsa altyapı da onu yapmalı" anlayışını ortadan kaldırmalıyız. Genç, yıldız, küçük takımlar birbirinin alt katmanı gibi çalışmamalı. Bizim ülkede A Takım koçu zone press yapıyorsa, yıldız takımda bile öyle hareket edilmeye çalışılıyor. Yeteneğe, elit oyuncuya yönelmeliyiz ne olursa olsun. Kulüp şartlarına uymasa bile denenmeli. Yoksa daha çok insan çıkıp da "Bugün Slovenya'nın 2 milyon nüfusu var, Avrupa şampiyonu olabiliyorlar. Bizde 70-80 milyon insan var, bir işi beceremiyoruz" cümlesini kurar.

Öngören: Esasında en doğrusu, basketbolun Van'a, Kayseri'ye, Adana'ya, Şırnak'a, Batman'a gitmesi. Biz sürekli seçmelerle oyuncuları büyük kentlere getirmeye çalışıyoruz, bu da çoğunlukla ailesinden erken ayrılan çocuğun kültür şoku yaşamasıyla sonuçlanıyor. Küçük yaşta ailesinden koparılması çocuğun yaratıcılığını, özgüvenini etkiliyor.

Ene: Geçen Jimmy Kimmel'ın bir programına denk geldim. Stanford ve Kentucky mezunu dört NBA oyuncusu bilgi yarışmasına katılıyorlar. Robin Lopez & Brook Lopez, Stanford çıkışlı kardeşler. Kentucky cephesinde ise Karl-Anthony Towns ile Devin Booker var. Booker zaten sözlerine, "Ben okula sadece altı ay gittim" diyerek başlıyor. Çok komik. Lopez Kardeşler tabii kazanıyor ama iki taraf da sorularda cahillikleriyle eğlenebiliyorlar. Bunu kabul edebilmek de önemli. Kimse kitap kurdu olmak zorunda değil fakat tutarlı davranmak işe yarayabiliyor. Neticede işin en zor yanı hâlâ yeteneği bulmak. Yetenekle bir noktaya gelindikten sonra donanım işin işine girebilir ama biz yeteneği bulamıyoruz ki? Bakın Türkiye'nin dört bir yanındaki basketbol okullarına... Beslenme uzmanları, psikologlar, danışmanlar... Yetenek nerede? O yok. Bizdeki basketbol okulları genellikle birer ticarethane gibi; ailenin, "Oğlum/kızım piyano çalıyor. Biraz da basket oynasın" isteğine hizmet ediyor. Basketbolu çocuk mu tercih ediyor, veli mi? Bu ayrımı yapabilmiş değiliz.

"Kimse kitap kurdu olmak zorunda değil fakat tutarlı davranmak işe yarayabiliyor. Neticede işin en zor yanı hâlâ yeteneği bulmak." -Orhun Ene

"Kimse kitap kurdu olmak zorunda değil fakat tutarlı davranmak işe yarayabiliyor. Neticede işin en zor yanı hâlâ yeteneği bulmak." -Orhun Ene

VI. Piramit

"Türkiye'deki sessiz çoğunluk..."

Öngören: Yavaş yavaş para kazanmaya başladık. Çok yavaş ama. Basketbol gelirlerimiz toplam bütçenin yüzde 30'una tekabül ediyor. Bunu yüzde 50 civarına çıkartmak istiyoruz. Yoksa kâr etmek zaten mümkün değil; biz geçen sene 800 kombine sattık, bu sene 1500'e yükseldi bu sayı. Maçları da ortalama 3750 kişiye oynuyoruz, 5200-5500 civarına çıkabilmek başarı olur. Bakın Fenerbahçe’ye, Avrupa'nın en çok kombine satan kulüplerinden biri. Final Four'un gediklisi. Ama bütçede en azından 15 milyon Euro'luk bir açık var. Peki bunu neden sürdürüyorlar? Çünkü Avrupa'nın son yıllarda en başarılı kulübü olarak elde ettikleri prestij büyük.

Ene: Bandırma'da uzun yıllar çalıştım ve bence Banvit de Türkiye'nin basketbol adına kurtarılmış organizasyonlarından biri. Kuşkusuz ki TOFAŞ'ın Banvit'e göre avantajları çok, ama onlar da 'yetiştirici kulüp' olarak bizim çok önümüzdeler. Düşük maliyetlerle de rekabetçi kalabilmeyi bir şekilde başarıyorlar. Banvit'e benzer profildeki takımları Almanya'da, İspanya'da görebiliyoruz. İtalyanlar çok uzun süre problem yaşadıktan sonra bunu öğrenebildiler. Yunan Ligi hâlâ o karanlık dönemden çıkamadı, gelişemediler. Bunları neden anlatıyorum? Çünkü ülkemizdeki olanakların aşağı yukarı hiçbir Avrupa ülkesinde olmadığını ve buna karşın oralarda daha iyi iş çıkarıldığını düşünüyorum. Bizdeki bahis gelirleri, federasyondan gelen paralar, vergi yükümlülükleri konusunda devletin sağladığı kolaylıklar... Bunlar hangi ülkelerde var? Biz kulüp yönetmeyi bilmiyoruz. Biraz para kazanınca, sponsor bulunca, onu da oyunculara saçıyoruz ve bu sirkülasyon böyle gidiyor. Yıllardır ülkede para var; hangi kulüp tesislerine ya da altyapısına yatırım yapmayı seçti? Bir sene, iki sene play-off'ta olup sonra fotoğrafın dışına çıkmak mıdır ülke sporuna yapılan katkı? Biz şimdi TOFAŞ'la ucuza iş yapıyoruz. O yüzden belki de insanlar bizi sevmiyor. Bu durum, bizi daha da geliştirecek. Belki sportif açıdan başarısız dönemler de geçireceğiz ama vizyonumuzda bir değişiklik olmayacak.

Öngören: Benim için Nilüfer'deki salonumuzun ön cephedeki dik merdivenlerini tek tek çıkarak gişeden bilet alan TOFAŞ taraftarı çok kıymetli. Hiç unutmuyorum, 2016-17 sezonunda terör olaylarının yaşandığı, çok soğuk bir sabaha uyandık. Ligde orta düzeyde bir maçımız var. "Bugün kimse gelmez" dedik. 660 bilet sattık o gün. Hâlâ aklımda. Kombine harici, 660 bilet. Bu tür hikâyeler; Murat Konuk'un oğlu Mert'in TOFAŞ formasını giymesi gibi gelişmeler beni çok motive ediyor.

Ene: Türkiye'de bir spor izleyicisi piramidi var. Bunların yüzde 30'unu fanatikmiş gibi düşünelim; onlar piramidin üst kısmındalar ve geri kalan yüzde 70'lik kesimin spor keyfini, tercihlerini, ekonomik katılımını engelliyorlar. Başka ülkelerdeki fanatikler öyle değil. Genellikle 'harekete geçme eğilimi olan' çoğunluk tarafından bastırılıyorlar. Türkiye'deki çoğunluk ise sessiz. Zarar görmeye, taviz vermeye alışmış. Maalesef...

"Sam, bir şey yok"

"Abi seninle seve seve tekrar çalışırım ama ikinci lig biraz radikal olmadı mı?" demiştim teklifi ilk duyduğumda. Biraz korkmuştum açıkçası. Fakat Orhun Hoca, TOFAŞ'ın yaklaşımı, kurulan kadro derken hep daha iyiye gittik. Lige hazırlık maçlarımızı hatırlıyorum; basketboldan ziyade biraz 'hayatta kalma' maçlarıydı. Sam de, ben de şaşırmıştık biraz. Tabii, Orhun Hoca’nın da kariyer planında tekrar alt lige inmek olduğunu sanmıyorum. O da De Colo, Vesely'yle falan oynamak ister ama şartlar belliydi işte... / Barış Ermiş

Bir hikâye anlatayım. Geçen yıl; ben, Barış ve Orhun Hoca birlikte Göcek'e gittik. Hocanın biliyorsunuz, bir teknesi var... Bunu anlattığım için beni öldürecek ama olsun. Neyse işte, planımız denize açılmak ve daha sonrasında servis botuyla birlikte kıyıya gidip güzel bir akşam yemeği yemek. Koç, kaptanını evde bırakmış, geminin tek hâkimi. Bir hayli maço, her şeyi kendi halletmek istiyor. Botuyla kıyıya gittik. Harika bir yemek yedik, mutluluğu daha da arttı. Göğsünü gererek dolaşıyor. Artık tekneye geri döneceğiz, Barış botu yanaştırdı, koç adımını attı... Denize düşüyordu ki ben onu tuttum. Son derece sakin bir şekilde, "Sam, bir şey yok. Merak etme ya" diyerek Barış'a kızdı. Güvenini geri kazanması sadece 10 saniye sürmüştü. Aslında hayatını kurtaran bendim! / Sammy Mejia

Gri Bölge

Takımdaki ilk aylarımda açıkçası burada ne yaptığımı bilmiyordum. Koçla gri bir ilişkimiz vardı. Fazla bir şey paylaşmıyor, birbirimizi umursamıyor gibiydik. Bir gün benim takıma olan bağlılığımı sorguladı. Ama ben oynamıyordum o sıralar, sahada değildim. Bu şekilde takıma katkı vermemin mümkün olmadığını söyledim. Bence oynadığımız basketbol da yeterince akıcı değildi, roller tanımlanmamıştı. Her açıdan gri bölgedeydik. Alışmakta çok zorlandım. Bir yıl önce İsrail'de çok daha farklı bir rolde oynamıştım, takımdaki alfa bendim. Karşılıklı tavizler verdik... / Pierria Henry

Lisede guard oynamıştım, o yüzden TOFAŞ'ta topu getiren oyuncu olmak zevkti benim için. Adaptasyon sorunu yaşamadım. Fakat şöyle bir problem vardı; koçun beni yakın arkadaşım olan Draymond Green'e benzettiğini duydum. Bu çok yanlış. Dray, benim alt dönemim, böyle bir şey söz konusu dahi olamaz. yani benden esinlenen kişi esasen o. Kelimelerimizi dikkatli seçelim lütfen. / Raymar Morgan

"İnsanlar ölebiliyor bu yüzden"

Bir gecede başladı. Deplasmana gidecektik. Yolculuktan bir gün önce çok şiddetli baş ağrısı hissetmeye başladım, ışığa bakamıyordum, gözlerim acıyordu. Ağrı kesiciler aldım ama ağrı hep kötüye gitti. Sabaha karşı 5'te ise acile gittik. Meningoensefalit teşhisi koydular. Üç hafta hastanede kaldım. Biliyorsunuz, insanlar ölebiliyor menenjitten, ensefalitten. Çok korkmuştum. TOFAŞ bana destek oldu. Yeniden basketbol oynamayı düşünemiyordum o tarihlerde. Sayısız doktora, profesöre göründüm. Hiçbir şeyden kaçınmadılar. Takımdaki ilk sezonumun ikinci yarısında neredeyse hiç forma giyemedim ama umarım ikinci yılda borcumu ödeyebilmişimdir. / Tony Crocker

"95 civarı hücum setimiz var"

Galatasaray maçından bir anım var. Koçun aşil tendonu ameliyatı olduğu, maçları bench’in yanında izlediği dönemden... Setleri ben çiziyorum, takım bana emanet. En sonda kritik bir bölümde mola aldık, koç bir set söyledi, bir anda bana gelmedi. "Koç al dedim" taktik tahtasını uzattım. Orada eli ayağı havada, bir şekilde çizdi seti. Maç sonunda da yanıma gelip "Yalçın kusura bakma ama takımı sen yönetsen de başantrenör olarak ben çıktım. Maç kâğıdında Orhun Ene yazıyordu, galibiyet bana yazıldı" dedi. Gülüştük... / Yalçın Küçüközkan

3-5 tane ana hücum planımız var ama o setlerin elbette birçok opsiyonu bulunuyor. Sezon sonunda 100'e yaklaşmıştık, aşağı yukarı 95 setimiz var diyebilirim. Özellikle play-off zamanlarında oyuncuların kafasını çok karıştırmamaya gayret ediyoruz. Eksiklere yoğunlaşıyoruz. Mesela bir dönem kenar ikili oyunlarının savunmasında problemlerimiz vardı, sezon içindeki Beşiktaş ile Darüşşafaka maçlarında direnç kazanıp ayağa kalktık. / Sedat Özyer

"Mrsic yine dakika çalmış"

Berkan'la 50 antrenmandan fazla birlikte çalıştık. İyi gidiyoruz. Fiziği hem üç hem de dört numaraya çok uygun. Top hâkimiyeti üzerine çalışıyoruz, bir point guard gibi antrenman yapıyor bazen. Burada oyuncuların eski Yugoslav okulunu anlaması, orayla aralarındaki farkın yetenek değil, çok çalışmak olduğunu görmesi gerek. Ben uzun yıllar Bogdan Tanjevic ve Neven Spahija ile birlikteydim. Fenerbahçe'de görev aldığım dönemlerde Damir Mrsic'in, Sarunas Jasikevicius'un 35 yaşından sonra çalışmaya nasıl devam ettiğini gördüm. Mrsic işte, öyle çalışırdı ki yaşlı oyuncuyu oynatmayı sevmeyen Tanjevic, "Samir, ya görüyor musun bu Damir benden yine 22 dakika çalmış" derdi istatistik kağıdına baktığında... / Samir Seleskovic

Gelecek sene otomatik olarak NBA Draft'ına katılıyorum. Fiziksel açıdan kat etmem gereken çok yol var. Artık nereden olursa, ikinci turda bir yerlerden seçilip iki sene Avrupa'da kalıp ABD'ye gitmek istiyorum. Takım idmanı, bireysel idman, maç temposu derken zaten yoğun tempoda çalışıyorum. Sadece geçen yaz şöyle biraz vakit bulunca dalışla tanıştım. Lisans aldım. Suyun altındaki sessizlik çok hoşuma gidiyor. / Berkan Durmaz

Socrates Dergi