
Birkaç İyi Klişe
12 dk
Motor mu gidiyor sürücü mü? Hız mı mühimdir dayanıklılık mı? Fernando Alonso en büyük saf yetenek mi? Motor sporlarına dair beylik klişeleri bir bilene, Mali Selışık'a sorduk.
Cehalet bazen mutluluktur ama motor sporları söz konusu olduğunda benim için pek de gurur verici değil. Burada "Schumacher yıllarında şöyle takip ederdim, böyle takip ederdim" edebiyatı yapmak isterdim ama günün sonunda Formula 1 izlemeyi çok seven biri olmama rağmen bilgime hiç güvenemiyorum. Senelerdir en yakın arkadaşımdan spiker dostlarıma kadar birçok insana "Şu neydi, bu neydi?" diye sormamın nedeni bu. Eurosport Türkiye ve S Sport ekranlarında binlerce yarış anlatan Mali de o dostlarımdan biri. Ben de fırsatı değerlendireyim dedim, Halil Lahmacun'dan Baylan'a uzanan sohbetlerimizde sorduğum soruları çevremden topladığım klişelerle büyüterek profesyonel bir zemine taşıdım.
Şimdi klişeleri düşününce aklıma direkt şu geldi: "Sürücü önemli değil aga, makine gidiyor." Hitabım biraz basit oldu ama ne diyorsun?
Bunun tezi de var, antitezi de. İyi sürücü yetersiz bir araçla belli bir seviyenin üzerine çıkamıyor, rekabet seviyesi buna izin vermiyor. Tıpkı MotoGP'de Valentino Rossi'nin Ducati macerası ya da Fernando Alonso'nun yürek burkan McLaren çilesi gibi. Ama sürücü kötü olduğu zaman makine bir şekilde onu alıp yukarıya taşıyamıyor.
Daha önce çok sık olmasa da bunu destekleyecek örnekler gördük. 2009'da Felipe Massa'nın yerini birkaç yarış doldurmaya çalışan Luca Badoer, belki de en net örnek. Ama burada Badoer'in yaşı ve pistlerden uzak kaldığı süre de öne çıkıyor. En gerçekçi yakın dönem örneği 2008'de McLaren ile yarışan Heikki Kovalainen. Görece yetersiz kalmasına rağmen, o bir Grand Prix galibi.
Sporun zirvesine gelmek için artık mutlaka belli bir seviyenin üzerinde yer almanız, bir 'operatör'den fazlası olmanız gerekiyor. Ek olarak da sürücünün, takımı ve makineyi üst seviyeye çıkardığını ve bu iki olgunun bağımsız olmadığını söylemek lazım. Buna en iyi iki örnek Ferrari'yi tekrar ayağa kaldıran Schumacher ve dominant Honda'yı bırakıp Yamaha'yı tekrar söz sahibi yapan Rossi.

Çok orta yolcu bir cevap, tatmin olmadım. Çocukluğum "Kazanan Schumi mi Ferrari mi?" tartışmalarını dinleyerek geçti, şimdi "Hamilton değil, Mercedes fark yaratıyor" diyenler de var.
Her dominant dönem için söylenmiş ve söylenmeye devam edecek laflar bunlar. Galibiyete giden yol en hızlı araca sahip olmaktan değil, eldeki paketi en iyi şekilde kullanmaktan da geçiyor. Son bir buçuk hatta iki yıldır Sebastian Vettel ve Ferrari daha hızlı araca sahipler. Ama strateji eksikleri ve pist üstü hatalarla şampiyonluk umutlarını son yarışa dahi taşıyamadılar.
Motor sporları bir takım sporu değil, ama sanıldığı kadar bireysel de değil. Sebastien Loeb dokuz sene üst üste her tür rakibe karşı kazandı, şimdi aynısını Sebastien Ogier yapıyor. Takımlarda her zaman lider sürücü olur ama çöp çektirerek de seçilmiyor bu adamlar.

Peki nasıl seçiliyorlar? Sürekli spor olarak bahsediyoruz ama makine farklarından kaynaklı olarak bu adamların sporcu sayılmaması gerektiğini söyleyen bir kitle dahi var.
Motor sporları hiçbir döneminde fiziksel olarak gerekli yeterliliğe sahip olmayanların tamamlayabileceği bir branş olmadı. İlk dönemlerinde güçlü, yapılı adamlar yarışırken şimdilerde hobi olarak triatlon yapan az yağ oranlı ve verimli makinelere dönüştüler.
Spor olup olmadığını tartıştığımız espor F1 şampiyonası bile belli bir fitlik gerektiriyor. Geçtiğimiz yıl ilk F1 espor şampiyonu olurken tombik ve sevimli bir çocuk olarak tanıdığımız Brendon Leigh yeni sezonda fazla kilolarını vermiş ve gerçek bir sporcu gibi görünerek karşımıza çıktı.
Ama çok daha basit bir cevabı var bu sorunun: Böyle düşünenler 10-15 dakika karting yaptıktan sonra fikirlerini tekrar gözden geçireceklerdir. Ve bahsettiğim şey kompetitif bir yarışın yirmide biri bile efor gerektirmiyor.
Bunda hemfikiriz elbette. Ama motor sporlarında yeteneğin nasıl tanımlanabileceği konusunda kafam epey karışık. Yani, F1 gridinde olmak belirli bir yeteneği ve fiziksel yeterliliği gerektiriyor ama o yetenekten kasıt ne? Nasıl bulunuyor bu insanlar? Saf yetenek mi mühim yoksa disiplin mi?
Her sporda olduğu gibi motor sporlarında da yetenek avcıları ve genç sürücü programları var. Merdivenin her basamağında havuz daha da küçülüyor ve aranan cevher üzerindeki beklentiler artıyor. Saf yetenekten çok, aidiyet hissiyatını verenler öne çıkıyor. Ellerine geçen büyük fırsatlarda bir veteran gibi davranıp aynı zamanda o yetenek kıvılcımını gösterenler tercih ediliyor.
Disiplinsiz ve çalışma isteği olmayanlar, saf yetenekleri ne olursa olsun eleniyorlar. Bunun en büyük örneklerinden biri tıpkı Nick Kyrgios gibi Avustralya'dan çıkan Anthony Gobert. Son zamanlarda sorunlu hareketleriyle dikkat çeken Romano Fenati de biraz kafasını çalıştırsa başarılı olabilecek hıza sahipti.
Yine de tam anlamıyla takım sporu olmadığı için motor sporlarında rol oyuncularına yer yok. Hepsi bu yola 'tek adam' olma hayaliyle çıkıyor, bunu başaramayanlar aynı şeyleri daha iyi yapanların gerisinde kalıyor sadece. Disiplin ve iş etiği olmazsa olmaz ama yetenek tüm bunları anlamlı kılıyor.

Para bunun neresinde? En basit Google aramasında bile karşıma çıkan bir Autocar yazısını örnek vereyim sana. Başlığı şu: "Motor sporları mevzubahis olduğunda para yeteneğe baskın çıkıyor." Girişte de şunu eklemiş: "Motor sporları, imtiyazlı sporu olmayı sürdürecek." Para gerçekten de yetenekten daha mı önemli?
Bu spor, özellikle otomobil ve Formula 1 üzerinden baktığımızda acımasız. Çok yetenekli dahi olsanız katma değer üretmek zorundasınız. Ya büyük markalardan biri sizi erkenden keşfedecek ya da keşfedilene kadar karşılığını alıp almayacağınız belli olmayan bir yatırım yaparak yarışacaksınız. Bunu inkâr etmeye gerek yok ama diğer sporların aksine kontenjan çok dar olduğu için parasıyla yarışanlar da son birkaç yıllarda belli bir seviyenin çok üzerinde.
F2 uzun zaman sonra ilk kez şampiyonanın zirvesindeki üç pilotu da F1'e mezun verdi. Servetiyle sık sık eleştirilen Lance Stroll dahi yabana atılmayacak bir yeteneğe sahip. Son döneme baktığımızda en karikatürize edilen Pastor Maldonado bile bir Grand Prix galibiydi ve akıl tutulması yaşamadığı zamanlarda belli bir hıza sahipti. Motosiklet dünyasında bu iş biraz daha menajerler ve bağlantılar üzerinden yürüyor. Ama para, yetenek ve bağlantılara aynı zamanda sahip olursanız bu seçkin sınıfa giriyorsunuz.
Benim dünya kadar param olsa 1990'larda gridde yer alıp yarışmayı deneyebilirdim hatta 2000'lerin başında testlerde veya antrenman seansında piste çıkabilirdim. Çünkü bu üç kriterin ikisi yeterliydi. Yeni dönem Formula 1'de kapıdan içeri sokmazlar çünkü puan kazandırmayan pilotlar ödül havuzundan takımın aldığı payı da azaltıyor. Getirdikleri para, kazandıramadıkları paranın arkasında kalıyor. Artık en iyi ihtimalle nitelikli pay-driver'lara yer var. Bunu sağlayan faktörlerden biri de süper lisans almak için hakikaten somut başarılar gerektiren yeni lisans puan sistemi.
Hep Formula 1 örneği üzerinden gidiyoruz ama... Eğer bahsettiğin para-yetenek-çalışma üçgeni bu kadar önemliyse mesela neden Stoffel Vandoorne, Esteban Ocon gibi genç yetenekler açıkta kalıyor, Sergio Perez gibi sponsorluk getiren pilotlar bile gridden düşme tehlikesi yaşıyor? Herkes süper yetenek diyor ama bir yandan da bu pilotlar için çok da fazla hava alma imkânı yok gibi.
Ocon'un açıkta kalması üzücü. Yetenekli, yılın son bölümü hariç sempatik ve her anlamda bir takımı sırtlayabilecek bir isim. Mercedes'in ona koltuk bulamaması biraz işi bozdu. Williams'ta da o yarışmak istemedi ve şimdi Mercedes'in gözünde George Russell'ın bile gerisine düşmüş olma ihtimali var. Vandoorne biraz McLaren'ın "yeteri kadar iyi değil" yaklaşımının kurbanı oldu, tıpkı bir dönem Sergio Perez'e yaptıkları gibi. Perez'in koltuk bulamama tehlikesi Force India'nın içinde bulunduğu finansal durumla alakalıydı. Arkasında kapı gibi Telmex var yoksa. Ama Perez süper yetenek filan değil. Sauber zamanında harika işler yaptı, McLaren ile bir sezon sonrasında yollar ayrılınca belki de haksız şekilde imajı zedelendi. Ardından Force India ile önüne çıkan çoğu podyum fırsatını değerlendirerek koltuğunun hakkını verdi, daha fazlası yok. Son bir iki sezonda ciddi akıl tutulmaları yaşasa da yine iyi sonuçlar elde ediyor. Başka yerde koltuk bulamama ihtimali karakter sorunlarından ve ilerleme potansiyelinin olmamasından da ortaya çıkıyor. Force India yeni haliyle acayip bir takım olmazsa, buradan daha yukarı çıkmaz artık. Takımların Perez'in suratını çekmesi için Alonso seviyesinde bir pilot olması gerek ama Meksikalı o seviyeden birkaç ışık yılı uzakta. Ben olsam hayatta uğraşmam.
Bence asıl trajedi Daniil Kvyat'ın hikâyesi. Rusya pazarında etkin olmak isteyen Red Bull bu yetenekli çocuğu as takıma kadar çıkardı, sonra Verstappen ufukta görünüp Kvyat da kendi ülkesindeki yarışta kendi adı verilen tribünlerin önünde kaza yapınca bir anda kesiverdiler biletini. Sonra da yo-yo muamelesi yaptılar, seneye Toro Rosso'da tekrar yarışacak. Herkes bir sonraki Ayrton Senna'yı, Schumacher'i ya da kendi ismini yaratacak starı aradığından ve yalnızca 20 koltuk olduğundan kriterler çok çeşitli ve piyasa çok acımasız. Vandoorne'ları, Ocon'ları harcayan bu çekişme bazı yetenekli pilotları gride bile yaklaşmadan eleyebiliyor. Diğer önde gelen sporlardan herhangi birinde kontenjan bu kadar kısıtlı değil. NBA üçe üç lig olsa ve yalnızca altı kişilik kadrolar olsaydı takımların kriterleri de bu oranda daha seçici hâle gelirdi.

Alonso örneği vermen hoşuma gitti. Konuyu oraya getirecektim. Son yıllarda herkes "Ah Alonso, vah Alonso" diye karalar bağladı. Bir yandan da motor sporlarının farklı dallarında yarıştığını, Le Mans'dan Indy 500'e çok özel işler yaptığını görüyoruz. Ve herkes onun ne kadar büyük bir saf yetenek olduğundan bahsediyor... Eğer öyleyse, neden daha düşük bir takımla ve motorla son yıllarını geçirdi? İkincisi, Alonso gerçekten Formula 1'in en büyük saf yeteneği miydi? Üç, motor sporlarında saf yetenek nedir? Farklı dallara ve şartlara uyum sağlayabilmek mi, elindekinden en iyisini çıkarmak mı, çok hızlı veya dayanıklı olmak mı? Çok sordum, BUNLARI DA CEVAPLA BAKALIM...
Alonso'nun şanssızlığı tam anlamıyla yanlış yerde olmasa da hep doğru yerin bir adım uzağında olması. Sürekli bir ya da birkaç puanla şampiyonluk kaçırdığı sezonları düşününce beş kez dünya şampiyonu olması işten bile değildi. Diğer yandan 2009'da Red Bull'u, bir ara da Mercedes'i reddettiği konuşulan Alonso bir fabrika takımında olmadığında şampiyon olamayacağını biliyordu. Bu yüzden McLaren-Honda ile anlaştı. Ferrari'de Vettel var, Mercedes'te Hamilton var. Eşit derecede büyük yeteneğe sahip iki pilotu yarıştırmak birbirlerinden puan çalmaları anlamına geldiğinden ve Alonso da son dönemde daha keyifli bir adam olsa da öyle çok kolay bir karakter olmadığından gidebileceği en iyi koltuk McLaren'dı. Ama olmadı. Yine de cömert bir kontrat, Kimoa markasının tanıtımı, Indy 500 fırsatı gibi ekstralarla kendini mutlu etti.
Saf yetenek her şeyi her şartta kazanmak değil, günümüzde bu çok zor. Ama bir pilotun ya da sürücünün, potansiyelinin en iyisini yaptığını anlamak zor değil. Oyunu değiştiren adamlar genelde bir yerden bu özel yetenek işini yakalıyorlar. Senna araç kontrolüyle, Prost analitik yaklaşımıyla, Schumacher fitliği ve bitmek bilmeyen test aşkıyla, Verstappen de şimdilik genç yaşında kuralları esneten başarısıyla oyunu değiştirdi.
MotoGP'de de her formülde kazanan adaptif Rossi'nin ardından post-modern sürüş tekniğini yaygınlaştırıp her hafta acayip kurtarışlar yapan Marquez bu rolde. Saf yeteneğin en ilginç yanı tanımlaması zor ama izleyince de kendini net belli eden bir şey olması... X Faktörü diyin, saf yetenek diyin, ne derseniz artık.
Bu konudaki en iyi örnek galiba Sebastien Loeb. Her şeyi kazanamazsınız, Loeb de kazanamadı. Ama katıldığı her seride rekabetçi oldu. Beyaz Amerikalı olimpiyatları olan X-Games'de rallikros altın madalyası aldı, Le Mans'da ikinci oldu, az kalsın 2009 Abu Dhabi Grand Prix'sinde yarışacaktı, WTCC'de ve Dünya Rallikros Şampiyonası'nda yarış kazandı, Dakar'da etaplar kazanmaya devam ediyor. Bu sadece çalışmayla ya da parayla olmaz. İkisiyle birlikte de olmaz. Zirvedekiler için bu derece bir yetenek olmadan bu başarılar mümkün değil.