
Bizim Melo
16 dk
Melo Trimble, kolejde bir süperstardı. NBA için şansı yaver gitmeyince dünya turuna çıktı. Farklı kıtalarda basketbol oynadı, kendi deyimiyle hep huzuru aradı hatta bu yolculukta din de değiştirdi. Trimble ailesindeki tek Müslüman, şimdi İstanbul'da…
Avrupa'da belki de sezonun transferlerinden biri Melo Trimble. Birçok EuroLeague takımının takibindeyken "Baskonia oldu mu, olacak mı?" derken bir anda Galatasaray'dan çıktı yıldız oyuncu. NEF'in desteğiyle birlikte yeniden yapılanan Sarı-Kırmızılılar, yeni sezon için rekabetçi bir kadro kurup hücumda anahtarları 26 yaşındaki yetenekli skorere teslim etti. Şimdiye kadar işler yolunda gidiyor. NCAA'de Maryland formasıyla ulusal çapta ün kazanan, kolejdeki son yılının ardından Malcolm X'ten etkilenerek İslam'ı seçen Melo'nun yolculuğunu Sirkeci yakınlarında, Kennedy Caddesi'ne paralel bir kafede konuşmaya başladık...
Maryland'ın ardından Avustralya, Porto Riko, İspanya, Türkiye… Antarktika ve Afrika hariç tüm kıtalarda oynamış biri olarak, İstanbul izlenimleriniz neler?
Amerika gibi burası. Belki de bana öyle denk geldi, bilmiyorum. Her şey var. Gerçekten, aklınıza gelen her şeyi bulmak mümkün İstanbul'da. Bir de çok ucuz… ABD'den öyle bir fark olduğunu söyleyebilirim.
Bu sanki önemli bir fark gibi…
Yemeklere ödediğim para hâlâ çok gerçekçi gelmiyor. Şaka gibi. Bir şey alırken fiyatını tekrar kontrol ediyorum. Özetle mutluyum; burada arabayla dolaşırken sanki ABD'de büyük bir eyaletteymişim gibi hissediyorum. Ayrıca hiç yabancılık çekmedim çünkü dil bariyeri açısından İspanya ve Porto Riko gibi yerlerle karşılaştırılamayacak kadar iyi buradaki insanların İngilizcesi. Dertlerimi kolaylıkla anlatıp çözüm bulabiliyorum. Herkes gibi benim de sorunum trafik. Onun iyi ya da kötü İngilizceyle de bir çözümü yok. Antrenmana giderken hep navigasyona bakıyorum hangi yoldan kaçabilirim diye… Çılgınca, değil mi?
Takdiri okurlarımıza bırakarak devam ediyorum. Sezon başlangıcı itibarıyla ligimizde rekabet seviyesi hayli yukarıda. İspanya'da oynamış biri olarak, yapılan Türkiye Ligi karşılaştırmalarına nasıl bakıyorsunuz? Sizce adil bir mukayese mi?
Bence öyle. Kısa sürede bu ligin kendine has bir kimliği olduğunu gördüm. Avrupa'da büyük organizasyonlara en çok takım yollayan ülkelerin başında hep İspanya ve Türkiye geliyor. EuroLeague, FIBA BCL veya EuroCup takımları sayılarına bakın… Sadece bu iki lig karşılaştırılabilir. Real Madrid ve Barcelona gibi kulüpler organizasyon ve kültür olarak farklı gözükebilir ama iki ligde oynayan oyunculara bakıldığında bence adil bir karşılaştırma.
Avustralya'dan İspanya'ya giderken oranın kültürüne hâkim değildim. Ama şansımı denemek istedim. Buraya gelmeden önce de geçen sene Beşiktaş'ta, bu yıl ise Karşıyaka'da oynayan James Blackmon'a Türkiye'deki seviyeyi sordum. Bana, "Kesin gelmelisin. Antrenörler sana özgürlük veriyor. Kendi oyununu oynamana izin verirler. Bu fırsatı kaçırma" diye cevap verdi. James'in Türkiye'ye gelmemde payı büyük.
Avrupa basketbolunda bilhassa Shane Larkin etkisiyle birlikte skorer kısaların özgürlüğü artmaya başladı. Bu sınıfta kendinizi nerede görüyorsunuz?
Kesinlikle EuroLeague seviyesindeyim. NBA'in etkisiyle birlikte oyun burada da değişiyor ve skor kabiliyeti olarak kendimi şu an bu kıtadaki en iyi birkaç isimden biri olarak görüyorum. Shane başka bir seviyede; küçüklüğümde ondan çok etkilendim, o benim için bir efsane… Türkiye'de bıraktığı etkiye yaklaşmayı, böyle bir mirasım olmasını çok isterim. Nando de Colo'nun oyununa da çok saygı duyuyorum. Her şeye sahip ve çok az hata yapıyor. Hatalar oyununda az hata yapmak ayrıca takdir edilesi. Benim şimdilerde atmak istediğim adım, biraz Nando'nun gelişimine, değişimine benzer… Sadece skorer bir kısa gibi anılmak istemiyorum. Diğer kısalar beni savunurken kafaları biraz karışmalı. ACB'de en iyi ikinci 5'e seçildim, Avustralya'da 25 sayı ortalaması tutturdum; bunlar mutlu ediyor ama takım kazanmadıkça çok da iyi hissetmiyorum. Fuenlabrada'nın bende hissettirdiği eksik buydu.
Galatasaray bu eksiği kapattı mı? Geliş hikâyenizi biraz anlatır mısınız?
Dürüst olayım, ben EuroLeague'e gitmek istiyordum. Zalgiris'le görüştüm ama olmadı. Böyle biraz havada kalan, tuhaf bir görüşmeydi. Bana geri dönmediler. EuroLeague'den başka ihtimaller de oldu…
Baskonia bu süreci çok yakından takip etmiyor muydu? Avustralya'da oynadığınız dönemde prensipte anlaşmaya varmıştınız diye hatırlıyorum. Ne yaşandı orada?
Bu çok karışık bir konu. 2019'un başlarında Baskonia bana teklif yapmıştı, menajerim ve benim aramda bir iletişim sorunu oldu diyelim. Baskonia transferi rafa kalkınca yollarımızı ayırdık. Avrupa'ya gelene kadar menajerlik işlerine çok önem veren biri değildim. Fuenlabrada'da oynadığım tek sezonda Christian Eyenga, bana mutlaka yeni bir menajer bulmam gerektiğini söylemişti ve çok haklıydı. Dediği gibi, ilk senemde Avustralya'ya değil de direkt İspanya'ya ya da başka bir Avrupa ülkesine gidebilirdim. Eğer beni bu açıdan yönlendiren biri olsaydı NCAA'den hemen sonra, daha erken karar alma lüksüm olurdu. Ama orada kariyerimi belki de tam olması gerektiği gibi yönetemedim.
Baskonia teklifini değerlendiremedikten sonra bir de Estudiantes'e imza attığınız bir periyot var, değil mi? Fuenlabrada'ya gelmeden beş-altı ay kadar önce. O iş de sağlık protokolünden, salgından ötürü olmuyor…
Evet, o imzadan galiba bir ay sonra ACB tatil edildi. Bu işin esas komik olan kısmı; pandemi koşulları rahatlayıp yazın tekrar pazarlık masasına oturduğumuzda benim Madrid şehrinin bir başka takımı Fuenlabrada'ya anlaşmam, Estudiantes'in ise Avustralya'da rakip olduğum John Roberson'ı almasıydı. Şöyle bir şey oldu, biz John'la birlikte aynı uçakta, İspanya'ya gidiyorduk. Madrid'e indik, Fuenlabrada beni aldı, Estudiantes yetkilileri ise onu… Durumlarından da çok memnun gözüküyorlardı. İçimden, "Benim diğer arabada olmam lazımdı" diye düşünmüştüm. John harika bir oyuncu olabilir ama Estudiantes'in benim yeteneklerimi anlayabildiğini düşünmüyorum. Ah, bir de… Sezon sonunda küme düştüler. Biz ligde kaldık.
Özgüven = Tevazu
2015 yazında Maryland'daki 'freshman' sezonu performansım Stephen Curry'nin dikkatini çekince onunla tanışma, kampında liseden gelen çocuklara danışman olma fırsatı yakaladım. Beni özel bir videoyla yanına davet etmesi, orada paylaştıklarımız hâlâ dün gibi aklımda… Herkesle sohbet eden, çok mütevazı, saatlerini size ayıran biri. Bana hiçbir zaman kendimden feragat etmememi öğütlerken, özgüvenli olmanın aslında insanı daha mütevazı kılması gerektiğini anlattı. Steph'in mantığına göre, insan kendine güvenirse ve yaptıklarına inanırsa, kendiyle işi biteceği için benliğine dair şüphe duymasını gerektirecek bir konu kalmıyor. Bunu hiç aklımdan çıkarmadım. Ben kendime güveniyorum ama kimseden üstte değilim. Karakter açısından beni en çok etkileyen kişi bu yüzden Steph. Sohbetlerimizi hâlâ özlüyorum.
Eski bir Galatasaraylı olan John Roberson'dan tekrar yeni kulübünüze geçelim mi? Geliş hikâyenizi anlatıyordunuz...
John da mı burada oynadı? İyiymiş. Galatasaray'a geldiğim ilk anda, "Bu zamana kadar neredeymişim?" dedim. Bu kadar büyük bir kulübe daha önce gelmediğim için pişmanım. Şöyle de ilginç bir durum var; kulübe belki hâkim değildim ama Galatasaray'ın renkleri bir şekilde aklımda kalmış. Uzun süredir, futbolda ve basketbolda sarı-kırmızı forma aklımda yer etmiş. Nedenini hâlâ bulamadım.
Koç Ekrem Memnun'un transferinizdeki rolü ne oldu?
Koç beni ilk olarak transferimden aylar önce aradı. Hatta aksanından ötürü şaşırmıştım çünkü ilk kez Türk biriyle konuşuyordum, tutkusu hoşuma gitti. Ardından belirli periyotlarla konuştuk. Yaz döneminin başlangıcında durumumu anlatmış, EuroLeague takımlarından teklif olabileceğini ve özellikle bazı İspanyol takımlarının bana haber yolladığını söylemiştim. Bunlardan biri Baskonia'ydı çünkü bana "Bekle" dediler. Ardından tercihlerini Wade Baldwin'den yana kullanınca ben de farklı arayışlara geçtim. Bu esnada Galatasaray'dan sürekli telefon geliyordu… İş artık öyle bir noktaya geldi ki Galatasaray koçu ve GM'i beni kız arkadaşımdan daha çok istiyorlar gibi hissetmeye başlamıştım. İspanya'daki takımlar bana Galatasaray'ı ve Türkiye'yi kötülediler, maddi konularla alakalı çok fazla şey söylediler ama fikrim değişmedi. ACB'de transferin son gününde başta eski takımım olmak üzere birkaç teklifi reddettim, Galatasaray'a geldim. Bir açıdan hayat felsefemi takip ettim. Arkadaşlarınızı seçmek gibi... Sizinle olmak isteyenlerle birlikte yürürsünüz. İstenmek güzel şey.
Ekrem Hoca hangi konulara vurgu yapıyor?
Kendim olmamı istiyor. Artık kimseye bir şey kanıtlamak zorunda değilim ve koçla bu ortak noktada buluştumuzu düşünüyorum. Çok özel bir ilişkimiz var, ona güveniyorum ve onun da bana inandığını hissediyorum. "Burada olmanın sebebi benim. Kendin ol ve gerisini bana bırak" diyor bana. Her şeyden önce çok iyi bir insan olduğu için, onun adına da bir şeyler başarmak istiyorum. Evet, kendim olmam istenebilir ama ben kendi adıma oynamak istemiyorum. Koç adına, onun için bir şeyler kazanmak istiyorum. Galatasaray ruhunu temsil eden biri o. Beni aradığı ilk günde de sanki gelecekte antrenörüm olacakmış gibi değil de taraftarı olduğu kulübe oyuncu transfer etmeye çalışıyormuş gibi konuşmuştu. "Belki bir önceki sezon istenilen sonuçlar alınamadı ama kısa ve orta vadede EuroLeague seviyesi için çaba göstereceğiz. Bunu yakın gelecekte yapabiliriz" ifadesi hoşuma gitmişti. Geçmişte Maryland ve Mark Turgeon'la da benzer bir ilişkim olmuştu. Koç, problemli geçen bir yılın ardından ayrılma noktasına gelmişti. Benim ilk sezonumdan itibaren harika bir uyum yakaladık. Birbirimize güvenebildik.

Mark Turgeon'ın biraz endişeli, kontrolcü bir koç olduğu hep söylenir. Bu açıdan özgürlük elde etmeniz zor olmadı mı?
Bir basın toplantısında benim hakkımda "Melo sahada bazen kibirli gözüküyor. Öyle de olmalı. Bu statüyü hak etti" demişti. Çok gülmüştüm. Dediğin doğru ama benzer durumu koç Memnun için söylerken karşılıklı güvene bu yüzden vurgu yaptım. Ben sahada özgür olsam da antrenör bir yandan onun için oynadığımı biliyor. Denge burada… Yoksa koç Turgeon'dan özgür kalırken de çok şey öğrendim. Beni hep bir tavırla, bir tarzla oynamaya teşvik etti. İşte biraz önce Nando'yu örnek verdim, ben de sahada duygularımı göstermeyi çok tercih etmeyen biriyim. Böyle öğrendim. Böyle rahatım.
Freshman yılından başlayarak aslında pek çok kez SportsCenter'da yer alışınızdan da bahsedebiliriz ki daha o yaşlarda ulusal çapta ün kazanmanın etkisi malum. North Carolina önünde Nate Britt'e karşı yaptığınız 'crossover', Michigan State performansınız, Bronson Koenig'in basketinden sonra Wisconsin maçını alışınız…
Nate Britt de Maryland'dan eski arkadaşımdır… Kurbanın o olması üzücüydü. İşin şakası bir yana, Terrapins 2010-2015 arasında hiç sezon sonu turnuvasına katılamamıştı ve benim oradaki üç sezonum boyunca turnuvayı hiç kaçırmadık. İkinci yılımda anketlerde hep ilk 10'daydık. 'Sweet Sixteen' gördük. Jake Layman, Kevin Huerter, Justin Jackson gibi bazı takım arkadaşlarımız kendilerini NBA seviyesinde deneyebildiler.
SportsCenter ise bambaşka bir gelenek… 1980'lerden beri ABD'de devam eden bir kültür. Bu tabii ki tanınmanızı sağlıyor, kampüste daha eğlenceli vakit geçiriyorsunuz; hem gündüzleri, hem geceleri… Ama baskı da artıyor. Bu baskı, yeteneklerinizle ya da başardıklarınızla alakalı değil. Genellikle, taraftarların yatan kuponlarıyla alakalı. Poster çocuk sen olduğunda başın derttedir. "Melo bugün b.k gibiydin" denince insanın hoşuna gitmiyor ama mesela bu yıl kaybettiğimiz Darüşşafaka maçından sonra da bazı sinirli taraftarlar bana tepkilerini gösterdi. Hiçbirinin saha içiyle alakası yok; hepsi bahis… Maryland'da da aynı şeyi söylüyordum, lütfen, oyuna olabildiğince sadık kalmaya çalışın. Kötü günlerde yanımızda olun ki sorunları birlikte aşalım.
"Thibs sürekli bağırıyordu"
2017'de şansımı Minnesota Timberwolves ve onların G-League takımı Iowa ile denemek istedim. Çok iyi bir yaz ligi geçirdim, bunun da koç Tom Thibodeau'nun dikkatini çektiğini biliyordum. Ama olmadı. Çünkü takım kararını çoktan vermişti. Thibs, orada bulunduğum sürede bana karşı çok sert oldu ama genelde bir antrenör size karşı sert davranıyorsa aslında sizi seviyordur… Bu tuhaf ama doğru. Thibodeau'da da bunu hissettim. Kamptan ayrılırken, "İleride seni burada görebiliriz" demiş ve beni sıcak bir şekilde uğurlamıştı. G-League'de yeterli süre geçirsem, kimbilir… Thibs'i ve sürekli ensemde hissettiğim nefesini asla unutmayacağım kesin.
Bu sezona dair hedefleriniz neler?
FIBA Basketbol Şampiyonlar Ligi'ni kazanmak için şansımız olduğunu düşünüyorum. Çok büyük laflar etmeyeceğim ama takımımıza çok güveniyorum. Türkiye'den geçen yıl final yapan takım, Karşıyaka, çok hazır bir ekip. Teknik ekip, oyuncular uzun süredir birlikteler, Bonzie Colson'a sahipler. Bizim ilk senemiz ama onlara rakip olabileceğimizi düşünüyorum. Bir kere Dee Bost, Kerry Blackshear gibi kendi skorunu üretebilen çok yetenekli oyuncularımız var. Bir gün EuroLeague'de oynamak istiyorum ve bunu tek başıma yapamayacağımı da bildiğim için takım arkadaşlarıma güveniyorum. Dee bana çok yardımcı oluyor çünkü topu yarı sahaya kadar taşıyor, savunmacıyı üstüne çekiyor ve skor üretebiliyor. Bazen o kadar iyi oynuyor ki onun için bile savunma yapmak istiyorum. Bu işin esprisi tabii...
Söyleşilerde genellikle çocukluktan başlayıp günümüze doğru, biraz kronolojik ilerlemek daha makbuldür denebilir. Fakat öykünüzde Maryland çok önemli yer tuttuğu için biraz son bölüme saklamak istedim. Bildiğim kadarıyla kolejdeki son yılınızda da din değiştirerek İslam'ı seçiyorsunuz. Ailenizde başka Müslüman yok… Biraz bu kararı nasıl aldığınızı anlatır mısınız?
Annem Baptist. Ailemin tamamı Hıristiyan. Zaten küçük ve birlikte çalışan bir aileyiz; annem ve babam birlikte iş yapıyorlar, bir de kız kardeşim var… Sessiz, sakin, kendi halinde bir aile. Çok şükür, 22 yaşımda İslam'dan etkilendim ve kararımı verdim.
Yakın dönemde Nation of Islam, Elijah Muhammad ve Malcolm X ile alakalı çok fazla yapım karşımıza çıktı. Geçmişte de sizin böyle etkilendiğiniz bir kitap, film, belgesel var mıydı?
Aslında çıkış noktası Denzel Washington'ın oynadığı Malcolm X. Onu ilk izlediğimde büyük bir meraka kapıldım. Malcolm'ın kim olduğunu biliyordum ama hakkında detaylı araştırma yapmış değildim. Getto bir kolejde yetişen biri olarak, Malcolm'ı tanımaya başladıkça İslam'ı da benimsedim. Müslümanlıktaki iç disiplin beni çok etkiledi ve kendimi bu açıdan eğitmeye başladım. YouTube'dan birçok video izledim, Kuran'ı edindim. Daha önce Hıristiyanken kimin için dua ettiğimi bilmiyordum. 2017 yılının Ramazan ayında henüz din değiştirmemişken bir camiye uğradım. Müslüman olmamama rağmen herkes bana kardeşiymiş gibi davranmıştı. O gün kendimi çok büyük bir ailenin parçasıymışım gibi hissettim, "Sizden biri olmak istiyorum" dedim. Annem, ailem bunda hiçbir sorun görmedi. Elhamdülillah…
Bu yaz Türkiye'ye gelirken Müslüman bir ülkede yaşama isteği de kararınızda rol oynadı mı?
Büyük oranda değil ama elbette merak ettim. Her gün namaz kılıyorum. Çok rahat hissediyorum. En yakın zamanda da bir camiye gitmek istiyorum. Basketboldan kalan vaktin büyük bölümünü evde geçirmeyi seven biriyim. Motivasyonum, artık bir yerlerde kök salabilmek. Şimdiye kadar profesyonel kariyerimde her yıl farklı bir takımın formasını giydim; farklı yerler görmek, farklı kültürlerle tanışmak istediğimden… Şimdi biraz durulmak istiyorum. Burada çok mutluyum. Kimbilir, belki aynı Shane'in yaptığı gibi ben de buranın Melo'su olurum…