
Bolt mu, Phelps mi?
17 dk
2008’den beri kendi sporlarıyla birlikte olimpiyat oyunları tarihini de değiştiren iki sporcuyu Caner Eler ile Mert Aydın kıyasladı. Sonuç ne olursa olsun, bize kalan yine ikiliyi izlemekten edindiğimiz o derin haz ve unutamadığımız hatıralar oldu.
Mert Aydın: Usain Bolt, dünya sporuna öyle bir noktadan girdi ki bugün atletizm deyince ilk o akla geliyor. Hızla ilgili bir şey konuşuluyorsa, Bolt o cümlenin devamına giriyor. Bu Michael Phelps’i küçültmez ancak onun bu tip benzetmelere girmediğini belirtmek lazım. Bolt, insanların yaşamında Phelps’e göre daha büyük bir yer kaplıyor. Bu yüzden Bolt’un damgasının daha büyük olduğunu düşünüyorum. Altını çizerek söylüyorum, kavga dövüş olmasın. Bugün sokakta belki de Michael Phelps’i görüp tanımayacak olan yüzbinlerce insan vardır ama dünya nüfusunun büyük çoğunluğu Bolt’u sivil kıyafetlerle görse dahi tanır.
Caner Eler: Evet, Bolt gibi dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi dil konuşuluyorsa konuşulsun size bir şey ifade eden markalar var. Michael Jordan da öyledir. Phelps ise bu konuda daha geride. Bence onu Bolt’un önüne geçiren şey, spot ışıkları altında olmayan bir mecrada bu başarıları elde edip, global bir ün yaratması. Dediğin gibi çok zor bir karşılaşma bu. Ringe döksek, iki Muhammed Ali’yi karşılaştırmak gibi bir şey olacak. O yüzden de hayli zorlu münazara bu. Farklı silahlarımla saldıracağım Mert Aydın’a. Şaka yapıyorum, centilmence bir kapışma olacak.
İki yıldızın yarıştıkları döneme bakalım. Sizce rakiplerin kolaylığı açısından hangisi daha avantajlı bir jenerasyona denk geldi?
M.A: İkisinin de zayıf rakiplerle yarıştığını düşünmüyorum. Ancak Bolt lehine olan faktörleri de eklemeden olmaz. Jamaikalı, bu inanılmaz dereceleri yaparken kendisi olmasa, şu anda dünyanın en hızlı adamı olacak adamlarla yarıştı. 9.72’nin altına inebilen Tyson Gay’den bahsediyoruz. Asafa Powell, Yohan Blake de öyle sıradan isimler değil. Ve ilginç olan Bolt’un 6 olimpiyat altını var, hiçbirinde yarıştan sonra kimin kazandığını öğrenmek için fotofinişi beklemedik. Bu kadar üst düzey rakibe karşı kısa mesafe koşmasına rağmen 20 metre kutlama yapar haldeydi.
C.E: Rakipler demişken Ryan Lochte’den bahsedelim. Lochte belki de Phelps’in kariyeri boyunca kazanamıyor ki aynı ülkeden, birbirini çok iyi tanıyan iki adam.
M.A: Yani Ryan Lochte de Tyson Gay ile aynı kaderi paylaşıyor biraz.
C.E: Tek şansı, Phelps’in katılmadığı bazı Dünya Şampiyonaları oldu. Oralarda işi götürdü ama hep ikinci adamdı. Ki Lochte, muazzam bir yetenek. Karakter olarak da biraz daha Bolt’a yakın. Eğlenceyi seven, daha renkli bir imajı olan Floridalı bir adam. Ama onu dahi belli bir çalışma disiplinine sokan, Phelps’in çalışma azmi. Yüzme gibi, her anlamda çok zor bir antrenman temposu olan, sabah 5-6’da ilk antrenmanın çoktan bittiği bir spordan bahsediyoruz. Bunun üzerinden, sırf Phelps’e ulaşabilmek için kendine yeniden bir hayat çizen bir adam Lochte. Ona rağmen ulaşamıyor. Tabii tek Lochte değil. Phelps, 2000’den bu yana çok rekabetçi bir ortamda yer aldı. Ian Thorpe’undan, Pieter van den Hoogenband’ına...
Buradan devam edecek olursak, Phelps, Ian Thorpe ve Pieter van den Hoogenband’ın damga vurduğu nesilden sonra geldi. Bolt ise hâkimiyetin başlarda Maurice Greene'e ait olduğu 2000'lere imzasını attı. Bu isimleri kendi sporlarında tüm zamanların en iyisi ilan edebilir miyiz?
C.E: Bu tüm branşlarda hep yapılan bir tartışma. Dönemleri karşılaştırmak zor. Yüzme tarihine baktığımızda 22 yaşında emekli olmuş Mark Spitz gibi bir efsane var. Devam etse kim bilir neler olurdu? Bir de 1968 Olimpiyat Oyunları ile gelen dijital zaman ölçme imkânı var. Ondan öncesi, yani Weismüller gibiler dönemi zamanlar açısından biraz muğlak. Phelps ise Thorpe, Popov, Hoogenband gibi isimlerin olgunluk döneminde ortaya çıkıp devamında iyi rakipleri olmasına rağmen hep en üstte kaldı. Bu daha geçmişte kalan isimlerle karşılaştırması zor bir durum. Fakat yüzme gibi çok çabuk yıpratıp erken yaşta emekli eden bir spor dalında çok uzun süre en tepede kalıp devamlılık sağlamasıyla herkesten ayrılıyor. Mesela Phelps, Beijing’deki 8 altın rekoru herkesçe izlenebilsin diye eleme-final programında uğruna saat ayarlaması yapılan bir adam. Tüm zamanların en iyisi olması sadece madalyalarla alakalı değil. Özellikle koçu Bob Bowman ile geliştirdiği yeni tekniklerle çığır açmıştı. Büyük torsosu bu konuda fiziksel avantajıydı.
M.A: 90’ların ikinci yarısı Ato Boldon’ların, Frankie Fredericks’lerin yarıştığı, Carl Lewis’in bıraktığı, Linford Christie’nin artık iyice yaşlandığı bir dönem. Orada Maurice Greene öne çıktı, iyi dereceler de yaptı ama hiçbir zaman Lewis ya da Bolt gibi bir iz bırakmadı. Sadece “Dünyanın en hızlı adamı kim” diye sorulduğunda adı akla geliyordu. Ama Greene hiçbir zaman onun dışına, üstüne çıkamadı.
C.E: Bir de Phelps için yapılan tüm zamanların en iyisi tartışmasında mayo teknolojisi değişimi meselesini de unutmamak lazım. Phelps ona direnip, teknolojik mayolarla yüzen rakiplerini de yenmeyi başarmıştı.
M.A: Haklısın. Aynı şekilde Bolt da sprinti farklı bir noktaya getirerek “100 metreyi kaç adımda koştu?” geyiğini yapmamıza sebep oldu. Artık sprinter olmak isteyenlerde farklı özellikler aranmaya başlandı. Daha önceki sprinterlere baktığımızda, belki Donovan Bailey ve Frankie Fredericks’i bir yana koyarsak genelde çok uzun olmayan, tıknaz, daha çok enlemesine belli bir noktada olan atletler vardı. İşte bu noktada Bolt olayı değiştirdi. Evet, yüzmede o istikrarı sağlamak ve uzun yıllar orayı domine edebilmek önemli bir şeydir. Ama atletizm dediğimizde milyarlarca insanın aklına gelen ilk branşta böyle bir fenomen haline gelebilmek hiç kolay değil. Eğer öyle olsaydı Maurice Greene de bir fenomen olurdu ama olamadı.
C.E: Bu iki adamın en önemli özelliği, insanların hayal edemediği sınırları zorlaması. Ama Bolt’un şöyle bir avantajı var: Spot ışıklarının patladığı ve herkesin ilgi gösterdiği, genelde atletizm izlemeyenlerin bile 100 metre için televizyon başına veya stadyuma gittiği bir disiplinden bahsediyoruz. Bununla ilgili bir örnek de Seul 1988’de aslında en başarılı sporcu Matt Biondi olmasına rağmen Carl Lewis’in en popüler yüz olmasıdır. O zamanın Phelps’i gibiydi Matt Biondi, beş altın almıştı. Ama Carl Lewis hatırlanır genelde.
M.A: Carl Lewis, Senato’ya girmek istiyor, oraya buraya girmek istiyor. Matt Biondi, bir kasabada tarih öğretmenliği yapıyor. Yani geldiğimiz nokta budur.
C.E: Biraz Bolt’u savunuyor gibi olacağım ama onu biraz daha farklı yapan şu: Öteki atletler takozun başına geçtiğinde sert bakışlar atar. Ama Bolt önce dans ediyor, bir hareket yapıyor, herkes ona bakıyor. Bir sus işareti yapıyor, bütün stat susuyor. Ama işte Phelps sporun yapıldığı yer ve kıyafetler açısından bir dezavantaja sahip. En basitinden yüz ifadesini göremiyoruz. Dolayısıyla gösteriş açısından bir eksiği var.
M.A: Şunu söylemek lazım, Bolt’un genel hayata bakışı, hayat felsefesi biliniyor. Yani zaten o iklimde çok sert, çok katı bir insan olmak pek mümkün değil.
C.E: Evet o iklimde daha rahat olman lazım. Fakat Bolt sanki umursamıyor gibi gözüküyor ama çok çalışan da bir adam.
M.A: Bolt’u belki de birçok eski sporcudan da ön plana çıkaran, Jamaika’nın bir ürünü olması. Yani UCLA, Louisiana State veya atıyorum Duke Üniversitesi’nden çıkanlar gibi Amerika’daki steril spor çarkının bir ürünü değil. Böylece Bolt’un ve daha sonra diğer Jamaikalıların, Shelly-Ann Fraser-Pryce’ın, Veronica Campbell-Brown’ın, Yohan Blake’in, Asafa Powell’ın performansı Amerikalıların bu işi sorgulamasına da neden oldu. Yani, sadece atletizm sporunun evrilmesini değil, atletizm sporunun tanınmasında yaptığı katkıların yanı sıra, aslında Amerikalılara da büyük bir katkıda bulunuyor. Sistemlerini sorgulatıyor.
Beijing 2008’e dönecek olursak hangisi daha ciddi bir iz bıraktı?
M.A: Birinci hafta Phelps, ikinci hafta Bolt. Aslında, bu işin esprisi. Şunu ifade etmek lazım. Atletizm, yüzmeye göre daha rahat seyredilebilir bir spor. Yüzmede o kulaçlar atılırken sular fışkırıyor, çok büyük bir fark olmadığı sürece kim önde tam anlayamıyorsun. Atletizmde iş daha kolay. Süper olduğunuzu performansla gösterebiliyorsunuz. Phelps’in büyüklüğünü gösterme şansı sadece madalyaları. Bolt’un ise son 15 metrede tribüne dönüp komik hareketler yapma şansı var. Bu anlamda, “2008’e kim damga vurdu” diye sorulduğunda, yüzde bir milyon, Bolt derim.
C.E: Bolt’un avantajı şu: Olimpiyatlarda finali atletizm yapıyor. Hep söylüyorum, tekrarlamak gibi oluyor ama burada başarıları üzerinden yani madalya sayıları üzerinden karşılaştırmak da sorun olabiliyor. Çünkü birinin daha az yarıştığı dal var, birinin daha çok. Ama bu onu tabii ki bu kadar dalda yarışıp madalya aldığı için kötü adam yapmıyor.
M.A: Yok, kesinlikle katılıyorum.
C.E: Tam tersine bunu her yüzücü yapamıyor. Hepsi gelip 5-6 madalya birden alamıyor. Bunun ne kadar zor olduğunu yüzücüler daha iyi anlatır ama benim bildiğim kadarıyla ciddi anlamda dört disiplini de birden yüzmek çok zor bir şey. Mesela iyi bir serbestçiyken kurbağa yüzmek. Zaten hepsinin kasları, uzmanlaştıkları disipline göre farklı gelişiyor. Bir sırtçının mesela daha kalın sırtı vardır, omuzları vardır; Alexander Popov, Hoogenband gibi serbestçilerin kolları daha incedir. Phelps bunların hepsini bir arada buluşturan bir süper kahraman. Ama izlemesi de tabii bu adam nasıl bu kadar harikalar yaratıyor diye farklı bir duygu uyandırıyor bende. Bolt da öyle ama senin de dediğin gibi biraz daha normal hayatımızda yaptığınız hareketleri yapan bir adam. Ama işte hepimize normal gelen hareketlerle yarışırken bile buna kusursuz bir şekilde renk katabiliyor Usain Bolt.
M.A: Kesinlikle öyle. Bugün kulağını çok çınlattık ama mesela Tyson Gay, Bolt gibi aynı dereceleri yaparak şampiyon olsaydı, belki Michael Phelps’i daha çok konuşuyor olurduk. Çünkü Tyson Gay bitirince şöyle bir elini sallardı ve giderdi. Ama Usain Bolt bunun üzerine, yaptığı hareketlerle belki o zaman Jacques Rogge’u kızdırmıştı ama…
C.E: Tabii tabii… Tepki vermişti Olimpiyat Komitesi Başkanı.
M.A: Jacques Rogge’u kızdırırken aslında kendisine milyonlarca hayran edindi. Çünkü demin söylediğim gibi Bolt klasik bir Jamaikalı ve gerçek bir insan. Mesela diyor ki “Ben Manchester United’da oynamayı çok istiyorum.” Altı olimpiyat altını olan bir adam United’da oynamak istediğini söylediğinde o takımın taraftarı bir çocuk kendisiyle bir yakınlık kuruyor. Bu belki bir PR oyunu da olabilir. Bu bir taktik, politika da olabilir.
C.E: Evet, bu çok ciddi şekilde onun dünyada daha fazla tanınmasına ve daha fazla ilgi çekmesine neden oluyor. O dansları, senin de bahsettiğin klasik hareketi...
M.A: Phelps’in tabii ki sporu gereği öncesinde ve havuz içerisinde o şekil hareketler yapma şansı yok. Ama emin ol, olsaydı da Phelps’in o hareketleri yapmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani Phelps bir 100 metreci olsaydı çok başarılı olurdu, belki Bolt’u da geçerdi. Ama onun da ben Tyson Gay’den çok farklı bir görüntü çizeceğini zannetmiyorum. Bu yüzden de Phelps, Amerikan sisteminin ürettiği, dünya tarihinin en büyük sporcularından bir tanesiyken, Bolt bir anlamda halkın şampiyonu.
Klasik olimpiyat tartışmasıdır. İlk hafta yüzme, ikinci hafta atletizm var. Hangisini izlemek daha keyifli?
M.A: Burada bir tanesini üstün görmek zor. Tabii ki ben atletizmi daha çok takip eden biriyim, ama yüzme yarışlarında da aynı keyfi alıyorum. İstanbul’daki Avrupa Yüzme Şampiyonası’na Pieter van den Hoogenband, Inge de Bruijn, Alexander Popov gibi isimler gelmişti. Onları görmek çok kıymetliydi. 2000 Olimpiyat Oyunları’nda saat farkı sayesinde sadece Türk sporcuları değil, hepsini izleme gibi bir şansımız vardı. Ama final yarışlarını her basın mensubu izleyemiyordu. Ben de her akşam Esat Yılmaer’den yüzme biletleri alıyordum. O yüzden ben bu soruda tarafsız kalmayı tercih ediyorum. Çünkü bunun Bolt ya da Phelps ile ilgisi yok diyor ve protesto ediyorum!
C.E: Ben de ilk olarak 1999 Avrupa Şampiyonası’nı canlı izlemiştim ve hayran olduğum ilk adamlardan biri olan Popov’u izlemek inanılmazdı. Canlı yüzme izlemenin çok farklı bir enerjisi var. Çünkü daha yakından izleme şansına sahipsin. Ben Ataköy’de havuza en yakın yerdeydim, inanılmaz bir histi. Ben de ayırmakta çok zorlanıyorum.
M.A: Yüzmenin şu avantajı var: Herkes aynı yere bakıyor. Ama atletizmde bir yandan koşu olurken bir yandan yüksek atlaması falan var. Basın mensubuysanız yine sorun yok çünkü önünde ekranlar var. Bir yandan koşu izlerken bir yandan cirit atma takip edebilirsin. Ama tribünde seyirciysen o konuda biraz daha sıkıntı verdiğini söylememiz lazım.
C.E: Bolt ile Phelps’i iyice spesifik bir açıdan karşılaştırmak gerekirse, Bolt’u 10 saniye izleyebiliyorsun ya da maksimum 20 saniye. Tabii o sonsuzluğa giden bir 10 saniye gibi. Ama öbür tarafta en azından birkaç dakika daha Phelps’i ya da onun gibi özel yüzücüleri izleyebiliyorsun. Bu çok büyük bir ayrım mı? Değil. Tamamen en kısa zamanda aldığınız keyifle alakalı bir şey.
Dışardan bakıldığında sanki hiç havuzdan çıkmıyor havası veren Phelps’in magazin basınına yansıyan skandalları olduğunu biliyoruz. Bolt ise zaten en başından bu tip ilginçliklerin adamı. Sizce hangisi popülariteye daha iyi ayak uydurdu?
M.A: Şimdi tabii ikimiz de ne Bolt’la ne Phelps’le yaşıyoruz. Dışarıdan gördüğün zaman doğal olarak bir yapaylık da oluyor. Dışarıdan bakıldığında Phelps biraz “Keşke ünlü olmasaydım” havasında. Yetiştiriliş gereği de olabilir ama Bolt da hayatından çok memnun gibi bir hava yaratıyor. Mesela o marihuana olayı Bolt’un başına gelse, daha güleryüzlü ve daha az panik olarak atlatılabilecek bir sorundu diye düşünüyorum.

C.E: Evet, kendisinden hiç beklenmediği için Phelps ayıplanmıştı o olayda.
M.A: Bolt da ayıplanırdı ama çizdiği imajla ilgili bu. Phelps hayatında çok eğlenmeyen, sadece çalışan bir adam profili çizdi bugüne kadar. Böyle olunca insanlar bu durumlarda daha çok şaşırıyor. Phelps biraz daha fanusta korunuyor gibi. Halk diyor ki “Bolt bizden, hata yaparsa da yapar, insandır.” Ama robot hata yapmaz diye düşünüyor.
C.E: Ama şu var Phelps ile ilgili, biraz değiştiğini görüyorum son zamanlarda. Sosyal medyanın da etkisi olabilir. Daha böyle güler yüzlü fotoğraflar koyuyor Instagram hesabına mesela. Tamam, geçmişte Instagram diye bir şey yoktu ama dışarıya bunu pek yansıtan bir adam değildi. Yine gülerdi, podyumda, seremonide ya da mülakatlarında gülen bir adamdı ama Bolt gibi her şeyin eğlencesini alan bir adam değildi. Biraz daha oraya kayıyor gibi hissediyorum.
Yüzme de atletizm de doping şüphesinin çok fazla olduğu branşlar. Konu olimpiyat olunca, madalyalarla birlikte şüpheler daha da artıyor. Bolt’un da Phelps’in de temizliğinden emin olabilir miyiz?
M.A: Ben kendi temizliğimden bile emin değilim. Yani ne Usain Bolt benim arkadaşım ne de Michael Phelps. Burada başkaları adına kefil olmamız mümkün değil. Şunu da söylemek lazım; doping kullanması bir sporcunun etik dışı davrandığını gösterir ancak sporcu özelliklerinin kötü olduğunu göstermez. Ben o dopingi alsam Lance Armstrong gibi yedi kez şampiyon olamam. Özetle Phelps de Bolt da bir şeyler kullanıyorsa bunu biz uzun yıllar öğrenemeyiz.
C.E: Lance’e de izin vermemeye çalıştılar ya.
M.A: Çalıştılar tabii ama Travis Tygart mıydı, öyle bir savcının ortaya çıkması, böyle bir şeyi kafaya takması lazım. O olmadığı sürece yapıyorlar mı yapmıyorlar mı bilmek çok zor. Ama bildiğim bir şey var, ikisi de süper yetenek. Yapıyorlarsa da yapmıyorlarsa da o süper yeteneği değiştirecek bir şey değil.
C.E: Artistik sporlar dışında bir şüphe çağındayız zaten. Özellikle yüzme ve atletizm tamamen performansa dayalı olduğu için. Bolt ve Phelps öyle üst seviyede başarılar elde ediyor ki metalaştırılmayacak gibi değiller. Özellikle Armstrong olayıyla, bu tip başarılar elde eden sporcuların dokunulmaz mertebesine konulması tartışılıyor. Tabii atletizmde de yüzmede de geçmişte doping örnekleri çok oldu ne yazık ki. Atletizmde özellikle Balco skandalı çok faciaydı hakikaten. Marion Jones tarihin en büyük hayal kırıklığı mesela. Belki de kadınların Bolt'uydu.
M.A: Mesela ben 2000 Olimpiyat Oyunları’nda üç altın iki bronz alışını izledim. Şimdi bakıyorum o yarışları boşu boşuna izlemişim. Şu anda o yarışlar yok. Dereceleri iptal edildi.
C.E: Bolt ve Phelps’le ilgili şüphe anlamında konuşursak, Phelps bıraktığı sürede ne yaptı da geri döndü? Veya Bolt arada bir sakat sezon geçiriyor ama sonra acayip bir dönüş yapıyor. Hep bunun üzerinden bir tartışma var. İki büyük efsaneyi Rio’da yine birer hafta arayla izleyeceğiz. Bir süre sonra bu isimler sahneden çekilecek ve biz bu şüphelerin bir karşılığını göreceğiz ya da böyle bir şey hiç ortaya çıkmayacak. Başardıklarıyla orada kalacaklar.
M.A: Veya 70 yaşında otobiyografisini yazıp Andre Agassi gibi “Ben o sırada bir ilaç kullanmıştım” diyecek, bilmiyoruz..
C.E: Şu an kestirmek zor, ben olmamasını umuyorum sadece. O zaman benim için de büyük üzüntü olur. O bağırmalarımıza yazık olur yani.
İzleyici ve anlatıcı olarak birçok önemli yarışa tanık oldunuz. Bunlar arasında Bolt ve Phelps’i izlemeyi nasıl konumlandırırsınız?
M.A: Bu Messi’yi ya da Ronaldo’yu izlemek istemek gibi bir şey. Bir sporu özellikle olimpiyattan olimpiyata izleyenler için, büyük yıldızların yarışmasını izlemeyi istemek ve onun için heyecanlanmak çok doğal bir tepki.
C.E: Phelps veya Bolt’un olduğu yarışma ayrı bir odak oluyor, ayrı bir medya ilgisi çekiyor. Ama bizim için tabii ki atletizm eşittir Bolt veya yüzme eşittir Phelps değil.
M.A: Dışarıdan baktığınız zaman öyle duruyor. İşte seninle Diamond League yarışlarını sunuyorduk ve her seferinde sorular “Bolt bugün var mı yok mu?” ile başlıyor. Bize tanıtımı hazırlayacak arkadaşın ilk sorusu da aynıydı.
C.E: Bizim için en zoru Britanya Grand Prix’leri. Vergi oranları yüksek olduğu için Bolt gelmiyordu ve biz anlatırken devamlı sorular geliyordu Bolt’un neden olmadığı üzerine.
İki sporcunun kariyerinde tek bir an seçmenizi istesek bu ne olurdu? Mesela diğerinin kariyerinde olmayan bir an...
M.A: Phelps’te olup Bolt’ta olmayan şeyin, Bolt’un üstünlüğü olduğunu düşünüyorum. Bolt’un herhangi bir “Acaba ben mi kazandım yoksa diğeri mi?” şüphesi hiç olmadı.
C.E: Hatalı çıkış vardı bir tek.
M.A: Onun da yüzmede olma ihtimali az. Phelps’in antrenörü Bob Bowman anlatmıştı bana; yarış bitmiş, ilk listede Michael 1, Cavic 2 görünüyor. Michael’a, “Hemen git, karar değişmeden madalyanı al” demiş.
C.E: Valla Phelps için en önemli an, saniyenin yüzdeleri ile Cavic'in önünde dokunduğu an. Çok ilginçti ki Hırvatistan'da hâlâ tartışılır.
M.A: Fotofiniş yok yani.
C.E: Bir de bir başka ünlü kelebekçi Ian Crocker'ın 4x100'de havuza yanlış girişi ve dünya şampiyonasında rekoru kırmaya ve sekiz madalyaya yaklaşmışken başaramaması var. Bu da bir ironi.
M.A: Jamaikalıların o rahat halleriyle bayrak yarışında hiçbir hata yapmaması ve Amerikalıların hep çok çalıştık diyip hata yapması da başka bir spor ironisidir.