Boykot

14 dk

Türkiye, 1980’li yıllara çalkantılı gündemle girerken sportif açıdan da büyük bir tartışmaya sahipti: 1980 Moskova Olimpiyat Oyunları boykot edilecek mi, edilmeyecek mi?

Samsun-Ankara seferini yapan ‘Trabzon’ yolcu uçağı düştü, 39 kişi hayatını kaybetti… Maraş Katliamı’nın yıldönümünde olaylar çıktı... Mehmet Ali Ağca, Maltepe Cezaevi’nden firar etti… 1979 senesi sona ererken Türkiye, bugünleri aratmayan iç karartıcı gündemle meşguldü. 28 Aralık’ta küçük bir haber daha gazetelerdeki yerini almıştı: “Afganistan’da Darbe.”

Bu haber, ilk başlarda memleket sorunlarının yanında sönük kalsa da yeni yılda etkisinin spora yansıyacağını kimse tahmin etmiyordu... Afganistan’daki yönetim değişikliği sonunda Marksist Babrak Karmal, başa geçmişti. Karmal’a silah yardımı yapmakla suçlanan SSCB ise birkaç gün sonra Afganistan topraklarına asker sokmaya başladı. Haber, dünyada doğal olarak tepkilere sebep olmuştu. Soğuk Savaş’ın biraz da olsa durulduğu dönemdi ve ABD’nin pasif olmakla eleştirilen başkanı Jimmy Carter, fırsatı kaçırmadı. Bütün kanalları kullanarak SSCB’nin Afganistan’dan çıkmasını ‘emretti’ ama beklediği karşılığı görmedi. Yine de umduğu tepkiyi alabileceği bir sahne vardı: Moskova’da düzenlenecek olimpiyat oyunları…

“SSCB bir ay içerisinde ordusunu Afganistan’dan çekmezse, olimpiyat oyunlarının başka bir ülkede yapılmasını, ertelenmesini ya da iptal edilmesini teklif ediyorum.” Jimmy Carter’ın bu demeci, New York Times sayfalarında yerini aldığında takvimler 20 Ocak 1980’i gösteriyordu. Carter, etki alanını genişletmek adına şöyle devam etti: “Tüm dünyada bu işgal tehdidinin farkına varılması çok önemli. Eğer Olimpiyat Komitesi teklifimi kabul etmez ise Amerika Birleşik Devletleri, Moskova’daki müsabakaları boykot edecek ve başka bir yerde alternatif oyunlar düzenleyecektir.”

Boykot Türkiye'ye Taşınıyor

O güne kadar SSCB-Afganistan olayına siyasi açıdan bakmaya çalışan Türkiye, bu açıklamadan kısa süre sonra gündemine bu sefer sportif bir çalkantı ekledi. 24 Ocak’ta Milliyet gazetesinde çıkan haberde, “Carter, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e bir mektup yazarak Türkiye’yi de olimpiyatı boykota davet etti” başlığı vardı. Konuyla ilgili görüş belirten Başbakan Süleyman Demirel, ilerleyen günlerde açıklama yapacağını belirtirken; diğer parti liderleri Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan, olimpiyat oyunlarına gidilmemesi görüşündeydiler. Bülent Ecevit ile Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil ise politikayla sporun birbirine karıştırılmaması gerektiği fikrinde birleşiyordu. Carter’ın çağrısına cevap verenler arasında dönemin Türkiye Olimpiyat Komitesi Başkanı Burhan Felek de vardı. Gazetesindeki köşede kaleme aldığı Garip Bir Teklif başlıklı yazısını şu sözlerle noktalamıştı: “Son hadiseler üzerine beynelmilel Olimpiyat Komitesi’nin alacağa karara uymak üzere, şimdiki halde Moskova’yı boykot etmemiz söz konusu değildir. Çünkü, iştiraki kabul eden kararımızı değiştirecek geçerli bir sebep mevcut değildir.”

SSCB Devlet Başkanı Leonid Brejnev, Carter’ın çağrısına beklendiği gibi cevap vermedi. ABD, 12 Nisan 1980’de kesin kararını aldı. ABD Olimpiyat Komitesi’nden, 797 oya karşı 1604 oyla boykot kararı çıktı. Fıstık üreticisi bir aileden gelmesi nedeniyle Türkiye basınında ‘Fıstıkçı Carter’ olarak nam salan Jimmy Carter, “Ne ABD halkı ne de ben, Moskova’ya sporcu gönderme taraftarıyız” açıklamasını yaptı ve Komite Asbaşkanı Don Miller’ın okuduğu kararı destekledi. Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin ABD’li üyesi Julian Roosevelt’in bakış açısı biraz daha farklıydı: “Ben de diğerleri gibi vatanseverim. Bana göre vatanseverlik; Moskova’ya sporcuları gönderip Rusların kıçını kamçılamayı gerektirir!” Öte yandan Carter, boykotun genişlemesi için liderlerle görüşmekle yetinmiyordu. Altmış ve yetmişlere damga vuran, süper yıldızlık tahtından henüz inmemiş Muhammed Ali, Afrika ülkelerinden Tanzanya, Nijerya ve Senegal’e seyahatler yaparak boykot için ikna çalışmalarında bulundu. İlk durağı Tanzanya’ya indiğinde kendisine yapılan ‘Carter’ın Kuklası’ eleştirisine cevap vererek görüşmelere başladı: “Kimse beni buraya zorla getirmedi. Kimsenin Tom Amca’sı (beyazlara dalkavukluk eden siyahlar için kullanılan terim) değilim!” Ali, bunları söylese de bazı kesimler tarafından ‘Beyaz Saray’ın kuklası’ yakıştırmalarına engel olamadı. Zaten seyahatler de başarıya ulaşamayacaktı. Kenya, Tanzanya ve Nijerya da birçok Afrika ülkesi gibi Moskova’ya iştirak kararını almıştı…

Türkiye’deki muamma devam etmekteydi. Başbakan Demirel, sporculara sürekli beklemelerini söylerken; Türkiye Olimpiyat Komitesi, ülke adına yarışacak sporcuları belirlemiş, sporcular da Moskova’ya gidecekmiş gibi hazırlanmaya başlamıştı. Fakat 22 Mayıs’ta birçoğunun hayalleri yıkılacaktı.

“Afganistan işgal edilmiştir. Bu olaya reaksiyonumuzu, olimpiyatlara katılmayarak gösteriyoruz.” Başbakan Süleyman Demirel, Bakanlar Kurulu toplantısından sonra bu açıklamaları yaptı ve boykotu desteklediklerini belirtti. Diğer siyasilerin fikirlerinde ise değişiklik yoktu. Bülent Ecevit, “Sporu, sanatı ve bilimi siyasetle birbirine karıştırmama kanısındayım” derken, Alparslan Türkeş de kararı hâlâ müspet karşılıyordu. Karara en ilginç yorum ise Necmettin Erbakan’dan gelmişti: “Demek ki Batılılar, Adalet Partisi Hükümeti’ne bu kadar müsaade etmiş!” Demirel, ABD etkisi görüşlerine şöyle cevap verdi: “Afganistan olayına ilk tepki gösteren ülke biziz.” Carter’ın boykot çağrısını birkaç ay önce eleştiren Olimpiyat Komitesi Başkanı Burhan Felek ise 25 Mayıs’ta yayımlanan ‘İslâm Alemi’ başlıklı yazısını, şöyle bitiriyordu: “Arap ve İslâm alemiyle olan her türlü siyasi ve ekonomik bağlarımızın zaruretlerini unutsak bile, binlerce çocuğu Rus silahları altında can veren Afganistan’ın feryadı namına verilen bu karara hürmet etmek, sade İslâmiyet’in değil, insanlığın da borcudur.”

Bütün bunlar sonunda Türkiye, Moskova’ya gitmeyeceğini kesin bir kararla duyurdu. İşin politik ilerleyişi böyleydi. Peki, Moskova’da Türkiye’yi temsil etmesi muhtemel sporcuların o günlerde yaşadıkları?

Günlerce Ağladım

Macide Erdener, bugün Türkiye’de okçuluğun önde gelen isimlerinden. 1996 Atlanta ile 2000 Sidney’de hakemlik yapan Erdener, oyunlarda görev alan ilk Türkiye vatandaşı kadın hakem unvanına sahip. Buna rağmen sporcu olarak o atmosferi yaşayamamanın boşluğunu taşıyor. 1976’da Montreal Olimpiyatı’na katılabilecek dereceleri elde ettiğini ama federasyonun bunu görmezden geldiğini belirten Erdener için 1980’deki boykot tam bir hayal kırıklığı: “Kafilede yer alacak tek kadın sporcu bendim. Katılmayacağımızı akşam haberlerinde duydum. Ondan sonra ertesi gün federasyona sordum niye gitmiyoruz diye. ‘Hükümet böyle karar verdi’ cevabı geldi. Günlerce ağladığımı hatırlıyorum…”

Haberi aldığında şoka giren bir diğer milli sporcu da dönemin önemli atletlerinden Mehmet Yurdadön: “Bulgaristan’da bir yarışımız vardı. Yurt dışındaydık o yüzden. Çat pat Türkçe bilen Bulgar genel sekreteri, ‘Mehmet, yarışlara katılmayacakmışsınız’ dedi. İlk orada duydum. Tabii şaşkınlıkla ‘Neden?’ diye sorunca ‘ABD istemiyor’ cevabını verdi. Romanya’nın genel sekreterine sordum, o da doğruladı.” O yıllarda Amatör Sporcular Derneği Ankara Şubesi Başkanı görevini de yürüten Yurdadön, ülkeye gelir gelmez boykota karşı tavır almış: “Türkiye’ye geldim, daha basına ve sporculara duyurulmamıştı, saklanıyordu. Arkadaşlarla toplantı yaptım, durumu anlattım. ‘Olamaz!’ falan dediler. Sonra gazeteci Doğan Koloğlu’yla konuştuk. O da ‘Maalesef, biz de yeni öğrendik’ demişti.” Yurdadön, bağlı olduğu dernekten arkadaşlarıyla birlikte kendi deyimiyle ‘yerel’ bir mücadele verir, hatta bağımsız olarak katılmak isterler ama işleri kolay değildir: “Devlet götürmese de biz gidelim dedik ama Olimpiyat Komitesi’nden, federasyondan müsaade almak, komitenin bildirmesi lazım falan... O şartlar oluşmadı.” Mehmet Yurdadön, Carter’ın belirttiği gibi alternatif bir olimpiyatın düzenlendiğini fakat Amatör Sporcular Derneği sporcularının da bu organizasyonu boykot ederek tepkisini gösterdiğini de ekliyor. Moskova için alınan kararla alakalı üzüntüsünün esas nedenini de şöyle aktarıyor: “Benim için olimpiyata katılıp katılmamak mühim değildi. Bir devletin başka bir devlet üzerinde hegemonya kurmaya çalışması kanıma dokunuyordu.”

Ülke atletizminin o dönemdeki ünlü isimlerinden bir diğeri Veli Ballı da aynı noktaya değiniyor: “Rusya ve ABD’nin ‘Kaç ülke bizi destekliyor?’ oylamasına dönüşmüştü. ABD böyle istedi, gidemedik!” Unutulmaz maratoncu, olimpiyat atmosferinin bir sporcu için mutlaka yaşanması gerektiğini belirtirken, Moskova’daki mücadele yer alamamasını unutmuyor: “Atletizmle uğraşan herkes için en üst seviye, hayatımızda olması gereken bir organizasyon. Ben Kanada’ya katıldım ama Moskova’ya da katılmak isterdim.“

Türkiye’nin Moskova’ya gitmesi durumunda en büyük madalya umutlarından biri ise güreşçi Salih Bora’ydı. 1970’lerin sonunda Akdeniz Oyunları’nda grekoromende art arda aldığı madalyalarla adını duyuran Bora, başarısını ilerleyen yıllara da taşımış ve Dünya Şampiyonaları’ndan üç gümüş madalya ile dönmüştü. Salih Bora, 1980 Moskova ile ilgili defteri kapattığını söylese de burukluğu sürüyor aslında: “1981 ve 1982’de dünya ikincisi oldum. İlk kez 1976’da gittim olimpiyata. O zaman güreşe yeni başlamıştım. Bir de 1984’te gittim. Oradan sonra da bıraktım. En iyi olduğum zamandaki olimpiyata katılamadım. Kaçan balık büyük oluyor. 1984 Los Angeles’ta 30 yaşındaydım. Daha önce defalarca yendiğim adama yenildim. 1980 olsa büyük ihtimalle yenerdim.” Salih Bora’nın diğer sporcularla aynı noktada buluştuğu bir konu daha var: “Politika spora bulaşmasın dedik ama bir sonraki olimpiyatta yine bulaştırdılar.”

O yıllarda Milliyet gazetesinin genç çalışanı, bugünlerin tecrübeli spor yazarı Zeki Çol, siyasal düelloyu, “1980 ve 1984 Olimpiyat Oyunları, siyasallaşmanın zirve yaptığı olimpiyatlardır. 1980 öncesi Moskova’nın rakibi Los Angeles’tı. Moskova, büyük farkla Los Angeles’ı geçmişti. Soğuk Savaş’ın etkisiyle, bunun getirdiği bir burukluk vardı ve Afganistan işgali ABD için bir imkân doğurdu. Siyasi kapışmanın karşılığı 1984’te yaşandı. Bu kez de Doğu Bloku oyunları boykot etti” sözleriyle özetliyor. Çol, 1984 Los Angeles’tan sadece üç bronzla dönülmesinde 1980’deki boykotun etkili olduğunu da düşünüyor: “Boykot kararını almak zorunda mıydık? Sportif açıdan değildik. O olimpiyatı ıskalayınca, oradaki motivasyon yetersizliği Los Angeles’a yansıdı. 1984’te Doğu Bloku yok diye iki boksörümüz madalya almıştı. Eğer Moskova’ya gitseydik, boykot eden ülkeleri de göz önünde bulundurursak, Los Angeles’tan daha başarılı olurduk.”

1980 ve Sonrası

Moskova Olimpiyat Oyunları’nı 65 ülke boykot etti. Ülkeleri boykota katılan bazı sporcular ise olimpiyat bayrağı altında yarıştılar. Oyunların boykot gölgesinde geçeceğini düşünenlerse pek de haklı çıkmadı. Kübalı boksör Teofilo Stevenson, 1972 ve 1976’dan sonra üçüncü altınını da burada aldı. Büyük Britanya’nın boykotuna rağmen Olimpiyat Komitesi’nden aldıkları destekle müsabakalara katılan Sebastian Coe ve Steve Ovett’in 1980’lere damga vuracak rekabetinin de başladığı yer Moskova’ydı. Simgeleşen diğer isim de Aleksandr Dityatin’di. Sovyet jimnastikçi üçü altın olmak üzere sekiz disiplinde de madalya kazanmayı başardı. Moskova’ya dair hatırlardan kalan en ilginç olaylardan biri de ülkelerindeki durum ‘sebep’ gösterilerek verilen toplu boykot kararına rağmen Afgan sporcuların Moskova’da arz-ı endam etmesiydi. Boks ve güreşte sahnedeydiler ama kürsüye çıkamadılar.

Oyunlar tarihine 1936 Berlin’le giren ‘propaganda’, 1980 ve 1984’te zirveye taşındı. 1980’in politik başaktörlerinden Brejnev, 1982’de hayata gözlerini yumdu. ‘Fıstıkçı’ Carter ise 20 Ocak 1981’de, görevini Ronald Reagan’a devretti. SSCB-Afganistan Savaşı, Reagan döneminde filmlere dahi taşındı ve 1989’a kadar sürdü. Uzun süreli bu savaş, ilerleyen yıllarda o coğrafyada daha kötü sonuçlar doğuracaktı. Türkiye ise 3 Ağustos 1980’de sona eren Moskova Oyunları’ndan yaklaşık bir ay sonra karanlık gündemine darbeyi ekleyecekti…

Socrates Dergi