
Bozkırda Futbol Hikâyeleri
12 dk
Anlatmak için bilmek gerekiyor. Ercan Kesal da bu toprakları en iyi bilenlerden. Kuytu köşelerinde top oynayan çocuklarına kadar...
Yukarı Mahalleden Dayım (ya da nam-ı diğer 'Çita')
"Avanos Gençlik Spor Kulübü ne zaman kuruldu, bilmiyorum. Formamız sarıkırmızıydı. 1957-1958 yıllarında, 14 yaşındayken takımda oynamaya başlamıştım ama sahte lisansla. O zamanlar başkan Ahmet Küçük'tü. Yaşı büyük ama tipi bana benzeyen birisinin lisansıyla oynadım epeyce. Ahmet Abi her maçta tembihlerdi, 'Muharrem diye bağırırlarsa sakın dönüp cevap verme, adın Hasan senin, Hasan Bektaş, tamam mı!'
'Çita'ydı lakabım. Biliyorsun; çita en hızlı koşan, en atik ve çevik hayvandır. Ben de öyleydim sahada. Bakma şimdi göbeğime, inceciktim o zamanlar. Çok güçlüydüm bi' de. E, babamız kasap, etsiz soframız olmaz. Çok süratliydim. Herkes kramponlaydı, ben çıplak ayakla oynardım. Top ayağıma gelince uçar gibi giderdim, kramponla çıplak ayağıma vururlardı durdurmak için, yine de baş edemezlerdi.
Babam rahmetli, kızardı top oynamama. Bi' gün maçımız var, sahaya gideceğim gizlice. Babamın haberi yok tabii. Anladı herhalde kaçacağımı; 'Eve git davarları çıkar da güt!' dedi. Şimdi bahçeli evlerin olduğu yer var ya, o zamanlar ılgınlıktı, koyunları orada güderdik. 'Maçım var' dedim, 'Maç muç anlamam' dedi, 'Koyunlar aç, yaylıma götüreceksin, o kadar!' 'Yaylıma gitmeyeyim, koyun ağılda kalsın; ben eşekle gider, bahçemizden ot yolar, onu yediririm' dedim. Ses etmedi. Balıklıova'da kayadamımız vardı. Ebem, kuzenim, akrabalarımız falan yazları orada olurlardı. Peri bacası gibi kocaman, yüksek bir kaya, içine odalar oyulmuş. Önünde ekmek yapılır, fırın yanar, üzüm toplanır, meyve sebze falan işte... Eşeği hazırladım, bağa gittim. Kayadamın önüne vardım ki; ebem fırını yakmış, bazlama yapıyor. 'Gel guzum, eşeği bağla şuraya da soğumadan bazlama ye' dedi. Eşeğin yanına vardım, çekiyorum fakat gelmiyor. Hatta gerisin geri gitmeye çabalıyor. Ne yapayım, bahçenin içinde bi' ağaca bağlar, bazlamayı yedikten sonra da ot yolarım diye düşündüm. Bahçeye dönerken eşeğin öyle bir gidişi var ki; sanırsın kurttan kaçıyor. Tam eşeği ağaca bağladım, sırtından heybeyi indirdim ki arkamdan bir gümbürtü koptu. 'Eyvah, tayyare düştü!' dedim kendi kendime. Öyle bir gürültü ve toz bulutu. Bu arada sağıma soluma koca koca taşlar yuvarlanıp düşüyor. Koştum, kayadamın önüne vardım. İçine ev yapılan koca kaya, ortasından bıçakla kesmiş gibi ikiye bölünmüş, yatıyor. Herkes kayanın altında kalmış. Dilim tutulmuş benim, öylece bakıyorum kayaya. Neden sonra ayıldım, Avanos'a gidip haber verdim de geldi ahali. Altı kişi kalmıştı kayanın altında. Cenazelerini anca üç ay sonra çıkarabildiler.
Ben uzun bir zaman sahte lisansla oynamaya devam ettim. Başımızda Demokrat Parti var ama ortalık karışık. Halkçılar var, Demirkıratlar var. Herkes birbirinin izine kurşun atıyor. Ortaokula giderken 1960'ta ihtilal oldu. İyi mi oldu? Bilmem! Ama bize bi' faydası oldu! O sene ortaokul bitirme sınavları yapılmadı. Rahmetli Abbas Hoca, 'Yatın kalkın Cemal (Gürsel) Baba'ya dua edin. Yoksa hiçbiriniz mezun olamazdınız okuldan' derdi. Ortaokul son sınıftaki olgunluk sınavını söylüyor. Haklıydı. Çok zor olurdu sınavlar. İhtilalin öyle bir yararı oldu işte. Ortaokuldan sonra Tapu Kadastro Okulu'na gittim. Rahmetli babam, 'Erkenden memur ol, maaşın olsun' derdi. 1964'te bitirdim okulu, askere gittim. 1966'da geldim askerden, tayinim Muş, Bulanık Tapu Kadastro'ya çıktı. Futbola Bulanıkspor'da devam ettim. O zamanlar Malazgirt'te Alpaslan Kupası maçları olurdu. Sadece doğu bölgesinin takımları katılırdı ve herkes çok önem verirdi. Futbolculuğumu duymuş olacaklar, Malazgirtspor yöneticileri bizim müdürden izin alıp kupa maçları zamanı beni kendi takımlarında oynatırlardı. Sayemde birkaç sene Alpaslan Kupası'nı aldılar.
12 Mart Muhtırası'nda Antep'te kadastro yapıyordum. Eskişehir'den transfer etmek istediler, Kılıçspor'dan. O zamanın güçlü takımlarındandı. Müdür Bey, 'Böyle olmaz; ya mesleğini yapacaksın ya da istifa edip gideceksin buralardan' deyince çaresiz Antep'te kaldım. Solculuk işleri de yeni yeni başlamıştı bende. Hacıbektaş'a sürdüler. Orada iyice bulaştım politikaya. Memur örgütlenmeleri, TİP'te çalışmalar falan... Fakat futbol bitti bu arada. Çoluk çocuk, onlarla da ilgilenmek lazım derken, o defteri kapattık. 12 Mart… Sıkıyönetimler… Siyaset daha ağır bastı ondan sonra. Ama benden çok şey aldı götürdü politika. Hayatım sürgünlerle, cezalarla geçti. Çok ezildim. Hiçbir şeyin sahibi olamadım. Zor şer emekli olduk, çıktık geldik Avanos'a... Elimden tutan olsa iyi bir topçu olabilirdim. Belki transfer olurdum büyük takımlara. Ne bileyim… Yine de pişman değilim yaşadıklarıma… Torunumu seyrettim geçenlerde, çok iyi topçu, okul takımına seçilmiş. Aynı bana benziyor stili, kaderi benzemesin ama..."
Akşamüzeri...
Bozkırda akşamüzeri bir başka olur. Sebepsiz bir hüzün, hiçlik duygusu, tevekkül, razı oluş. Yaşlılar zaten çok az kullandıkları cümlelerini daha da azaltır, sessizce otururlar kapı önlerinde. Bütün gün koşturan çocuklar bile hızla yaşlanmış gibi yavaşça çökerler annelerinin dizinin dibine. "Ahmet Mekin top sahasına gelmiş, kaleye şut çekiyormuş" dediler. Dayım, Darağacında Üç Fidan kitabını vermiş onu okuyordum, attım kitabı koşturdum. Sahanın etrafı çoktan dolmuş.
"Aha, işte ordaki, uzun boylu, Ahmet Mekin" dediler. Geçmiş zaman, ayağında gri kumaş bir pantolon, üzerinde vücudunu iyice sarmış kareli bir gömlek, iskarpinli bir Ahmet Mekin. Başka zaman olsa birbirlerinden kapmak için kafa göz yaran Avanos Gençlik'in topçuları ,tatlı ikram eder gibi uzatıyorlar meşin yuvarlağı Ahmet Mekin'e. O da gelen topları biraz düzeltip olanca hızıyla ırmak tarafındaki kaleye çakıyor. Kalede de adaşı Ahmet var. Bir oraya bir buraya panter gibi zıplıyor. Az sonra, Ahmet Mekin'in tek kişilik şovuna Ali Rıza Abi de katıldı. Bizim 'Toni'. Kasabalarda lakapsız kimse olmaz, ayıptır! Lâkabın niye, kim tarafından nasıl bir durumda konulduğunu da kimse hatırlamaz. 'Toni', yani Ali Rıza Abi, bir ara Ahmet Mekin'le karşı karşıya kaldı ve bizim çok iyi bildiğimiz her zamanki numaralarından birini yaparak çalımladı geçti rakibini. Arkasından bi' daha, döndü bi' daha. Ahmet Mekin, eli belinde aval aval bakıyor. Misafire ayıp olur diye tezahürat yapmadan hınzır bir sırıtışla izledik mahallemizin çocuğunu. Ali Rıza Abi bir süre sonra Nevşehirspor'a transfer oldu. Soyunma odasında şarap içerken yakalanınca takımdan uzaklaştırdılar. Sonraları Almanya'ya gitti, hayalindeki defineyi bulmak için. Yıllar sonra kasabaya döndüğünde yalnız, ümitsiz ve hastaydı. Öylece öldü. Kasabanın tarihinde incecik gövdesi ve şiir gibi çalımlarıyla kaldı. O yıllarda Nevşehir Lisesi'ne gidiyordum. Nihal Atsız'ın Bozkurtların Dirilişi ile Nihat Behram'ın Darağacında Üç Fidan'ı arasında bir yerlerde sallanıp duruyordum. 1-B'deki yeşil gözlü kıza da bir türlü açılamamıştım. Babam rahmetli, ille doktor olmamı istiyordu. Derslerim iyiydi lakin pek cılız ve soluk benizliydim. Beden eğitimci Doğan Bey çift kale maç yaparken oyundan çıkarmıştı, üstelik herkesin önünde aşağılayarak. Galiba 1-B deki kız da pencereden görmüştü olan biteni. Futbolu sevmiyordum, büyümeye çalışıyordum ve hayat çok zordu!
Aşağı Mahalleden Mustafa (Ya da nam-ı diğer 'Tokdede')
"Avanos Gençlik Spor Kulübü'nün tarihinde en genç forma giyen oyuncu benim. İlk maçıma 1969'da 13 yaşımda iken çıktım. Sahte lisansla tabii. Ahmet Tok adına düzenlenmiş lisansım vardı. Kütahya Linyitspor'a gidinceye kadar hep bu lisansla oynadım. Gerçek lisansımı ilk Kütahya'da aldım. Benim top oynadığım dönem, tam bir geçiş dönemiydi. Eskilerden Tüysüz, Toriçelli, Ahçıbaşı, Fevzi Abi, Galip Abi, Volkan Abi, Ezoli vardı. Yenilerden de Ali Rıza, Yusuf, Tükel falan. Ortaokula gidiyordum. O zamanlar kulüp başkanı İsmet Güven. İsmet Abi bi' zamanlar voleybol milli takımında da oynamış. Avanos futboluna doğru antrenman nasıl yapılır, onu öğreten insandır. Ondan önce antrenman nasıl yapılır, bilmezdik.
Rahmetli babam, top düşmanıydı. Ne kadar saklarsam saklayayım, futbol ayakkabılarımı bulur, evin fırınında yakardı. Çiftçiyiz biliyorsun. Sizin sülale Köseler, bizim sülale Dedeler. Ceritler ile birlikte Avanos'un rençber aileleriydik. Babam, maçlara gidecek zamanım kalmasın diye özellikle pazar günleri, Kızılöz'e, mala davara gönderirdi. Bi' gün hiç unutmuyorum, kulüpten iki-üç kişi minibüse binmişler, koyunları otlattığım dağ başına geldiler. Beni götürecekler. Gidemedim tabii. Nereye bırakacaksın koyunları? Şampiyonluk maçıydı. Bizim takım kaybetti. Gidebilsem belki de şampiyon olacaktık.
Nevşehir Lisesi'ni 1971'de bitirdim. İlk yıl kazanamadım üniversiteyi. Sonraki yıl Eskişehir Akademi'ye gittim. Eskişehir'de okurken, Kütahya Linyitspor'da oynamaya başladım. Sağ açıktım esasında ama her mevkide oynardım. Sonra '80 Darbesi oldu. Avanos'tan aramışlar, ihbar etmişler, komünisttir diye. Kütahya'da hakkımda arama kararı çıkmış. Apartmanda alt katımda oturan iki yüzbaşı vardı. Onlar çok sahip çıktılar. Hakkımda açılan dosyayı yırtıp attılar, yok ettiler. Vardı öyle insan evladı işte. Sonra baktım rahat yok buralarda, çektim İsviçre'ye gittim. Bir süre çalışmadan yaşadım, sonra da işçi olarak oraya yerleştim. Zürih'te de top oynamaya devam ettim ama. İlk zamanlar bir Türk takımında, sonra bir İsviçre takımında. Orada kurslara katıldım. Antrenörlük diploması aldım. Bir Japon bilgisayar firmasında işe girdim, orada yükseldim.
Evlendim, çoluk çocuk… Artık burdayım… Ama futbol, hayatımın en büyük şansıdır. Lisede, üniversitede futbol sayesinde var oldum ben… Futbol, başka bi şey!"
Cumartesi günleri, Bornova Küçük Park'ın yanındaki postaneden telefon yazdırılırdı. Sabah yürüyerek gelirdim mahsus, o uzun yol ve Bornova'nıın güneşi kalbimi aydınlatırdı nedense. Gevrek, kaşar peyniri ve çayla birlikte Avanos'a ödemeli telefon yazdırır, parkta beklerdim. Öğleden sonra bankonun arkasından biri bağırır: "Avanos yazdıran ikinci kabinde, hazır!" Beş saattir beklediğin telefonu beş dakikada bitireceksin. Kısa ve kesin cümleler. Karşı tarafa çok yazmasın. "İyiyim baba. Parayı aldım. Vizeler başladı. Stajın birisi kalacak galiba. Ebem nasıl? Yeğenimin adını ne koydunuz? Ne! Yok, yok, burada kavga yok, üniversite sakin(!)"
10 Temmuz 1979 telefonunda Avanos'tan iyi haberler almadım. Arkadaşlarımın oturduğu kahveyi taramışlar, Orhan ölmüş… Vay Orhan! Bütün iyi filmlerin makinisti. Pembe Halamın oğlu. Ceniğin İhsan Amca'nın göz bebeği. Gazozun içine nohut koyup içmeyi Orhan'dan öğrenmiştim. O zamanlar, hayatı birbirimizden öğrendiğimiz yıllardı. Ölmeyi de…
Atladım otobüse, gittim Avanos'a. Çarşaftan pankart yapmışlar: "Oligarşi döktüğü kanda boğulacak!" Arkadaş Özger'den şiirler okuduğumu hatırlıyorum: "Alnını dağ ateşiyle ısıtan / Yüzünü kanla yıkayan dostum…" Epeyce bekledik Orhan'ın cenazesini. Bir süre sonra getirdiler. Otopsisi yapılmış. Annesi saçını başını yolmuş, bağırıyor minibüsün önünde. Kalabalıkla götürüp verdik toprağa. Pembe Hala ondan sonra tüm tutukluları oğlu yaptı; Nevşehir, Konya durmaz dolaşırdı, mahkum arkadaşlarımın peşinde. Cenazeden aklımda kalan başka bi' şey var ama. Mezarlıkta ensemde bir çift göz. Babam. Takip ediyor uzaktan. Akşama yatağımın yerini değiştirmiş... Eli silahlı birisi, eğilip pencereden vurmasın diye!
Tokmak Mahallesi'nden Mustafa (Ya da nam-ı diğer 'Seklem')
"Biz Tokmak Mahallesi'nde otururduk. Ailem varlıklı değildi. Futbola merakım hep vardı. Lisede okul takımındaydım. Volkan Abi, okul maçlarına gelir, hepimizi seyrederdi. Daha sonra, okul takımlarında oynayan tüm çocukları, ben de dahil Avanos Gençlik'in idmanlarına çıkarmaya başladı. Ordan takıma oyuncu seçeceklermiş, öyle söyledi. Başkan İsmet Abi'ydi. Ben defansta dururdum. Kimse geçemezdi! Liseden sonra okumadım. Tam o sırada '80 Darbesi olmuştu zaten. Bizi aldılar tıktılar içeri. Bir yıl cezaevinde yattım. Cezaevine ilk girdiğimde üniversite giriş puanım da gelmişti. İyi bir yeri tutuyordu aslında. Ama cezaevi koşullarında kayıt yaptıramadım. Daha sonra da hiç fırsat olmadı zaten. İçerdeyken futbolu çok özlüyordum. Cezaevinde havalandırmada falan kendi icat ettiğimiz topla oynamaya çalışırdık. Cezaevinden çıkınca da doğru askere. İki yıl askerlik. Askerlik dönüşü inşaatlarda çalışmaya başladım. Mecbursun, ekmek parası. Soğuk demirciyim ben. Bu arada takıma tekrar döndüm. Antrenörlük diploması aldım. İnşaatta işim bitince sahaya gidiyordum. Düzenli oynuyor, antrenörlük de yapıyordum. Takım da iyi durumdaydı. Hatta 1986-1987 sezonunda bölge şampiyonu olduk. Yurt dışına turnuvaya davet edildik. Almanya, Stuttgart'a. Elbiseler, ayakkabılar alındı, pasaportlar hazırlandı. Vizeler falan tamam. İlk defa uçağa binip yurt dışına gideceğiz. Çocuklarda nasıl bi' heyecan! Dönem ANAP dönemi ama. Ne olduysa, son anda Stuttgart Başkonsolosu "Avanoslu bunlar, solcudur, komünisttir" diye vizelerimizi iptal ettirmiş. Gidemedik… O zamanlar Nokta dergisi vardı. "ANAP'ın başkonsolosundan Türk takımına çalım!" diye haber yapmışlardı.
1989 yılında belediyeyi CHP alınca ben de inşaat demirciliğini bırakıp belediyeye girdim. Hâlâ belediyedeyim. Avanos Gençlik Spor Kulübü birkaç kez kapandı, yeniden farklı isimlerle açıldı falan... Bazen Avanos İdmanyurdu diye, bazen de Belediyespor diye. Şu anda adımız Kapadokya Avanosspor, takımda yöneticiyim. Geçen hesapladım; 35 yıldır futbolun içindeyim… Niye futbol? Ben Avanos Gençlik'in maçlarını seyrederken orda oynayan bazı futbolculara özenirdim. İyi insan ve iyi futbolculardı onlar. Onların maç sırasında dışarı kaçan toplarını ben getireceğim diye çok kavga etmişimdir. Hayranlık duyardım onlara. O yüzden diyorum… İyi futbol oynamak, iyi insan olmak gibi bir şey bana göre…"
Sahaflarda dolaşırken, E. Hemingway'ın Varlık Yayınları'ndan çıkan, Mart 1955 baskılı Güneş de Doğar isimli kitabını almıştım. Bir kenarda duruyordu. Geçenlerde okumak için açtığımda kitabı, girişte kullandığı iki alıntıyı okuduktan sonra epey bir yutkundum. Hemingway'in Mektupları kitabından da hatırladım sonra. Alıntının birisi, Ecclesiastes'ten: "Bir nesil geçer gider, başka bir nesil gelir; ama yeryüzü sonsuz sürer gider… Güneş de doğar ve batar, doğduğu yere koşar gider… Rüzgar güneye yollanır, sonra kuzeye yönelir; durmamacasına dolanır ve rüzgar dolaşımına denk geri döner… Bütün nehirler denize varır; gene de deniz dolmaz; nehirler, çıktıkları yere dönerler…"
Diğeri de Gertrude Stein'den: "Sizler, ziyan olmuş bir nesilsiniz!.."
Bozkırda top oynayan çocukları anlatmış sanki…