
Briç Together
5 dk
Müptelası olanlar yerine hiçbir şey koyamıyor. Henüz tanışmayanların ise hakkında en ufak bir fikri dahi yok. İşte, sonsuz briç ikilemi.
"Bu oyun hayat gibidir... Hatasız oynanmaz." Akif Kurtuluş
Gözümüzü fena korkutmuşlardı. Briç öyle esrarengiz, öyle meşakkatli bir oyundu ki biz fanilere göre değildi. Allahtan kahvede senin benim gibi insanlar oynuyordu da briç masasının bir kenarına ilişip yancılık yapabiliyorduk. Fakat anlamak ne mümkün! Bre aman, 1 pik ne demek? Ya 3 sanzatu? Çince mi lan bu! Oyuncular Rodin'in Düşünen Adam heykeli gibi ha bire derin bir tefekküre dalıyorlar, sanırsınız Mars'a uzay aracı göndermenin planları içerisindeler. Ama en gıcığı, o anlaşılmaz konuşmalardan sonra oyunculardan birinin elini yere açıp mort olması, yani oyun dışı kalmasıydı. Ne biçim oyun bu? İnsan arkadaşını dışlar mı hiç? Çok ayıp. İşte bütün bunlar briçten yıldırmıştı bizi. Sonra keyfekeder briç oynayan arkadaşlardan biri, "Gelin size briç öğreteyim" dedi. Artık nasıl bir bunalım içerisindeysek, "Tamam" dedik. Her aylak öğrenci gibi zamanımız boldu. Arkadaşımız "Şu şudur, bu budur" diye beş on dakika çalakalem anlattı, bir halt anlamadık tabii. Ama yarım saat sonra dört arkadaş kendimizi briç masasında bulduk. Kafasını gözünü yara yara oynamaya başladık. Zaten başka türlü de oynanmaz bu meret. Efsane briççi Bob Hamman'ın "Briççiler ikiye ayrılır; kötü oynayanlar ve berbat oynayanlar" demesi boşuna değildir. Velhasıl briç atla deve değil, öğrenmesi de oynaması da çok kolay. Lakin iyi oynamak, işte o çok zor.
Kökeni 400 yıl kadar gerilere gider, Büyük Britanya'da oynanan Whist'e; hani 80 Günde Devri Alem'in kahramanı Phileas Fogg'un müptelası olduğu oyun. Bazı güvenilir kaynaklara göre çıkış noktası İstanbul'dur. 1850'li yıllarda Kırım Savaşı nedeniyle İstanbul'da bulunan İngiliz askerleri icat etmiştir bu oyunu. O dönemde İngiltere Büyükelçiliği henüz sur içindedir. İngiliz askerleri Şehzadebaşı'ndaki kahvehanelerde briç oynayamadıkları için Pera'ya giderler; bunun için de Haliç'in iki yakasını birbirine bağlayan Galata Köprüsü'nü geçmek zorundadırlar. İngilizce'de 'köprü' anlamına gelen bridge'in adı buradan gelmektedir. Yani bu muhteşem oyunun ilham kaynağı Galata Köprüsü'dür. Tabii ilkin nerede çıktığına dair başka rivayetler de var. Yine de kimse duymasın. Biz bunu parlatalım. Sadece işimize geldiği için değil, aynı zamanda hem en makul hem de en güzel seçenek olduğu için. (Zaten seçenekleri böyle akıl tartısına vurmayı alışkanlık haline getirdiniz mi, briççi olmaya başladınız demektir.) 20. yüzyılın başlarında briç şaha kalkar; Paris, Londra, New York gibi büyük şehirleri fetheder, Whist'in pabucu dama atılır. Önceleri 'ihale brici' gözdedir. 1920'li yıllarda skorlama, ceza ve mükâfatlarda yapılan değişikliklerle bugünkü 'kontrat' oyununa varılır.
Bu kadar çok sevilmesinde şaşılacak bir şey yok. Briç her yaştan insana hitap eden bir oyundur. 80 yaşındaki bir nineyle 11 yaşındaki torunu aynı masada buluşturabilen başka bir oyun var mıdır bilmem. "Hadi canım abartıyorsun" demeyin, böyle çok vaka var. En güzel tarafı; ortakla oynarsın, yani neşeyi de tasayı da paylaşırsın. İşler kötü gitti mi, hatayı sürekli ortakta arayacak, "Yav ortak çok rezil oynadı" diye dırlanacaksanız, bu oyun size göre değil demektir. Yol yakınken geri dönün. Ortak ne kadar pespaye oynarsa oynasın, bir dahaki sefere daha iyisini yapabilirsiniz. Briç size "Evet bu kez kötü oynadınız, ama oturun, çalışın, daha iyi anlaşmanın yolunu bulun" der.
Ona ne şüphe, briç anlaşma oyunudur. Anlaşanlar, anlaşabilenler kazanır. Bu oyunun kelime anlamıyla uyumlu bir şekilde hep bir köprü kurmanız gerekir. Kendi başınıza bir halt edemezsiniz. Sürekli diyalog esastır. Elinizi anlatacaksınız, ortak da size kendi elini anlatacak. Bu arada rakiplerinizin konuşmalarına da kulak kabartacak, onları da doğru anlamaya çalışacaksınız. Ne kadar iyi anlatabilir, ne kadar iyi anlayabilirseniz, o kadar başarılı olursunuz. Briçte olasılıklar neredeyse sınırsız, olanaklar kısıtlıdır. Elinizdeki yüz, ikiyüzlük bir kelime hazinesiyle oturup bir roman yazmanız beklenmiyordur sizden, anlamlı bir cümle kurmanız yeter. Lakin eller çetrefilleştikçe anlaşılır bir cümle kurmak zorlaşır. Çoğu zaman karanlık bir labirentte kaybolmaya benzer bu durum. El yordamıyla ilerler, yolunuzu bulmaya çalışırsınız. Tek ipucu elinizdeki kartlardır, onlar sizin haritanızdır bir anlamda. Bir de ortağınızın sesi. Karanlıkta ortağınıza sesinizi duyurmaya çalırsınız, öteden onun sesini hayal meyal duyarsınız, siz "Ben buradayım, şuraya doğru gitmek istiyorum" dersiniz, o size başka bir yön önerir belki. Sonra düşünüp taşınıp bir tarafa meyledersiniz. Eğer böyle meşveretle çıkış kapısını bulmuşsanız, bundan daha büyük bir keyif yoktur. Canınızı kurtardınız yahu, daha ne olsun? Briçte burnunun dikine gidenler başlarını çoğu zaman duvara vurmaya mahkûmdurlar. Briç, dediğim dedikçileri değil, dinlemesini bilenleri ve hem ortağını hem de rakiplerini adam yerine koyanı sever sayar. Briçte iyi oyuncu diye bir şey yoktur, bu büyük bir yanılgıdır, ancak iyi ortaklıklar vardır.
Oyunun her anında hep bir karar vermeniz gerekir; düşünmeden yapacağınız bir konuşma, vereceğiniz bir kart gebertebilir sizi. O yüzden uçurumun kenarında yürür gibi her adımınızı ölçüp biçerek atmanız, her kararı kılı kırk yararak vermeniz gerekir. Aksi takdirde çok çabuk cezalandırır briç tanrısı sizi.
Konsantrasyon deyip geçmeyin. Yolları çatallanan bahçede kaybolmak istemiyorsanız gözünüzü dört açmalısınız. Çok sevdiğim anektodlardan biridir; iyi bir oyuncu yüksek dikkatiyle ünlüdür, öyle ki masada dünyaya antenlerini kapatıp sadece oyuna yoğunlaşması bir efsanedir. Dostları onun bu özelliğini sınamaya karar verirler. Bir defasında o briç masasında bir kontratı yapmak için transa girmişken içeri çıplak bir kadın sokarlar, kadın müzik eşliğinde dans eder. Bizim oyuncu tınmaz bile. Eli oynayıp bitirir. Diğer oyuncular "Dikkatini çeken bir şey olmadı mı?" diye sorarlar. "Tabii," der oyuncu, "gözümden kaçtı mı sanıyorsunuz, o ne güzellikti öyle ya, karoların dağılımı muhteşemdi!" Evet, işte briç böyle bir oyundur, dünyayı unutursunuz, tabii kendinizi oyuna vermişseniz. Briç sizden bunu fena halde ister.
Briç oyundur, ama aynı zamanda bir spordur da. Öylesi daha bir ciddiyet ister. Hazırlık ister. Disiplin ister. Oyun neşesi ister. Turnuva bricinin de çeşitleri var; ikili, dörtlü takım, bireysel, ligler, şampiyonalar... Hepsinin stratejisi ayrıdır. Yine büyük usta Bob Hamman'ın tanımıyla; "Takım maçı, iki ağır sıklet boksörün birbirine acımasız yumruklar indirdiği, en sonunda ayakta kalanın kazandığı bir boks maçına benzer. Oysa ikili turnuva, yüzlerce sarhoşa karşı yaptığınız bir sokak kavgasıdır." Hangisinden daha çok hoşlanacağınız, size kalmış bir şey. Ya insan sırf bu müsabaka heyecanını yaşamak için briç öğrenir, tabii aklı bir karış havada değilse eğer.
Briç oynamak kadar seyretmesi de zevklidir. Seyircilerin görevi şeytanın avukatlığını yapmaktır. Sürekli oyunculara laf sokuşturan yancılara kibitzer denir briç terminolojisinde. Bir turnuvada elbette seyirciler işe karışmaz. Ama kulüpte el bittikten sonra kibitzerler mutlaka maydanoz olur ve icabında oyuncuyu dünyaya geldiğine pişman eder. E zaten kibitzerin öyle konuşkanı makbuldür. Böylece hem ortam biraz yumuşar hem de o elin bir değerlendirmesi yapılmış olur. "Yok efendim, ben büyük turnuvaları da kaçırmak istemiyorum" mu diyorsunuz? Hayhay, internet ne güne duruyor! Şimdi öyle bir imkân da var. Dünya şampiyonalarını bile anbean takip edebiliyoruz artık.
Sahtekârlığa eğilimliyseniz, briç size bu konuda da olanaklar sunar. Ama bilin ki öyle manyel verenlere, balkon yapanlara (yani rakibin eline çaktırmadan göz atanlara), düşünüyormuş gibi yapıp tempoyu bozanlara pek hoş gözle bakılmaz. Zaten turnuva brici artık perdeli oynanıyor. Sırf bu arkadaşlar yeteneklerini sergilemesinler diye. Tabii bazen perde de yetersiz kalıyor; 2014 Dünya Senyörler Briç Şampiyonası'nı kazanan Alman takımının iki oyuncusunun öksürük yoluyla perdeyi aştıkları ortaya çıktı. Meğer öksürük sayısıyla ellerinde hangi rengin kısa olduğunu anlatırlarmış. E tabii müsabakalardan ömür boyu men edildiler. Siz siz olun böylesi şeylere heves etmeyin. Gerçek oyuncular bundan uzak durur. Gelmiş geçmiş en büyük oyuncularımızdan Mehmet Kortay, bir uluslararası turnuvada kazaran rakibin elindeki bir kartı gördü diye o eli oynamak istememiş, kazanacağı çok iyi skordan feragât etmişti. Gerçek oyuncu budur işte. Aklınızdan hiç çıkarmayın; briç adabı denen bir şey vardır ve bu, oyunun kendisinden daha önemlidir.
E hadi ne duruyorsunuz, bir ortak bulup başlayın artık köprüler kurmaya.