Bu Bizim Zamanımız

12 dk

Furkan Korkmaz da tıpkı Cedi Osman gibi NBA yolcusu. Ama öncesinde kendisini göstermesi gereken başka bir arena var.

Geçen sezonun başlarında yaptığımız röportaj sırasında ‘Efesli Furkan’dın, onu Banvit maceran takip etti ve nihayetinde Philadelphia 76ers formasıyla NBA’e adım attın... Nasıl bir yıldı?

Aslında sezon başında kafamda Efes’le çok iyi bir sezon geçirmeyi kurgulamıştım. Koçun oyun tarzına, oynatmaya çalıştığı basketbola yakındım, takım arkadaşlarımı uzun zamandır tanıyordum... O kadro içinde rol bulabileceğimi ve buna uyum sağlayabileceğimi düşünüyordum. Ancak sezon başladığında görüntü öyle olmadı. Oysa draft sonrası burada kalma kararı almıştım; Efes’te süre bulup Avrupa serüvenimi tamamlamayı ve ardından NBA’e gitmeyi istiyordum. Kısmet değilmiş. Banvit’i görmek, Bandırma’da yaşamak varmış. O da benim için bir tecrübe oldu.

Oynamamak, forma şansı bulamamak her basketbolcuyu zorlar. Ben de bir süre sonra mutsuz olmaya, yaptığım işten keyif almamaya başladım. İdmanlarda ve maçlarda daima yüzde 100’ünü veren biri olarak, bunun karşılığını alamadığımı görünce daha fazla dayanamadım ve Banvit’e gittim. Saha dışında da önemli bir deneyimdi benim için; birkaç ay yalnız yaşadım, kariyerim boyunca ilk kez ailemden ayrı, tek başıma kaldım. Yeni şeyler kattım kendime, profesyonel bir basketbolcunun saha dışında, evinden uzakta nasıl bir hayat yaşadığını deneyimledim. Yemek yapmaya başladım mesela, börek-çörek değil tabii ama karnımı doyuracak kadar öğrendim. Benim adıma son derece verimli bir dönemdi.

Sorumluluk anlamında bir farklılık hissettin mi? Daha mı özgürdün mesela?

Banvit’e ilk gittiğimde birkaç maç iyi oynayamadım ama sonra her şey düzeldi. Orada Jordan Theodore dışında topa hükmeden, oyunu yönlendiren bir oyuncu yoktu. Bu da benim için büyük bir avantaj oldu; zira ben topu yönlendiren, topla oynamayı seven bir oyuncuyum. Ayrıca maç sonlarında oyunda kaldım ki Banvit’in bana kattığı en önemli şey de buydu. Neredeyse bütün maç sonlarını oynadım. Şut olsun, savunma olsun, her anlamda sahadaki karar verici oyunculardan biriydim. Kazandırdığım da oldu, kaybettirdiğim de... Büyük bir tecrübeydi benim için.

Bahsettiğin duygunun sözlükteki karşılığı ‘güven’ sanki?

Can Maxim Mutaf, orada çok iyi bir sezon geçiriyordu. Ben de onun yerine geldim ki sezon ortasında işleyen bir parçayı çıkarıp takıma yeni bir oyuncu eklemek çok zordur. Ancak koç Saso Filipovski, beni çok kısa bir sürede sisteme dâhil etti. Verdiği sorumluluk bana özgüven aşıladı. Nasıl ki Efes’te A takıma çıkmamı sağlayan eski koçum Dusan Ivkovic bana o güveni vermişti, Filipovski’de de aynı şeyi hissettim.

Sezon başında güven problemi yaşamış bir oyuncuydun ama Banvit’te tamamladığın sezonun sonunda kendini NBA’de, Yaz Ligi’nde buldun. İyi de bir performans sergiledin. Sezonu Efes’te geçirseydin Yaz Ligi’nde öyle bir performans sergileyebilir miydin?

Pek zannetmiyorum çünkü insanın özgüveni oynadıkça geliyor. Efes’te bütün bir yıl kenarda oturarak bunu nasıl başarabilirdim, bilmiyorum. Elbette oradaki oyuncularla beraber olmak, o atmosferi solumak bana çok şey katacaktı ama kendimi saha içinde denemem ve oynayarak öğrenmem gerekiyordu. Banvit’e bu yüzden gittim. Yaz Ligi performansıma bakınca da doğru bir karar verdiğimi ve karşılığını aldığımı düşünüyorum.

Yaz Ligi’nde fiziksel açıdan gelişmiş bir Furkan gördük sanki, özellikle üst gövden kalınlaşmış gibiydi. Doğru bir tespit midir bu?

Evet ama bu Yaz Ligi öncesi çalışmalarımla değil, Banvit’te geçirdiğim dönemle ilgili. Efes’te antrenman programı daha yoğun olduğu için kendime çok fazla zaman ayıramıyordum. Banvit’te durum değişti; dar rotasyonla oynadığımız için idmanlarda çok fazla yüklenme yapmıyorduk, hem koç oyuncuları zorlamıyordu hem de antrenman programı oyuncuların dinlenmesine önem veriyordu. Ben de Bandırma’da yapacak çok fazla şey olmadığı için salondan çıkmadım. Kondisyonerimiz Ertan (Bedir) Abi de sağ olsun, çok yardım etti bana. Bandırma’da yaklaşık beş buçuk ay kaldım ve bu süreçte, tamamı kas olmak üzere beş kilo aldım. Fark ettiğiniz gelişim de buradan kaynaklanıyor.

Cedi Osman da bu yaz senin gibi NBA’e geçiş yaptı. Ancak ikiniz birbirinden çok farklı takımlara gidiyorsunuz; Cedi, zirvedeki bir takımda kendine rol ve dakika bulmaya çalışacak, sense aynı arayışı rollerin neredeyse sıfırdan dağıtılacağı ve değişime açık bir rotasyonda yapacaksın. Kendini nasıl hissediyorsun?

Bizim takım, aslında sürpriz bir takım. Herkes ne olacağını merak ediyor; oyuncular, koç, taraftarlar ki Philadelphia taraftarı da biraz çılgınmış öğrendiğim kadarıyla... Birkaç sene öncesinden başlamış bir yapılanmadan bahsediyoruz. Bu yıl, olmadı gelecek yıl play-off’a girme hedefi var. Yaz başı gittiğimde orada yaklaşık 10 gün geçirdim ve o dönemde genç oyuncularla ve teknik ekiple çalışma/tanışma fırsatım oldu. NBA’e geçiş sürecimde çok sayıda gençle aynı takımda bulunmamın işimi daha da kolaylaştıracağını düşünüyorum çünkü tecrübeli oyuncuları anlamak biraz daha zaman alıyor. Hele ki NBA’de o tecrübeli oyuncular, abiler nasıldır hiç bilmiyorum. Sonuçta, tanımadığım bir ortam. Bu açıdan gençlerin varlığı bir avantaj. Ne kadar maç kazanırız, sezonu nerede tamamlarız bilmiyorum ama her şeyi birlikte öğreneceğiz.

76ers, ‘The Process’ (Süreç) olarak adlandırılan bir dönemden geçiyor ve bu anlamda genç oyuncuların gelişimine çok önem veriliyor. Ben Simmons, Markelle Fultz, Joel Embiid ve diğer birçok genç isim var. Birbirimizle psikolojik etkileşimimiz muhtemelen pozitif olacaktır.

Markelle Fultz

Markelle Fultz

Gittiğin takımda son iki yılın draft bir numaraları var; Simmons geçen sezon sakatlığı nedeniyle oynamadı, bu yıl kendini göstermek isteyecek, Fultz da kendini ispat sezonuna çıkacak. Ayrıca, takımın mevcut yıldızı Embiid de geçen sezona iyi başladı ama sonunu getiremedi. Onun için de benzer bir senaryo söz konusu. Kendini ispat etmek isteyen bu kadar oyuncuyla bir arada olmak gözünü korkutmuyor mu?

Bunu sezon başladıktan sonra göreceğiz. Genç bir oyuncu olarak elbette süre almak istiyorum ama bir alışma dönemi olacaktır tabii. 20 yaşında kalkıp NBA’e gidiyorum sonuçta, kolay değil. Bazı şeyleri göze alarak gidiyorum. Ama şundan da eminim; beklediğim fırsatlar mutlaka gelecektir. Mesela Yaz Ligi bunlardan biriydi ve ilk şansımı iyi kullandığımı düşünüyorum.

NBA’de, karşılaşmayı sabırsızlıkla beklediğin özel bir oyuncu var mı?

En başta Kevin Durant’i söyleyebilirim, bir de Klay Thompson. (Editör Notu: Philadelphia 76ers, bu sezon Golden State Warriors’la ilk maçını 11 Kasım’da Oracle Arena’da oynayacak. İkinci maç ise 18 Kasım’da Wells Fargo Center’da.)

Hangi özelliklerini değiştirmen/geliştirmen gerektiğini düşünüyorsun?

Şutum, benim en büyük silahım olacak. Normalde açık saha oyunumu da sayardım ama Yaz Ligi’nde gördüm ki orada açık sahada etkili olmayan kimse yok zaten. Türkiye’nin en atletik oyuncularından biri olarak gösterilirdim, orada sahaya çıkınca “Çok da atlet değilmişim” dedim kendi kendime.

Yine de oranın gereksinimlerini karşılayacak düzeyde bir atletizmin olduğunda hemfikiriz, şutundan bahsettin, basketbol zekânı da ben ekleyeyim... Bunlar kaybedebileceğin şeyler değil, yani aslında cebin dolu gidiyorsun. Yanlış mıyım?

Avrupa’da oynamanın bana kattığı en büyük şey, doğru oynamak. En büyük avantajım da bu olacaktır bence çünkü ABD’deki sistem biraz daha bire bir oyuna dayalı. Bütün oyuncular bu açıdan çok gelişmiş ve hepsi çok iyi skorer. Euroleague basketbolundaki gibi 15-20 paslı hücumlar olmuyor genelde. Doğru oynamak da bu yüzden önemli; herkesin skor üretebildiği yerde oyunun diğer gereksinimlerini karşılayacak oyunculara da ihtiyaç duyulacaktır. Ben de sahaya çıktığımda takıma hangi alanlarda katkıda bulunmam gerektiğini okuyabilir ve takımın neye ihtiyacı varsa onu yapabilirim.

Savunma tarafında kendini nasıl görüyorsun? Karşında, Avrupa’da hiç karşılaşmadığın cüssede oyuncular bulacaksın. Hidayet Türkoğlu seninle benzer bir pozisyondaydı mesela ve muhtemelen bu gereksinimden ötürü, ilk gittiğindeki fiziğinin üstüne çok koymuştu. Kendisiyle konuşma fırsatı bulabildin mi?

Hidayet Abi ile konuşma şansım olmadı henüz ama gitmeden önce mutlaka konuşacağım. Ben normalde 2-3 gibi oynuyorum. Beni gören herkes mutlaka hemen post-up yapmak isteyecektir ama ilk etapta oyun zekâmla bu eksiği kapatmaya çalışacağım. Avrupa’da da durum farklı değil aslında; genç oyuncuyu gören onun üzerinden oynamak ister. Burada nasıl baş edileceğini zamanla öğrenmiştim, orada da öğreneceğim. Hepsi bir süreç.

Yaz Ligi’nde ‘ağzın açık izlediğin oyuncular’dan biriyle karşılaştın mı?

Los Angeles Lakers’la oynadığımız maça LeBron James geldi. Düşünün nasıl bir heyecan! Taraftar bile maçı değil, LeBron’u izledi zaten. Ama sonuçta, LeBron da benim maçımı izlemiş oldu.

Baskent 34 altyapısı döneminde gelişimine büyük katkıda bulunan Murat Murathanoğlu, maçlarını anlatırken alçak driplingine dikkat çeker. O fundamental çalışmaları zihninde bir yerde kazılı mı?

Aynen öyle. 2-3 numarada oynarken avantaj elde etmek için alçak dripling çok önemli. Genel toplamda ise fundamental açıdan çok iyi olduğumu düşünmüyorum, gelişmeliyim. Murat Abi ve Leyla Hoca aynı şeyi söylüyordu bana; pozisyonuma göre biraz uzun olduğumdan, topla oynamak biraz zor benim için, hatta savunmada da benzer bir durum söz konusu. Ancak bunu biraz daha aştığımı düşünüyorum. Zamanla daha da iyi olacaktır.

NBA serüvenine başlamadan önce kariyerinin en büyük sınavlarından birini verecek ve milli takımla Avrupa Şampiyonası oynayacaksın. Kadroya bakınca bunun bir geçiş dönemi olduğunu görüyoruz. Bu yeni oluşumu, alacağınız rolleri ve koç Ufuk Sarıca ile ilişkinizi nasıl görüyorsun?

Ben kampa biraz geç katıldım. Ama Ufuk Abi, kendisi de eski bir oyuncu olduğu için, psikolojimizden çok iyi anlıyor. Yardımcı antrenörken de iyi bir ilişkimiz vardı ama başantrenör olunca birlikte daha fazla zaman geçirmeye başladık. Onunla direkt iletişim kuruyoruz ve böylece saha içinde bizden beklediklerini anlamak daha kolay hâle geliyor. Takımın kimyası henüz tam oturmadı ama şampiyona yaklaştıkça ve maçlar oynandıkça her şey daha iyi olacaktır. Sonuçta, antrenmanla bir seviyeye kadar gelebiliyorsunuz. Çıkıp oynamak lazım. İlk maçla birlikte taraftarın da desteğiyle bir kıvılcım yakabilirsek şu an için sürpriz görünen derecelere ulaşabiliriz.

Bu turnuvadan bağımsız düşün; sizin jenerasyonu nasıl bir gelecek bekliyor?

Aramızda çok özel yetenekler var. Hepsi arkadaşım diye söylemiyorum, gerçekten. Uzun zamandır birlikte oynuyoruz ve umarım altyapıda elde ettiğimiz başarıları A Milli Takım’da da yaşama şansı buluruz. Zaman, bizim zamanımız. Bu yaz top bizde artık.

1999’da ilk beş oyuncularından Kerem Tunçeri ve Hidayet Türkoğlu 20 yaşındaydı, Mehmet Okur da öyle ki sen de şu an 20 yaşında benzer bir durumu yaşıyorsun. O gün genç Hidayet ve Kerem’e yüklenen beklentiler, bugün sende ve Cedi’de hayat buluyor. Baskı hissediyor musunuz?

Doğrusunu söylemek gerekirse her maça çıkarken üzerimizde baskı hissediyoruz. Milli takım formasıyla da böyle, kulüp formasıyla da... Çünkü artık kendimizi kanıtlama yaşımız geldi, bazı şeyleri göstermemiz lazım. “Çok iyi oyuncu olacak” cümlelerini aşıp “O çok iyi, oyunu domine ediyor” noktasına gelmemiz gerekiyor. Bunu ne kadar erken başarırsak o kadar iyi. 1999 örneğini düşünüyorum da; gerçekten aynı senaryo. Biz de o jenerasyonu izleyerek büyüdük ve ben bugün Kerem Abi’yi her gün yanımda görüyorum mesela. Görünce de tuhaf hissediyorum. Bizimle birlikte antrenmana geliyor, yolculuk ediyor. Bu da bana ayrı bir motivasyon sağlıyor. Ancak şu da var; 1999’da yabancı kuralı falan çok başkaydı. Saydığımız isimler o turnuvaya çıkmadan önce kulüplerinde birkaç sezon süre ve forma şansı bulmuşlardı. Bu seneki kadroda ise kulübünde hatırı sayılır süre alan oyuncu sayısı çok az. Alanlar da genelde belli rollerde ve kısıtlı sorumluluklarda oynadılar. Bu açıdan bir dezavantajımız, tecrübe eksiğimiz var. Yine de iyi bir turnuva geçireceğimizi umuyorum. Kendi ülkemizde olması ayrı bir heyecan veriyor ve az önce de söyledim; bu bizim için büyük bir şans. Bu yaşta böyle bir turnuva oynamak, hem de top bizim elimizdeyken...

Üstüne basarak “Top bizde” dediğin için soruyorum; yaklaşık iki yıl önce altyapı antrenörün Leyla Çalışkan’la bir röportaj yapmıştık. Bize Urfa'da oynadığınız bir altyapı maçını anlatmıştı, 9'da 8 üçlük attığın... O günden belli ki topu elinde istiyorsun. Bu noktadan bakınca, milli takımda rol oyuncusundan ana parçaya dönüşmek, oyununu da geliştirecek mi?

O maçı çok iyi hatırlıyorum ve açıkçası üst seviyede de aynısını yapmak istiyorum. Topun kontrolü yine bende olsun ama all-around (çok yönlü) bir oyuncu olayım istiyorum. 16-17 yaşında A takıma ilk çıktığım dönemlerde “Çok sayı atayım, her topu kullanayım” düşüncesindeydim, bu her oyuncuda biraz vardır zaten ama şu anda öyle değilim. Mantalitem değişti; salt skor üretmekten ziyade, oyunun her alanında katkı veren bir oyuncu olmaya çalışıyorum.

Diyarbakır’daki o maç yarı finaldi ki böyle noktalarda ekstra motive olmanıza gerek yoktur, bunlar karar maçlarıdır zaten. Ben de o karar dakikalarını çok seviyorum. Anlattım ya, Banvit’te geçirdiğim sürede en keyif aldığım nokta da buydu; maçın kazanılıp kaybedilme noktasında belirleyici olabilmek. Orada vereceğiniz bir karar, atacağınız bir şut ya da yapacağınız savunmayla maçın kaderini tayin ediyorsunuz. Bu harika bir his, gerçekten. Evet, A takım seviyesinde o rolü üstlenmek o kadar kolay değil ama ben, bunu başarabileceğime inanıyorum.

Socrates Dergi