Burnumuzun Dibinde

4 dk

Bazen, her şeyi sadece görmek istediğimiz gibi görür ve gerçeklerden kaçarız. David Walsh gibiler ise ısrarla gerçeğin peşinden gider.

''Gerçek olmayan şeylere inanmaya eğilimliyizdir. En sonunda yanıldığımız ortaya çıktığında, gerçekleri hayasızca çarpıtarak yanılmadığımızı kanıtlamaya çalışırız." -George Orwell, In Front Of Your Nose, 1946

Emma O'Reilly, İrlandalı gazeteci David Walsh ile ilk kez 23 Haziran 2003'te görüşmüştü. İngiltere'nin kuzeyindeki Cheshire kentindeki evin salonunda sohbet etmişlerdi. Ne kayıt cihazı ne de bir not defteri vardı masada. Sadece, O'Reilly son beş yılını anlatmıştı. Zira Emma O'Reilly, o dönemin önemli bir bölümünde U.S. Postal Service takımında soigneur olarak görev yapmıştı. Fransızca anlamı iyileştirici, bakıcı olan soigneur kelimesi, bisiklet dünyasında özel bir yere sahiptir. Masaj yapmak, bisikletçilerin yiyeceklerini ve yarış kıyafetlerini hazırlamak, yarış sırasında yolda suluklarını vermek gibi çok yönlü görevleri icra ederler. Kimilerinin adı dopingle de anılır. Emma da onlardan biriydi. Ama dopingle alakası farklıydı. Bisikleti çok seviyordu. Erkek egemen bir dünyada çalışan az sayıda kadından biriydi. Lance Armstrong ile iki yıl boyunca bire bir çalışan O'Reilly, bu süre zarfında sistematik dopingin en önemli tanıklarından biri olmuştu. 2000'de takımdan ayrıldıktan sonra dışlandı.

Aslında, o da çok sevdiği bisikletten biraz soğumuştu. Çünkü gördükleri ona ağır gelmişti. U.S. Postal da diğer bisiklet takımları gibiydi; bir 'medikal program' yürütüyorlardı. Bu programın içinde; Michele Ferrari gibi doktorlar, kamyonlarca tıbbi malzeme, şırıngalar, buzdolaplarında saklanan kan paketleri vardı. Siyah zarflarda büyük ilaçlar, beyaz zarflarda küçük ilaçlar bulunuyordu. O'Reilly hepsine tanık olmuştu.

Fakat bisiklete o dönem bulaşan herkes gibi Sicilya mafyası usulü omerta'ya (sessizlik yemini) boyun eğmişti. Walsh ile sohbetinde ise sessizliğini bozdu. Amacı sporda devrim yaratmak değildi belki, sadece içini dökmek istemişti. Çünkü ortada büyük bir kumpas vardı. Lance Armstrong ve ekibi tüm dünyayı kandırıyordu.

Walsh, 1999'dan beri şüphelendiği Lance Armstrong ve U.S. Postal hakkındaki kanıtlara nihayet ulaşmıştı. O zamanlar Walsh, bu araştırmada tek başında değildi. Armstrong'un dopingli olduğuna yönelik şüpheleri ilk dile getirenlerden Fransız gazeteci Pierre Ballester de araştırmada büyük pay sahibiydi. İkili, 'The Program' kavramını ilk kez O'Reilly'den aldıkları bilgilerle yazdıkları L.A. Confidentiel: Les Secrets de Lance Armstrong adlı Fransızca kitapta dile getirmişlerdi. O günlerde, benim gibi Armstrong hayranları için asıl şüphe duyduğumuz onlardı. Kanseri yenip bisiklete dönerek Tour de France kazanmış bir adama inanmamak mümkün değildi. Üstelik, pozitif çıkmış tek bir doping testi yoktu. Orwell'in dediği gibi; Walsh, Ballester, O'Reilly, Andreu, Kimmage gibi isimler, çoğu kişi için bir kahramanı suçlayan kötü karakterlerdi. İnanamıyorduk. İnanmak istemiyorduk. Savunma mekanizmaları oluşturuyorduk. Ben de Lance gibi bir kanser hastasıydım. Sele üzerindeki kuvvetini, kemoterapi sırasında verilen ilaçların vücutta yarattığı kendini yenileme gücüyle açıklıyordum. Aslında bunlar, içeriden ve derinden burnunuza gelen kötü kokuları parfümle savuşturmaktan başka bir şey değildi. Sonra zaman akmaya ve tüm kokular nüfuz etmeye başladı. Yıllar geçtikçe Walsh, Ballester, Kimmage gibi gazetecilerin söyledikleri değer buldu. 2006'da Armstrong'un eski takım arkadaşı Floyd Landis de Le Tour'da dopingli çıkınca, Walsh bir kitap daha yayınladı: From Lance to Landis, Inside The American Doping Controversy At The Tour de France.

Bu eserinde de 'The Program' adlı özel bir bölümle tüm şebekeyi anlattı. 2009 sonrası herkes konuşmaya başladı ve o zaman inanmadığımız Walsh, şimdi hep inandığımız ve sözünü en çok kâle aldığımız kişi haline geldi. Tarihin en sıkı metamorfozlarından birine tanık olduk belki de... Hatta David Walsh'un kredisi öyle yükseldi ki; şimdilerde sırf o söylediği için Team Sky ve son Le Tour birincisi Chris Froome'un temiz olduğuna daha çok inanılıyor. Lance ise Oprah Winfrey'deki itiraflarından sonra, bugünlerde de konuşmaya devam ediyor. Yine medyanın göz bebeği. Fakat ondan artık, biraz da karmaşık duygular eşliğinde Lord Voldemort olarak dem vuruyoruz.

Peki Emma O'Reilly ne mi yapıyor? O da Walsh gibi bir kitap yazdı. O'Reilly'nin Race to The Truth kitabında bahsettiği üzere; 2003'te gerçekleri anlattığı David Walsh, daha sonra söz verdiği halde onunla ilgilenmemişti. Doğru mu, değil mi bilmiyoruz. Kim bilir, en güvendiğimiz Walsh'un bugün Team Sky için anlattıklarını da gelecekte başka türlü okuyacağız. Ne de olsa burnunun dibindekini görmek, insanoğlu için hep en zoru oldu.

Socrates Dergi