
Büyük Gösteri
10 dk
Olimpiyat oyunları, gücünü televizyon ile birleştirince farklı bir anlam kazanmıştı. Dönemin gazetecilerinden Attila Gökçe'ye, oyunları, kahramanları ve TRT'li günleri sorduk... Merkezimizde ise Nadia Comaneci vardı...
Daha önce Socrates Dergi'de Nadia Comaneci ile ilgili birçok içeriğe yer verdik. Hatta yaşayan efsaneyle İstanbul'da buluşup bir röportaj bile yapmıştık. 1970'ler sayısının Comaneci'siz olmayacağını düşünerek bu kez o yıllarda spor gazeteciliği yapan, o yıllara tanıklık eden mesleğimizin duayeni Attila Gökçe'nin kapısını çaldık. Üstelik sadece Comaneci'ye değil, 1970'lerden unutulmaz başka duraklara da uğradık. Hatıra defterini karıştırdık.
Bizde olimpik sporların takibi ve olimpiyat programına dahil olan sporların izlenmesi tamamıyla TRT'nin bu memlekete, bu memleketin spor kültürüne bir armağanıdır. Ama biz bunu çok takdir etmedik. Teknolojik bir gelişme dedik ve geçtik üstünden. 12 Mart Dönemi'nde İzmir'de düzenlenecek 1971 Akdeniz Oyunları için TRT'nin ithal ettiği teknolojik makineler, kameralar, kayıt ve naklen yayın cihazları gümrükten geçirilemiyordu. Hiçbir şeyin vergisi ödenemediği için gümrük depolarında bekliyordu. Musa Öğün Paşa, gümrük depolarına girdi ve oradaki gümrük görevlilerini ikna ederek depolardan malzemelerle beraber çıktı. 1971'de Akdeniz Oyunları canlı yayımlandı. Televizyon, Ankara ile sınırlı olan yayınını, İstanbul'a ve memleketin başka köşelerine televizyon kuleleriyle taşıyabilmişti. İnsanlar da 70'ler -105- evlerine televizyon almaya veya televizyon sahibi komşularının evlerine 'telesafir' olarak gitmeye başladılar. Akdeniz Oyunları'ndan bir yıl sonra 1972 Münih canlı yayınlanan ilk olimpiyat oldu. Türk halkı bu defa güreşten voleybola birçok sporu doya doya izleme şansını elde etti. Hayatımın hiçbir döneminde unutmadığım bir şey var: Uğur Dündar'ın, tramplen atlama müsabakalarında Novella Calligaris adındaki genç bir kızı anlatması. "Novella Calligaris" Adını o kadar güzel söylerdi ki... Müzik gibiydi...
1972 Münih'te Kara Eylül saldırısı 11 kişinin ölümüyle sonuçlanmıştı. Alman güvenlik güçlerinin başarısız bir operasyonu olarak tarihe geçmişti. Sonrasında çok eleştiri aldılar. Ama oyunlar devam etmişti. Ölümler nedeniyle ortaya çıkan şok ve üzüntüye rağmen insanlığın terörizme boyun eğmeyeceğini göstermesi önemliydi. Ben de o tarihlerde oyunların devam etmesini çok doğru buluyordum. Bugün de olduğu gibi. O olaydan sonra teröristler, spor olaylarından uzak durdular. Terörizmin en büyük amacı dehşet duygusu yaratmaktır. Ama sempati değil, nefret yarattılar. O nedenle amaçlarına ulaşamadılar.

Denge aletinde gümüş madalya kazanan Korbut ve altın madalyanın sahibi Comaneci.
10 Tam Puan
1976 yılına gelindiğinde insanlar televizyona alışmışlardı ve Kanada'daki olimpiyatı da takip etme imkânı bulmuşlardı. Nadia Comaneci, 1976 Montreal Olimpiyat Oyunları'ndan önce Amerika Jimnastik Kupası'nda adını duyuran bir şampiyondu. Kazandığı kupalarla dünya basınında da sık sık yer almaya başlamıştı. Doğal olarak spor basını da aynı ilgiyi spor sayfalarına taşıdı. Comaneci bizim de merakla beklediğimiz bir sporcuydu. Harika çocuk diye bakıyordu herkes ona.
Comaneci beklendiği gibi inanılmaz başarılarla üç altın, bir gümüş, bir bronz madalyayla jimnastiğin yeni süper yıldızı oldu. Bu madalyalardan daha parlak ve değerli olan başarısı, hakemlerden iki ayrı dalda finallerde 7 (4+3) kez 10 tam puan almasıydı. İşin ilginci, organizasyonda çift rakamlı puan düşünülmediğinden Comaneci'nin puanının skor tabelasında "1" olarak gözükmesiydi. Teknoloji bu harikalığa karşı yaya kalmıştı anlayacağınız. TRT, Montreal'deki oyunları canlı yayınlarla Türkiye'ye ulaştırdı, röportajlar yayımlandı. Orada gazetecilerin sorduğu bir soruya karşılık "En çok istediğim şey, eve dönmek" demişti Comaneci. En kızdığı soru da "Emekliliği düşünüyor musun?" olmuştu. Çok kısa ve sert bir yanıt verdi o soruya: "Ben sadece 14 yaşındayım!" Hakikaten 14 yaşında büyük bir gösteri sunmuştu.

Olga Korbut
1976 Montreal denilince birkaç şey aklıma geliyor. İlk olarak, ev sahibi Kanada altın madalya kazanmadan tamamlamıştı oyunları. İkincisi, Kanadalılar, borçlarını ancak 2009 yılında sıfırlayabildiler. Montreal Belediyesi'nin büyük harcamaları, şehirde oturan insanların borcu olarak kayıtlara geçmişti. Borçların ödenmesi, 2009'a kadar sürdü. 33 yılda bitirebildiler bu borcu. Bunun üzerine Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) bir karar aldı ve olimpiyat oyunlarının düzenlendiği ülkeye veya kente böyle borçlar değil; olumlu miraslar, projeler bırakmasını planladı. Mesela olimpiyat bittiği zaman kente bir metro kazandırılmış olabilir, bir havalimanı kazandırılmış olabilir. Yani "Sonrasında terk edilecek stadyumlar yapılmamalı" dediler. Bu fikir, olimpiyat komitesini çok uğraştırdı çünkü daha sonrasında aday olan kentler farklı yöntemlere başvurdular. Mesela, 1984 Los Angeles'ta sponsorlar devreye girdi. İlk kez halka bir kuruş ödetilmeden, ek vergi çıkarılmadan Los Angeles'lılar olimpiyat düzenlemenin gururunu yaşadılar. Onların Memorial Coliseum diye tarihi bir stadyumları vardı. Montreal'de alınan derslerden sonra oyunlar orada düzenlendi.
Ev sahibi Kanada hiç altın kazanamadı dedik ama biz hiç madalya kazanamamıştık. 1970'lerde sadece Münih Olimpiyat Oyunları'nda güreşte Vehbi Akdağ'ın kazandığı bir gümüş madalya vardı...
Çocukluklarını Yaşayamayanlar
Rus jimnastikçi Ludmilla Tourischeva 1968 Mexico City'nin yıldızıydı. Sonrasında takıma Belaruslu Olga Korbut da katıldı. O yıllarda süperstar olarak Tourischeva gösteriliyordu fakat ABD turnesine çıktıklarında Olga Korbut, çok popüler oldu ve Ludmilla Tourischeva'nın önüne geçti. ABD turnesinde şehir içi yolcu otobüslerinden birinde şoförün aracından inip ondan imza aldığı biliniyor bugün. Orada gittiği hediyelik eşya dükkânlarında "Her şey bedava" denilerek karşılanıyordu. Utana sıkıla tanınmamak için bir perukla büyük bir şapka alıp çıktığı dahi anlatılır. 1972 Münih'ten sonra bir yıl içinde tam yirmi bin mektup ve kart almıştı. Hatta Belarus'taki posta idaresi Korbut'un mektuplarının temini ve dağıtımı için özel bir servis kurmuştu. Çünkü o mektuplarla başa çıkamadılar. Öyle bir etkisi vardı Korbut'un.
Nadia Comaneci 1980 Moskova Olimpiyat Oyunları'nda iki altın, iki de gümüş madalya kazandı. Moskova'da onu çıplak gözle izleme şansına eriştim. Asimetrik barda tüm salon sessizliğe bürünüyor ve sadece (Çırrrrrııtttt) gibi hafif mekanik sesler duyuluyordu... En başta Japonlar olmak üzere tüm foto muhabirlerinin makineli tüfek gibi bastıkları deklanşör ve motor sesiydi bu. Comaneci çok güzel kullandığı elleriyle bardan kayıp yere düştüğünde çok az kişi bunun farkındaydı. Nadia saniyede kalkıp hareketine devam etti. İki Türk foto muhabiri, Hüseyin Kırcalı ve Erol Aydın, o kazayı en az 10 kareyle yakalamıştı. En başta Alman gazete ve dergileri ile İtalyan ve Fransız spor gazeteleri iki meslektaşımızı fotoğraflar için köşeye sıkıştırdılar. En az iki saat yalvarmalardan sonra Kırcalı ve Aydın insafa geldi. Belki de meslektaş dayanışması... Dünya basınını da Türkiye kurtarmış oldu.
Comaneci, Moskova'da durgun ve gönülsüzdü. Bombasını Montreal'de patlatmış, elinde kalan son iki tanesini de Moskova'ya saklamıştı. Dünya basını da onun bu gönülsüzlüğünü o dönemin "komünist" rejimine bağlıyor, Moskova'da âdeta bir 'emekli gibi' yarıştığını yazıyordu. Biz de ekipçe (Kahraman Bapçum, Hıncal Uluç, Ertuğrul Akbay, Vural Saygılı ve Kenan Onuk) bu kanıdaydık. Bazılarımızın Comaneci'deki durgunluğu 'kibre' bağladığını da anımsıyorum. Konuştuğumuz şampiyon, çocukluktan henüz ayrılıp 18 yaşına giriyordu. Comaneci, 1984 Los Angeles Olimpiyat Oyunları'nda -Sovyetler Birliği ve Demir Perde Ülkeleri içinde boykotu delen tek ülke olan- Romanya'nın açılış töreninde 80 bin kişiden alkış alan yıldızıydı. Orada yarışmadı. Tahtını dört altın ve bir gümüş (Carl Lewis'ten fazla) kazanan vatandaşı Ecaterina Szabo'ya devretti.
Baktığınızda Comaneci'nin en az üç-dört olimpiyata gittiği bir kariyerinin olmasını beklersiniz... Ama o, hem ülkesindeki rejimden rahatsızdı hem de çocukluğunu yaşayamadığı ve sosyal anlamda iyi bir ortamda bulunamadığı için galiba doygunluk yaşamıştı. Az önce de dedim ya, 1980'de Moskova'ya geldiğinde de olimpiyatla ilgilenen birçok yazarın onu âdeta emekli gibi görmesi belki de bu yüzdendi. Viyana'da ABD Büyükelçiliği'nin kapısını çalarak iltica etti. Ondan önce de antrenörleri, Bela ve Marta Karolyi ABD'ye iltica etmişti. Karolyi çifti, ABD'de antrenörlük yaparak Amerikan jimnastiğine hizmet verdiler ama Comaneci çabuk sıkıldı. Erken bıraktı.

Küçük yaşlarda oyunlara katılıp başarılı olan sporcular; çocukluklarını yaşayamadıkları için ihmal ediliyorlar. Bunun sonucunda da spordan sonraki hayatlarında mutlu olamıyorlar.
Olga Korbut, 1972'de Münih'e gittiğinde 17 yaşındaydı. Keza Nadia Comaneci de Montreal'de herkesin bildiği üzere 14 yaşındaydı. O madalyalar için özel bir proje olarak yetiştirilmiş çocuklar, ondan sonraki hayatlarında mutlu olamadılar. Çocuk şampiyonlar, çocukluklarını madalya eğlencesiyle yaşayıp tükettiler. Popüler kahramanlıkları çabuk bitti. Antrenörlük denediler ama başarılı olamadılar. Olga Korbut da onlardan biriydi. Daha sonrasında ABD'ye göç etti ama orada bir süpermarkette hırsızlık yaparken yakalandı.
Küçük yaşlarda oyunlara katılıp başarılı olan, madalya kazanan sporcular; çocukluklarını yaşayamadan, eğitimlerini tamamlayamadıkları ve sadece sporla ilgilendikleri için ihmal ediliyorlar. Bunun sonucunda da spordan sonraki hayatlarında mutlu olamıyorlar. Spordan sonraki yaşamını yönetemeyip evliliklerini sonlandıran, alkol bağımlılığıyla spor dünyasındaki görevlerini, toplumdaki statülerini kaybeden, hırsızlık yaparak hapis yatan jimnastikçiler dahi var. Sefil bir şekilde yersiz yurtsuz ölen şampiyonlar keza. Acılı bir tablo...
Bütün bu dramlardan sonra Uluslararası Jimnastik Federasyonu, 1997'de yaş sınırını 16'ya çıkardı ve 16 yaşından küçük sporcuların oyunlara katılmasını yasakladı. Dünya, yeni Nadia Comaneci'leri, yeni Olga Korbut'ları daha doğrusu mutsuz sonları görmek istemiyordu.