
Büyük Serüven
16 dk
Shane Larkin, Anadolu Efes'le birlikte Avrupa basketbolunun zirvesine çıkarken bazı dikenli yollardan da geçti. Şimdi bunları anlatma zamanı.
Miami'den görüntülü bağlandığında Shane Larkin önce bir süredir uğraştığı bel sakatlığını atlattığını, son bir-iki ayı iyileşmekle geçirdiğini anlattı. Kaybettiği kas kütlesi için antrenmanlarını yapıyordu ve artık yeni sezon adına heyecanlandığını söylüyordu. NBA Draft'ı sürecinde destek olduğu Alperen Şengün üzerine biraz lafladıktan sonra artık kayıt cihazını açma ve yakın geçmişe gitme zamanıydı. Nihayetinde üç yıllık uzun ama onun deyimiyle film gibi bir büyük serüven geride kalmıştı.
Önce pandemi nedeniyle yarıda kalan sezona gidelim. MVP ödülü alacaktın, şampiyonluğa çok yakındınız... Sezonun askıya alınması neler hissettirdi?
İnsan her zaman ortaya koyduğu çabanın karşılığını almak ister. O sezon takımdaki herkes harikaydı. Ben de formdaydım, MVP ödülü güzel olabilirdi ama hep büyük resme bakmalısınız. Dünyanın dört bir yanında insanlar pandeminin etkilerini hissediyordu. Ağzınızda acı bir tat kalıyor ama alınan kararın doğru olduğunu biliyorduk. İnsan yaşamı, üç-dört hafta içinde evinin vitrininde sıradan bir şeye dönüşecek olan MVP ödülünden veya kupalardan daha değerlidir.
İptal edilen sezonun akabinde bir sonraki sezona da pandemi koşullarında hazırlandınız. O süreci nasıl geçirdin?
Takım olarak yaptığımız en iyi şey beraber kalabilmekti. Sürekli iletişim halindeydik. Ailelerimizin ne durumda olduğu bizim için önemliydi. Ve herkes şampiyonluk için bir daha oynamayı istiyordu. CSKA Moskova ile 2019'da oynadığımız finali beraber kaybetmiştik. İkinci yıl, koronavirüs sebebiyle yarıda kaldı. O süreçte farklı takımlara gidebilecek birçok oyuncu vardı. Ama bir şansı daha hak ettiğimizi düşünüyorduk. Bu, uğruna mücadele ettiğin bir şeyin karşılığını almaktan ibaret. O kadar badirenin, belirsizliğin ve zorluğun ardından bu şampiyonluğun daha da anlamlı hale geldiğini düşünüyorum. Film gibi bir serüvendi.
Yarıda kalan sezonda mesela mağlubiyetin nasıl bir şey olduğunu unutmuştuk ve kimse yanımıza yaklaşamıyordu. Ama geçen yılın ilk aylarında tersini yaşadık. Sonrasında koronavirüsün gölgesinde oynanan bir sezonda kazanmak çok farklıydı. Mental ve fiziksel açıdan çok zorlayıcıydı. Böyle bir sezonda şampiyon olmak, bizi daha da tatmin etti. Yarım kalan işi tamamladık. Böyle bir hikâyeye, böyle bir son yazılmalıydı. Aslında daha iyisi de var. Bu sene kazanıp iki yıl üst üste yapabiliriz. Hedef bu.
Dediğin gibi geçen yıla çok iyi giremediniz. Hatta yeni yıla kadar durum iyi gözükmüyordu. Sezon başında gözlemlediğin sorunlar nelerdi?
Mental bir süreç atlattık. Sezona fiziksel açıdan da iyi giremedik. Yarıda kalan sezonda her şey farklıydı. İnsanlar bilet alıp maça geliyorlar, bizi ligin en iyi takımlarını âdeta alaşağı ederken izliyorlardı. Sinan Erdem'de her gece bir şov vardı. Takımca çok eğleniyorduk. Ertesi sezon ise seyircinin yokluğu bizi etkiledi. Seyahatlar, testler, antrenmanlar... Bir önceki sezonda yaşadıklarımızı yaşayamayacağımızı anlamak farklı hissettirdi. Ayrıca ilk haftalarda diğer takımlar gelip "Son iki yıldır Efes en güçlü takım. Onlarla oynuyorsak parkeye en iyi halimizi yansıtmalıyız" diyorlardı. Bence en büyük farklardan biri de buydu. Biz ise "Rakibimiz iyi bir takım ama geçen yıl yenmiştik. Bu sene de yeneriz" diye düşünüyorduk. Bu yanlış bir düşünce. O maçı oynarken rakibinizin ağzına yumruğu atmak için hazır olmanız gerek.
Ara ara maç içinde birbirimize dönüp "Bize ne oluyor?" gibisinden bakışıyorduk. Sistemle alakalı bir sıkıntımız yoktu. Aynı oyuncular, aynı koç devam ediyordu. Bir keresinde soyunma odasında birbirimize bakıp "İşin içinden böyle mi çıkacağız?" demiştik. Aramızda "İki sene önce final kaybeden takımız ve geçen yılın en iyisiyiz. Sadece böyle mi hatırlanacağız? Şampiyon olması gerekirken olamamış bir takım diye anılmakla yetinecek miyiz?" gibisinden konuşmalar geçmişti. Sonrasında enerjimizi yakaladık. Son iki senede yakaladığımız iyi oyunla sınırlı kalmama kararı kritikti. Devam edip şampiyonluk için mücadele etmek ve bunu konuşmak farklı bir düşünce yapısı. Bu konuşmayı yaptıktan sonra bazı şeyler değişmeye başladı ve dış etkenlerin bizi etkilemesine izin vermedik.
CSKA Moskova deplasmanında alınan 35 sayılık mağlubiyetten sonra oteldeki oyuncu toplantısı o konuşmaların en önemlisiydi. Kruno'ya da sorduk. Sen neler hatırlıyorsun o akşama dair?
Toplantılar yaş sırasına göre gidiyor bizde. Takımdaki en yaşlı isim ilk önce konuşur. Ben ve Vasa da nispeten genç isimlerdeniz. Bryant, Kruno, Rodrigue, James… Önce kıdemli isimleri dinlemek güzel oluyor. Herkes meselenin ne olduğunu biliyordu. "İki yıldır ortaya koyduğumuz iyi basketbolla sınırlı kalmamalıyız. Oynamamız gerekiyor ve birbirimize meydan okumak için birer adım öne çıkmalıyız, sorumluluk almalıyız. Beni takımdaki ana oyunculardan biri olarak görüyorsunuz. Eğer sahada umursamaz gibi takıldığımı görürseniz söyleyin. Savunmada yapmam gerekeni yapmıyorsam söyleyin. Elbette gelip bağırmak zorunda değilsiniz ama söylemek zorundasınız. Birbirimize hesap verebilmeliyiz. Gelin ve 'Shane, bu yeterli değil' deyin. Çok iyi oyuncular olabiliriz. Şu ana kadar hayalini kurduğumuz birçok şeye ulaşmış olabiliriz. Ama birbirimize 'Ortaya koyduğun çaba yeterli değil' diyebilmeliyiz. Ben de aynısını yapacağım. Bahsettiğim şey 'Hiçbir zaman tartışma olmayacak' gibi bir ortam değil. Sadece birbirimizle konuşmalıyız. Şampiyonluğu kazanacak kalibrede bir takım olmak istiyorsak 'Bu yeterli değil' diyebilmeliyiz" gibi şeyler konuşuldu. Bu toplantıdan sonra bazı şeyler rayına daha da oturdu ve birbirimize karşı daha konuşkan olduk.

"Eğer sahada umursamaz gibi takıldığımı görürseniz söyleyin. Savunmada yapmam gerekeni yapmıyorsam söyleyin. Elbette gelip bağırmak zorunda değilsiniz ama söylemek zorundasınız."
Yeni yılla birlikte eski halinize döndünüz. Maçlarda topa yön vermede Micic, Kruno ve Beaubois önce idareyi ele alıyor ve sen son darbeyi indirip maçı mühürlüyor gibiydin. Bu rotasyon nasıl oluşmuştu?
Bir önceki sezona göre farklı bir planımız vardı. Yarıda kalan sezonda ilk beş başlıyordum ve maçın başında hücumda agresif oluyordum. Ama geçen yıl Koç Ataman beni kenardan getirmek istedi çünkü yazın sakatlığım vardı, ameliyat yüzünden sezona geç başlamıştım. Takım iyi bir ritim yakalamıştı. Rodrigue ve Vasa işleri iyi idare ediyordu. Hiçbir zaman, ilk beş başlamadığı için şikâyet edecek bir oyuncu olmadım. Elbette her basketbolcu ilk beş başlamak ister ama koç beni kenardan getirmeyi uygun gördüyse buna uymam gerekir. Bu rolü kabul ettim. Bir süre sonra oyuna giriyor ve rakibin hakkından gelen beşi yönetiyordum. Maçı bitiriyordum.
Normal sezonu iyi bir şekilde bitirdikten sonra play-off'ta çok zorlu bir Real Madrid serisi oynadınız. Üçüncü ve dördüncü maçın sonunda çıkmaza girmiş gibiydiniz. Mental tıkanmanın yanı sıra, Pablo Laso'nun savunma stratejisi bunda ne derecede etkiliydi?
Bizi adam adama savunmakta zorlanıyorlardı. Usman Garuba gerçekten çok iyi bir genç oyuncu. Onu beş numaraya koydular ve adam değişme savunmasına geçtiler. Bu da ritmimizi bozdu. Ama sonuçta ilk iki maçta onları kolay geçmiştik. Öyle olunca üçüncü ve dördüncü maça da fazla rahatlamış şekilde çıktık. Sorunun özünde biz vardık. Tıkandık. Takımda "2-0'a getirdik, ne olursa olsun evimize gelecekler" düşüncesi hâkimdi. Ama o üçüncü ve dördüncü maçta Madrid'in tecrübeli isimleri fark yarattı. Beşinci maçta bile en iyi halimizde değildik. Chris (Singleton) sahneye çıktı ve en iyi maçlarından birini çıkardı. Aslında hiç olmamamız gereken bir yerdeydik ama bu, bizi takım olarak daha da yakınlaştırdı. Harika bir seri yakalamıştık, saha avantajını almıştık ve üstüne üstlük ilk iki maçı kazanmıştık. Birkaç aydır hiç söyleyemediğimiz bir şeyi söyleyebiliyorduk: "Evet, şu an harika durumdayız." İkinci maçtan sonra bütün sezon üstümüzde hissettiğimiz baskı, yerini rahatlığa bırakmıştı ve Final Four'a gidip şampiyon olacağımızı düşünüyorduk. Ama bir nefeslenip düşündüğünde herkes Real Madrid'in tırmanması ne kadar zor bir dağ olduğunu anlamıştı. Neyse ki sonunu iyi getirdik.
"Dünyama hoş geldiniz"
Obsesif kompülsif bozukluk (OKB) yaşayan biri olarak mental açıdan pandemi gölgesindeki sezonda farklı zorluklar yaşadın mı?
Genel belirsizlik zorluydu. Fakat size ironik gelecek, biliyorum ama OKB'yle büyüyünce böyle bir duruma karşı hazırlıklı oluyorsunuz. İşin özü, ortada daha koronavirüs yokken ben zaten buna karşı nasıl önlem alacağımı biliyordum. Çünkü yıllardır el dezenfektanı kullanıyorum, sürekli ellerimi yıkıyorum, sıklıkla duş alıyorum. Kalabileceğim en temiz halimle kaldığımdan emin oluyorum. Yaklaşık on yaşından beri bu böyle. Yıllardır yaptıklarımı, virüsle beraber insanlar yeni yapmaya başladılar. Bir nevi insanlar OKB'nin nasıl bir şey olduğunu anlayabilirler. Benim dünyama hoş geldiniz!
Köln'deki yarı final senin açından ayrıca zor geçti. CSKA da maçın sonlarına doğru geri döndü. Real serisi gibi korkulu anlar yaşandı.
Benim için hem zor hem de ilginçti. İlk yarıda iyi oynamıştım ama sonra kenara geldim. Koç, maç hakkında ne düşündüğünü daha iyi anlatabilir ama dediğin gibi Real Madrid serisindeki durumu yaşadık. Üçüncü periyodun sonunda yaklaşık yirmi sayılık bir fark yakalamıştık ve maçın orada bittiğini düşündük. Sanırım kafamızda finali oynamaya çoktan başlamıştık. Ama CSKA ile Real Madrid aynı işte. Onlarda da o düşünce yapısı var. Şampiyon olmak istiyorsanız böyle aşamalardan geçmeniz gerekiyor. Hatta mağlubiyet serisi yaşamanız gerekiyor. Günün sonunda bunlar size yardımcı olacaktır. Bu yaşadıklarınız, size soyunma odasında nasıl karakterlere sahip olduğunuzu gösterir. Mesela Barcelona'ya karşı oynadığımız finali düşünün. İlk çeyrekte bir ara on sayı geri düştük. Mental açıdan güçlü olmak istiyorsak "Daha öncesinde aynısını yaşadım, bunun üstesinden gelebilmek için ne yapmam gerektiğini biliyorum" diyebilmeliydik.

"Şampiyon olmak istiyorsanız böyle aşamalardan geçmeniz gerekiyor. Hatta mağlubiyet serisi yaşamanız gerekiyor. Günün sonunda bunlar size yardımcı olacaktır."
Yarı finalde ritim yakalayamadın, Ergin Ataman'la bir tartışma yaşadın. Bize o anları anlatır mısın?
Bence Koç Ataman, o anda bana değil, genel olarak takıma sinirliydi. Ben oyuna girmeden önce CSKA'da Iffe Lundberg üst üste birkaç sayı attı. Sonra oyuna girdim. Ben girdikten sonra Lundberg bir basket daha attı ve Koç Ataman bana bağırdı. Kızgındı çünkü CSKA geri dönüyordu. Ardından Lundberg bir basket daha attı, molanın öncesinde. Kenara gittiğimizde "Bu çocuk neden bu kadar sayı buluyor?" diye soruyordu. Ben de "Asıl sayıları atarken oyunda bile değildim. Neden bana bağırıyorsun? Benden önce kim savunmada ise ona bağır" dedim. Ortamın gerginliğinden ve baskıdan dolayı birbirimize bağırmaya başladık. CSKA'nın bizi neredeyse yakalaması, performansımızın düşmesi… Tüm bunlar koçun moralini bozmuştu. Ben de sinirlenmiştim çünkü devre arasına kadar sürekli beni oyuna alıp geri çıkarıyordu ve oyunda kalmak istiyordum. Doğal olarak sonrasında beni çıkardı ve son çeyreğin büyük çoğunluğunda kenarda tuttu, Vasa beş faulle oyun dışında kalana kadar. Mental olarak kendimi toparlamaya çalıştım ve son çeyrekte elimden geleni yapıp finale çıkmamıza katkıda bulundum. Koç takım için en iyisi olduğunu düşündüğü şeyleri yapıyordu ve belli ki buna beni oyunda fazla tutmamak da dahildi. Ama sonuçta yaptıkları işe yaradı ve kazandık.
Yarı finalden sonra üzerinde ayrı bir sorumluluk veya baskı hissettin mi? Finalden önce Ergin Ataman'la bir toplantı da yaptınız.
Bana toplantımızda "Barcelona'ya karşı hep çok iyi oynadın. Ligdeki iyi oyunculardan birisin. En son Final Four'a geldiğimizde kırılabilecek tüm rekorları kırdın. Seni ilk beşe alacağım. Sadece kendin ol. Agresif ol" dedi. Bana maçın esas oyuncusu olma görevi verilirse bunu yaparım. Yarı finalde aynı fırsat sunulmamıştı, ilk çeyrekte neredeyse hiç oynamadım. Bir önceki Final Four'da ilk beşte başlayıp birçok rekor kırdım. Bu kez Final Four'da ilk beşte olma fırsatı bulamayınca afalladım tabii ki. Fakat finalde tekrardan kendim olma fırsatını yakaladım. Oyuna iyi bir performansla başlamadım ama koç oyunda kalıp hatalarımı düzeltmeme izin verdi. Ve kazandık. Toplamda kaç dakika oynadım bilmiyorum ama bana belli sorumluluklar verdi ve yerine getirdim. Tabii ki bütün oyunun sorumluluğu bende değildi. Kruno, Micic, Bryant, Sertaç, Moerman, Tibor, Chris, James, Roddy… Herkesin katkısı değerliydi. Hiçbirimiz bunu tek başımıza başaramazdık. Ama koç bana sorumluluk verdi. "Eğer bu maçı kazanacaksak aslan payı Shane'de olacak. Eğer bu maçı kaybedeceksek aslan payı yine Shane'de olacak." Koç bu imkânı sundu. Sonrası tarih tabii ki…
Final maçı da oldukça sert geçti. İlk yarı çok uzun sürdü.
Öncelikle Saras'ın iyi bir koç olduğunu söylemeliyim. Vasa, Kruno ve benim rahat oynamamıza izin vermelerinin sorun yaratacağını biliyordu. Bu nedenle çok fiziksel oynadılar. Zira üçümüzden biri mutlaka topu rakip sahaya taşıyıp hareketi başlatıyordu. İlk yarıda bu stratejiyi tutturdular. İkinci yarıda biz de baskıdan çekinmeyip fiziksel temastan kaçınmadık. Onlar faul problemi yaşadıklarında ise yapacakları bir şey kalmamıştı. Savunmada ellerini kullanamadılar. Bu da bize daha fazla alan ve özgürlük tanıdı. İkinci yarı o kadar da itiş kakış olmadı. Boş şutlar yakaladık, ben ve Vasa birkaç üçlük bulduk. Sanki o maçı kazanmak, şampiyon olmak kaderimizde gibiydi. Ve gerçekten öyle de oldu.

"Sanki o maçı kazanmak, şampiyon olmak kaderimizde gibiydi. Ve gerçekten öyle de oldu."
Finalin ardından Vasilije Micic'le sarıldığınız bir an vardı. Bu uzun ve zorlu serüvenin sembolü olarak da görebiliriz belki de o sarılmayı… Neler yaşandı, Vasa'ya bir şeyler söyledin mi?
Sarılma ânı doğal gelişti. Birbirimizle ne kadar gurur duyduğumuzu dile getirdik. İkimiz de bu serüvende ne kadar yol kat ettiğimizi, takım için neler yaptığımızı biliyorduk. En nihayetinde Efes, başarılı olmasaydı sorumlusu biz olacaktık. O ânı düşünüyorum da omuzlarımızdaki tüm yükü atmış gibiydik. Saf bir mutluluk, sevgi ve saygı. Neticede sakatlıklar, sorunlar, travmatik anlar yaşamıştık. Bütün bunların bir sonuca varması, o an benim de orada onunla olmam, onunla aynı şeyleri yaşamış olmam… Bunların hepsi o an, orada, o özel duyguları yaşamamıza sebep oldu. Hayatım boyunca unutmayacağım özel bir his. Deneyimlerimiz, şampiyon olana kadar yaşadıklarımız… Şampiyonsunuz sonuçta, bunun üstünde bir şey yok…

"Sarılma ânı doğal gelişti. Birbirimizle ne kadar gurur duyduğumuzu dile getirdik. İkimiz de bu serüvende ne kadar yol kat ettiğimizi, takım için neler yaptığımızı biliyorduk."
Kutlama için Köln'de pek imkânınız olmadı ama dönüş uçağı için aynı şeyi söyleyemeyiz herhalde… Kruno'dan da bazı bilgiler aldık. Kutlamanız nasıldı?
Uçaktaki kutlamadan önce final maçından önce yaptığım küçük şekerlemeyi saymazsak neredeyse 24 saattir uyumamıştım. Üzerine finali oynadım, bir sürü şampanya içtim, muhtemelen birkaç bira da içmişimdir. Sadece ânın tadını çıkarmaya çalışıyordum. Çocuklar birkaç şarkı söyledi, koçun oğlu bir şarkı söyledi… Birinin gerçek kişiliğini onu gerçekten bir şey için heyecanlı görmeden anlayamazsınız. Ben de şarkılar söylüyordum. Bir ara kameramanı gördüm. Beni takip etmeye başladı, ben de kamerayı aldım ve takımdakileri, koçu, uçaktaki herkesi çekmeye başladım. Takım üyelerinin, başkanın, yöneticilerin birbirleriyle bu kadar etkileşim içinde olduğu anlar çok nadirdir. Ben hiç böyle bir an yaşamamıştım ve çok fazla insan aynı tecrübeyi yaşama şansı yakalayamaz. İşte bu yüzden kamerayı alıp herkesi âna dahil etmeye çalıştım, onlara nasıl olduklarını sordum. Müziğin kontrolü ise kimsede değildi. Her yerden farklı şarkılar duyuluyordu. (Gülüyor).
Yeni sezona gelirsek, Micic'e ve sana NBA'den ilgi vardı. Ama Sertaç dışında herkes kaldı. Bu dönemde neler yaşandı? Takım arkadaşlarınla konuştun mu?
Evet, iletişimdeydik. Micic; harika bir yıl geçirdi, MVP ödülünü kazandı, farklı hamleler yapabilecek fırsatlar elde etti. Ona gerçekçi biçimde yardımcı olmaya çalıştım. Bana bir teklif geldiğinde ben de onunla konuştum. Hislerimi paylaştım. Yani aslına bakarsanız Efes'e geri döneceğini herkesten önce biliyordum. Zaten başından beri burada ne kadar mutlu olduğunu hissediyordum. Kontratı imzaladığında, kendini rahat hissettiği bir yerde, bir nevi evinde kaldığına ne kadar mutlu olduğunu biliyordum. Benim de birkaç opsiyonum vardı ama önümde beni zaten sahip olduğumdan daha mutlu edebilecek bir teklif olmadığını fark ettim. Takım arkadaşlarımla iyi ilişkiler kurduk. Bazılarının hayatımın geri kalanı boyunca en iyi arkadaşlarımdan olacağına eminim. Efes'te mutluyum. Şimdi neler olacağını göreceğiz. Sanırım şu ana kadar sadece iki takım üst üste iki EuroLeague şampiyonluğu kazanabildi. Üç yıllık serüvende tarih yazdık, neden daha fazla yazmayalım ki? Serüven devam ediyor.
Uğursuzluk
Blog yazında şöyle diyordun: "Yalan söylemeyeceğim: Az kalsın uğursuzluk getirip takımı şampiyonluktan edecektim."
Finalin bitmesine kısa süre kala beş sayı farkla öndeydik, Micic iki serbest atış kullanacaktı. İnanılmaz bir maç çıkarmıştı, yanlış hatırlamıyorsam o âna dek faul kaçırmamıştı. O esnada da ben ve Kruno sahanın ortasındaydık. Kruno'ya dönüp "Aman tanrım! Sonunda başardık! Şampiyonuz!" demiştim. Hemen ardından Vasa ilk atışını kaçırdı. Kaçan atış sonrasında Kruno'nun bana dediklerini tam olarak söylemem mümkün değil ama temelde "Çeneni kapa, daha hiçbir şey bitmedi" gibi bir cümle kurdu. Vasa ikinci atışını soktu. Barcelona'nın hücumundaysa Bryant, Kuric'e üç sayılık atış esnasında faul yaptı. Sonda çok gerildim. Bana da ders oldu açıkçası: Maç gerçekten bitmeden henüz hiçbir şey bitmemiştir