
Büyüklük Bende Kalsın
11 dk
Sadakat, Damian Lillard sözlüğünün en sık kullanılan kelimesi oldu hep. Peki bu sezon işler değişebilir mi? Portland Trail Blazers için çanlar çalıyor mu?
Damian Lillard hayatı boyunca her basamağı dişiyle, tırnağıyla tırmandı. Her zaman biraz küçümsendi, hafif dudak bükerek bakıldı yaptıklarına. Bugün bile halen görece sürüyor bu. Muadili süper yıldızlardan biraz daha düşük seviye sitayişle anılıyor ismi. Elbette bir şampiyonluk kazansa bu değişir. Herkesin ama özellikle Amerikan bakış açısının şampiyonlara verdiği değer malum. Ama Lillard'ın durumu sadece o yüzük eksikliğiyle alakalı değil. Yüzük bu gölgede kalma durumunu ortadan kaldırabilir fakat şu andaki fiili durumun nedeni şampiyon unvanının eksikliği değil.
Kısmen Damian Lillard'ın kariyerinin başlarında çok öne çıkan özel bir yetenek olmamasıyla alakalı bu durum. Çünkü basketbol hiyerarşisindeki yarışına hayli geriden başladı. Lisede hiç özel bir yetenek olarak görülmediği için ancak Weber State gibi küçük bir okula gidebildi. Orada da hemen parlamadı. İlk senesinde dikkat çekip kapağı NBA'e atamadı. İkinci yılı daha etkileyiciydi ama NBA kapıları yine kendisine açılmadı. Üçüncü sezonun başında sakatlanınca NBA hayalleri ancak dört yıllık eğitimini tamamladıktan sonra gerçekleşti.
22 yaşında lige giren, küçük okulun kahramanına belli oranda saygı gösterilse de NBA'in süper insanlarının arasında çalışkan fani olarak görüldü. Taşradan birincilikle Bilkent'i kazanan gençti. Çabası, karakteri takdir ediliyordu edilmesine de sosyal olarak ortamlarda adını pek telaffuz eden yoktu. Üstelik ne yaparsa yapsın hep geriden başlamanın etkisi ile biraz küçümseniyor, gölgede kalıyordu.
Spor, sosyal hayattan daha keskin başarı kriterleri olan bir alan. O yüzden işinizde başarılı olmanız hiyerarşideki yerinizin daha hızlı değişmesini tetikleyebiliyor. Ancak aynı zamanda rekabetçi olan ortamda bir meydan okuma ve yarışta öne geçtiğinizin altını çizecek bir iddia olması gerekli. Eğer şampiyonluğa ulaşamadıysanız, elde ettiklerinizin gölgede kalma ihtimali var. Nitekim Lillard'ın kariyeri de uzun yıllar boyunca büyük oranda öyle ilerledi.
Zaten küçük okuldan gelen yaşlı oyuncu olarak girmişti NBA'e. Çıkabileceği en yüksek seviye için bile çok iyimser değildi çoğu kişi. Ne LeBron James gibi insanüstü bir fiziğe ne Kevin Durant gibi bir boya ne Stephen Curry gibi ölümcül bir şuta sahipti. Yani, başlangıçta. Fizik ve boy tamam da... Şut konusunda -Curry apayrı bir standartta olsa da- Lillard'ın da söyleyecek fazlaca sözü olduğunu NBA kamuoyu yıllar içinde gördü. Ama işte orada da Curry o büyüleyici şutu ile ligi hâkimiyeti altına alırken yine gerilerde kaldı Lillard.
Portland'ın küçük bir şehir olmasının da etkisi var tabii ki. Aynı şeyleri Chicago, New York veya Boston gibi bir şehirde yapsa muhtemelen çok daha fazla yankılanırdı. Ama Portland'da olunca, üstelik Trail Blazers hiçbir zaman gerçekçi bir şekilde şampiyonluk adayları arasına giremedikçe, Lillard ne yaparsa yapsın daha az bahsedilen yan aktör konumundan uzun süre çıkamadı.
Basın ve toplum sizi öne çıkartmıyorsa, hangi şehirde olursanız olun, adınızdan bahsettirmenin bir başka yolu daha var. Ne kadar dikkat çekici işler, gündem yaratacak açıklamalar, meydan okumalar, aykırılık, sivrilik yaparsanız spotlar da o kadar sizi bulacaktır. Takım arkadaşlarınızla veya koçla tartışır hatta kapışırsanız, yönetime gider yaparsanız gündem olursunuz. Veya en iyi olduğunuzu, takımınızın bir numarası haline geldiğinizi keskin ifadelerle dile getirirseniz de gözler size döner. O gözler döndüğünde söylediklerinizin altını doldurabilirseniz ne âlâ. Meydan okursanız o meydan okumayı kazanmanız gerekir. Spor tarihinde onlarca örneği var. Veya direkt sizle ilgili olmasa da bulunduğunuz sporu veya zümreyi ilgilendiren bir konuda sert bir pozisyon belirleyip o kampın sözcüsü veya bayrak taşıyanı olmak da mümkün.
Damian Lillard bu yolları da pek tercih eden biri değil. İddialı olmadığını veya geri adım attığını düşünmeyin. Kritik konularda net fikirleri de var, bunları savunma cesareti de. Sadece dikkat çekmek adına fikirlerini en yüksek perdeden, en sivri şekilde dile getiren meslektaşlarının yanında hep daha sağduyulu ve olgun yaklaşıyor her şeye. İfadeleri de fikirleri de oyunu da vakur. Ama sağduyu reyting sağlamıyor, olgunluk prim yapmıyor sporun ateşli dünyasında.
Belki de bunun kökeninde buraya büyük çabalarla gelmesinin, yolculuğunun verdiği bir terbiye var. Belki de zaten lige başkalarının biraz küçümseyerek baktığı şekilde 'yaşlı' olarak dahil olmasının etkisi vardır. Fakat temelde bu karakterle ilgili bir konu. Lillard her zaman daha bilgeydi. Bunun kendisini gölgelemesini dert etmeyecek kadar da bilge ve özgüvenli. Draft edildiğinde kendisine burun kıvıranlara da aynı şekilde ağırbaşlılıkla yaklaşmıştı, en iyi NBA beşlerinde hak ettiğinden geride kaldığında da. Kendi yaptıklarının doğruluğundan yeterince eminsen başkalarının sağlıksız bakış açısı seni o kadar yaralamaz. Keza hedefleri ne kadar büyük, emeği ne kadar çok olursa olsun, bunlar gerçekleşmediğinde etrafını sorgulamak veya suçlamak yerine durumu analiz edip bunu üçüncü tarafları dahil etmeden, kendi içinde çözmeye çalışan biri oldu hep.
Lillard, NBA'de onuncu sezonuna giriyor. Yıllar içinde Portland ile fazla bir başarı elde edemedi. 2019'da bir konferans finali var ama o da büyük oranda Denver Nuggets'ın yaşadığı sakatlık problemleriyle elde edilen tesadüfi bir başarı olarak görüldü. Nitekim Kevin Durant'siz Golden State Warriors'a 4-0 elenince "Buraların takımı değil" damgasını yediler. Spora bakış açısı büyük oranda başarıyı yüzükle, diğer tüm sonuçları ise 'eksik bir şeyler' ile açıkladığı için Lillard sürekli 'eksik' bir yapının parçası oldu. Kısmen onun da payı var bu eksiklikte. Ama kimin yok ki? Nitekim belki de o 2019'da ilk turdaki Oklahoma City Thunder serisine kadar bu eksikliğin önemli bir parçası olarak kabul edildi. Ancak o seride son maçta 11 metreden attığı son saniye üçlüğü ve sonra takım arkadaşlarının sevinç yumağı içinde kameralara verdiği bakışla ikonikleşti. O güne kadar 'Dame Time' bile o kadar ciddiye alınan bir damga değildi. Lillard'ın maç sonlarında akılalmaz atışlarda isabet sağlayarak "Maç sonu benim zamanımdır" meydan okuması Dame Time sloganıyla vücut bulmuştu fakat o seride geniş kitleler tarafından kabul edildi.

Her sene oyununu geliştirdi, keskinleştirdi Dame. Ancak 2019'daki dönüm noktasına kadar hep biraz arkalardaydı. Hoş, Golden State'e elenince "İyi şutör, daha iyisine teslim oldu" yargısını da yedi ama nihayet gölgeden çıktı. O günden beridir de bu mitin altını onlarca maçta doldurdu. Maç sonu Dame Time haline geldi. Artık Curry keskinliğinde olmasa da aynı ölçekte mesafe tanımayan bir şutör ve maç sonları için tüm dünyadaki en üst düzey oyuncu kabul ediliyor. Potadan uzaklığı 7 metre 25 santim olan üç sayı çizgisinin iki metre gerisinden düzenli şut sokmaya, maç sonlarında beş-altı sayı gerideki Portland'ı bu atışlarla galibiyete taşımaya başladı. Geçen sezon Ocak ayında öyle bir dönem yaşadı ki her maçı ayrı bir masaldı. 2019'daki ikonik şutu, o seride Russell Westbrook'la girdiği rekabet ve Dame Time efsanesi ile Lillard artık bireysel olarak hak ettiği yerde. Oysa diğer alanlarda çok daha erkenden yükselebilir, süper kahramanlar içerisine Batman veya Iron Man olarak fani dünyadan çoktan transfer olabilirdi.
Bu yolu, yani gereksiz dramayı hiç tercih etmedi. Yıllar içinde genel menajer Neil Olshey'in sürekli hücuma marjinal fayda getirecek oyuncular getirip savunma kimliğini oturtacak parçalar eklememesi ile Portland hep elit bir hücum, felaket bir savunma takımı oldu. Defalarca hayal kırıklığına uğradılar. 2019 da dahil. Ama bir kere Lillard'ın şikâyet ettiğini görmedik. Bir kere takım arkadaşlarını, teknik ekibi, idari yönetimi işaret veya ima ettiği demeci olmadı. O kadar ki 2018 sezonu sonunda takım sahibi Paul Allen'la konuşacağını söylediğinde yer yerinden oynadı. "Lillard isyan mı ediyor?" tarzında yaklaşıldı. Öyle ya sürekli takımına sahip çıkan, sorumluluğu üstlenen veya başkasına yıkmayan isim 'patronla' konuşacaktı. Günlerce bahsedildi. Defalarca soruldu. Tek söz etmedi Lillard. Ne konuştuğu hiç bilinmiyor. "Takımın geleceği ile ilgili konuştuk" gibi ucu açık ama spekülasyona müsait, kendi lehine baskı yaratacak bir muallak laf dahi etmedi. "Takım sahibi ile konuşmam niye bu kadar olay oldu ki? Elbette konuşacağız. Bu illa takımla ilgili olmak zorunda değil. Sohbet ettik, sık olmasa da düzenli yaptığımız bir şey" diyerek ateşi bile soğuttu.
Sadece divalıktan uzak durması değil Lillard'ı diğer süper kahramanlardan ayıran... Basketbol dışı konularda da fikri sorulduğunda sessiz kalmadı ama en sağduyulu reaksiyonu verdiği için yine gölgede kaldı. Geçen sezon NBA, All-Star'ı organize etmeye karar verdiğinde başta LeBron James olmak üzere yıldız oyuncular değişik perdelerden itiraz ederken Lillard "Elbette kolay değil ama böylesine yüksek ücretleri almak için bu organizasyonlara katılmamız gerekiyor. Eğer katılmayacaksak gelirlerin de azalmasını kabul etmeliyiz. Ben daha azını almaya razıyım, biz burada yıldız oyuncular olarak belli paralardan vazgeçebiliriz ama bu sadece bizi ilgilendiren bir konu da değil. Ligdeki minimum ücret alan oyunculardan, asgari ücretle çalışan salon görevlilerine kadar herkesi etkileyecek ekonomik etkileri var. Bizim varlığımız bizden çok daha fazla kişiyi etkiliyor" demişti. LeBron'un NBA'deki etkisi malum ama sadece LeBron değil pek çok kişinin olumsuz görüşü gündem olurken Lillard'ın bakış açısı daha az manşetlere çıktı.
Black Lives Matter, başkanlık seçimleri, Portland'ın da bulunduğu Oregon'da marihuananın serbest bırakılması gibi konularda görüşleri en sağduyulu isim hep Lillard oldu. Olaylara üçüncü şahıs penceresinden bakabilen, makro düşünebilen ama bunu da yüksek perdeden ifade etmeyen bir isimden bahsediyoruz. Hırs ve ego üst düzey sporda bol miktarda bulunur. En üst seviyeye çıkmak için belli miktarda gereklidir de. Ama bu ego ve hırs hayatın diğer alanlarına sirayet ettiğinde adrenalini fazla gelen oyuncuların söylemlerinde, hareketlerinde ve bakış açılarında yüksek perdenin etkilerini görürüz. Lillard, kendi seviyesindeki sporcular arasında nadir görülen bir bilgeliğe sahip.
İşte belki de o yüzden bu yaz takımdan ayrılmak istediği dedikoduları büyük bir şaşkınlıkla karşılandı. Yıllardır vakurluğunu koruyan Lillard da bir noktada "Artık yeter" demişti. Ancak bunu da kendi yöntemiyle yaptı. Söze dökmedi. Gazeteci Chris Haynes aracılığı ile basına sızdırdı. Çünkü süreci gerekirse inkâr edebilecek ve ortadaki krizi takıma ve kendisine en az zarar verecek şekilde halletmek istiyor muhtemelen. Ama ayrılıklar kolay ve mutlu olmuyor. Portland bu sezon da istenen noktaya gelemezse Lillard'ın idari yönetiminden memnuniyetsizliği bir krize dönüşecek gibi. Yıllardır Lillard'ın sadakati ve sorunları büyütmemesi ile eleştiri oklarından uzak kalan genel menajer Neil Olshey için de kritik bir dönemece girildi. Bu sezon koç değişikliği ve Larry Nance gibi hamleler Trail Blazers'ı nereye götürecek göreceğiz ancak Kuzeybatı ormanlarının bilgesi Lillard için artık gölgeden çıkma zamanı geldi gibi. Ve yıllarca gölgesi ile spotlardan koruduğu başta Olshey için esas çanlar çalıyor.