Çağdaş
20 dk
Çağdaş Atan, teknik direktör olarak geçirdiği ilk tam sezonunda çizginin dışında kalmayı başardı. Ve bunu, isminin hakkını vererek yaptı.
Çağdaş Atan, Süper Lig'de alıştığımız antrenörlere benzemiyor. Medyadan soru talep ediyor, alışılmış cümlelerden uzak duruyor. Saha dışında olup bitenden kendini soyutlayıp saha içine odaklanmak istiyor. Bu tavır kimilerine doğru, kimilerine yanlış geliyor. Ama bu fikirler, Çağdaş Atan'ın Süper Lig'deki en yenilikçi antrenörlerden biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Güneşli bir pazartesi günü, Beykoz'daki bir İtalyan restoranında kayıt tuşuna bastık ve aramıza giren İtalyan yemekleri haricinde tüm röportaj boyunca sahada olup bitenle ilgilenmeye çalıştık. Ancak yalnızca birkaç dakika sonra, İtalya'nın masamızdan ayrılmayacağının farkındaydık…
Öncelikle iki sezon öncesine uzanalım. Alanyaspor, göreve geldiğiniz sezondan önce; sizin oyun prensiplerinize zıt, daha çok geçiş hücumlarını kovalayan ve presi orta blokta yapan bir takımdı. Göreve geldiğinizde, kafanızdaki bol tekrar gerektiren oyunu takıma yansıtamama ihtimalini hiç düşündünüz mü?
Sezon sonunda ligde çok başarılı olmuş ve kupa finali oynamış bir takım vardı. Böyle bir takımın dinamikleriyle çok oynamamayı düşünüyorduk. Ancak Junior Fernandes, Djalma, Welinton, Papiss Cisse ve Fabrice N'Sakala gibi oyuncular gidince, yeni bir şeyler denememiz gerektiğini düşündük. Hem aldığımız oyuncular hem takımda kalanlar hem de elimizdeki gençler bu oyunu bize hayal ettirdi.
Süper Lig'de sizin oyununuza benzer bir oyunu Anadolu'da görmek kolay değil. Bir sezon boyunca çizginin dışındaki hoca olmak nasıldı?
İdealist olmak her yerde zor. Ama Süper Lig'de bir ideali korumak ve onun idealisti olmak daha da zor. Yine de ben zorluğu, baskı altında olmayı seviyorum. Teknik direktörlükte sevdiğim şeylerin başında o baskıyla mücadele etmek geliyor. Dediğin gibi; bu oyuna yakın bir oyun var mı yakın senelerde? Bence de yok. Hele de Anadolu takımlarında hiç yok. Abdullah Avcı'nın Başakşehiri benzer bir yapıdaydı fakat biz biraz daha radikal oynamakta, gerekirse oyunu direkt kaleciden başlatmakta ısrarcı olduk.
Oyunu geriden kurduğunuz kadar savunmanızı da önde kurmaya özen gösterdiniz. Lig başlangıcında yüksek baskıyı kurgularken formasyon olarak 4-4-2'yi tercih etmenizin sebebi neydi?
Preste ideal yapının ne olduğu hakkında düşünürken Salih ve Bakasetas'ın kilit olduğuna kanaat getirdik. Hatta kafamda Jürgen Klopp'un Liverpool'da uyguladığı gibi 4-3-3 ile presi kurgulamak vardı. Ama Bakasetas ve Salih'in atletizmi başka şeyler hayal ettirdi. Bu iki oyuncuyu saha içinde yapacakları rotasyonlardan uzaklaştırıp her zaman sahada en yakın oldukları oyuncuya prese gidebilecekleri bir yapıyı tasarladık. Böylece dinamik kalıp savunmadan hücuma geçişte de rol oynayabileceklerdi. Bu yapıyı da en sağlıklı icra edebileceğimiz formasyon 4-4-2'ydi. Doğru kurgulanmış, saha parselizasyonu iyi dizayn edilmiş bir 4-4-2, rakibin pas bağlantılarını koparmakta da işinizi kolaylaştırabilir. Mesela Guardiola'nın, hızlı geçişlere sebebiyet verebilecek pas bağlantılarını engellemek için bazen De Bruyne'yi en uca atıp 4-4-2 ile basmasının nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum.
"Preste ideal yapının ne olduğu hakkında düşünürken Salih ve Bakasetas'ın kilit olduğuna kanaat getirdik. Hatta kafamda Jürgen Klopp'un Liverpool'da uyguladığı gibi 4-3-3 ile presi kurgulamak vardı."
Kimi antrenör, presi topu en kısa sürede kazanıp pozisyonunu korumak, kimiyse kazandığı topla en hızlı şekilde hücum etmek için yapar. "Çağdaş Atan, ikinci kümedeydi" demek yanlış olmaz sanırım?
Doğru. Oyuncularıma presin hücum silahımız olduğunu söyledim. Yeri geldi takımın pas açısından zayıf karnına hücum ettik, yeri geldi tuzaklar kurduk ve ani preslerle top kazandık. Kazandığımız toplarla da en kısa sürede rakip kaleye gitmeye çalıştık. Yüksek şiddetli, bire bir eşleşmeli pres vazgeçeceğimiz son şey.
Klopp'tan bahsettiniz. Alman teknik direktör pas bağlantılarını koparmak isterken siz presinizi direkt bire bir olarak kurguluyorsunuz. Nereden geliyor bu tercih farklılığı?
Klopp ne yapıyor? Firmino'yu rakibin savunma önü oyuncusu ile eşleştiriyor, Salah ve Mane gibi hızlı oyuncuları da rakibin ağır stoperleri ile bire bir bırakmak için bağlantı noktalarına yerleştiriyor. Biz benzer bir yapıyı 3-4-1-2'de kullanmaya çalıştık. Bakasetas varken rakibin altı numarasına onunla bastık, onun ayrılığı sonrasında ise bazen santrforda mesafe kat etme potansiyeli yüksek olan Adam Bareiro ve Mustafa Pektemek'e bu görevi verdik ve onları rakibin savunma önü oyuncusu ile eşleştirdik, bazen de orta sahada Berkan'a (Kultu) bu görevi verdik. İki kanat oyuncumuzu da -Davidson ve Efecan- rakibin stoperlerinin üzerine bıraktık ve kazandığımız toplarla geçişleri kovaladık. Tabii Babacar'ı kanatta da kullandık, farklı bir düşünceyle...
Örneğin Galatasaray ve Beşiktaş maçları… Neydi o düşünceler?
Babacar, dokuz numara oynamasının dışında, kanat forvette de meziyetler sunabilen çok özel bir oyuncu. Savunma arkasına keskin koşular atması, onu 4-3- 3'ün sağ kanadında da kullanabileceğimize dair işaretler verdi. Galatasaray ve Beşiktaş maçlarında oyuncuyu kanatta kullanmamızın sebebi ise rakibin görece kısa bekleri Saracchi ve Rıdvan'a karşı fiziksel üstünlük kurabilmek ve onu rakip bek ile bire bir bırakabilmekti. Böylece sete oturduğumuzda hem kanattan merkeze inebilecek hem de rakibin baskılarında boyu ile elimizde ek bir çıkış tercihi olacaktı.
Galatasaray maçı, preste üçlü savunmayı ilk gösterdiğiniz maçtı...
Sezonun büyük bölümünde toplu oyunu 4-3-3, topsuz oyunu da 3-4-1-2 ile kurguladık. Bu maç için de Galatasaray'ın ön hattını Emre-FalcaoBabel'den oluşturacağını öngördük. Sağ ön Emre, sol bekimiz François'yla (Moubandje) Falcao ise sol stoperimiz Tzavellas ile eşleşecekti. Babel ise topu ayağında isteyen ve içeride konumlanan bir oyuncu olduğu için onu sağ stoperimiz Steven'a (Caulker) verdik. Dörtlüde önemli iş Juanfran'daydı. Onu rakibin sol beki ile eşleştirdik ve toplu oyunda Babacar'ı stoperin üstüne verdik. Babacar kanattan merkeze kayarken, Juanfran da onun bıraktığı boşluğa hücum etti. Bareiro bir stoper ile bire bir eşleşmişti ve Bakasetas, Galatasaray'ın merkez orta sahası ile oynuyordu. O maçın da kırılma anlarından biri, Salih ile kazandığımız toplardan biri sonucunda rakibin gördüğü kırmızı karttı.
Peki 3-4-1-2 tercihiniz nereden geliyor? Pekâlâ başka formasyonlarda da rakibi bire bir karşılayabilirdiniz.
Pres dizilişimizin merkezinde rakibin oyunu nasıl kurduğu vardı. O yüzden hep formasyonlarımızı değiştirdik. Süper Lig'de sıklıkla iki stoper ve bir savunma önü oyuncusu ile oyun kurulduğu için de bire bir eşleşmeyi sağlamanın en doğru yolunun 3-4-1-2'den geçtiğini düşündük. Amacımız, merkezden oyun kuran takımlara merkezi kapatarak oyun kurmalarını engellemek ve merkeze atılacak paslarda top kazanıp pozisyona girmekti. Ancak Galatasaray maçında, yani Taylan ve Etebo gibi iki oyun kurucunun olduğu bir maçta da, 3-5-2'ye dönmekten kaçınmadık. Özellikle büyük takımları alıştıkları oyun şablonlarının dışına itmek için gayret gösterdik.
Galatasaray maçında Juan'la yaptığımız işi, Beşiktaş maçında Tayfur ile yapmak istedik. Tayfur'u Rosier'in, Tzavellas'ı da Ghezzal'ın üstüne gönderdik. Çünkü Ghezzal içeride topu ayağına isteyen bir oyuncu olduğu için direkt stoperimizin üzerine geliyordu ve stoperimizin konumunu iyi belirlemeliydik. Tıpkı Babel gibi ama bu sefer ters kanatta yaşanan bir eşleşmeydi bu aslında. Hattın geri kalanında da Steven, Aboubakar'la Juanfran da Larin'le eşleşmişti. Toplu oyunda ise stopere baskıya giden isim olarak Davidson'u belirlemiştik çünkü sol kanattan sağ stoper Welinton'a baskının daha kolay olabileceğini hayal etmiş ve Vida'nın top almasını engellemeye çalışmıştık. Tabii Beşiktaş'ın oyun kurulumunda Josef'in değerini de biliyorduk zira oyuncu, stoperleri genişleterek araya giriyordu ve bu bağlantıyı engellemek istemiştik. Bakasetas'a, Josef'in derine indiği anlarda onunla birlikte koşu atması gerektiğini söylemiştik. O da maçın en iyilerindendi.
Hazır konu açılmışken... Bakasetas'ın ayrılığı Alanyaspor'u nasıl etkiledi?
İlk olarak biz oyunun gücüne inanıyoruz, oyuncunun değil. Ama Bakasetas; rolü, iki yönlülüğü ve savunmaya katılımıyla bizim için çok değerliydi. Herkes onun yaratıcılığından bahsediyor ama kazandığı toplarla çok fazla pozisyona girmemiz de önemliydi. Kısacası, ayrılığı sonunda ya o bölgeye bir transfer yapacak ya da oyunumuzu farklılaştıracaktık. Ancak iki yönü de böylesine etkili bir şekilde oynayan bir oyuncuyu kış transfer döneminde transfer edebilmek, bütçeniz ne olursa olsun, hiç kolay bir iş değil. Haliyle biz de bu kayıp sonrasında yapmamız gereken şeyin, aynı oyunu farklı şekilde oynamak olduğuna kanaat getirdik. Bunu da bu kadroya en uygun çözüm olan dinamizmi, Berkan ve Umut (Güneş) ile sahaya katarak yaptık. Ayrıca Berkan ve Umut'un üst düzey pasörler olması, pas oyunumuzun sekteye uğramadan devam etmesini sağladı. Ek olarak, 0-0'ı oynarken son periyotta 3-2-5'e dönüp hücum opsiyonlarımızı artırmaya çalıştık. Tabii ki Bakasetas olsaydı, sağlıklı bir Babacar olsaydı ve skor beklediğimiz ön alan oyuncularımızdan tam randımanlı faydalanabilseydik, ligi hayal ettiğimiz yerlerde bitirebilirdik.
Bakasetas'ın ayrılığı sonrasında aynı pencereden türeyen iki farklı eleştiri vardı size karşı. Birincisi, Alanyaspor'un üretim problemi çektiğiydi…
Futbolda şu an öne çıkan değişimlerin hepsi boş alan bulmak üzerine. Metot hocalarının, büyük takımların maçlarını izlerken dikkat edin, setler hep boş alanı bulmak için yapılıyor. Fakat takdir edersiniz ki Süper Lig'de alan bulmak, İstanbul'da boş arsa bulmaktan zor. Örneğin biz neden öne geçmeyi başardığımız maçlarda daha rahat alan bulduk? Çünkü 1-0 öne geçtikten sonra, oyunumuzu aynı şekilde devam ettirdiğimiz için, rakipler hatlar arasında çok geniş alanlar bırakmaya başlıyordu. Hem oyuncularım hem biz, öne geçtiğimiz andan sonra oyunun bize geleceğini iyi biliyorduk. Bu yüzden de biz, biraz daha fazla alana sahip olduğumuzda gerçek oyunumuzu daha iyi yansıttık ve üretimde sınırları zorladık.
Şampiyonlar Ligi'nden örnek vereyim: Geçen seneki Chelsea-Atletico Madrid eşleşmesi... Simeone, Tuchel'e karşı altılı bir savunma hattı ile tüm alanları kapattı. Tuchel de alan açmak için her şeyi denedi ama karşılığını çalışılmış bir organizasyondan ziyade, ceza sahası üzerinden gelen bir röveşata golüyle aldı. Burada söylemek istediğim şu: Neticede taktiğiniz ne kadar kuvvetli olursa olsun, bazı günler oyuncunun yeteneği sizi haklı ya da haksız çıkarabilir.
İkinci eleştiri ise rakibin topu bırakmasıyla ilgiliydi. Rakiplerinizin açısından bakınca, topa sahip olan ve zaman zaman bitiricilik sorunu çeken bir takımdan puan almak için derinde beklemek ve bu sorunların üstüne gitmek mantıksız değil gibi sanki. Katılır mısınız?
Biz oyunumuzla sahaya bir tez sürüyoruz. Rakiplerin de antitez olarak derinde bekleyip hata yapmamak uğruna pas oyunundan vazgeçmelerini saygıyla karşılıyorum. Sıradaki işimiz, bu oyuna karşı yaratılan problemleri çözmek. Hatta şu anda takım çalıştırmadığım için bu problemi ortadan kaldırmak adına çok uzun mesai harcıyorum. Fakat benim inandığım futbolda büyük hedefleri olan kulüplerin problem yaratmaktan ziyade, problem çözmeleri gerekir. Her oyuna saygım var ama benim inandığım oyun da bu. Ve ben, bunun peşinden gideceğim. Hatta bu doğrultuda ay sonunda, bir sorun çıkmazsa, fikirlerine ve metotlarına çok inandığım Gian Piero Gasperini ile İtalya'da buluşacak ve Atalanta kulübünün antrenmanlarını yerinde takip edeceğim.
Peki bu sorunları yaşarken toptan biraz olsun fedakârlık edip presi daha geride kurmayı hiç düşündünüz mü?
Aslında bu oyunu da denedik. Kayseri, Erzurum ve Malatya deplasmanlarında yine topa sahip olurken rakibi biraz beklemeyi ve onların oyun kurmasını tercih ettik. Fakat hepsinde, rakibin karşısında iyi durmamıza rağmen, 1-0 geriye düştük. Kayseri ve Erzurum'da dönmeyi başardık ama Malatya'da 1-0 mağlup olduk. Günün sonunda, yedi ay boyunca çalışıp otomatikleştirdiğimiz düzenden, hiçbir yeni oyuncu eklemesi yapmadan, bir günde başka düzene geçmenin işimize yaramayacağını deneyerek tecrübe ettik. Geçen sezon devre arasının olmayışı ve çift maç haftalarının yoğunluğu taktik idman sayımızı olumsuz yönde etkiledi. Ancak ne olursa olsun; birden çok oyun denememiz, ileride hangi tarz değişimleri, ne kadar sürede yapabileceğimiz konusunda bize kesinlikle ışık tutacak.
Bu soruyu sordum çünkü dünyada kapalı savunmalara karşı zorluk çeken çok takım var. Euro 2020'de İspanya'nın İsveç ve Polonya'ya karşı yaşadığı sıkıntıları, Manchester City'nin zaman zaman ligde karşılaştığı sorunları görüyoruz. Ama bu takımların kimi maçlarda toptan biraz daha uzaklaştığına ve geçiş oyunlarını kovaladıklarına da şahit oluyoruz. Sizce geçiş oyununun değeri artacak mı?
Güzel örnekler verdin, benzer örnekleri Alman takımlarında da görebiliriz. Ben Nagelsmann'ın Leipzig'ini, Flick'in Bayern'ini izlerken tek bir tabir kullanıyordum: Batarya Savaşları. Bu takımlar oyunu hızlandırıp geçiş hücumları ve tempoyla rakiplerinin bataryalarını aşağı indirdikten sonra, sahip oldukları yüksek batarya dayanıklılığı ile topa daha çok sahip oluyorlar. Bu yüzden geçişi sadece ana planda derinde bekleyerek düşünmemek lazım. Sonuç olarak, geçiş oyunları geçmişte de önemliydi, bugün de önemli ve bundan sonra da önemli olacak. Ama geçmişte geçiş farklı kurgulanıyordu, bugün farklı kurgulanıyor ve gelecekte farklı kurgulanacak. Fark bu.
Bugün ben geçiş oyununu düşünürken sadece derinde bekleyen ve kaptığı toplarla hücum eden takımları aklıma getirmiyorum. Bayern gibi tempoyu istediği gibi yöneten ve sonra o tempoyu silah olarak kullanan takımları da düşünüyorum. Hatta geçen sene ilgimi çeken bir başka nokta da oyunu sol tarafta kurgulamaları oldu. Flick'in sol tarafta Davies ve Alaba gibi çok hızlı iki oyuncuya sahip olması, aslında yiyeceği geçiş hücumlarını da engellemek için bir plandı. Oyunu solda kurayım, kaptırırsam da o hızlı oyuncularla hızlı kazanayım… Amaç bu. Çünkü geçiş, sadece hücumda önemli bir şey değil, hele de topa sahip olmak isteyen takımlar için.
Topa sahip olan takımların üretimdeki sorunları ne kadar ortaksa, geniş alan vermeleri de başka bir müşterek nokta. Alanyaspor buna ne gibi önlemler almıştı?
Oyunu 4-3-3 ile kurarken sorunlar yaşadığımızı fark ettik. Olası bir top kaybında iki stoperin arasına atılabilecek derin toplar sıkıntı çıkartabilirdi. Oraya bir üçüncü oyuncu ekledik. Oyunu kurarken üçlü olmak, merkezden gelebilecek geçiş hücumlarına karşı avantaj sağlıyor. Olabildiğince uzun pas kullanmamaya çalıştık çünkü yerden atılan pas mesafesi ne kadar uzarsa, rakibin araya girme ihtimali veya sizin top kaybı yapma olasılığınız artıyor. Bir diğer düşünce de stoperleri yakın konumlandırmaktı. Oradaki amaç pas mesafelerini kısaltıp merkezde olası top kaybında hattı çok genişletmemek.
"Olabildiğince uzun pas kullanmamaya çalıştık çünkü yerden atılan pas mesafesi ne kadar uzarsa, rakibin araya girme ihtimali veya sizin top kaybı yapma olasılığınız artıyor."
İkinci sezonunuza girerken Caulker, Salih, Tzavellas, Berkan, Siopis ve Ceyhun gibi isimleri kaybettikten sonra ne gibi planlar vardı kafanızda?
Geçen sene oyunu 4-3-3 kuruyorduk ama top rakipteyken presi farklı formasyonlarla denemeyi ihmal etmemiştik. Fakat bu sene, Euro 2020'den de etkilenmemle birlikte, yeni oyunlar türetebileceğimizi düşündük. Çünkü en büyük problemimiz kapalı savunmaları açmaktı ve o savunmaları açmak için en doğru formülün bir kez daha 3-2-5'te olduğunu gördük. Dörtlü savunma uygulayan takımlara karşı rakip hatların arasına beş kişi ile konumlanarak hücum etmek yine en büyük silahlarımızdan biri olacaktı ama kurguyu farklı yapmayı düşünmüştük.
Ek olarak, geçen sezon zaman zaman denediğimiz ama başarısız olduğumuz, rakibi daha derinde 5-2-3 şeklinde bekleyen ve orta blokta yaptığı pres ile kazandığı topları en hızlı şekilde geçiş hücumunda oynayan bir oyun yaratmak diğer hedefimizdi. Berkan da Siopis de 5-2-3'ün ikilisi olacaktı. Zaten bizi etkileyen; sezon sonunda ayrılan oyuncular değil, oyunu üzerine dizayn ettiğim bu iki oyuncunun ayrılması ve sonrasında 3-2-5'in etkinliğinin kaybolması oldu.
Bir de bu sene kanattaki bir oyuncunun ters ayaklı olmasını istiyorduk ancak kadro buna müsaade etmedi. City mesela bu sezon birini ters, birini düz ayaklı kullanıyor. Sağda Jesus, solda Grealish. Veya geçen sezon SterlingMahrez ile birlikte her iki kanat da ters ayaklıydı. İtalya'nın Euro 2020'deki yapısına bakalım: Solda Spinazzola sağ ayaklı, sağ tarafta Berardi sol ayaklı. Bana sorarsan, beşli hücum hattını kurduğun oyuncuların her ikisinin de ters ayaklı olması kritik.
Neden artık bir kanat oyuncusu ters ayaklı olmak zorunda?
City neden iki tane ters ayaklı kullandı geçen sene? Çünkü ikisi de bire biri çok iyi oynayabilen oyuncular. Bu kanat oyuncularına beklerin çıkması gerekli. Bekler, stoper ve orta sahadan kopup kanat oyuncusuna çıkınca City'ye iki alternatif doğuyor. Birincisi kanat oyuncusunun bire birden çıkaracağı yaratıcılık ve ikincisi, hattın açılması ile birlikte ceza sahası içerisinde yetenekli orta saha oyuncularının yapacağı yüksek şiddetli geç koşular. Bu ceza sahası içine atılan koşular aynı zamanda ters kanatta sonlanan orta anlamına da geliyor. Sterling böyle kaç gol attı… Ters ayaklı oyuncu, hem dripling özelliğini sunduğu hem de bekini kopartıp orta saha oyuncunuzun half-space'lere koşu atabilmesini sağladığı için çok değerli.
Bu analizler sonunda Guardiola en çok etkilendiğiniz teknik direktörlerden birisi demek yanlış olmaz herhalde.
Herkesten esinleniyorum. Set oyunlarında Guardiola'dan esinleniyorum, preste Klopp'tan esinleniyorum, kanat hücumlarında Gasperini'den esinleniyorum, rakibi karşılama ve geçişlerde Tuchel'den esinleniyorum… Çok sevdiğim meşhur bir söz vardır: "İyi sanatçılar, ilham alanlar; en iyi sanatçılarsa çalanlardır." Herkesten etkileneceksin, herkesi inceleyeceksin ama elindeki kadroya göre de en iyi oyunu sen belirleyeceksin.
Benim de Önder Özen'in sevdiğim bir cümlesi var: "Winner olmak hiç kaybetmemek midir, hep kazanmak mıdır, yoksa her düşüşte tekrar ve daha güçlü ayağa kalkabilmek midir?" Sizce kazanan olmak ne demektir?
Her düşüşte yeniden ayağa kalkabilmek çok önemli. Ama çok sık düşen biri gerçekten bir kazanan mıdır? Tartışılır. Süreklilik ve sürdürülebilirlik, 'winner' tanımını daha net açıklıyor. Hep kupa kazanmak değil bahsettiğim. Çünkü hiçbir zaman kupa kazamayacak takımlarda çalışan antrenörler de var. Onları hiçbir şey kazanmadı diye tanım dışına atmak doğru olmaz. Eğer bir ideoloji, bir metot ve bir farklılık sunabiliyorsanız oyuna, kupa almadan bir kazanan olmuşsunuz demektir.
Geçen sezonki Rizespor maçınızı izlerken benzer düşüncelere sahiptim. Maç 1-1'ken müthiş bir pres sonucunda kazanılan topta Salih'in attığı gol iptal edilmişti. Aklımdan "Alanyaspor bu oyunla kaybetse, gerçekten kaybetmiş mi olacak?" düşüncesi geçiyordu.
Çok ilginç denk geldi biliyor musun, geçen gün o maçın istatistiklerine baktım. 10'u isabetli 33 şut, 4'e yakın gol beklentisi, 46 defa ceza sahası içinde topla buluşma, yüzde 67 topla oynama… O gün ilk yarıda 1-0 gerideyken oyuncularıma şunu söyledim: "Böyle oynadıktan sonra kaybetmenizde problem yok. Çünkü siz böyle oynadığınız müddetçe zaten çok az kaybedeceğiz." Orada ne mutlu ki son dakikada maçı kazandık. Ama o gol gelmeyebilirdi. Şimdi böyle bir tabloyu kaybeden olarak mı tanımlayacağız yoksa kazanan olarak mı? Benim de demek istediğim bu…
Oyuncularınıza söylediğiniz başka bir şey de bolca hayal kurmalarıydı. Peki Çağdaş Atan'ın hayali ne?
Hedefim çok net: Beş büyük ligden birinde çalışmak, yani Avrupa'ya gitmek. Hayalim ise Çağdaş Atan denilince insanların aklında bir oyun, bir metot canlanmasını istiyorum. Eğer bu şekilde anılabilir ve insanların zihninde, futbol zevkinde bir şeyler canlandırabilirsem ne mutlu bana…