
Çalınan Çocukluk
12 dk
Mary Pierce, Fransa tenisinin umut vadeden gençlerinden biriydi. Fakat zirveye giden yolda babasının da etkisiyle çocukluğundan olmuştu.
Uzun kariyeriniz ve çocukluğunuzda yaptığınız çok sayıda antrenmana bakınca; Mary Pierce sizce bir yetenek midir, yoksa çok çalışmanın ürünü bir tenisçi mi?
Tenise nasıl başladığımı anlatsam yeterince açıklayıcı olacaktır sanırım. Daha dün gibi hatırlıyorum; tesadüfen, tenis oynamaya giden bir arkadaşıma eşlik ettim ve o da bana oynamak isteyip istemediğimi sordu. Sonrasında başlangıç kursuna yönlendirildim. Daha ilk vuruşumda topu kortta sorunsuz bir şekilde tutunca, öğretmenim beni o kursa kimin yönlendirdiğini sordu. Söylediğine göre, başlangıç seviyesi için fazla iyiydim.
Bir üst sınıfa gönderildim ve orada da aynı soruyla karşılaştım. Bu, doğru sınıfa yerleştirilene kadar devam etti. En sonunda bir antrenör, kaç senedir tenis oynadığımı sordu. “Yaklaşık olarak 45 dakikadır” dedim. Anlam veremediği için bir daha sordu: “Yani tenise başlayalı kaç sene oldu?” Bunun üzerine, “Bugün başladım” diyerek cevabımı yineledim. Benden ertesi gün kursa ebeveynlerimle birlikte gelmemi rica etti. Kısa süre içinde, haftada üç saat ders alır hâle geldim ve tenis sevgim gün geçtikçe büyüdü. Oysa öncesinde hep çocuk doktoru olmak istemiştim...
Kariyerinizin ilk bölümünden beri yaşıtlarınızdan sıyrıldınız ve durum profesyonelliğinize kadar böyle sürdü...
13 yaşında profesyonel tenisçilerle oynayabilecek düzeydeydim. Fakat yönetmelik gereği, WTA Turu’nda ilk defa 14 yaşında sahne alabildim. 15 yaşına geldiğimde ilk kez FED Kupası’na katıldım. Barselona’da düzenlenen 1992 Yaz Olimpiyat Oyunları da inanılmaz bir organizasyondu. Beklentileri yerine getirmek kolay olmuyordu ama kendime güvenerek bunun üstesinden geldim.

Roland Garros’u Açık dönemde kazanmayı başaran tek Fransız kadın tenisçi hâlâ sizsiniz. Fransa Açık’la aranız şu sıralar nasıl?
2000 yılındaki Fransa Açık zaferim, şu ana kadar yaşadığım en büyük şeydi. Hayalim, bir gün Roland Garros’u kazanmaktı. Bu uğurda çok fazla şey feda ettim ve bu hayalime hak ederek ulaştım. Muhteşemliğini hâlâ koruyan bu zaferi kazandığım maçta giydiğim kıyafetler ve ayakkabılar hâlâ dolabımda. Aynı yıl Fransa Açık’ı çift kadınlar kategorisinde de kazandım ve bu benim için ayrı bir mutluluk kaynağıydı. O dönemden biriktirdiğim anılar çok özel.
Fransa Açık’a dair anılarınız bununla sınırlı değil sanırım...
1994, inanılmaz bir yıldı. Yarı finale kadar oynadığım beş karşılaşmada sadece altı oyun kaybederek bir rekora imza atmıştım. Yarı finalde karşımdaki isim Steffi Graf’tı ve kariyerimin en iyi oyununu sergiledim. Başıma olumsuz bir şey gelmesi imkânsızdı.
Buna rağmen turnuvayı kazanamadınız...
Finalde karşılaştığım Arantxa Sánchez Vicario maalesef bir beden büyüktü bana. Ayrıca bir gece önce neredeyse hiç uyuyamamıştım çünkü aklım maç sonrası yapacağım konuşmadaydı. Fransızcam o zamanlar çok iyi değildi ve kötü bir etki bırakmak istemiyordum. (Editör notu: Fransız bir anne ile ABD’li bir babanın kızı olan Pierce, Kanada’da doğdu, ABD’de büyüdü. Fransa, Kanada ve ABD pasaportlarına sahip.)
Milli takım kararınızı Fransa’dan yana kullanmanızda ne etkili oldu?
Montreal’de doğdum. Bir sene sonra ABD’ye taşındık. Babam oralıydı ve 13 yaşına geldiğimde, ABD Tenis Federasyonu’na bir kulüp bünyesinde antrenörlüğümü yapıp yapamayacağını sordu. Bu isteği açık bir şekilde reddedildi. Fakat babam, antrenörüm olmaktan vazgeçmeyecekti. Aynı fikri Fransa Tenis Federasyonu’na açtığımızda isteğimizi geri çevirmediler. Minnettarlığımın bir ölçüsü olarak Fransa için mücadele etmeye karar verdim. Bu karardan hiçbir zaman pişmanlık duymadım. Fransa renklerini taşımak ve korumak benim için büyük bir şerefti.
Babanızla sık sık problem yaşıyordunuz ama...
Babam inanılmaz katı bir adamdı. Bana WTA Turu’nda uzun yıllar eşlik etti, gerçekten kolay bir dönem değildi. 10 yaşındayken duvarda saatlerce çalışırdım. Çok fazla şey isterdi ve bu beni bir noktada fazlasıyla zorlardı. Spor, onun için kesinlikle bir eğlenceden fazlasıydı, aşırı ciddiye alırdı. Tenis de benim için, çocukluğumdan itibaren, hobiden ziyade bir iş gibiydi. Sekiz sene içinde, çoğu insanın hayatı boyunca çalıştığından daha fazla çalışmış olabilirim. Babam gerçekten talepkâr bir insandı.
Kariyeriniz sonrasında ilişkiniz nasıl ilerledi?
Şükürler olsun ki bana tüm yaşattıklarından sonra onu affedebildim. Kolay bir dönem değildi. Vefatından önce onunla tekrar iletişime geçtim. Bunu yapmam önemliydi, neticede o benim babam. Tenis, çocukluğumun bir kısmını çaldı. Bana maç esnasında hakaret etmesi tabii ki de ağırdı ama zamanla ilişkimiz normale döndü. Sanki Tanrı, bütün bunları unutturdu. Ölümünden önceki son birkaç ay, onu Florida’da sık sık ziyaret ettim, oraya gidemediğimde de düzenli olarak telefon görüşmeleri yaptık.
İnancın hayatınızdaki rolü nedir?
Raketimi duvara astığımdan beri inancın büyük bir yeri var bende. Kendimi İsa’ya bu kadar adamama şaşıranlar olmuştu. Ama bundan pişmanlık duymuyorum.

Kariyerinizi isteğiniz doğrultusunda değil, zorunluluktan sonlandırdınız. Bu süreçte neler yaşadınız?
2006’da, ağır bir diz sakatlığı sebebiyle tenisi bırakmam gerekti. Ameliyat geçirdim ve 2008’de devam edemeyeceğime, bırakmanın bana daha faydalı olacağına karar verdim. Sakatlıkla başa çıkmak kolay değildi, hatta bir noktadan sonra anlamsızdı. Her gün ağrılarım oluyordu. Ne yürüyebiliyor ne de sıçrayabiliyordum ancak topla oynuyordum. Buna karşın, rekabet etmeyi özlemiştim. Tenisi tamamen bırakmak istemiyordum. İki sene sonra genç kızlara antrenörlük yapmaya başladım. Dönüp bakınca, antrenörlüğün beni ciddi anlamda zorladığını fark etsem de bundan asla pişmanlık duymadım.
Çoğu sporcu, sonrasında ne yapacağını bilemediğinden kariyeri bitince sorun yaşıyor. Siz bu dönemi nasıl geçirdiniz?
Profesyonel spor kariyerime son verdiğimde hayatın tadını çıkarmaya karar verdim. Neredeyse 20 sene boyunca her gün baskıyla karşı karşıya kalmıştım. Kendime daha fazla baskı kurmak istemiyordum. Şimdi baskıdan ve zorunluluklardan uzak, normal bir hayat sürdürüyorum. Vaktimin çoğunda Mauritius’taki gençlerle ilgileniyorum ve bu bana büyük bir keyif veriyor.
Neden Mauritius?
Ben orada sadece Mary Pierce’ım. Ne eksiği ne fazlası. Kim olduğum biliniyor ama bu, oradakilerin çok da umurunda değil. Bana eskilerin profesyonel tenisçisi olarak değil de herhangi biri gözüyle bakıyorlar. Böylesi çok daha iyi çünkü bu sayede bir sürü gerçek arkadaş edindim. Ben nereden geldiğini hatırlayan biriyim, çocukken kısıtlı imkânlarım vardı. Ve şimdi, zor koşullarda yetişmiş çocukların sosyal hayata katılmalarına yardımcı oluyorum. Orada bir vakıfta annelik yapıyorum.
Bunların dışında, olabildiğince sık kiliseye gidiyorum. Toplantılara, konferanslara katılıyorum. Yunuslarla yüzüyorum, pilates yapıyorum ve Mauritius’un dağlarında sık sık bisiklet sürüyorum. Beni en çok rahatlatan, kopup gitmemi sağlayan şey de bu. Orada bir Protestan topluluğuyla yaşıyorum. Tüm bunların haricinde, Fransa Tenis Federasyonu’yla buluşmalarım oluyor. Bu nedenle yolum sık sık Paris’e düşüyor.
Çeviri: Göksu Bulut