Çemberin İçi

10 dk

Yerel lig maçları, Avrupa karşılaşmaları, milli takım kampları ya da kilometrelerce seyahat edilerek arka arkaya koşulan yarışlar... Bu yıpratıcı döngüyü çemberin içindekilerden dinlemeye ne dersiniz?

Socrates ofisinin dergi arşivi... Yeşil ya da siyah kapaklı kocaman fasiküller; onlara nazaran daha ince, rengârenk, birçoğunu bayilerden 'ısrarla istediğimiz' dergiler... Socrates sakinleri, bazen eski bir fotoğrafı aramak bazen de yazı veya röportajlara göz atmak için başvurur internetsiz dönemin Google'ı vazifesi gören kaynaklara... Geçen ayın ziyaretçilerinden biri de bendim. Fast Break dergisinin 1996 Aralık tarihli 51'inci sayısındaki Orhun Ene röportajı dikkatimi çekti. Ene, röportajın bir bölümünde kulüp ve milli takım döngüsünün eskiye nazaran biraz daha oyuncu faydası gözetilerek düzenlenmeye başladığından bahsediyor ve şu cümlenin altını çiziyordu: "Artık basketbolun her seviyesinde çok daha profesyonel bir düşünce hâkim. Oyuncuların da birer insan olduğu herkes tarafından kabul ediliyor."

Kaseti biraz ileri sardım... Yeni dünyanın arama motoruna başvurduğumda, Toronto Raptors forması giyen DeMar DeRozan'ın Toronto Star yazarı Doug Smith'e verdiği röportaj karşıma çıktı. DeRozan, spor hayatının çemberi içerisinde yaşadığı problemlerden ve mental sorunlardan söz ederken şu mesajı veriyordu: "Ne kadar yok edilemez görünürsek görünelim, günün sonunda hepimiz insanız. Duygularımız var." Çıkış noktaları ne olursa olsun, farklı dönem ve farklı coğrafyalarda basketbol oynayan iki sporcunun da parmak bastığı konu aynıydı: Sporcular birer makine değil. Hepsi birer birey. Stadyum ışıkları söndüğünde ve performans gösterileri sona erdiğinde yaşadıkları bir hayatları daha var.

Özellikle Ron Artest'in NBA'in play-off dönemindeki bir basın toplantısında içini dökmesinin ardından bu konular hakkında konuşmak pek çok sporcu için biraz daha rahat bir hal alsa da sorunlar devam ediyordu. Mevzu elbette sadece basketbol ile sınırlı değildi. Öyle ki dünyanın çeşitli noktalarından ve farklı branşlardan sporcular kariyerleri boyunca bu 'çember içinde' çeşitli sorunlar yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar.

Yedi kez olimpiyat altın madalyası kazanmış Simone Biles, tarihin en iyi Alp disiplini sporcusu Lindsey Vonn, dört kez olimpiyat altın madalyası kazanmış Ryan Murphy, Kansas City Chiefs quarterback'i Patrick Mahomes ve daha pek çok isim cnbc.com'un başlattığı 'Top of The Game' isimli yazı serisinde içlerini döktüler. Yoğun spor temposu içinde yaşadıkları mental problemlerden, bunlarla nasıl baş etmeye çalıştıklarından bahsettiler. Ki bu konudakien güncel örneklerden bir tanesi de yine Simon Biles'ın, 2020 Tokyo öncesi annesiyle psikolojik durumuna ilişkin konuştuğunu söyleyip, oyunların bir bölümünde performans göstermeyeceğini açıklamış olmasıydı. Biles'ın aynı açıklamada yer alan bir cümlesi, yine çemberin içini işaret ediyordu: "Hız treni gibi geçen beş yıl. Vücudum ve beynim, yapma diyor!"

Simone Biles

Simone Biles

Peki, kariyerlerinin büyük bölümünü gözlerimizin önünde geçiren, yeteneklerini uluslararası seviyeye taşıyan, gerek kulüp gerek milli takım formalarıyla sahalarda onlarca kez izlediğimiz, bize daha yakın sporcularda durum nasıl? Tekrar dergiciliğin özüne dönüp mikrofonu saha içine uzatma zamanı...

Normal Hayat

"En yoğun dönemimle şu an arasında farklar var tabii ki..." Yıllarca formasını giydiği kulüplerde ve Türkiye Milli Takımı'nda üst düzey basketbol oynayan Sinan Güler, kelimeleriyle özetlemeye başlıyor durumu... "2008-2017 arası o dokuz sene, en tempolu geçen dönemdi. Her yıl, hiç ara vermeksizin önce kulüp takımımda performans gösterip sonra milli takım kamplarında bulundum, turnuvalarda oynadım. Üstelik oynadığım kulüp takımları da hemen her yıl play-off'ta ya yarı final ya da final görüyordu. Kulüp takımıyla beraber Avrupa kupalarında da boy gösteriyorsan, yıl içerisinde on bir buçuk aylık bir sezonun var demektir. Bu yüzden de sezon içinde kendine çok iyi bakman gerekiyor. Tabii ki daha küçük yaşlarda bu tempoyu ayarlamak da daha kolay oluyor."

Eczacıbaşı Dynavit'in başarılı oyuncusu Hande Baladın, "Yaşım genç olduğundan o yorgunluğu henüz hissetmiyor olabilirim. 30'lu yaşları geçtiğimde bu döngü belki de daha hissedilir bir hal alabilir" sözleriyle voleybolda da durumun benzer olduğunun altını çiziyor. Bugünkü tempoyu ise kanıksamış durumda: "Biz buna alıştık. Kulüp maçları ve hemen ardından başlayan milli takım... Normal hayatımız bu oldu."

Türkiye'nin motor sporlarındaki başarılı sporcusu Ayhancan Güven de senenin büyük kısmını bir hafta yarışıp bir hafta yarışsız geçirdiğini, yarışmadığı hafta içi günlerinin de simülasyon testleriyle ve seyahatle dolu olduğundan bahsettikten sonra şunları söylüyordu: "Sadece takvime ve içinde bulunduğumuz bu döngüye baktığımızda evet, bunlar kulağa pek kolay gelmiyor. Yani daha çok bir makineden beklenebilecek davranışlar gibi. Belki pek mantıklı da görünmüyor ama ben yarışmayı seviyorum ve bu iş benim hayalim."

Mikrofonlarımız yine Sinan Güler'de: "Elbette, tüm bu süreç sabır gerektiriyor. Çünkü hem fiziksel olarak durmadan hazır olman gerekirken hem de mental olarak belli bir seviyede kalman gerekiyor. Diğer taraftan takım sporunun o döngü içerisinde belirli avantajları var. Çünkü aynı sorunu 12 farklı sporcuyla beraber yaşıyorsun. Sezon boyu rakip olduğun insanlarla milli takımda buluşup bir anda biraz daha farklı bir enerji buluyorsun. Hatta NBA kampına katılan arkadaşların oluyor. Takvimini onlarla karşılaştırıyorsun ve normal sezon sonrası play-off oynandığında onlar için sürecin ne kadar uzadığını görüyorsun."

Fedakârlık

Ayhancan Güven ve Hande Baladın henüz yirmili yaşlarının başında genç sporcular olarak fedakârlık kelimesini ön plana çıkarıyorlar.

Hande Baladın

Hande Baladın

"30'lu yaşlarımın sonuna doğru geldiğimde belki öncelikler biraz farklılaşabilir. Hatta içerisinde bulunduğum takvim de bu ölçüde değişiklik gösterebilir ama şu an bu döngüde sonuna kadar mücadele ediyorum. Ailemden böylesine uzun süreler ayrı kalmak, biraz daha kapalı bir hayat sürmek ve sosyal hayattan uzak yaşamak... Bence hepsi, bu yaşlarda yapmam gereken fedakârlıklar." Ayhancan Güven konuya böyle yaklaşırken, Hande Baladın şunları söylüyor: "Neredeyse hiç sosyal hayatımız yok. Program o kadar yoğun ki sadece üç-dört günlük çok kısa tatillerimiz oluyor. Pozitif yönünden bakmamız gerekirse, fedakârlıklar yaparak bu yollardan geçmemiz gerektiğini düşünüyorum." Tam bu noktada, kariyerinde sayısız başarılar kazanmış ve 38 yaşında Daçka'da üst düzey basketbol oynamaya devam eden Sinan Güler için de 'fedakârlık' kilit sözcüklerden: "Oynadığım kulüpler de milli takım da kariyerime çok şey kattılar. Dolayısıyla benim de onlar için fedakârlıklar yapmam gerekiyordu. 2011 senesinde milli takım kampının üçüncü günü apandisim patladığında hastaneye zor yetiştirilmiş, ameliyat olmuştum. Altı gün hiçbir şey yemeden sadece serumla beslenerek hastanede kaldım ama sonrasında turnuvada oynayabilecek süreci ortaya çıkarabildim. Orhun Ağabey (Ene) de bana forma şansı verdi. O zamanlarda milli formayı giyme motivasyonu her şeyden öte çok büyük kuvvet veriyordu."

Güler, yorgunluğu hissetmeye başladığı dönemi ise şöyle anlatıyor: "2017 EuroBasket ve 2018'deki elemelerden sonra Çin'deki 2019 Dünya Şampiyonası öncesinde artık çok yorulduğumu hissettim ve milli takımı bırakmayakarar verdim. 'Tamam artık, vakti geldi' dediğim yer orasıydı. Takıma katkıdan çok zarar vereceğimi düşünüyordum. Aynı dönemde eşim hamileydi. Onun da heyecanını ve bilinmezliğini yaşıyordum. Bunlar bir araya geldiğinde ve milli takıma istediğim katkıyı veremeyeceğimi düşündüğüm ortamda bırakmanın en doğru karar olduğunu düşündüm."

Işıklar Kapandığında

"Hava atışı yapıldığında, maç başladığında ya da yarış için start verildiğinde... Pek çok sporcu için o süre boyunca işler kolaylaşıyor gibi görünebilir. Zor olan, televizyonlarda görünmeyen taraf. Hatta Amerikalılar bu konu için 'Asıl önemli olan stadyum ışıkları kapandığında neler yaptığındır' tabirini kullanır. Gerçekten de öyle."

Ayhancan Güven

Ayhancan Güven

Sinan Güler'e göre sporcular için daha zor olan kısım bu. Aslında yıldız oyuncunun da dediği gibi tam o anda, döngünün içindeki makine birden yalnız kalıveriyor. Bu konuda açıklama yapan pek çok isimden öğrendiğimiz kısmıyla da mental sorunlar, sporcunun kendisiyle baş başa kaldığı o anlarda baş gösteriyor.

Hande Baladın, 'işin o kısmının' önemini şöyle anlatıyor: "Zihinsel olarak yorgun olduğunda, fiziksel olarak ne kadar iyi olursan ol, performansın geceyle gündüz gibi değişiyor. Bu yüzden takımda, çalışmak isteyenler için spor psikoloğumuz var. Her ihtiyacımız olduğu anda başvurabiliyoruz. Düşününce, sürekli maçlar ve turnuvalar oynuyoruz. Ve biz hepsini kazanmak istiyoruz. Dolayısıyla, bir noktada dışarıdan birine danışmaya ihtiyaç olabiliyor."

Tam da bu yüzden, sporun zihinsel yönü artık çok daha farklı şekilde konuşulmaya başladı. Sinan Güler'in de bu konuda söyleyecekleri var: "Özellikle Avrupa'daki takım sporları buna yeteri kadar ilgi ve alaka göstermiyor. Ama konunun nereye gittiğini hepimiz görebiliyoruz. Her takımda en az bir mental performans çalışanı olmaya başladı. Bu insanlar sporcularla bir araya gelip sorunlara çözüm bulmakta yardımcı oluyorlar. Diğer taraftan sporcular da kendilerini tanımak konusunda eskiye göre daha iyi seviyedeler ve fiziksel performanslarının yanında zihinsel performanslarını da önemsiyorlar."

Orhun Ene'nin röportajından 25 yıl sonra içinde bulunduğumuz durumun sporcuları ne derece koruyan bir yapıya dönüştüğü -bazı olumlu gelişmeler yaşansa da- hâlâ soru işaretleri ile karşımıza çıkıyor. Sinan Güler, bu konuda pek de ümitli görünmüyor: "Son dört, beş senedir EuroLeague ve FIBA kendi aralarında bir takvim savaşı veriyor. Bu savaşta sezon neredeyse yine 11-12 aya yayılıyor. Bunun önüne nasıl geçilir bilmiyorum ama araştırmalar ışığında net olarak gördüğüm bir şey var ki özellikle sporcunun sezon yıpranmalarının nispeten azalabilmesi adına yaklaşık yirmi gün dinlenmesi gerekiyor. Bunun yanında, sporcu için 10-15 gün de takım ajandasının haricinde bireysel hazırlanmak ve eksiklerini kapatmak adına kendine vakit ayırması gereken bir süreç de olduğunu düşünüyorum. Bunu yaratmak bizim sporumuza büyük katkı olur. Fakat yakın zamanda olacakmış gibi görünmüyor. Bu durumun altında yatan sebepler tabii ki her konuda olduğu gibi özünde ekonomik şartlarve pazar payında kapılmaya çalışılan yerler. Sonuçta yıpranan taraf yine sporcular oluyor."

Sözü yine o yıpranan taraftan bir isme, Hande Baladın'a bırakarak bitirmek en doğrusu olur: "Tüm bu yoğunluk içerisinde kendi hayatımızda neler yaşadığımız unutuluyor. Haklı olarak seyirciler ve diğer herkes, her şartta bizimen iyi performansımızı görmeye çalışıyorlar. Bunu bazen sunabiliyorken, bazen maalesef sunamıyoruz. Bu noktada, bizim de birer insan olduğumuzun unutulmaması gerekiyor."

Socrates Dergi