.jpg?w=3840&fit=max&q=75)
Çılgın Kalabalıkla İç İçe
8 dk
Avrupa üçüncülüğünün bu denli unutulmaz olmasında hâlâ tebessüm ettiren hikâyelerin de payı büyük. Dönemin Milli Takımlar Medya ve İletişim Sorumlusu Yiğiter Uluğ'dan bir Euro 2008 anısı...
Euro 2008 öncesi hazırlık kampı için Almanya'da bir otel seçilmişti; Bielefeld yakınlarındaki Klosterpforte. Yeşillikler içinde geniş arazisinde tarihi bir manastır, bir gölet ve mükemmel antrenman sahaları bulunan sakin ve güzel bir tesis… Sakin dediysem bu sıfat, kafile kapıdan içeri girene kadar geçerliydi. Sonrasında, oradaki personelin ve civarda yaşayan az sayıdaki Alman vatandaşının daha önce hiç tanık olmadıkları sahneler yaşandı.
Almanya'nın hangi köşesine giderseniz gidin, karşınıza Türk vatandaşlarının çıkmasından daha doğal bir şey olamaz. Dolayısıyla, ilk bakışta taşranın sapa bir noktasında, gözlerden uzak görünen bu otelin de bazı misafirleri olacağını tahmin edebiliyorduk. Milli Takım oyuncularının kendilerini tamamen futbola verebilmesi, yoğun antrenman programından sonra hem bedenen hem zihnen dinlenebilmesi için dışarıyla temas minimuma indirilmişti. Gurbetçi futbolseverlerin otelin bahçesine bile girmesine izin verilmiyor, medya ile ilişkiler birkaç günde bir ilan edilen programlar doğrultusunda sıkı tutuluyor, gerek kapıdaki Alman polisi gerekse Milli Takım'ın özel güvenliği âdeta kuş uçurtmuyordu. Yakındaki Gütersloh kasabasının stadında seyircilere açık yapılan bir idmanla bir tür hasret giderme planlanmış ama, o kısıtlı zaman dilimi her oyuncuya tek tek sarılmak ve ille de fotoğraf çektirmek arzusundaki gurbetçilerimizi tatmin etmenin çok uzağında kalmıştı.
Kampın süresi uzadıkça, otelin bahçe kapısı önünde değişik dönemlerin ay-yıldızlı formalarıyla donanmış kalabalık büyüyor, daha kötüsü, bir imza alabilmek için kilometrelerce yoldan geldiklerini söyleyen gençlerin "Abi n'olur beş dakika açın şu kapıyı" yalvarışları yürekleri dağlıyordu. Sonunda Fatih Terim "Böyle olmayacak, bir idmanı seyirciye açık yapalım bari" dedi. Fakat bu, uygulanması pek kolay bir karar değildi. Otelin arka bahçesi diye tanımlayabileceğimiz geniş alanda yan yana iki futbol sahası vardı. Sahaların etrafında herhangi bir tribün, tel örgü, tahta perde yoktu. Bu kadar geniş ve kontrolü neredeyse imkânsız bir alana, günlerdir içinde özlem biriktirmiş yüzlerce taraftarı alıp orada sağlıklı bir antrenman yapmak, sonra da futbolcuları kazasız belasız odalarına ulaştırabilmek, Görevimiz Tehlike'nin yeni bölümünü çekmek gibi bir şey olacaktı.
Otel personeli ve güvenlik görevlilerinin yönlendirmeleriyle futbolseverler, antrenmanın başlama saatinden önce içeri alındı ve onlara saha kenarında çimlerin üzerine oturmaları söylendi. Az sonra gelen ve coşkulu alkışlarla karşılanan futbolcular, hocalardan aldıkları talimatla seyircilerin kenarında oturduğu sahada değil, ona paralel daha uzaktaki sahada çalışmaya başladılar. Yani takımla seyircilerin arasına bir futbol sahası genişliği kadar mesafe konmuş oldu. Medya çalışanları da antrenman yapılan sahanın kale arkasına konuşlandı. Bir saat kadar her şey yolunda gitti. Ama sayılarının iki bine yakın olduğunu tahmin ettiğimiz ateşli grup, ufak ufak kaynaşmaya, antrenman sahasıyla aralarındaki mesafeyi tavşan adımlarıyla kemirmeye başlamıştı. Olan biteni endişeyle izliyorduk. O arada su molası vermek isteyen Fatih Hoca'nın düdük sesiyle birlikte kaynaşma bir patlamaya dönüştü ve bekledikleri ânın nihayet geldiğini düşünen yüzlerce futbolsever ayaklanıp sahaya doğru bir koşudur tutturdu. İnanılmaz bir sahneydi; genç-yaşlı, çoluk-çocuk, kadın-erkek, şişman-zayıf… Her türlü akıncıyı içeren bir insan seli… İçimden "Eyvah!" dediğimi hatırlıyorum.
O anda Terim, kendisine doğru akan ve metreleri yutan kalabalığa döndü; sağ elini kaldırdı ve "Durun!" diye bağırdı. Ağzından ikinci bir sözcük çıkmasına gerek bile kalmadan, muhtemelen hayatının en iyi sprint derecesi için her biri ayrı bir atağa kalkmış bu koşucular topluluğu, zınk diye olduğu yere çakıldı. Çarpılmışlardı sanki… "Biz buraya çalışmak için geldik. En iyi sonucu alabilmek için çalışıyoruz. Sizin de bize yardımcı olmanız lazım. Söz veriyorum, idman bitiminde bütün futbolcular, tek tek imza dağıtacak, her birinizle fotoğraf çektirecek. Şimdi izin verin, idmanımızı bitirelim" dedi. Ve sonraki yarım saat boyunca kimse yerinden kıpırdamadı. Antrenman bitiminde de verilen söz tutuldu; en sona kalan taraftarın isteği yerine getirilene kadar futbolcular sahayı terk etmedi. Kucaklaşıldı, o sevgi sağanağı çekilen sayısız fotoğrafla yıllarca saklanabilecek birer mücevhere dönüştürüldü, Milli Takım'la hasret gidermeyen kalmadı.
Klosterpforte, 2008 yazından önce de sonra da pek çok takımın hazırlık kamplarına ev sahipliği yapmış, bu alanda şöhretli bir otel. Ama o günkü gibi bir tabloyu hiç görmemişlerdir herhalde… 2006 Dünya Kupası öncesinde bu tesis, Portekiz Milli Takımı'nı ağırlamış ve Almanya'da oynanan kupada Felipe Scolari yönetimindeki Portekizliler yarı finale kadar yükselmişti. Otelin sahibi Reinhold Frie, Euro 2008 için kafilemizi İsviçre'ye uğurlarken, "İnanıyorum, siz de en az yarı final oynayacaksınız" dedi. Onun yüzünü kara çıkarmadık. Yarı finalde Almanya'nın karşısına çıktık. Reinhold, arabasına atlayıp Basel'e gelmiş, 3-2 Almanya'nın galibiyetiyle biten o tarihi karşılaşmayı tribünde izlemişti. Maç sonrası, Fatih Terim yenilginin üzüntüsü ve tüm turnuvanın yorgunluğuyla otelin lobisinde gecenin çok geç saatlerine kadar oturdu. Terim odasına çekilene dek, onunla diz dize oturup sohbet eden ve teselli vermeye çalışan biri vardı. Bir Alman; Reinhold Frie…