![](https://cdn.socratesdergi.com/c52b1c5a-6aef-4244-9afe-0293712cb83e/40%20masa%20tenisi.jpg?w=3840&fit=max&q=75)
Cho!
4 dk
Çin, masa tenisinin dünyadaki sahibi. Öyle ki dünyadaki tüm ülkeler Çin'i yenebilmek için beraber çalışıyor...
Bir Avrupa Masa Tenisi Şampiyonası'nda, iki sporcunun karşılaşmasında duyarsınız bu kelimeyi. Puan alan sporcu bir elini yumruk yapar, “Cho!” diye bağırır. Bu, Çinlilerin sevinç nidasıdır. Ortada Çinli biri yoktur ancak masa tenisinde Çin dünyayı öylesine ele geçirmiştir ki Çinli olmayan oyuncuların sevinçleri dahi Çincedir.
Birçok sporun insanların zihninde yer etmiş sahipleri vardır. Futbol Brezilya’yla özdeşleşir, ragbi denince Yeni Zelanda akla gelir veya kriketi Hindistan'dan daha çok seven bir ülke bulmak zordur. Çin'in masa tenisine bakışıysa tüm bunların toplamı gibi.
Masa tenisi ya da yerel adıyla ping pong, Çin’in milli sporu; ülkede “İnsanların sporu” olarak adlandırılıyor. 1950'lerde dünyaya, özellikle de Batı'ya kafa tutan liderleri Mao, Batı'da futbol veya basketbol gibi çok fazla oynanan sporlar yerine ileride Çin'le özdeşleşebilecek ama en çok da düşük maliyetli bir sporu milli spor olarak ilan etmek istedi.
Ping pong tam da buydu. Milli spor oluşundan bu yana da ülkedeki her okulun koridorunda, her parkın içinde veya her alışveriş merkezinde oynanıyor. Basketbol, futbol veya tenis gibi geniş kitlelerce kabul gören sporlara kıyasla daha çok tercih edilmesinin sebebi gelenek ki geleneklerin Çin’de sorgusuz şekilde saygı gördüğünü sanırım anlatmaya gerek yok. Ülkede 10 milyon civarı kişinin lisanslı şekilde, 400 milyona yakın kişinin de amatör olarak oynadığı masa tenisi, Çin’in tek başına tüm dünyayı düelloya davet ettiği bir alan.
Çin, Dünya Kupası tarihindeki 58 tekler altınından 42'sini, son 20 senedeki muhtemel 20 dünya şampiyonluğundan 19'unu ve 1988'de masa tenisinin dâhil edildiği olimpiyat tarihinde dağıtılan 32 altından 28'ini kazandı. Yukarıda saydığımız hiçbir ülkenin, özdeşleştikleri sporlarda böyle bir dominasyonu yok. Çin'in 90'lar ortası ve 2000'lerdeki hegemonyası öyle büyüdü ki dünya tarihinde bir ilk olarak, Uluslararası Masa Tenisi Federasyonu 2009 yılında “Çin vs Dünya” adı altında bir turnuva başlatıp Çin karmasıyla Dünya All-Star takımlarını buluşturdu. Yalnızca dört kez yapılabilen bu özel turnuvada Çin, erkeklerde dört senede yalnızca iki oyun verdi, kadınlardaysa bir kez maç kaybetti. Oynanan 38 setin 32'sini onlar kazandı. Yani, Çin-Dünya düellosunda Çin, Dünya'yı mahvetti.
Tabii düellonun tek sahnesi şampiyonalar değil. Çinli oyuncular farklı ülkelerde, o ülkelerin oyuncularıyla da savaş halindeler. 1,5 milyarlık nüfusun hemen hemen üçte birinin masa tenisi oynadığı bir ülkede milli takıma girmenin ne kadar zor olabileceğini tahmin edersiniz. Önce okul takımı, sonra şehir ve bölge takımı seçmeleri, ardından genç milli takımlar ve sonunda, eğer süper yıldız olabilecekseniz milli takım... Şüphesiz ki Çin'de bölgesel şampiyon olmak bile sizin dünya çapında bir sporcu olduğunuzu gösteriyor. Milli takıma giremeseniz dahi dünyanın birçok ülkesinin tarihindeki en başarılı masa tenisi oyuncusu olabilirsiniz. Birçok sporcu da bayrak değiştirip farklı ülkelere taşınıyor hâliyle. Avrupa Masa Tenisi Şampiyonası'nın son yirmi yılında sekiz Çin doğumlu şampiyon çıktığını söylemek, en güzel özet olacak sanırım.
Çin'in dünyanın geri kalanı üstünde kurduğu dominasyon öyle büyük ki 2012 Londra Olimpiyatı öncesinde Uluslararası Masa Tenisi Federasyonu tüm madalyaları Çinli sporcuların almasını engellemek ve kompetitif seviyeyi coğrafi olarak biraz daha yaymak adına “Bir ülkeden maksimum iki sporcu ana tabloda olabilir” kuralını getirdi. Belki bireysel bronz madalyaları Çin dışından sporcular aldı ama yine tüm finalleri Çinliler oynadı. 2016'daysa Çin Milli Takımı'na giremeyen sporcular ITTF'in kuralını tamamen taca çıkardı; Rio'da 44 Çin doğumlu oyuncu vardı ve yalnızca dördü Çin forması giyiyordu...
Masa tenisi Çin için spordan öte... 1972'de Richard Nixon'ın barış seyahatinden önce Çin turuna çıkan ABD'li masa tenisi oyuncularının gergin politik ilişkileri sakinleştirmesi, çok genç yaşta Çin'e taşınıp oradaki sporcularla çalışan eski dünya 4 numarası Ai Fukuhara'nın 2005 yılındaki anti-Japonya protestolarında arabulucuk görevi görmesi veya “Çin'de kendimi bir rockstar gibi hissediyorum. Bu insanlar için masa tenisinin ne ifade ettiğini anlatmak çok güç” diyen masa tenisi tarihinin en büyük oyuncularından Timo Boll'ün Çinlileri yenebilmek için Çince öğrenip orada antrenman yapması... Belki de tüm dünyaya kafa tutabilmeleri bu özümsemeden ileri geliyor.
Çin’de sözlü bir kural vardır: “Çin'deyken asla masa tenisini iyi oynarım deme çünkü konuştuğun kişi bir şampiyon çıkabilir.” Dünyanın kuralı ise daha basit; eğer mümkünse asla bir Çinli ile oynama!