
Çita
10 dk
Türkiye’nin Rio kafilesinde altın madalya unvanını korumak için yarışacak tek sporcu Servet Tazegül. Son yıllarda sakatlıklarla boğuşan yıldız tekvandocuyla buluştuk.
2012 Londra öncesiyle Rio arifesindeki durumunuzu nasıl mukayese edersiniz? Bilek sakatlıkları her iki olimpiyat öncesinde de yakanızı bırakmadı...
Temmuz sonu itibarıyla hazır değilim. Elimden geldiğince çaba gösteriyorum ama sakatlıklar engelliyor. Bu yüzden antrenmanlarım hiçbir zaman yüzde 100 değil. Fiziki yüklemelerim yetersiz, teknik kapasitem de sınırlı. Sadece belirli şeyleri çalışabildim; o yüzden Rio, Londra’dan çok daha zorlu olacak.
Mesela Londra’da oyunlara üç hafta kala sakatlanmıştım ama yıl boyunca antrenman seviyem çok iyiydi. Güzel çalışmıştım. Üç hafta idman yapmayıp dinlenmeyi, ayağımı sararak maça çıkmayı tolere edebiliyordum. Bu kez öyle değil; çünkü ayağımdaki ağrıyı bir yılı aşkın süredir hissediyorum. 2015 Dünya Şampiyonası’na hazırlanırken ayak bileğimdeki bağların zedelenmesiyle oluşan bir durum. Bağlarda problem ortaya çıktıktan sonra kısa bir süre dinlenip iyi duruma gelmiştim ama şampiyona için yeniden yükleme yapınca sakatlık nüksetti. O bölgede de mercimek büyüklüğünde eklem fareleri oluştu. Beş tane. Eklemlerimin arasına girdiği andan itibaren hareket etmem mümkün olmuyordu; taşlaşma ve daha sonrasında sürtünme gibi bir his geliyordu. Ocak 2016’ya kadar böyle devam etti...
Bu yıl başında ameliyat oldum. Bileğin içine girdiler, orada adaleleri falan kaydırdılar. Artık kilitlenme problemi yaşamıyorum ama antrenman sonrası iki aya yakın o bölgeyi çalıştıramadığım için sağ bacağıma fazla yüklenme oldu. Diz ve bel ağrıları ortaya çıktı. Bunlar da performansı etkiliyor. Eski çalışma rutinimin yakınında bile değilim o sebeple. Acı çekerek çalışıyorum, belirli aralıklarla dinlenmem gerektiği için antrenmanı yarıda kesiyorum.
Son olimpiyattan beri tekvandonun her geçen yıl daha defansif, daha taktiksel bir hale büründüğünü görüyoruz. Sporun gidişatını siz nasıl görüyorsunuz?
Seyir açısından her geçen yıl daha zor oluyor. Büyük şampiyonaların finallerinde bile aynı stilde dövüşen iki rakip görüyoruz. Her şey sistematik ilerlemeye başladı. Boy avantajı olan, bacak boyu uzunluğuyla birlikte rakibine daha erken dokunma şansını yakalıyor. Eskisi gibi güçlü olmaya gerek yok; rakibin gelişini yakala, puan çıkart yeter. Çünkü fiziksel avantajla sevkartını daha iyi koruyorsun ve ufak bir dokunuşla birlikte öndesin. Eskrim gibi; dokunan kazanıyor. Böyle böyle, daha ziyade ön ayağın fark yarattığı bir spor oldu tekvando.
Kore forumlarında, “Old school tekvandonun kalan tek temsilcisi Servet Tazegül” yazanlar var...
Benim bildiğim oyunda; güçlü vurmak, hızlı dövüşmek ve kombine atmak var. Tekvando budur normalde. Eski metotlarla başarılı olan fazla sporcu kalmadı; Koreliler benim tarzımı o yüzden beğeniyor olabilir. Ön ayakla dövüşmek, hedefe ulaşmak için en basit yol. Eski tarz ise çok daha yorucu. Ön ayağı engelleyip tekme atmak zorundasın. Çoğu insan bunu başaramıyor. Hep kısa mesafede kaldıkları için ön ayağı havada tutarak puan almayı tercih ediyorlar.
Ben de son dönemde biraz daha az risk alıyorum. Stilimi elbette tamamen değiştirmiş değilim ama daha dikkatli dövüşmeye çalışıyorum. Rakibin ilk puanı almamasına gayret ediyorum. Biraz duraklayarak dövüşüyorum, bam güm girmiyorum rakibe. Önceden ayağını havada tutmak yasaktı, tekme atmak zorundaydın. Engellemeden dolayı eksi puan alıyordun. Şimdi herkes böyle dövüşüyor; hakemler de bir şey demiyor.
Mesela hedefim olimpiyat olduğundan, az idmanla çıktığım Grand Prix maçlarını çok önemsemedim. Biraz kendimi deneyip hatalarımı görmek istedim. Vücudumu yıpratmadım. “Eğer direkt kota alamazsam barajdan giderim” düşüncesi vardı kafamda. Altı sporcu arasına giremezsem baraj maçlarıyla bir şekilde Rio’ya kalırım diye düşünüyordum. Dünya Şampiyonası’nda altın madalyayı alınca baraj maçlarına gerek kalmadı.
Grand Prix performansınızdan bahsettiniz. Bakü’deki Avrupa Oyunları’nda da ilk turda elenince, basında “Servet’in en iyi dönemleri geride kaldı” minvalinde çok sayıda haber çıkmıştı. Ne hissettiniz?
Pek umursamıyorum çünkü nasıl süreçlerden geçtiğimi ben biliyorum. Antrenmansızsan kötüsündür zaten. Bunlar da çalışarak giderilebilir. Benim problemim sağlık koşullarımın buna el vermemesiydi. Acı, acı, acı... Antrenmanları defalarca ağrılardan ötürü yarıda bırakmak zorunda kaldım. Düşüşümün sebebi de buydu. Büyük maçlarda belki ağrıyı bir şekilde unutuyorsun ya da maçta mecburiyetten tekme attığından, vücut birçok şeyi refleks olarak algılıyor. Ama antrenmanlarda istenilen seviyeye çıkamayınca düşüyorsun. Aksi mümkün değil.
Ben bu yıl Avrupa şampiyonu olurken de kendi performansımın yüzde 60-70’indeydim. Peki yüzde 100’e çıkmam gerekse bunu yapabilir miydim? Bilmiyorum. Tam kapasiteyle dövüşebilir miyim? Gerçekten bilmiyorum. Rio’da umarım yüzde 100 seviyeyi görürüm. Ya da umarım o seviyeye çıkmaya gerek kalmadan altın madalya gelir.
Türkiye’nin olimpik tarihinde iki ya da daha fazla altın madalyası bulunan sporcu sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. 1950 ve 1960’larda güreşte büyük başarılar kazanan Mithat Bayrak-Mustafa Dağıstanlı ikilisine 1990’lar sonrası Hamza Yerlikaya, Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu eklenmişti. Rio’daki olası başarı, bu isimlerle birlikte anılmanızı sağlayacak...
Hedefim tabii ki altın madalya. Her ihtimale karşı da en azından podyumla dönmek istiyorum. Olimpiyat tarihinde bu sporcularla birlikte anılmak elbette büyük gurur olur. Sportif başarının yanı sıra, ailemin ve ülkemin yüzünü güldürmek istiyorum. Özellikle, dönem dönem uzak kaldığım, benim için çok fedakârlık yapan ailem, antrenörlerim... Bu insanları mutlu etmek ve onlara borcumu ödemek benim için çok önemli. Bir de dünya sporunda klişe vardır; “Sporcu evlenince biter, başarılı olamaz” derler. Ben evlendim, bir de kızım oldu. Çok mutluyum. Bu klişenin de yanlışlığını kanıtlamak istiyorum.

Londra’da 58 kiloda podyuma çıkan üç sporcu Joel Gonzalez, Dae-Hoon Lee ve Alexei Denisenko’nun sıklet değiştirerek bir süredir 68 kiloda yarıştığını görüyoruz. Altın madalya yolunda en büyük rakibiniz kim sizce? Son Dünya Şampiyonası finalinde de karşınıza çıkan Denisenko mu?
Bizimki performans sporu, önemli olan maça çıkacağın gün iyi hissetmek. Ne olur, ne olmaz bilemiyorsun. 2012’de, benim sıkletimde olimpiyat madalyası kazanmış hiçbir sporcu yoktu. Hepimiz aynı yaşlardaydık, tecrübesizdik. Son Grand Prix maçlarında ise herkesin herkesi yenebileceğini gördük. Belçikalı, Meksikalı... Herkes çok iddialı. Ben tecrübemle fark yaratabileceğimi düşünüyorum. Son şampiyon benim. Son Dünya Şampiyonası finalinde herkesin bunu bir kez daha gördüğünü düşünüyorum. Denisenko ya da bir başkası... Kendimi iyi hissettiğim her anda favori benim.
Türkiye’nin 1980’lerde Metin Şahin ve Tennur Yerlisu’yla başlayan tekvandoda başarı alışkanlığı, Bahri-Azize Tanrıkulu ve sizinle devam etti. Şimdi de alttan Nur Tatar, Yunus Sarı, Berkay Akyol gibi isimler geliyor. Uzakdoğu ile ciddi anlamda herhangi bir kültür bağımız olmamasına rağmen sürekli elit sporcu yetiştiriyor oluşumuzu neye bağlıyorsunuz?
Yani, nasıl desem... Biz dövüşmeyi seviyoruz. Bugün mesela Almanya’ya gidip bakın, tekvando salonlarında 100 kişi vardır, bunların 90’ının Türkiye’den olduğunu görürsünüz. Rio 2016’ya Almanya’dan üç sporcu katılıyor, kim bunlar? Levent Tuncat, Tahir-Rabia Güleç... Genç yaşta dövüşmekten korkuyorlar. DNA’larında yok.
2012’de Almanya-Türkiye tercihi arasında kalan sporculara ilişkin Mesut Özil üzerinden örnek vererek, “Ben Mesut gibi sapmadım” demiştiniz. Bugün geri dönüp baktığınızda fikrinizde bir değişiklik var mı?
Biraz gençliğime geldi açıkçası. Panel soru-cevap üzerinden gidiyordu, kendimi tam ifade edemedim. Yoksa benim eşim Melda da sporcu, tekvandoda Almanya’yı temsil ediyor. Almanya’da beraber antrenman yaptığım onlarca Türkiye kökenli arkadaşım var. Böyle bir şey demek, eşime ve arkadaşlarıma ayıp.
Ben şunu söylemek istemiştim: Mesut, Türkiye’yi seçse iyi olmaz mıydı? Bugün Almanya‘ya bakıyorsun en iyi oyuncu Mesut... Keşke bizim takımda oynuyor olsaydı.
“Jackie Chan'le başladım"
Küçükken Jackie Chan ve Jet Li’yi izliyordum. Öyle öyle dövüşmeye başladım. Sürekli tekme atıyordum bir yerlere. Ablamın sınıfından biri tekvando yapıyordu, beni de yazdırdılar. Beş yaşındaydım. O gün bugündür devam ediyorum.
"Eklem faresi depresyona soktu"
Sakatlığımın ilk dönemlerinde doktor bana, “Ayağında bir şey yok” diyordu. “Nasıl yok?” diye soruyorum, ayak kilitleniyor, müthiş bir ağrı başlıyor çünkü. “Valla yok, ben göremiyorum” diyerek umutsuzluğa sevk ediyorlardı beni. Eklem faresi dedikleri o parçalar yürürken, evde otururken de kendini hissettiriyordu. “Çıt” diye bileğim kilitleniyordu mesela. Doktor da bir şey bulamıyor o sıralarda. Depresyon, her şeyi bırakma isteği... Şöyle bir örnek vereyim: Evde bir vida var ama tornavidan yok. Eline almışsın çatalı, bıçağı, vida sıkıştırmaya çalışıyorsun. Olmuyor. Benimkisi de o misaldi.
Tekvandonun Süper Yıldızı
2008’den bu yana katıldığı Avrupa şampiyonalarının tamamında altın madalya kazanan Servet Tazegül, Rio’ya da son olimpiyat ve dünya şampiyonu unvanıyla gidiyor. Milli sporcu, tarihte sadece Hadi Saei ve Steven Lopez’in birden fazla olimpiyat altını kazandığı erkek tekvandoda unvanını koruyabilirse prestijli bir listeye de giriş yapmış olacak. Tekvando yorumcusu Mike McKenzie, Tazegül için “Elimizde kalan tek gerçek süper yıldız. Bu sporun en önemli elçisi. Çita lakaplı sporcunun sakatlıklarını aşıp geri dönmesine ihtiyacımız var” ifadelerini kullanıyor.