
Dalgalara Karşı
8 dk
Gerçekler uğruna savaş verdiği dönemde günah keçisi ilan edilen gazeteci David Walsh, bugünlerde sözüne en çok güvenilen isimlerin başında geliyor. Hatta belki, gereğinden de çok.
Bir Avrupalının Anıları'nda; savaşlar, yıkıntılar, sanat eserleri arasında geçen hayatını anlatan Stefan Zweig, Adolf Hitler'e ayrı bir bölüm ayırır. Avusturyalı, bir itirafla başlar: "Tarihin değişmez yasasıdır, çağa damgasını vuran önemli olayların nasıl başladığını dönemin çağdaşları fark etmez. Örneğin, ben Adolf Hitler adını ilk kez ne zaman duyduğumu hiç hatırlamıyorum, her gün, hemen her saniye bir şeyler düşünürken ya da konuşurken andığımız bu adamın adını ne zaman duydum, hatırlamıyorum."
David Walsh ise kendi yazgısını bütünüyle değiştiren adamın ismini en başından biliyordu. İrlandalı gazeteci, 1995 Fransa Bisiklet Turu'na gittiğinde aklında bir fikir vardı. Canterburry Tales'ten ilham alan bir kitap yazmak. Buna göre Walsh, bir gün yarış doktorlarıyla, ertesi gün takım çalışanlarıyla röportaj yapacak, farklı açılara kitabında yer verecekti. Bir bölümü de yarışa ilk kez katılan genç bir bisikletçiye ayıracaktı. Aklında tek isim vardı: Lance Armstrong.
Walsh, otobiyografisi sayılabilecek Seven Deadly Sins'e bu tanışmayla girer. 13 Temmuz 1995'te Lance ile Grenoble'da buluşurlar. Bahsettikleri şey sadece iki teker değildir. Amerikalının hiç tanışmadığı biyolojik babası ve hiç geçinemediği üvey babası da konuşmada kendilerine yer bulur. Genç ismi Walsh şöyle tanımlar: "Sertçe üzerinize gelen ve sizi de beraberinde götüren dalgaları andırıyordu."
Bu klasik bir anlatıdır. Bisikletteki gazeteci-kahraman ilişkisi. Gazeteciler bir hayran olarak girdikleri bu sporun koridorlarında dolaşırken mutfakta çorbanın nasıl yapıldığını merak ederler ve o andan sonra hiçbir şey aynı kalmaz. Aynısını yaşayan Walsh'un kitabı yakın zamanda beyaz perdeye uyarlandı. Stephen Frears imzasıyla çekilen The Program, İrlandalı gazetecinin Lance ile mücadelesini anlatıyor. Tanışma, orada da var. Fakat Walsh'un hayatındaki tek tarihi tanışma bu değil.
İrlandalı, 1980'lerde ülkesinden çıkan Sean Kelly ve Stephen Roche'un başarılarıyla birlikte artan ilgisini ciddiyete dökmek ister. Paris'e taşınır ve mesaisinin çoğunu iki tekere ayırır. Bilhassa doğduğu kentin yakınlarında dünyaya gelen Kelly ile ilgilenir. Yıl boyunca onunla seyahat eder. O günlerde bisiklet kariyeri devam eden, daha sonra adım atacağı gazeteciliğe yeteneği bariz olan Paul Kimmage ile sohbet ettikleri bir günde ise unutulmaz bir olay yaşanır.
1984 Paris-Brussels yarışından önce ikili, yanına gittikleri Kelly'nin cebinden gelen hap seslerini duyarlar ve birbirlerine "Bunu sen de duydun mu?" bakışı atarlar. Walsh o sesleri "Noel Baba'nın gerçek olmadığını anladığım an" olarak tanımlıyor. Daha sonra Kelly'nin o yarışta dopingli olduğu ortaya çıkar. Arkası bilindik hikâye: "Bir yanlışlık olmalı" savunması, İrlanda Federasyonu'nun çabaları ve bir aylık cezayla olaydan yırtma. Walsh, Kelly biyografisinde hap seslerinden bahsetmez. Masumiyet çağı sona ermek üzeredir. Walsh bu hataya bir kez daha düşmemek ister. Bu yüzden, Lance Armstrong'un kendisi açısından doğru zamanda geldiğini söyler. Zira Amerikalı bisikletçi daha evvel ortaya çıksa, belki Walsh da birçok meslektaşı gibi bir kanser hastasının yeniden spora dönerek temiz bir şekilde yedi Fransa Bisiklet Turu kazanmasını işleyebilirdi. Ama 1999'da tecrübeli bir kalemdi ve herkes Amerikalı bisikletçinin ilk Le Tour zaferiyle kendinden geçerken o mutfak yapılan o çorbaya şüpheli bakmıştı. Sunday Times gazetesi için kaleme aldığı yazıya "Defolu Peri Masalı" başlığını atmıştı.
Şüpheleri kanıtlara dönüştürmek, bir gazeteci olarak İrlandalının göreviydi. Lance'in doping uzmanı olarak da bilinen İtalyan doktor Michele Ferrari ile çalıştığını tespit etmişti. Amerikalı bisikletçinin eski takım arkadaşı Frankie Andreu'nün eşi Betsy'nin suçlamalarını, bir dönem Lance'in masözü olarak bisiklet dünyasında görev yapan Emma O'Reilly'nin gördüklerini not ediyor, iddiaları belgelemeye çalışıyordu. Defalarca kovulma tehlikesi geçirdi, kitapları toplatıldı, gazeteci arkadaşları tarafından 'istenmeyen adam' haline getirildi ama yolun sonunda haklı çıktı.
Bugünlerde Team Sky'la yakınlığı nedeniyle eleştirilen Walsh, spor tarihinin en büyük skandallarından birinde başrol oynadı. Şimdi beyaz perdede. Muhtemelen hafif mübalağa edilmiş macerasını görecek, bugünlerde nadir rastlanan iyi gazeteciliğin bir kahramanlık menkıbesi şeklinde sunulmasına şahitlik edeceğiz. Bununla baş edebiliriz. Arkamıza yaslanacak ve bir kez daha sertçe esen dalgaları izleyeceğiz. Bazıları, o dalgalara ilk günden itiraz etmişti. Bu, o bazılarının hikâyesi.