
Dede, Baba ve Oğullar
19 dk
Sampdoria, 1980'lerdeki yükselişini Avrupa'da finaller ve Serie A şampiyonluğu ile taçlandırdı. Başarının sırrı ise aile olmaktan geçiyordu. Sampdoria Ailesi'nin unutulmaz yılları karşınızda...
Genoa, 1920'lerden sonra bir daha ülke futbolunun tepesine çıkmayı başaramamıştı. Fakat 1960'ların başında şehre ayak basan bir genç, Genoa'lılara farklı bir heyecan yaşattı. Gigi Meroni, 1962'de giydiği Genoa formasıyla kısa sürede ikona dönüştü. Biraz sansasyonel durumlar yaşasa da futbol seyircisine zevk veren driplingleri ve topla hünerleri ile kısa sürede İtalyan futbolunun yeni yeteneklerinden biri olacağını düşünenlerin sayısı az değildi. Fakat bu aşk kısa sürdü. Henüz ikinci yılının sonunda başkan Giacomo Berrino, Meroni'yi Torino'ya sattığını açıkladı. 21 yaşındaki bir futbolcu için alınan 300 milyon liret belki kulübü kâra sokmuştu ama taraftarlar durumdan hiç de memnun değildi. Berrino'nun arası sadece taraftarlarla açılmamıştı.
Şehrin Kaybedeni
Paolo Mantovani aslen Romalıydı ve Lazio'ya sempatisi vardı. 25 yaşındayken Cenova'ya taşındı. Burada yüksek mevkideki insanlarla tanıştı, 1960'ların başında kendini yakın gördüğü Genoa kulübüne üye oldu. Tam da bu dönemde Başkan Berrino ile taraftarlar arasındaki Meroni gerginliği için elçilik yaptı. Taraftarlara "Onu satmayacağız" sözünü verse de Meroni, kısa süre sonra Torino'nun yolunu tuttu. Mantovani, bunu Berrino'nun 'ihaneti' olarak gördü ve üyeliğini iptal ettirdi. Sırada, başka maceralar vardı…
Şehrin diğer takımı Sampdoria'nın en parlak başarısı, 1960-1961 sezonundaki dördüncülüktü. 1970'lere ise orta sıralarda giriş yapmışlardı. Kulübün gelecek 20 yılını değiştirecek girişim de 1973'te meydana geldi. Genoa'ya küskün Paolo Mantovani, Sampdoria binasına adım attı ve 1976 yılına kadar sürecek basın danışmanlığı görevine soyundu. Bu arada iki ortağı ile petrol işi yaptıkları Pontoil'i kurmuşlar ve 1980'lere kadar sürecek petrol krizinde önemli kârlar elde eden şirketin temellerini atmışlardı. I Blucerchiati (Sampdoria'nın lakabı) ise yerinde saymaya hatta çakılmaya devam ediyordu. 1976-1977 sezonu tamamlandığında ligi 14. sırada bitirerek Serie B'ye düştüler ve orada da orta sıra takımı olmarak devam ettiler. Mantovani için duruma el koymanın zamanı gelmişti. 3 Temmuz 1979'da kulübü satın aldı ve başkanlık koltuğuna oturdu.
Sampdoria, 1981-1982 sezonunda nihayet Serie A'ya yükseldi. Ama başkan Mantovani, bu süreçte epey badire atlatmıştı. İtalya Kupası'nda Cagliari ile oynadıkları maçta kalp krizi geçirdi, ABD'de tedavi oldu, şirketine büyük davalar açıldı, ortakları İsviçre'ye kaçtı… 1983'te Pontoil'i bırakıp kendini tamamen Sampdoria'ya verdiğinde "Hayatımda pişman olmadığım tek şey Sampdoria'ya başkan olmak" diyordu.
1966'da yabancı transferini yasaklayan İtalya Futbol Federasyonu önce 1980'de tek oyunculuk izin verdi, sonra da 1982'de bu sayıyı ikiye çıkardı. Mantovani de Serie A'daki ilk sezona büyük isimlerle girmek istiyordu. 1982 Dünya Kupası'nda izlediği ve hayran kaldığı, İngiltere'nin ilk milyon dolarlık transferini yaparak Nottingham Forest ile iki Avrupa Kupası kazanan Trevor Francis'i şehre getirdi. Diğer yabancı tercihi içinse dış hatları kullanmadı. Platini ve Boniek uğruna Juventus'ta kalemi kırılan İrlandalı Liam Brady'ye planlarından bahsetti ve onu ikna etti. Mantovani'nin anlattıkları, alışılmış başkan yalanlarından değildi. İyi yabancılar ve yerli genç yetenekleri Sampdoria çatısında toplayarak Serie A'yı kazanan bir takım oluşturmak istiyordu.
İlk genç İtalyan yetenek hamlesini, Como'da forma giyen ve büyük takımların radarında olan stoper Pietro Vierchowod ile 1981'de yapmış, sonra da genç yeteneği Fiorentina'ya kiralamıştı. 1982'de ise daha büyük bir avın peşindeydi. Küme düşen Bologna'nın 18'lik hücumcusu Roberto Mancini'yi transfer ettiler. Serie A'ya Juventus galibiyeti ile girip sükse yapsalar da sonuç yine orta şekerliydi. Üst üste iki sezonda ligi yedinci olarak noktaladılar. Fakat transferler sürdü…

Briegel - Cerezo - Boskov
Avrupa'nın zirvesini görmüş bir başka Adalı Graeme Souness, 1984 yazında gençlerin 'abisi' olarak orta sahadaki yerini aldı. Potansiyelli İtalyan transferinde ise sahnede Gianluca Vialli vardı. Moreno Mannini, bir diğer eklemeydi. Vierchowod da milli takım ile Dünya Kupası'nı ve Roma ile Scudetto'yu kazandıktan sonra nihayet takıma dönmüştü zaten. Antrenörlük koltuğuna, birkaç yıl önce Inter'le şampiyonluk yaşamış Eugenio Bersellini getirildi. O sezon ligi dördüncü sırada bitirdiler ve İtalya Kupası'nı kazandılar. Ama oyuncuların, özellikle de genç yıldız adayı Mancini'nin Bersellini ile arası pek iyi değildi. Asker disiplini ile nam salan ve gençlere pek de söz hakkı vermeyen antrenör ile 10 numara hiçbir zaman anlaşamadılar. 1985-1986 sezonunda Mancini'nin dilekleri kabul olacaktı. Kupa Galipleri Kupası'ndaki Benfica mağlubiyeti, Mantovani ile Bersellini'nin arasını açtı, sezon sonunda da ayrılık geldi. Mantovani, yeni antrenörünü bir süre sonra seçti: Real Madrid ile başarılar kazanan Yugoslav Vujadin Boskov...
Dede
"Daima 'Yüzbaşı' Bersellini'nin barakasındaydık. Antrenmanlar o kadar sessiz geçerdi ki çimlerin büyümesini duyabilirdiniz. Boskov'un gelişi hayata dönüş gibiydi. Bir sonraki antrenmanı dört gözle beklerdik çünkü eğlenirdik. Vujadin daima şakalar yapar, bizi şaşırtırdı. Antrenmanda yüzünüzde tebessümle terlerdiniz. Bersellini ile konuşamazdınız ama Vujadin, özellikle de ailesinden uzakta olan gençler için güven kaynağıydı." Mancini, ilk başlarda Boskov'a ısınamasa da mutluluğunu yıllar sonra böyle anlatıyordu. Roma'nın yük katarı Brezilyalı Toninho Cerezo ve Verona ile şampiyonluk yaşayan Alman Hans-Peter Briegel ile yabancı kontenjanını dolduran Mantovani, yerli yetenek seçimini de yine Bologna'dan yapıyor, kaleyi Gianluca Pagliuca'ya emanet ediyordu. Ligi o sezon altıncı bitirip UEFA Kupası biletini son anda kaçırsalar da keyifler artık yerindeydi. Futbolcularla iletişimini en üst noktada tutmaya gayret eden 'Dede' Boskov, Bersellini ile sorunlar yaşayan Mancini'nin gönlünü hoş ediyor ve gizli oyun kurucu olarak forvette Vialli'yle onu görevlendiriyordu. Sportif direktör Paolo Borea'yı da Boskov ile ilgili en çok etkileyen şey, oyuncularla ilişkisiydi: "Bir gün Vujadin yanıma geldi ve 'Hey, Vierchowod'un bugün nesi var?' diye sordu. Her şeyin normal olduğunu söyledim ama cevabım onu tatmin etmedi. Gidip onunla konuşmam için beni zorladı. Vierchowod'un yanına gittim ve Vujadin haklıydı! Böyle durumlarda ya birinin çocuğu hastaydı ya da ailevi problemleri vardı…"

Luca Vialli - Salvatore Bagni
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler
"Scudetto mu? Neden olmasın? Vialli ve Mancini'nin gelişimi, Briegel ve Cerezo gibi tanınmış şampiyonlar, Vierchowod ve Pellegrini gibi gerçekten çok güçlü sporcular… Bu takıma gerçekten inanıyorum. Teknik açıdan her takımla boy ölçüşebilirler. Kararlılar, cesur ve büyük bir özveri ile oynuyorlar. İhtiyaçları olan tek şey ceza sahasında daha sert ve acımasız olmayı öğrenmek…" diyordu Boskov. Fausto Pari de yeteneklerinin ortaya çıkmasında Boskov'un payını veriyor, onlara verdiği cesaretten bahsediyordu: "Yolu büyük takımlardan geçmişti. Bizi de o seviyeye taşıdı. Zihnindeki Sampdoria rekabetçi bir takımdı hatta neredeyse yenilmez. Avrupa Kupaları'nda onu haklı çıkardık…"
Sampdoria, 1987-1988 sezonunda Torino'yu geçerek İtalya Kupası'nı kazandı, ligi de dördüncü bitirdi. Bu arada Marassi (Luigi Ferraris) Stadı da mimar Vittoria Gregotti tarafından yeniden yapılmaya başlamıştı. Her şey Mantovani'nin hayallerindeki gibi gidiyor, takım yeni bir çehre kazanıyordu. Ertesi sezon Kupa Galipleri Kupası'nda finale kadar yükseldiklerinde başkanın en büyük hayallerinden birine ramak kalmıştı ama Cruyff'un Barcelona'sına diş geçiremediler. Avrupa macerası sadece taraftarların ve başkanın yaşamını etkilememişti üstelik. Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'in buluşma günleri de değişmişti…
Ekip, toplantılarına 1987'de başlamıştı. Stada çok yakın bir mesafede olan Edilio restoranı, merkezleriydi. Mekânın sahibi Edilio Buscaglia, Pamuk Prenses olarak anılıyordu. Cücelerin kadrosu ise şöyleydi: Mancini (Salak), Vialli (Uykucu), Mannini (Meraklı), Paolo Borea (Doktor), genç takımın antrenörü Antonio Soncini (Huysuz), akademi takımının sorumlusu Domenico Arnuzzo (Utangaç) ve yöneticilerden Guido Monteli (Mutlu).
Bu 'kulübün' amacı belliydi. Çarşamba günleri toplanıp yemek yiyorlar, Ciapa No (kart oyunu) oynuyorlar, muhabbet ediyorlardı. 1988-1989 sezonunda Avrupa mesaisi başlayınca buluşma günleri perşembeye çekildi. Konuşulanlar genelde futbol dışıydı. Paolo Borea, futbolcuların özel hayatlarındaki sorunları öğreniyor ve Mantovani'ye hiç aksatmadan rapor veriyordu. Takımın diğer futbolcuları da sık sık Edilio'ya uğruyordu. Bir gün ağır bir konuk kapıda belirdi… "Oturabilir miyim?" dedi, Başkan Mantovani. Birkaç çekingen ses duyuldu: "Lütfen, oturun." Mantovani, futbolcularla akşam yemeği yedi. Masalar boşaldıktan sonra sordu: "Oyun kartı var mı?" Futbolcuların, başkan ile ilgili bilmedikleri bir sır vardı. Mantovani, üst seviye bir kumarbazdı. Neyse ki öğrenmeleri uzun sürmedi. Gece sonunda masadan 180 bin liret kaldıran başkan, Edilio'dan ayrılırken, Vialli'nin feryatları yükseliyordu: "Bizi dolandırdı, hepimizin parasını cebe indirdi!"
Mantovani'nin belki birçok İtalyan zengini gibi tartışmalı bir ticari kariyeri olabilirdi ama futbol içi icraatlar dikkate alındığında gerçekten de İtalyan tarzının dışındaydı. Dönemin kuralları gereği kulübün malı olan futbolculara hiçbir zaman 'eşya' gibi davranmaması, satacağı futbolcularla konuşarak, medeni bir ayrılık çabasında olması övülüyordu. E bir de oyuncularla kumar masasına oturmaya kadar varan samimiyeti vardı tabii… Roberto Mancini'nin babası Aldo, seneler sonra oğlunun Bologna'dan ayrılıp Sampdoria'yı seçmesini bu babacan tavrı vurgulayarak şöyle değerlendiriyordu: "Çok mutlu oldum. Çünkü futbol aleminde Mantovani gibi bir başkanla tanışmadım. Kulübü bir aileye dönüştürdü. Boskov da o çocukların babası gibiydi…"
Scudetto Zamanı
İtalya Ligi, yabancı kontenjanının üçe çıkarılmasıyla iyiden iyiye görkemli bir hal alıyordu. Milano'daki üç Hollandalı-üç Alman kapışması, Napoli'deki Güney Amerika etkisi, Völler ve Berthold'lu Roma… Sampdoria ise daha mütevazı seçimler yapıyordu. Brezilyalı Cerezo'nun yanına İspanyol Victor Muñoz ve Yugoslav Srecko Katanec'i monte ettiler. Ligi de zirveden uzaktılar ama sert bir rövanş sonunda Napoli'yi 4-0 yenerek bir kez daha İtalya Kupası'nı kazandılar. O 90 dakika, bir Sampdoria'lı için büyük önem taşıyordu…
Ülkenin kalburüstü savunmacılarından biri olan Vierchowod, Milan'dan teklif almıştı. Milan Başkanı Berlusconi, Sampdoria'dan aldığının yaklaşık iki katını öneriyordu. 'Çar' lakaplı 'gaddar' stoper, Mantovani ile görüşmüş ve "O meblağlara çıkamam" cevabını almıştı. Vierchowod, Napoli maçı öncesinde yaptıkları kampta Vialli ve Mancini'nin markajındaydı. Takım arkadaşları kimi zaman ona "Hain!" diyor, kimi zaman da "Bizi nasıl bırakıp gideceksin!" diye laf atıyordu. Bir gün kapısı çalındı. Gelenler yine Mancini ve Vialli'ydi. Sadece şunu söyledi Mancio: "Önce Sampdoria ile Scudetto'yu kazan, sonra istediğin yere gidebilirsin!" Vierchowod, attığı golle zaferin mimarlarından biri olacak ve maçın bitiminde başkandan sözleşme teklifini de alacaktı. Mantovani, şunları diyordu: "Vialli ve Mancini'nin baskılarına dayanamadım!"
Aslında Mancini sadece arkadaşının aklını çelmek için basit bir duygu sömürüsü yapmıyordu. Milan'ın Vialli ısrarında da benzer bir tutum sergilemişti. Juventus'un kendisi için yaptığı teklife de benzer cevap vermişti: "Scudetto kazanmadan kimse Cenova'dan ayrılmayacak!" Biyografisinde bunun en büyük nedeninin Mantovani'ye olan sevgisi olduğunu belirtiyordu. Bu inanç ilk olarak Avrupa'da meyvesini verdi. 1989-1990 sezonunda Kupa Galipleri Kupası'nda bir kez daha finale yükselen Sampdoria, Anderlecht'i yenerek kulüp tarihinin ilk uluslararası başarısına imza atıyordu.
"Düşmanlarımız Cenova'da değil. Düşmanlarımız; Floransa'da, Milano'da ve Torino'da… Sıralamada onları alt edebileceğimizden korkuyorlar. Çünkü biliyorlar ki bunu yapacağız!" Başkan Mantovani, on yıldan beri gözünü diktiği Scudetto için savaşacaklarını bu sözlerle belirtmişti. Başkanlığa başladığı döneme kadar Sampdoria'lılar için uzun yıllar önem teşkil eden tek 90 dakika olan Cenova derbilerini küçük hedefler olarak görüyor ve daha büyük düşünmeleri gerektiğini vurguluyordu. 1990- 1991 sezonuna girilirken, İtalya Ligi zorlu bir muharebe meydanıydı: Son şampiyon Napoli, Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonu Milan, Kupa Galipleri'ni kazanan Sampdoria ve UEFA Kupası'nı kaldıran Juventus… Üstelik 1990 Dünya Kupası'nın yarattığı heyecan, atmosferi daha da cazibeli hale getirmişti. Sampdoria, Muñoz ile yollarını ayırmış, transfer döneminde sadece Sovyet Aleksey Mikhaylichenko'yu üçüncü yabancı olarak takıma dahil etmişti.
Boskov'un elinde Mantovani'nin hayalini kurduğu büyük yabancı futbolcuların renk kattığı bir takım yoktu belki ama onun sistemine alışmış yetenekli İtalyanlardan oluşan ve Katanec ile Cerezo gibi çok iyi parça oyuncuların yer aldığı bir kadro vardı. Her ne kadar ülkede popüler olan klasik 4-4-2 dizilişi ile sahaya çıksalar da oyunlarında 'eski' İtalyan anlayışı hâkimdi. "Diğerleri patikayı, büyük oyuncular ise otobanı görür" düşüncesinde olan Boskov, yetenekli oyunculardan bir takım yaratmayı, sahada çözümü onlara bırakmayı istiyordu.
Mancini, serbest rolde takımın hücumlarına yön veriyor, Vialli ise uçtaki bitirici adam görevini görüyordu. Orta sahada Pari, Cerezo ya da Katanec gibi savunma yönü ağır basan merkez oyuncuların iki kanadına; 1982'de milli takım kadrosunda yer alan Giuseppe Dossena ve driplingleriyle topu taşıyan Attilio Lombardo'yu yerleştirmişti. Savunmada ise tam bir 'eski' İtalyan takımı hüviyetindeydiler. Yavaş yavaş İtalyan futbolunda tedavülden kalkan adam adama savunma vazgeçilmezlerinden biriydi: "Alan savunması oynamak için çıldırmış olmam lazım. Vierchowod ve Mannini gibi dünya çapında markaj yapan oyuncularım varken hem de…" diyordu Boskov. Endişeleri de vardı. İlki, Dünya Kupası ile ilgiliydi. Futbolcuların önce kupaya sonra da lige hazırlanmasının odaklanma sorunlarını da beraberinde getirebileceğini belirtiyordu. İkinci derdi ise Vialli'ydi. Sakattı ve onsuz birkaç ay oynamak zorundaydılar.

'Golün İkizleri' Mancini ve Vialli
Kendine has İtalyancasıyla yaptığı esprilerle insanları güldüren Boskov, Cesena ile oynadıkları ilk maçtan sonra takımını şöyle övüyordu: "Sampdoria, herkesin öpücük vermek istediği güzel bir kız gibi…" 1-0'la başlangıcı yapsalar da ilk beş haftada golsüz üç beraberlikle sahadan ayrıldılar. Fakat San Siro'da Cerezo'nun attığı golle Milan'ı 1-0 yendiklerinde işler düzeldi. 11 Kasım'daki Pisa maçında da nihayet 'forvetin ikizleri' Vialli-Mancini'ye kavuşmuşlardı. Birer golle selamladılar tribünleri. Bir sonraki hafta da Napoli'ye ikişer gol atarak 4-1'lik zaferin mimarları oldular. Fakat Cenova derbisinde ilk mağlubiyetlerini yaşayacaklardı. Sonra da Torino ve Lecce kayıpları geldi. Ligin ilk yarısını lider Inter'in iki puan gerisinde dördüncü bitirmişlerdi. Fakat 1991 onların yılı olacaktı…
Boskov'un öğrencileri, ikinci yarıda hiç maç kaybetmedi. Üstelik rakipleri Milan, Inter ve Juventus'u gol yemeden mağlup etmeyi başarmışlardı. Son şampiyon Napoli ise Maradona'nın yasaklı madde kullanması nedeniyle aldığı cezadan ötürü zaten yarıştan kopmuştu. Vialli ve Mancini'nin golleri, onları başrol olarak manşetlere taşıyordu belki ama orta sahanın enerjisi, ceza sahasında acımasız olmayı öğrenen savunmacıların sertliği ve harika sezon geçiren kaleci Pagliuca'nın da yaptıkları göz ardı edilemezdi. Özellikle Pagliuca, Juventus'u 1-0 yendikleri maçta harikalar yarattı, Roma deplasmanında mahkûm oynasalar da inanılmaz kurtarışlar yaptı. San Siro'da oynadıkları, düğümü çözen Inter maçı ise kariyer zirvesiydi…
"O tarihi asla unutmam. 5 Mayıs. 5 Mayıs 1991…" Pagliuca, o günü anlatmaya bu sözlerle başlıyordu. Trapattoni'nin Inter'i liderliği almak için 90 dakika Sampdoria kalesine yüklenmişti. 60. dakikada hiç umulmadık bir kontratakta Dossena'nın şutu Inter ağlarıyla buluştu. Baskısını arttıran Inter, I Blucerchiati savunmasını defalarca delmeyi başarmıştı ama Pagliuca geçit vermedi. Son 20 dakikaya girilirken Inter penaltı kazandı. Lothar Matthaeus topun başına geçti, sert vurdu ve Pagliuca yine kurtardı. Vialli'nin birkaç dakika sonra attığı gol, Sampdoria'yı şampiyon yapmış gibiydi artık.
"Hayatım boyunca çok kupa kazandım ama Sampdoria ile kazandığım, en güzel ve en tatlı olanıydı. Çünkü çok zor, dengeli bir ligde bunu kazandık ve neredeyse yarım asırlık bir kulübün ilk şampiyonluğuydu. Biraz ilk çocuğunuzun doğumuna benziyor. Sevinç ve mutluluk daha büyük oluyor…" diyordu Boskov. Ligin bitiminde bir hafta kala Lecce'yi mağlup eden Sampdoria, tarihinin ilk Scudetto'sunu kazanmıştı. Kel Lombardo, kutlamalarda taktığı perukla ilgili şunu söylüyordu: "İşte, şampiyonluğun mucizesi! Saçlarım var artık!" Son haftaya sarıya boyanmış saçlarla çıktılar. Mikrofonlara konuşan neredeyse her oyuncu 'dedeleri' Boskov, -ondan büyük olsa da- 'babaları' Mantovani'nin payından söz ediyor ve aile ortamından bahsediyordu.
Lecce maçından sonra ağlamaklı gözlerle "Söyleyeceğim hiçbir şey yok" diyen Mantovani ise kulüpteki tören sonrasında "Buna aslında Cenova şehrinin de bir zafer diyebilir miyiz?" sorusuna şu cevabı veriyordu: "Hayır, hayır! Bu, tamamen Sampdoria'nın zaferidir!" Meroni olayını hâlâ unutmamış gibiydi…
Daha da Yükseklere!
"Scudetto kazanmadan şehri terk etmek yok!" demişti Mancini ama Dossena ve Mikhaylichenko dışında zaferden sonra giden de olmadı. Ertesi yıl ligde zirveden epey uzaktılar. Ama haklı bir sebepleri vardı…
Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yavaş yavaş Şampiyonlar Ligi provaları başlamıştı… Turnuva, ilk kez grup aşamasıyla oynanacak, ilk iki turu geçmeyi başaran sekiz takım, iki gruba ayrılıp final mücadelesi verecekti. İtalya şampiyonu Sampdoria; Rosenborg ve Honved'i geçti, sonra da Panathinaikos, Anderlecht ve Kızılyıldız ile aynı gruba düştü. Kızılyıldız, son Kupa 1 şampiyonuydu ama avantaj Sampdoria'nın elindeydi. Yugoslavya'da patlak veren savaş, Kızılyıldız'ı dağıtmaya başlamış, maçları evlerinde oynayamadıkları bir döneme sokmuştu. Boskov'un planlarında değişiklik yoktu; Pagliuca akıl almaz kurtarışlar yapıyor, Vialli ve Mancini de işi bitiriyordu. Panathinaikos'u hiç yenemeseler, Anderlecht'e de bir defa mağlup olsalar da önceki senenin kırıntılarını taşıyan Kızılyıldız'ı iki maçta da geçip grubu lider bitirdiler. Finalde karşılarında yine Cruyff ve Barcelona vardı…
Sampdoria, Serie A'da özellikle büyük maçlarda oynadığı futbolu sürdürdü. Topla oynamayı seven Barcelona'ya sahneyi bıraktılar ve kontralarla açık aradılar. İlk yarıda Lombardo'yla bir şans yakaladılar. Pagliuca da bu sefer Wembley'de bir '5 Mayıs' performansı gösteriyordu… İkinci yarıda ise durum daha farklı olabilirdi. Vialli yakaladığı net pozisyonları kendisine yakışmayan biçimde dışarı atmıştı. Özellikle Zubizzareta'nın üzerinden aşırdığı topta Boskov, yedek kulübesine dönüp oyuncularına sarılma hazırlıklarına başlamıştı bile… Normal süre 0-0 noktalandı.
Uzatmalardaki stratejileri biraz farklıydı. Penaltılarda Pagliuca'ya güveniyorlardı ve Barcelona'yı 30 dakika daha durdururlarsa kupayı alacaklarından emindiler ama olmadı… 112'nci dakikada tartışmalı bir kararla Barcelona lehine bir düdük çıktı, şutlarıyla nam salan Ronald Koeman topun başına geçti ve füzeyle Pagliuca'yı avladı. "1-0 yenilmektense 6-0 kaybetmeyi yeğlerim" diyen Boskov, Cruyff'un takımına bu kez 1-0 kaybetmişti.
Bahane bulmayı ve kurban seçmeyi seven İtalyanlar için hedef belliydi. Cenova'nın köklü gazetesi Corriere Mercantile, "Bize ihanet ettin Vialli!" manşetini atmıştı. Lombardo da gol kaçırmıştı ama Vialli hem daha usta bir bitiriciydi hem de finalden kısa süre önce Juventus ile sözleşme imzalamıştı. Belki de takımının dağılışındaki ilk işaretti bu. Mantovani, şunları söylüyordu: "Birkaç yıl sonra Sampdoria'yı tekrar Serie B'de görmektense Vialli'siz Serie A'da tutmayı kabul ettik!" Her ne kadar kulübe her şeyini verse de artık küreselleşmeye başlayan oyuna direnemeyeceklerini anlatıyordu. Mancini ise o geceyi ve sonrasını şöyle özetliyordu: "Sampdoria günlerimin en kötü gecesiydi. Ertesi gün daha da zordu. Neyi kaybettiğimizin farkına daha çok varmıştık. Kazanmayı çok istemiştim."
Pari ise birçok futbolcunun kariyer gecesi olarak addedebileceği o geceyle ilgili en sert olanlardandı: "Seremoni sonrası madalyayı 30 bin Sampdoria'lı taraftarın arasına fırlattım. Sonra, Cremonese ile oynayacağımız sezonun son maçı için idmana çıktığımda bir adam geldi: 'İşte madalyan, sana getirdim. Ama bir şartım var; bir resmi forma karşılığında bunu sana verebilirim' dedi. Ben de 'İstemiyorum, o madalyadan nefret ediyorum' cevabını verdim. Fikrim değişirse diye bana telefon numarasını vermeye çalıştı ama sonra eşim o adamdan numarasını aldı ve forma karşılığında madalyayı eve getirdi. Ama hâlâ yerini bilmiyorum, sanırım eşim biliyordur…"

Koeman, Sampdoria'nın hayallerini yıkıyor...
Dağılış
Önce Vialli terk etti Cenova'yı, sonra da Boskov… Mantovani, hamleler yapmaya devam etse de ligin 'dişli' takımı olmakla yetindiler. Ruud Gullit'i kiralık olarak takıma getirdiğinde takvimler 1993'ü gösteriyordu. Mantovani'nin masasında birçok kez olduğu gibi bir şişe şarap ve elinde sigarası vardı. Mutlu görünüyordu… 5 Eylül 1993'te ligin ikinci maçında Piacenza'yı 2-1 yenip ikide iki yaptılar. Fakat maçın ayrı bir önemi vardı. Başkan Mantovani, son kez Luigi Ferraris'te takımı izliyordu. 14 Ekim'de hayata veda ettiğinde yıllarını verdiği Sampdoria seyircisinde ömür boyu unutamayacakları izler bırakmıştı. Ondan sonra oğlu Enrico görevi aldı. Mancini, Pagliuca, Lombardo, Vierchowod gibi demirbaşları yavaş yavaş ellerinden çıkardılar. Enrico Mantovani 2000 yılında görevi bıraktığında takım artık Serie B'deydi…
Hırslı, sporu politikaya alet eden, birçok kez şikeyle gündeme gelen ya da saha içinde kendi istediği gibi bir takım görmek için antrenöre figüran muamelesi yapan bir zengin... İtalyan futbolu, bu tarz başkanlarıyla ünlü ve 1980'lerdeki yükseliş döneminde de bu tür yöneticiler hep sahnedeydi. Mantovani, bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda bile bambaşka bir yere sahip. Mancini'nin babası ile aynı fikre sahip birçok futbol insanı, onu her ölüm yıldönümünde benzer sözlerle anıyor. 'Mantovani Projesi' olarak adlandırabileceğimiz o Sampdoria ise 1980'lerden itibaren paranın konuştuğu İtalyan futboluna, büyük meblağlar harcamadan şampiyonluğa ulaşmış nadir takımlardan biri olarak imzasını bıraktı. Tıpkı bugün, takımın antrenman tesisleri Mugnaini'de bulunan, 1992'deki şampiyon kadronun görüldüğü kabartmada da yazdığı gibi: "Paolo'ya… Unutulmaz yıllara…"