Değişim
15 dk
Yeninin büyüsüne herkes kapılır. Ancak birkaçı bu büyüyü güce çevirebilir. Meslekteki 18'inci yılına giren Ferhat Akbaş, o kişilerden biri. Eczacıbaşı'ndaki yeni sistemini, yaptığı değişiklikleri ve voleyboldaki yeni dünya düzenini konuştuk.
Ayazağa'da sakin bir pazar sabahı. Eczacıbaşı'nın antrenmanı birkaç dakika sonra sona erecek. Artık salonun kapısından içeri girebilir ve Türk voleyboluna kazandırılan kupaları daha yakından inceleyebiliriz. FIVB Dünya Kulüpler Şampiyonluğu, CEV Şampiyonlar Ligi, CEV Kupası… Her açıdan eksiksiz bir koleksiyon.
Ancak gözümüze takılan bazı boşluklar var. 2018 sonrasında sayısı azalan kupalar, bize bir şeyler anlatıyor. Son lig şampiyonluğunu 2012'de yaşayan Eczacıbaşı, son yıllarda görkemli başarılarından uzakta. Ve Ferhat Akbaş, tam olarak bu yüzden karşımızda. Türk voleybolunun lokomotifini, alıştığı zirveye yeniden çıkarmak için.
Eczacıbaşı'nda yeni sezonla birlikte tepeden tırnağa büyük bir değişim söz konusu. Böyle bir değişime imza atarken kazanmaya da devam etmek kolay olmaz. Bunu başarmak ne kadar zorlu?
Sporda kazanmak nefestir. Kazanamazsanız; başında duracağınız, birlikte büyüyüp büyüteceğiniz bir projeniz olmaz. O projenin arkasında duramazsınız. Bu yüzden kazanmak bizim için her zaman ön plandaydı. Aksini hiç düşünmedik. Ama dediğiniz doğru; kulüp, yapı ve oyun olarak ciddi bir değişim geçiriyoruz. Ve buna rağmen -maç fazlasıyla da olsa- lideriz, bütün kulvarlarda iddiamızı sürdürüyoruz.
Sezon öncesi yaşanan değişimlerden biri de oyuncularınızdan çok çabuk bir oyun talep etmenizdi. Görece hızlı bir oyuna oyuncular rahat adapte olabildi mi?
Elbette geçişin daha pürüzsüz şekilde gerçekleşmesinde Eczacıbaşı'nın bu oyuna uyum sağlayabilecek oyunculardan kurulu olması da çok kritikti. Pasörlerim Maja (Ognjenovic) tecrübesi, Elif (Şahin) ise gençliği ile buna rahat şekilde adapte oldu. Çünkü oyunun doğru işlemesinde pasörün zihin yapısı çok önemli. Örneğin ben buraya gelmeden önce aklımda hep şu soru vardı: Maja 37-38 yaşında, bu zamana kadar bu kadar çabuk bir oyun oynamadı. Acaba bu oyunu mental olarak kabul edecek mi? Düşününce Gianluigi Buffon'a yeni bir teknik öğretmek gibi bir şey neredeyse. Ama Maja çok kabiliyetli ve zihin olarak yeniliklere çok açık bir insan.
Bahsettiğiniz hızlı oyun, orta oyunculardan skor katkısını fazlasıyla talep eden bir sistem aynı zamanda.
Çok fazla… Zaten biliyorsunuz, sezon başında bu konu özelinde hayli eleştiri de aldık çünkü oynamak istediğimiz oyun burada çok kabul gören bir sistem değil. Türkiye'de alışık olunan, yabancı smaçör ve pasör çaprazlarının geldiği, sayı yükünün buradan alınmaya çalışıldığı bir düzendir. Ancak benim sistemim biraz daha farklı, burası için biraz daha yeni. Bu sistemde orta oyuncu çok önemli. Bu düzen, Japonya'da tercihten ziyade zorunluluktan doğan ve oturtma mecburiyeti hissettiğimiz bir yapıydı. Zira smaçörlerimiz fiziksel olarak çok güçlü değildi ve gereken skor katkısını alamıyorduk, biz de katkıyı herkesten alma kararına yöneldik. Hatta aynı düzeni Avrupa'da da deneyince bu kararın başka faydalarının da olduğunu gördüm ve kararım netleşti: Benim takımımda orta oyuncu her zaman çok fazla katkı verecek.

"Maja çok kabiliyetli ve zihin olarak yeniliklere çok açık bir insan."
"2022'de oynanan voleybol, geçmişe göre çok değişti" cümlesi, Türkiye'ye döndüğünüzden bu yana sıklıkla kurduğunuz bir cümle. Yeni voleybolda bu kadar çok değişen ne?
Oyun, erkek voleyboluna çok fazla benzemeye başladı. Fiziksel kapasite her gün erkeklere yaklaşıyor fakat teknik kalite artarak devam ediyor. Burada dikkat edilmesi gereken şey, oyunu taktik olarak erkek voleyboluna yakınlaştırmak ama teknik olarak aynı seviyede tutmak. Bu yüzden antrenörlerin hem teknik hem taktik bilgilerinde çok uzman olması gerekiyor. Artık analizlerinizde uzman seviyesinde olmanız şart. Diğer türlü üst seviye voleybolda şansınız yok. Bizim oyunu geliştirmemiz, oyuna odaklanmamız lazım. Artık her yerde oyun konuşuluyor, odak oyun oluyor. Bu noktada geride kaldığımızı düşünüyorum, bunu değiştirmek için efor sarf etmemiz gerek.
Bu çağ için antrenörlerin çağı diyebilir miyiz?
Evet, bence oyun oraya gidiyor. Üst düzey oyuncuların birkaç arenası vardır. Siz yaz aylarında Maja Ognjenovic'i Sırbistan Milli Takımı'nda izlersiniz, bundan bir sene önce VakıfBank'ta izliyordunuz, bu sene de Eczacıbaşı'nda izliyorsunuz. Ve bu üç farklı forma altında tek bir oyuncunun oynadığı oyun farklarını direkt olarak görebilirsiniz. Olumlu veya olumsuz anlamda söylemiyorum bunu. Oyunun ne kadar değiştiğini, üç ayrı takımda birer senelik periyotlarda görme şansınız var. Bu yüzden bir takımı izlediğinizde, artık bir oyunu izliyorsunuz. Biliyorum, çağlar değişir. Ama bence günümüz antrenörlerin çağı.
Guidetti / Akbaş
Kişilik olarak tamamen farklı insanlarız. Oyun stili olarak da bana göre çok ayrıştık. Benim oyun stilim farklı, İtalyan ekolünün oyun stili farklı. O ekol daha arada bir oyunu oynamaya çalışıyor. Ne Rus ekolü kadar ağır ne de Uzakdoğu ekolü gibi hızlı. Daha arada, dengeli bir oyun. Fakat ben oyunun çok daha agresifleştiğini, daha ofansif ve hücumcu bir yapıya evrildiğini düşünüyorum. Ve ben, değişimin içindeki genç bir antrenör olarak çok avantajlı olduğumu hissediyorum.
Antrenörlerin oyuna olan etkisi arttıkça oyundaki detay sayılarının arttığını, detayların artmasıyla da genç antrenörlerin oyunda daha büyük bir yer kapladığını söyleyebilir miyiz?
Ben 35-36 yaşında bir antrenörüm ve her gün kendimi yenileme ihtiyacı hissediyorum. Her gün! İzlediğim bir maçta, bir yazıda farklı şeyler görünce rahatsız hissediyorum kendimi. "Nasıl olur da bunu ben daha önce göremem?" diyorum. Ama başka çare yok, spor çok hızlı değişiyor. 7-8 sene önce oynanan voleybolla bugünkü arasında dağlar kadar fark var. Eğer ki bu farkları yakalayamazsak, yaşlanmış bir antrenör olarak kalırız, tecrübeli değil. Ayrıca genç antrenörlerin daha cesur kararlar verdiklerini, daha cesur ekoller yaratmaya çalıştıklarını görmek beni mutlu ediyor. Cesaretli kararlar alttan alınıyor artık. Bu yüzden değişime ayak uydurması gereken antrenörler, üsttekiler.
Konuyu bugünden biraz geçmişe taşırsak, Lang Ping gibi bir efsane ile Uzakdoğu'ya gitme fikri nasıl kafanızda belirdi?
Ping ile çalıştığımda işime çok emek verdim. Kendisi biraz eski usul bir antrenördür ve analizleri tam olarak karşısına ister. Doğru analizleri doğru şekilde anlatmak, çok ciddi bir çalışma gerektiriyordu. Ben de gecemi gündüzüme katarak çalıştım bu süreçte ama Çin'e gitme konusu beni endişelendiriyordu, "Ne yaparım, ne ederim?" diye düşünüyordum. Fakat Lang Ping fazlasıyla güvenilir bir insandır. O beni bir kez daha arayıp cesaretlendirdikten sonra gitme kararını aldım. Ve o karar, antrenörlük kariyerimin en önemli kararı oldu.
Peki ya Romanya ve Polonya? CMS tarihteki ilk şampiyonluğunu sizinle elde etti, Chemik Police önceki sezonu dördüncü bitirdikten sonra sizle birlikte iki sene üst üste şampiyonluk yaşadı. Evrensel düzeyde kazanan bir yapı kurmak için ne yapmak gerekir?
Kazanan olmak için fazlaca kaybetmeniz lazım. Orası kesin… Benim yurtdışı maceralarımda kazanmak çok fazla ön plana çıktı, yine de burada şans faktörünü yadsıyamam. Fakat büyük çerçevede önemli olan şey, kafanızdaki oyunu oyuncuya, organizasyona, taraftara inandırmanız. Çalışıyorsanız eninde sonunda kazanırsınız. Ben sadece bu yapıyı en doğru şekilde kurgulayıp sonrasında bunu insanlara inandırmaya çalışıyorum. Aynı bugün Eczacıbaşı'nda yaptığımız gibi. Kazanmaya inanıyorum. Bu kulüp kazanır. Zaten yıllarca kazandı ve yine kazanacak. Şampiyonluk bu kulübe gelecek. Umarım en kısa zamanda. Buraya (Sağ tarafında yer alan Eczacıbaşı'nın kupa dolabını gösteriyor) yeni kupaların girmesi lazım. Çünkü bu kulüp bunu fazlasıyla hak ediyor. Oyunumuz da o yönde ilerliyor, insanlar da buna inanıyorlar. Sadece ben bu süreci hızlandırmaya çalışıyorum. Ama aynı zamanda inanıyorum, kupalar gelecek, bundan eminim.

"Ben sadece bu yapıyı en doğru şekilde kurgulayıp sonrasında bunu insanlara inandırmaya çalışıyorum."
Belki Türk voleybolunda ikili, üçlü rekabetler değişti ama Eczacıbaşı hep oralarda olmayı başardı. Bugün VakıfBank'la, Fenerbahçe'yle rekabet halindesiniz. Bu rekabete olan bakış açınız nasıl?
Eczacıbaşı-VakıfBank rekabetini doğru görmemiz lazım. Bu iki kulübün birbirini yenmesi için birinin diğerinden daha baskın ve yıkıcı olmasına gerek yok. Eczacıbaşı Spor Kulübü, eğer şampiyon olmak istiyorsa, rakiplere bakmadan kendi gücünü yaratabilmeli. Rakibi yıkmak için değil, burada gerçek bir yapı oluşturabilmek için mücadele etmeli. Ben, VakıfBank'ın Guinness Rekorlar Kitabı'na girdiği zamanlar orada görev alıyordum. Oranın nasıl büyüdüğünü gördüm. Bu gibi ekollerin spor tarihinde değişime uğradığını, her kazananın bir gün kaybetme ânının başladığını biliyorum. Ben çocukken Eczacıbaşı Spor Kulübü set verince olay olurdu, şimdi hep beraber kupa bekliyoruz. Bu nedenle geçmişle geleceği birleştirmeye çalışan bir pozisyonda görüyorum ben kendimi. Ekolleri, dönemleri birleştirmeye çalışıyorum ve doğru yolda olduğumuzu fazlasıyla hissediyorum.
Hatta bu sezon oynanan VakıfBank maçı, sezonun geri kalanı için belki de kırılma ânıydı.
Çok iyi yakalamışsın, kesinlikle VakıfBank maçı. Sezon başından beri planladığım her şey, aşağı yukarı istediğim gibi gitti. Planların dışına çıkan nokta, takımdan VakıfBank maçı özelinde çok ciddi bir reaksiyon beklememdi, olmadı. Bunu daha sonrasında takımla, oyuncularla, teknik ekiple, hep birlikte yüzleşerek kabullendik. O yüzleşmeden sonra da oyun kalitemiz çok ciddi bir seviyede arttı. Umarım ki kalan bir-iki aylık süreçte şu anda oynadığımız oyunu muhafaza edebilir, üstüne koyabilir ve dahası zincirleri kırabiliriz. Sezonun sonu nasıl gelir bilmiyorum ama bu sezonla alakalı hatırlayacağım bir maç olacaksa, o maç kaybederken bize çok şey öğreten VakıfBank maçı olacak, orası kesin.
Peki ya kariyerinizdeki kırılma anları?
Eğer kırılmayı kabul etseydim, benim kırılma ânım çok fazlaydı. Mesela milli takımla olimpiyat elemelerini kaçırmış bir antrenörüm ben. Hem de ev sahibi olarak… Sadece elemeler de değil tabii, kariyerimde çok ciddi maçlar kaybettim. Ama geçmişi çok yaşamayan bir insanım. Sürekli çalışarak bir şeylerin elde edilebileceğini gördüm ve bu yoldan geri adım atmadım. Romanya'da benim teknik ekibim iki kişiden oluşuyordu, iki. Fizyoterapistime ilk antrenmanda servis atmayı öğrettim. Şimdi burada 15-20 kişilik bir ekibimiz var ama bu demek değildir ki o fizyoterapistten aldığım verimi buradaki ekibimden almayacağım. Aksine, o verimi daha fazla almak için her gün farklı şeyler düşünüyorum. Azim olmadan bu işin yapılabileceğini sanmıyorum, mümkün değil. Her sabah yatağınızdan kalkıp bu salona en zinde, en istekli şekilde gelmiyorsanız, burada başarılı olma şansınız yok.