Değişmeyen Voleybol Klasiği

12 dk

Herhangi bir branşta Avrupa başarısını hayal dahi edemediğimiz bir zamanda zihinsel devrimin fitilini ateşlemişti Eczacıbaşı. Kendi açtıkları yolda ilerlediler ve nihayet bu sezon Avrupa ve dünya şampiyonluğunu kazanarak zirveye çıktılar. Spor tarihimize geçen bu sıradışı sezonu ve daha fazlasını, emeği geçenlerle Eczacıbaşı Tesisleri'nde konuştuk.

Dünyaca tanınmış bir voleybolcu olmak nasıl bir duygu? Çok uzun süredir bir süper yıldızsınız.

Neslihan Demir: Böyle bir statüye sahip olacağım diye başlamadım bu işe. Bu işi severek yapıyorum. Çok güzel bir şey tabii, insan gurur duyuyor.

Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük voleybolcusu olduğunuzu düşünüyor musunuz? Bunu belki sizin söylemeniz biraz zordur ama böyle bir algı var.

N.D: Gerçekten kendim için böyle bir şey söyleyemem, umarım benden daha iyileri gelir.

Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu hikâyesine gelelim. Larson’un “En iyi oyunumuzu en gereken yerde oynadık” cümlesine katılıyor musunuz?

N.D: Çok doğru söylemiş. Kendi aramızda bazen konuşuyoruz. Takım kuruldu, ilk maça çıkıyoruz Bursa’yla, 3-2 kazanabildik. Biz de biraz “Eyvah, ne oluyor?” dedik. Ama o günlerden Final Four’a geldik. Ligde kötü oynadığınız her maçın telafisi oluyor, önemli olan gerektiği zaman iyi oynayabilmek. Tam zamanında, Final Four’da ne yapılması gerekiyorsa yaptık ve şampiyon olduk. Keza Dünya Şampiyonası’nda da öyle. Dünya Şampiyonası’na da kötü başladık ama sonra gerçekten bir turnuva takımı olduğumuzu kanıtladık ve hiçbir şekilde bırakmayarak sonuna kadar savaştık. Değişik bir seneydi.

Geçen sene Avrupa Ligi, Grand Prix sonrasında Dünya Şampiyonası oynandı. Yazın hiç eve gidemeyen oyuncular oldu; Kübra, Meliha gibi. Voleybol çok iyi yönetiliyor mu sizce?

N.D: Maalesef takvim çok yoğun ve böyle olmak zorunda. Belki en başarılı takım sporuyuz ama futbol kadar ilgi görmüyoruz. O yüzden daha fazla göz önünde olmaya ihtiyacımız var. Bu daha fazla turnuva anlamına geliyor. Kübra dedin, Meliha dedin... Onlar yolun çok başındalar. Biz bir çıkıyorduk sirk gibi: Japonya, oradan Sırbistan, sonra Çin, tekrar Japonya'ya… Tabii çok zor ama düzen böyle ve ayak uydurmak zorundayız.

Bu tempo sosyal hayatınızı nasıl etkiliyor?

N.D: Sosyal hayatımız olmadığı için etkilemiyor! Bana “Hobileriniz ne?” diye sorarsanız size en sevdiğim rengi söylerim! Maviyi severim ama nelerden hoşlanırım bilmiyorum. Hoşlanacağım şeyleri yapacak zamanım hiç olmadı. Biraz asosyal yanımız var çünkü hayatımız voleybola endeksli. Enstrüman çalabilir miyim bilmiyorum çünkü daha önce denemedim! Paintball oynamaktan hoşlanır mıyım? Hiç yapmadım ki. Hiçbir şey yapmadım.

Twitter’da kendinizi tanıttığınız bölüme yazdığınız da biraz bununla alakalı galiba: “Voleybolcu, başka da bir işe yaramaz.”

N.D: Özgeçmişime ne yazabilirim ki? Voleybol bitti ve işe gireceğim, ne yazayım? İyi perde takarım mı? Bulaşıkları güzel yıkarım mı? Özgeçmişime yazacak bir şeyim yok.

İtalya Ligi uzun süredir Türkiye’de yayımlanıyor ama "Dünyanın en iyi ligi" dediğimiz Türkiye Ligi maçları ve playoff'lar yurtdışında yayımlanmıyor. Bu lig; İtalya, Japonya veya Almanya gibi voleybolun sevildiği yerlerde izlense daha da motive olur musunuz?

N.D: Bence çok güzel olur. Herkes için motivasyon kaynağı olur. Ama voleybol camiası olarak biraz içimize kapanığız, biraz da iyi yapıyoruz aslında. Futbolcuları düşünün. O kadar ilgi bizde olsa yaşayacağımız ve düşeceğimiz durumlar... Maalesef Türkiye'de spor kültürü yok. Herkes ağzına geleni söyleyebiliyor. Bir kadın olarak ben bunu yaşamak istemem. Avrupa şampiyonu olmuşuz, gazetede spor haberi olarak "Bilmem kimin eşi, bilmem nereden çıkarken görüntülendi" diye yazılıyor. Ben bunları yaşamak istemiyorum. Hayatım var ve bu kadar göz önünde olmak istemem. Tabii voleybol büyüsün, global spor olsun ama ben bıraktıktan sonra.

Voleybolun bir 15-20 sene sonra nerelerde olacağını düşünüyorsunuz?

N.D: İnşallah hak ettiğinin çok üstünde yerlerde olur. Voleybolu takım sporlarının içinde ‘en takım sporu’ olarak görüyorum. Mesela futbol, evet takım sporu ama bir futbolcu tek başına gidip gol atabilir mi? Atabilir. Basketbolcu da aynı şekilde, gidip topu alıp sayıyı yapabilir. Ama bizde öyle değil. Topa bir kere dokunma hakkınız var ve sadece sizin iyi olmanız yetmiyor. Etrafınızdaki arkadaşlarınızın da iyi olması için ekstra çalışmanız gerekiyor. Bir çocuk küçük yaşta bunları öğrenirse bence hayata 1-0 önde başlar. Plazalarda çalışan arkadaşlarım var. Takım ruhu olsun diye paintball’a falan gidiyorlar. Sen bunu küçüklükten beri yaşayarak geliyorsun ve o ofise lider olarak giriyorsun. Profesyonel olmayacaksa bile insanlar hayatlarının bir döneminde voleybol oynamalı bence.

Şimdi spora başlasaydınız yine takım sporunu mu seçerdiniz? Yıldız özellikli, öne çıkan bir oyuncusunuz. Takım sporcusu olmaktan mutlu musunuz?

N.D: Kesinlikle çok mutluyum. Ben yine voleybolu seçerdim çünkü bireysel sporlarda tek başınasın. Çok sıkıcı. Ben tek başımayken kendimden sıkılıyorum bir süre sonra.

Maçların biraz kısalması gerektiğini düşünüyor musunuz? Voleybol camiası buna çok sıcak değildir genelde ama...

N.D: Voleybolda çok ölü zaman var. Sayı alınıyor, seviniyorsun, servise gidiyorsun, hakem kararları çıkıyor. Ölü zamanlar bence insanları uzaklaştırıyor. Bir dakika mola var, saha değiştir, karşıya geç... Bir ralli izliyorsunuz belki 15 saniye, akabinde 45 saniye diğer rallinin başlaması için hazırlık. Tempoyu düşüren bunlar. Bunları ayıklayabiliriz.

Ligdeki kalitenin milli takıma tam olarak yansımadığı söylenir hep. FIVB Sıralaması’nda 11'inci sıradayız. Bu eleştirilere katılıyor musunuz?

N.D: Dünya Şampiyonası, Avrupa Şampiyonası, hepsine eleme oynamadan katılıyoruz. Sıralamaya bakınca, hangi spor şu an dünya sıralamasında 11'inci sırada? Bana bir onu anlatsınlar önce. Bundan önce 7'nciydik, hadi biraz düştük diyelim ama 10-15 senedir hiçbir zaman 15’in altına düşmedik. Tabii biz de şampiyon olmak istiyoruz ama bu, o kadar kolay değil. Bizim için derler ki; Türk takımı çok savaşçıdır, asla bırakmaz. Bundan önce kimse Türkiye’yi tanımıyordu. Biz bu ekolü yarattık ve şimdi onun meyvelerini alma zamanı geliyor. Ama tabii biraz sabırlı olmak lazım. Şu an milli takımda oynayan oyuncular, kendi kulüplerinde çok kaliteli yabancılarla antrenman yapıyor ve hepsi her gün gelişiyor. Bu benim için de, en genç oyuncu için de geçerli. O yüzden biraz daha sabır gerektiğini düşünüyorum.

Voleybolu çok sevdiğiniz belli, artık senin için bir yaşam biçimi olmuş. Bıraktığın zaman nasıl olacak?

N.D: Delireceğim diye düşünüyorum! Bazen kendi aramızda, yaşıt arkadaşlar olarak da konuşuyoruz. Kumaş boyamaya falan gidiyoruz. Ben Derya Baykal olma yolunda gideceğim diyorum, her şeyi yapacağım! Gerçekten çok stresli bir hayatım var, üç günde bir maç oynuyorum. Yılda 115 gün falan gergin dolaşıyoruz biz, bu bittikten sonra ne olacak bilmiyoruz. Herhalde bunalıma falan gireceğiz!

Eczacıbaşı’ndaki ilk sezonunuz harika geçti.

Giovanni Caprara: Oldukça tatmin edici oldu. İki önemli turnuva kazandık. Altını çizmem gereken bir nokta var: Bu şampiyonlukları kadrodaki 14 oyuncuyu da kullanarak elde ettik. Dünya Kulüpler Şampiyonası’nda Japon takımına karşı ilk maçı kaybettikten sonra oyuncularıma şunu söyledim: “Bu maçı kaybettiğimiz için çok şanslıyız.” Hepsi önce afalladı tabii. İki haftadır sert maç oynamadığımızı, bu yenilgiyle beraber savaşmaya daha hazır olacağımızı anlattım. Eğer o maçı 3-0 kazansaydık, inanın yarı finalde elenirdik

Türkiye Ligi’nin kalitesi sizi etkiledi mi?

G.C: Dört tane çok güçlü takım var. Diğer takımlar ise o kadar üst seviye değil. Onlarla oynarken genç oyuncularımızı kullanmaya çalıştık. Bu tecrübe kazanmalarına yardımcı oldu.

İtalya Ligi çok uzun süre voleybolun NBA’i olarak görüldü ama ekonomik krize paralel olarak bir çöküş yaşadı. Bir İtalyan antrenör olarak bunu nasıl görüyorsunuz?

G.C: Ben İtalya Ligi ile ilgili olarak o kadar karamsar değilim. Evet, İtalya’da artık büyük bütçeler yok. Voleybol seviyesi de 10 yıl önce olduğu noktada değil. Ama hâlâ kabul edilebilir bir seviye var ve ligdeki bütün takımlar birbirine yakın düzeyde. Dolayısıyla her maç zevkli geçiyor.

Voleybolda maçların uzun sürmesi çağa entegrasyon anlamında bir sorun yaratıyor mu? Üç set üzerinden ya da 21 sayılık setlerle maçların oynanması bu konuda bir çözüm olabilir mi? Sezonun bu kadar uzun sürmesi doğru mu?

G.C: Açıkçası neyin daha iyi olacağını bilmiyorum ama 20 yıldır söylediğim bir şey var: Voleybol kuralları çok sık değişiyor. Bir kural koymalı ve bunun, mesela dört yıl geçerli kalacağını ilan etmek zorundasınız. O dört yılın sonunda mevzubahis kural iyi mi kötü mü değerlendirirsiniz. Sezon da aynı şekilde çok uzun sürüyor çünkü milli takımlar bazında son derece gereksiz turnuvalar oynanıyor. Kıta şampiyonaları varken olimpiyata gidebilmek için Dünya Kupası oynanmasının mantığını anlamıyorum. Oyuncuların en az üç hafta voleyboldan uzaklaşıp dinlenmesi gerekiyor. Bunu sağlayabilmek için de milli takım koçlarının kulüp takımı koçlarıyla sürekli iletişimde olması gerekli. Ama mesela İtalya’da, beş yıl boyunca milli takımlardan kimse benimle oyuncularım hakkında konuşmadı. Oyuncuların ilerlemesini sağlamak biz koçların asli görevidir.

Bu anlamda FIVB ve CEV’in iyi çalıştığını, voleybolu ileri taşımak için gerekli önlemleri aldığını düşünüyor musunuz?

G.C: Her zaman daha iyisi olabilir. Mesela Şampiyonlar Ligi Final Four’una ev sahipliği yapacak şehir daha önceden belli olursa hazırlık yapmak tüm paydaşlar için kolaylaşacaktır. Bence asıl problem, şu anda sadece paraya konsantre olunması. Bir organizasyon yapılacağı zaman para, şov, teknik imkânlar ve her şey beraber düşünülmek zorunda. Üzgünüm ama bunu söylemek zorundayım, Azerbaycan’a verilen organizasyonlarda bunu derinden yaşıyoruz. Ve bir şey daha var, nasıl oluyor da sadece beş takımlı lige sahip olan Azerbaycan’dan üç takım Şampiyonlar Ligi’nde oynayabiliyor? Böyle şeyleri aklım almıyor.

Gelecek sezonki hedefler ne olacak? Bu kadar büyük başarılardan sonra motivasyonu aynı ölçüde sağlayabilecek misiniz?

G.C: Benim için dünyadaki en kolay iş bu inanın. Zürih’ten İstanbul’a dönerken uçakta gelecek sezonla ilgili olarak defterime notlar almaya başladım bile. Ben her zaman ileriyi düşünürüm. Böyle de olmak zorunda. Bir koç olarak öncelikle ben kendimi geliştirmeye çalışmalıyım ki oyuncularımı geliştirebileyim. Daha iyi İngilizce konuşmam gerekiyor. Gelecek sene neleri daha iyi yapabiliriz, üzerinde düşünmem gerekiyor. Eczacıbaşı’na büyük bir bağlılığım var artık. Çok fazla insanın bilmediği bir detay anlatayım. Dünya Kulüpler Şampiyonası’nda final gününün sabahı İtalya’ya gitmem gerekiyordu. Kızım için özel bir gündü, kiliseye ilk kez kabul edilecekti. Bu Katolikler için çok önemli bir gündür ve hayatta sadece tek sefer olur. Ben otomobille gitmek için bir talepte bulunmuştum. Kulüp ise her şeyi ayarlayıp bana bir özel uçak tahsis etti! Kızımla beraber üç saat geçirip Zürih’e döndüm ve final maçında takımın başındaydım. Böyle bir jestten sonra artık buraya bir gönül borcum var. Öyle ki bu olaydan biraz daha bahsedersek ağlamaya başlayacağım.

Sezonla ilgili ne söylemek istersiniz? En büyük iki kupayı kazandınız.

Christiane Fürst: Olağanüstü bir sezon oldu. Yeni bir takım inşa etmek zorundaydık birçok yeni oyuncu geldi. İlk andan itibaren takımda büyük bir harmoni oluştu aslına bakarsanız. Koçun felsefesine adapte olmaya gayret ettik. Her gün daha iyiye gitmeye çalıştık. Ama önemli bir nokta var; tüm bu iyi işaretlere rağmen kendimize belirli hedefler koymaktan kaçındık. “Tamam, şimdi bundan sonra şunu şunu kazanmak istiyoruz” gibi yani. Gün gün, maç maç ilerlemek zorundaydık. Şampiyonlar Ligi kupası, Eczacıbaşı gibi büyük bir kulübün müzesinde yoktu. Türkiye Ligi play-off’larında iyi oynamadık ama sezonu Dünya Kulüpler Şampiyonası ile müthiş bir şekilde kapatma şansımız olduğunun bilincindeydik. Çok yorgun olmamıza rağmen bu bilinçle hareket ettik ve hepimiz, her profesyonel sporcunun hayalini kurduğu biçimde büyük bir final oynayıp kupayla sezonu bitirdik. Bu takımın mensubu herkes, insan olarak harika. Neslihan mesela. Çok uzun yıllardır burada ve bir süper yıldız. Ama çok doğal, çok normal biri. Ve oldukça eğlenceli. Sadece saha içine bakıp onun biraz burnu büyük olduğunu düşünenler olabilir. Ama değil. Yakınında bile değil hatta. 20 yaşındaki bir oyuncuyla şakalaşabiliyor. Böyle bir grubun bir takım olarak kalabilmesi, beraber yürüyebilmesi de kolaylaşıyor.

Türkiye’de üç büyük takımda da oynadınız: Fenerbahçe, VakıfBank ve Eczacıbaşı. Kıyaslama yapabilir misiniz? Ve genel anlamda Türkiye Ligi’nin kalitesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

C.F: Bu ligin beş yıl önceki halini hatırlıyorum. Kalite kesinlikle arttı. Tepedeki yarışa ek olarak artık 4, 5 ve 6'ncı takımlar arasındaki fark da azalıyor. Bence bu harika, zira böyle bir ligde oynamak uluslararası şampiyonalar için de hazırlanmanız anlamına geliyor. Sadece antrenman yaparak Şampiyonlar Ligi’ne katılamazsınız. Eczacıbaşı inanılmaz bir kulüp. Türkiye’de oynadığım takımlar içerisinde en iyi organizasyona sahip, en profesyonelce işleyen kulüp olduğunu söyleyebilirim. Bulunduğunuz yerde iyi bir ortam oluşturulmuşsa, ihtiyaçlarınız karşılanıyor, oyuncular olarak sizin ne beklediğiniz önemseniyorsa başarı çok daha mümkün hale geliyor. Eczacıbaşı oyuncularını önemsiyor. Maçlara gelip bizi desteklemeye çalışıyorlar, yanımızda olduklarını hissedebiliyoruz. Başkanımız bu yapının bir parçası olmak istiyor ve bütün bunlar mutluluk verici.

Bir Alman olarak Türkiye deneyiminin sizi zorladığı zamanlar oldu mu? Bir tarafta Almanların düzen ve disiplini merkez alan felsefeleri var. Burada ise her şey bir parça kaotik.

C.F: Türkiye’ye gelmeden önce üç sene İtalya’da oynadım. Birçok şeyle karşılaştım ve sonuçta üstesinden gelebildim. O tecrübe sayesinde yıllar içerisinde burada karşılaştığım her durumda daha sakin kalabildiğimi düşünüyorum. Öte yandan, ben de tipik Alman sayılmam. Rahat yapım var. Elbette kendimle ilgili belli kurallara sahibim. Disiplinliyim ve Doğu Almanya’nın hafif Rus esintilerine sahip eski usul spor ekolünden geliyorum. Belki de buradaki kızların hiçbirinin yapmadığı şekilde çalışarak büyüdüm. Ve inanın bana, etrafta gırgır yapacak hiçbir şey yoktu! Molalarda bile belli bir şekilde durup dinlemek zorundaydık, aksi halde azar işitirdik.

Eğitiminden bahsedelim biraz. İki üniversite okuduğunuz doğru mu?

C.F: İki yıl önce tarih yüksek lisansımı tamamladım. VakıfBank ile her şeyi kazandığımız 2013 sezonunda bir taraftan altı ay boyunca tezimi yazdım! Geçen sene ise Hagen Üniversitesi’nde politika okumaya başladım. Derslere gitmek mecburiyetinde değilim. Bitirebilecek miyim, onu bilmiyorum. Ancak öylece oturmayı sevmiyorum. Mutlaka bir şeylerle meşgul olmam, okumam gerekli.

Voleybol pastasındaki para diğer sporlara nazaran azalıyor. Siz voleybolcular gibi uzun boylu, atlet, yetenekli sporcu adaylarını diğer sporlara kaptırmamak zor olmayacak mı?

C.F: Öyle diyorsun ama Türkiye’ye bakarsan, eğer kızlar bir şekilde iyi kulüplerde voleybola başlayabilirlerse, genç yaşta çok iyi paralar kazanabiliyor. Almanya'da en büyük sorun gençlerden A takıma yükselebilmek. O noktada eğitimle spor kariyeri arasında bir tercih yapmak gerekiyor. Ama Türkiye’de genç oyuncular için bu tercihler ve çalışmaya devam etmek daha kolay. Dediğim gibi; iyi kazanıyorlar. Çok erken ve çok kolay para kazanıyorlar. Almanya’da böyle değil. Sporu ve okulu bir arada götürebilmek için büyük bir tutkuya ihtiyaç var ve işin içinde buradaki gibi büyük paralar olmadığından, her Alman oyuncu eğitimine önem verip voleyboldan sonraki hayatını da düşünmek zorunda.

Bu sezonla ilgili neler söylemek istersiniz? Başlangıçta zorlandınız ama Final Four ile birlikte sanki her şey tam zamanında yerine oturdu.

Maja Poljak: Sezon öncesi takımda çok değişiklik oldu. Yeni yabancılar, yeni bir koç geldi. Dolayısıyla dişlilerin oturması zaman aldı. Bu uzun bir süreç ama söylediğin gibi, Final Four'da her şey rayına girdi. Aslında kilit nokta Volero Zürih ile eşleşmemiz oldu. Orada ikinci maçta altın set oynamak durumunda kaldık ve neredeyse Final Four’a gidemiyorduk, birçok şeyi riske attık. Hiçbir şeyin yolunda gitmediği günlerden biriydi. Ama güçlük yaşadığımız anda müthiş bir karakter ve takım ruhu gösterdik. VakıfBank yarı finali de önemli ama deplasmandaki Volero maçı kesinlikle sezonun kırılma anıydı. Şampiyonlar Ligi’ni kazandıktan sonra Türkiye Ligi’nde sorunlar yaşadık. Maalesef kilit oyuncularımızdan Bethania de la Cruz sakatlık geçirdi. İnsanlar Türkiye Ligi’nin bizim için hayal kırıklığı olduğunu söyleyebilir ama Dünya Kulüpler Şampiyonası ile telafi ettiğimizi düşünüyorum. Kötü play-off sonrası koç oyunculara güvendi ve bilhassa Neslihan’ın katkısı muhteşemdi. Bence Jordan (Larson) ile beraber MVP olmayı hak etti. Ödülü paylaşamadıkları için üzgünüm!

Çok uzun süredir buradasınız. Türkiye Ligi'nin kalitesini nasıl yorumlarsınız? Dünyadaki en iyi lig olduğu övgüsüne katılıyor musunuz?

M.P: Evet bence bu lig, şu anda dünyadaki en iyi lig. Buraya yedi yıl önce geldim ve her sene ligin biraz daha ilerlediğine şahit oldum. Her sene kalitenin artması mükemmel. Hep daha iyi yabancılar geliyor ve böylelikle genç Türk oyuncular deneyim kazanıp gelişiyorlar. Kariyerli koçları da unutmayalım. Bence Türk voleybolu kesinlikle doğru yolda ilerliyor.

Bundan sonra Ezcacıbaşı için hedefler ne olacak? En büyük iki kupayı kaldırdınız, yeni sezona motive olmak bir mesele teşkil edebilir mi?

M.P: Önümüzde bataryalarımızı şarj edebilmek için uzun bir zaman var. Ne olursa olsun savaşmaya devam edeceğimizi söyleyebilirim çünkü takımımızdaki her oyuncu çok çalışkan. Kazanmayı çok seven biriyim. Bu duyguları seneye yeniden yaşamak istiyorum. Dolayısıyla motivasyon problem olmayacaktır. İşlerin daha zor olacağı kesin zira bu sene yarıştığımız kulvarlarda en büyük favori değildik. Gelecek sene bu unvanları korumak için yola çıkacağız. Kupa kazanmak çok zor ama daha da zor olanı o kupaları tekrar tekrar kazanabilmek. Çok çalışmamız gerekiyor ama benim bu takıma olan inancım tam.

Son yıllarda ülkeniz Hırvatistan’dan heyecan verici genç voleybolcuların çıktığını pek görmüyoruz. Ama mesela teniste büyük bir üretim var. Çocukları voleybola özendirmek için doğru koşullar mevcut mu? Voleybol efsanesisiniz ama genç bir tenisçi kadar şöhretli değilsiniz. Bir problem yok mu?

M.P: Bu spor dünyasını iyi anlamakla ilgili. Bazı sporlar, spor olmanın ötesinde, bir iş. Tenis ve futbol örneklerinde olduğu gibi. Onların realitesi bizimkinden farklı. Voleybol, takım sporu olarak, bilhassa kadınlar için belki de dünyadaki en önemli spor ve bundan çok mutluyum. Voleybolun pazarlanmasıyla ilgili kurumların iyi iş çıkardığını söyleyebilirim. Bu biraz da ülkeden ülkeye değişen bir şey. Elbette dünyada bizimkinden daha popüler sporlar var; Amerikan futbolu, beyzbol ve diğerleri… Ama ne yapabiliriz bilmiyorum. Avrupa ölçeğinde voleybolun bulunduğu yer tatmin edici.

Kendi pozisyonunuzda dünyanın en iyilerindensiniz ve artık Eczacıbaşı efsanesi olduğunuz söylenebilir. Efsane olmak nasıl hissettiriyor?

M.P: Voleybolun tarihinde birçok büyük oyuncu var. Ben sadece böylesi harika bir takımın bir üyesi olmaktan dolayı mutluyum. Bu olağanüstü oyuncularla ve daha da ötesi olağanüstü insanlarla yan yana oynadığım için kendimi şanslı sayıyorum. Tek bir antrenmana bile düşük motivasyonla geldiğimi hatırlamıyorum. Eğer sevdiğiniz işi, sevdiğiniz insanlarla beraber yapma fırsatına sahipseniz bu sıra dışı bir şey.

Peki bu daha önce hiç oldu mu? Motivasyonununuzun düşmesi yani. Çünkü herkes sizinle ilgili aynı şeyi düşünüyor: Maja Poljak savaşçıdır ve hep en iyisini vermeye gayret eder.

M.P: Teşekkür ederim. Ama her insan için geçerli bu. Bazı günler daha hırslısınızdır, bazı günler daha az. Ben hiçbir zaman “Bugün de antrenman yapmasam” diye düşünen bir oyuncu olmadım ama bu sezonki gibi sağlıklı bir atmosfere sahip olmak her şeyi çok daha kolaylaştırıyor. Fiziksel olarak ağır idmanlar yapmak zorunda olduğunuzda bile salona gidip arkadaşlarınızla şakalaşmak, o yorgunluğu minimum hissetmenize yardımcı oluyor.

Socrates Dergi