Değişmeyen Tek Şey...

12 dk

El Clasico'dan City-Liverpool'a, Mourinho-Guardiola savaşından Messi-Ronaldo rekabetine... Modern futbolun farklı cephelerini ünlü gazeteci Ken Early ile konuştuk.

Nisan ayında The Irish Times yazarı Ken Early, futbolun yeni düzeni üzerine bir yazı kaleme aldı. Metin, Liverpool-Huddersfield Town maçının 15. saniyesinde atılan golle başlıyordu. Early, şöyle yazıyordu:

"Bu 15 saniye, oyunun nasıl değiştiğini de gösteriyor. En başta, Huddersfield topu Liverpool yarı sahasına şişirmek yerine, savunmadan ayağa kısa paslarla çıkmayı tercih etti. Bu tercih Huddersfield gibi bir takım için çok da zekice görünmeyebilir; zira uzun top oynamak, düşük bütçeli Barcelona olmaya çalışmaktan çok daha kolaydır. Sonuçta Lössl topa gelişigüzel bir tokat indirseydi bu golü yemek zorunda kalmazlardı. Ancak bu yaklaşım daha başarılı olmalarını sağlar mıydı? Cardiff'in eski kafalı oyun tarzının kendilerine pek faydasının dokunmadığını biliyoruz. Huddersfield böyle bir oyun açılışıyla birçok takıma karşı sorun yaşamazdı. Ama bu seferlik Liverpool'un pres organizasyonuyla dağıldılar. İzlediğimiz bu gol; öncelikle Keita'nın doğru zamanlaması ve forvet koşusu, sonrasında ise Sturridge'in kalecinin pas açısını tam zamanında kapatması ve Salah ile Mane'nin doğru pozisyon almasıyla, dört oyuncunun dâhil olduğu ve yarısının topa bile dokunmadığı takım olarak atılmış bir goldü. En üst seviye futbolun geldiği nokta işte tam olarak bu: Takımlar o kadar hızlı ve otomatik hareket ediyor ki ne olduğunu anlamak için pozisyonları birkaç kez izlemek gerekiyor."

2010'lar futbolu üzerine düşünürken Ken Early'yi aradık. Sohbetimize o golden başladık, sonrasında odağımız başka ülkelere kaydı.

Liverpool'un Huddersfield karşısında bulduğu erken gol dikkatimi çekmiş, bana yeni bir yazı fikri vermişti. Zira Klopp'un öğrencileri başlama vuruşuyla beraber muhteşem bir ahenk içinde rakip kaleye basmıştı. O gün, Manchester City ve Liverpool ile diğer takımları ayıran şeyi görmüştüm. Yirmi sene öncesiyle kıyasladığımda şunu görüyordum, rakibinin ne yapacağını bu kadar çok inceleyen, ona göre plan oluşturan, o boşlukları avantaja çevirmeye çalışan bu kadar takım yoktu eskiden...

O yazımda "Oyun değişiyor, sistemler değişiyor, yorumcular da buna uygun olarak değişmeli" demiştim. Bu, modern futbol seyircisi için de geçerli mi? Elbette olabilir ama neticede yorumculardan beklenen daha fazla olmalı. Çünkü oyunun nasıl değiştiğini, seyrettikleri şeyi anlamalılar ama çoğu zaman durum böyle değil. Yoksa oyuna eğlence penceresinden yaklaşan taraftarların işi sahada olup bitenleri dikkatli bir şekilde izleyip sahadaki şeyleri analiz etmek değil. Taraftarlar oyunu anlamak yerine takımlarını destekleyebilirler, bunda bir problem yok ancak yorumcular oyunda neler olduğuna dair daha derin bir anlayışa sahip olmalılar. "Bu oyuncunun karakterinde bu yok", "Şu oyuncu bunu yapmalı" gibi yorumlar artık büyük resmi tam anlatmıyor. Sonuçta, bireysel oyuncuların performansı takım arkadaşlarına ve etraflarında olup bitene göre şekillenir. Sahada 22 oyuncu var, sadece birisinin oyunu domine etmesi çok zor. Günümüzün en iyi takımlarına bakalım, takım oyunu ve organizasyonları hemen dikkat çeker.

2010'lara damga vuran antrenörlere bakarsak... Aslında Mourinho'nun kariyeri bu on yıldan erken başladı. Porto'da 2002-2003'te başarılı oldu, 2004'te Şampiyonlar Ligi'ni kazandı ve bu çizgisini Chelsea'ye taşıdı. Oyunu tamamen geçişlerle ilgiliydi ve bence çoğu teknik adam, Mourinho'nun o stilini kopyaladı. Bir takım topu kaybederse ne olur, özellikle de rakibiniz topu kaybederse ne yapmanız gerekir? Çok hızlı şekilde hücum edebilir misiniz? Rakibinizin boş bıraktığı alanları kullanabilir misiniz? Oyun anlayışı buydu.

Pep Guardiola, Jose Mourinho'ya nazaran bu on senede daha büyük etki yarattı çünkü Mourinho, Guardiola geldikten sonra yeni bir şeyle karşımıza çıkmadı. Takımları her geçen gün daha defansif olmaya başladı. Geriye yaslanıp rakibin yapacağı bir hatayı aramaya başladılar. Portekizli, son on senede bunu ekstrem bir şekilde yaptı ve bu yüzden beklenildiği kadar başarılı olamadı. Guardiola'nın Barcelona'sı seviyeyi çok üste çıkardı. O takımı izleyen herkes daha önce böyle bir şey görmediğini ifade ediyordu. Dolayısıyla iki kariyeri kıyaslarsanız Guardiola'nın etkisi daha fazladır. Bu on yıllık periyotta onun takımlarının daha başarılı olduğunu da görebiliyoruz.

Inter'in Barcelona'yı elemesi Mourinho'nun kariyerindeki en büyük zaferdi. Barcelona'ya karşı savunma yapılabileceğini gösterdi. Radikal bir karşılaşmaydı. Inter'de Thiago Motta ilk yarıda kırmızı kart görmüştü. Sonraki yıllarda Mourinho bu maçla ilgili konuşurken ilginç şeyler söyledi. Mesela oyuncularına şunu demiş: "Topu istemiyoruz, bu maçta top dikkat dağıtır. Topa dikkatinizi vermeyin, önemli olan alanlar. Eğer topa dikkatinizi verirseniz alanlarınızı boş bırakacaksınız ve onların da istediği tam olarak bu." Ne kadar çılgınca, değil mi! Teknik direktörünüz topla ilgilenmemenizi söylüyor. Radikal dememin sebebi bu. Belki biraz şanslılardı, belki Barcelona o gece ilk yarıda bir gol bulsaydı kolaylıkla yenebilirdi fakat bu taktik işe yaradı.

Şimdilerde Tottenham Hotspur ile anlaştı ama Mourinho ile ilgili problem şu: Günümüzde eğer büyük takımlarla sözleşme imzalarsanız yenmeniz gereken birçok maç var ve tüm maçlarda defansif oynamanız mümkün değil. Eğer Manchester City ve Real Madrid'de çalışıyorsanız sizden hem bütün maçları kazanmanız hem de tüm maç topu kontrol etmeniz istenir. Ve Portekizli, genellikle diğer takımlar topu kontrol ettiğinde daha başarılı. Bu denklem Inter-Barcelona karşılaşmasında işe yarayabilir ancak Real Madrid ya da Manchester United'ı çalıştırıyorsanız yaramaz. Taraftarlar, medya, etrafınızdaki herkes sizden fazlasını bekler.

Bu on yılın içerisinde El Clasico'nun yeri de değişti ama iki takımı kıyasladığımda şunu söyleyebilirim. Genel anlamda Barcelona çok daha önemli bir etki bıraktı. Real Madrid defalarca Şampiyonlar Ligi'ni kazandı, ki bu inanılmaz bir iş, ama bunu biraz da şans yanınızdaysa yapabilirsiniz. Diğer yandan La Liga gibi bir ligi her sene şansla kazanamazsınız. Barcelona bu on senede o anlamda daha istikrarlı ve güçlü taraftı.

İspanya'nın şampiyon çekirdeği o oyun anlayışından doğdu. Xavi, Busquets, Iniesta ve David Villa... Fabregas, Pique, Pedro gibi oyuncular da dâhil olmak üzere tüm orta saha Barcelona'dandı. Kulübün oyunu da İspanya'nın stratejisine etki etmişti; topu kaybetme, topa sahip ol. Her zaman boş adamı ara. Büyük takımların hiçbiri bu anlayışla mücadele edememişken milli takımların bunu yapması imkânsızdı. Milli takımlar birbirleriyle çok fazla zaman geçiremiyor, oyuncular arkadaşlarını yeteri kadar tanımıyor, hâliyle organizasyon anlamında kulüp takımlarından iyi olamıyorlar. En üst düzeydeki kulüp takımlarının durduramadığı bir takımı milli takımların durduramaması çok normal. 2010 Dünya Kupası ve Euro 2012'deki İspanya yenilmesi en güç takımların başında geliyordu.

Ülkeler bazında İspanya oyuna daha çok etki eden ülke oldu ama Almanya'ya da dikkat etmemiz gerekir. Borussia Dortmund sayesinde Klopp tarzı da türemiş oldu ki bu bir manada Guardiola'nın topa sahip olma oyununa karşı bir reaksiyondu. İnsanlar eğer rakip takımın kalesinin önünde savunma yapmaya başlarsak ne olur diye sormaya başladı. Bizim kalemize kadar gelip hata yapmalarını bekleyene kadar bunu onların kalesine giderek yapacağız dediler. Mourinho'nun Barcelona'yı durdurma çözümü, "Penaltı noktasında savunma yapalım, alanları boş bırakmayalım ve top yüzünden dikkatimizi dağıtmayalım" şeklindeydi. Jürgen Klopp'unki ise "Onlara hücum edelim ve beklemedikleri noktalarda onları zorlayalım" üzerine kuruluydu. Aynı sorunu çözmek için farklı iki yol vardı karşımızda. Ve diğer çözüm son birkaç seneyi etkileyen oyun konumunda.

Organizasyonlardan, takımlardan, sistemlerden bahsettik ama elbette bu on yılı bireyler üzerinden de konuşabiliriz. Günümüz futboluna bakalım. Şu an mücadele eden birçok yetenek küçükken Messi'yi izlemiş ve stillerinde onun etkisi var. Bu da normal zira küçüklükten beri onu izliyorlar. Futbol tarihine baktığımızda uzun süre takımlarının en golcü isimleri santrforlar oldu, takımlarının lideriydiler. Ancak şimdi kanat oyuncuları bu rolü aldı. Messi gibi 'sahte 9'a evrilen oyuncular... Atıyorum, sağ kanatta başlayıp merkeze doğru gelerek etkili oluyor ve bunca golü o sayede atıyor. Keza Ronaldo da aynı. Anlaşıldı ki kanatlardan merkeze girmek, merkezde durup top beklemekten daha fazla gol getiriyor. Messi ve Ronaldo bu stili popülerleştirdi.

Artık fark yaratan şey ceza sahası içerisine girmek, ceza sahası içerisinde kalmak değil. Şimdiki 9 numaralar golden ziyade fırsat yaratan oyuncu konumundalar. Mesela Firmino: en ileride oynamasına rağmen işi gol atmaktan ziyade takımın etrafında oynayabilmesi için bir çevre yaratmak. Kendi arkadaşlarını ve rakip oyuncuları yerlerinden edip hareketlendirmek, doğru pasları atmak... 15-20 sene öncesinde merkez santrforların görevi hücum etmek ve gelen ortalara kafa vurmak üzerine kuruluydu. Messi ve Ronaldo'nun başarısı, bu durumu değiştirdi. Şunu da belirtmeli, örneğin Arsenal'dayken Thierry Henry de benzer bir rolde oynuyordu. Ancak o; Ronaldo ve Messi gibi senede 60-70 gol atamıyordu.

Aynı bireyselliğin içinde başka bir tarafa bakalım. Messi'nin Arjantin'de oynadığı maçları görmüşsünüzdür. Ne vardı orada? Organize olmayan bir takım, vasat takım arkadaşları, istediği kadar üretemeyen, mutsuz bir süper yıldız… Bahsettiğimiz isim tarihin en iyi oyuncusu ve o bile organize olmayan bir takımda yeterince iyi oynayamıyor. Eğer hep Arjantin gibi bir takımda olsaydı ona dünyanın en iyi oyuncusu der miydik? Neticede doğaüstü yetenekle Barcelona gibi harika bir organizasyonu birleştirmek önemli. Öte yandan, Ronaldo bunu birkaç takımda başarabildi. Diego Simeone, Dünya Kupası'nı izlerken bir arkadaşına Arjantin maçı ile ilgili mesaj atmıştı ve Messi'nin yeterince iyi olmadığını söylemişti. Sonrasında eğer bir teknik adamsanız ve sıradan bir takıma Messi ya da Ronaldo'yu seçecekseniz Ronaldo'yu tercih edeceğini söylemişti. Çünkü uzun, fizikli ve etrafında çok da büyük bir sistem kurmaya gerek yok. Takımınız kötü olsa da bu adam tek başına çoğu şeyi yapabilir. Messi de elbette yapabilir ama Ronaldo daha fazlasını sunabilir. Daha oturmuş bir takımdaysa Ronaldo'nun yapamadığı ve Messi'nin yapabildiği birçok şey var.

Kişisel olarak Messi'nin en sevdiğim tarafı şu: Fark yaratmak için maçın büyük bölümünde koşmasına gerek yok. Boşlukları çok iyi değerlendiriyor, bazen işini topsuz alanda bitiriyor. Oynadığı maçlara bakarsanız çoğu zaman en az koşan oyuncu olduğunu görürsünüz. 2014 Dünya Kupası'nı hatırlıyorum, uzatmalara giden Arjantin-İsviçre maçında Messi'yi izlerken başlarda âdeta hareket etmiyor gibiydi ama karşılaşma uzatmalara gittiğinde topu aldı, birkaç kişiyi çalımladı ve gol pasını Di Maria'ya verdi. İş bitmişti. İnanılmaz akıllı bir oyuncu, enerjisini saklıyor ve doğru anları bekliyor. Ancak zamanla herkes yaşlanıyor. Şimdilerde o eski atletizmine ve enerjisine sahip değil. Guardiola birkaç hafta önce Messi için, "Şimdi benim dönemimdeki gibi koşmayı denerse iki haftada bir sakatlanır" demişti. Fiziksel olarak geriye düşmesi kendi takımları için de bir sorun ve bu durum geçen sezonki Liverpool eşleşmesinde ortaya çıktı. Rövanşın ilk yarısında birkaç fırsat yarattı ancak sonrasında ikinci yarıda maçı izliyor gibiydi. Hiçbir şey yapamadı.

Real Madrid'in Barcelona gibi bir felsefesi yok ama en iyi oyuncuları almak üzerine kurulu bir sistemleri var. Barcelona da buna biraz kaymaya başladı son birkaç senede. 2015'te Messi, Suarez ve Neymar'a sahiplerken biraz Real Madrid'i andırıyorlardı. Guardiola tarzından uzaklaşmaya başlamışlardı ama o kadar iyi oynuyorlardı ki bunun bir önemi yoktu. Fakat buna rağmen o aralıkta Barcelona bir, Real Madrid üç kez Şampiyonlar Ligi kazandı. Tabii ki şans da yanlarındaydı ama günün sonunda bunun bir önemi yok. Real Madrid en iyi oyuncuları her zaman alacak, bu yüzden karşılarına başka bir şeyle çıkmanız gerekiyor ve Liverpool bunu başardı. Ne kadar devam ettirebilirler bilmiyorum ama başardılar işte. En iyi oyuncuları almadılar, en pahalı transferleri yapmadılar ama en üst seviyedeler. Mane ve Salah transfer edildiğinde böylesine parlak isimler değillerdi. Örneğin Salah ilk geldiğinde Chelsea'de başarısız olmuş, şansını birkaç yerde denemiş, istikrarsız bir yetenek olarak gözüküyordu. Avrupa'daki en iyi oyuncu olarak gelmedi, Liverpool'da öyle oldu. Büyük bir sistem ona yardımcı oldu. Aynısı Mane için de geçerli. Southampton'dan gelmiş bir oyuncu şimdilerde Ballon d'Or adaylarından biri olarak kabul edliyor. Real Madrid her zaman dünyanın en iyi oyuncularını alacak ve en üst seviyede rekabet edecek ama diğer takımların işlemek için takip edebilecekleri fikirler ve sistemler var.

Zinedine Zidane konusuna başlarken Rafael Benitez dönemini referans alabiliriz. Real Madrid'de bir teknik adamın en az yapması gereken şey teknik adamlık. O günler geride kaldı. Carlo Ancelotti gibi Zidane da Madrid'deki işlerine doğru bir açıdan yaklaştı. Okuldaki bir öğretmen gibi futbolculara öğüt vermektense oyunu kendilerinin oynamasını istemek daha mantıklı. Zidane da bir anlamda "Benim buradaki işim en doğru takımı seçip en mantıklı şekilde oyun oynatmak" dedi. Ve bu seviyede oyuncular bazen sizden bunu istiyor. Mesela Klopp gibi bir isim Real Madrid'de sıkıntı çekebilir. Çünkü o, oyuncularından birçok şey bekliyor. Koşmalarını, acı çekmelerini istiyor ve bunun pazarlığını asla yapmaz. Madrid'deki oyuncular, "Biz istediğimiz gibi oynarız" diyebilir ve futbola Alman teknik adam gibi yaklaşanlar öyle bir atmosferde zorlanabilir. Liverpool'da Madrid'deki gibi mega şöhretler yok ve bu yüzden direktifleri nizami şekilde uyguluyorlar.

On yıl biterken futbolun ekseninin İspanya'dan Ada'ya kaymasının sebebi en basit şekilde para. Guardiola ve Klopp bu yüzden orada. Dünya Kupası'na en çok oyuncu gönderen ligin Premier Lig olması da tesadüf değil. İspanya'da iki zengin kulüp var, geri kalanların ise çok parası yok. İngiltere'de Everton gibi sıradan bir takım bile birçok uluslararası futbolcu bulundurabiliyor. Richarlison, Sigurdsson gibi oyuncuları takımınıza katmak ekonomik anlamda kolay değil ama orada standart takımlar bile bunu başarabiliyor. İspanya'da ise Everton muadili bir takıma baktığınızda o kadar fazla uluslararası oyuncuya sahip olmadıklarını görüyorsunuz çünkü büyük bütçeleri yok. İşte aradaki farkı yaratan şey bu. İngiltere'nin en büyük lig olmasındaki sebep bu ama söz ettiğimiz sistem uzun süre devam edebilecek düzeyde değil. Para elbette en iyi hocaları da beraberinde getiriyor. Premier Lig'de en iyi teknik adamların bulunduğunu söyleyebiliriz fakat para olmasaydı onlar da orada olmazdı. Bu kadar basit.

Premier Lig'in etkisi İngiltere Milli Takımı'na yansır mı? Bilemiyorum. Fakat milli takımı meydana getiren nesilleri ele alırsanız geçmişteki İngiliz oyuncuların oldukça zıttı bir kadro görüyorsunuz. Messi-Ronaldo etkisi diyoruz ya, İngiltere'deki birçok genç yetenekte de aynı tarz var. Büyük yıldızları görüyorlar, defalarca izliyorlar ve sahaya çıkıp gördüklerini taklit ediyorlar. Eskiden de bu vardı elbette. Zlatan'ın küçükken en sevdiği futbolcu Brezilyalı Ronaldo'ydu ama başlarda idolü onun için birkaç özel klipten ibaretti. Yapabildiği tek şey izlediği kısıtlı videolardaki hareketleri tekrarlamaktı. Şimdilerde YouTube açıp sayısız yetenek videosu izleyebilirsiniz. Dolayısıyla, şimdiki futbolcuları izlerken kapasitelerinin geleneksel İngiliz oyuncularından farklı bir yerde olduğunu düşünüyorum. Bu durum turnuva kazandıracak bir takım yaratabilir mi, bundan emin değilim.

Çünkü bunun için biraz da şansa ihtiyacınız var. İngilizlerde birçok kaliteli kanat, forvet var ama orta sahada oyunu tutabilecek oyunculardan yoksunlar. Xavi, Iniesta gibi ayaklara sahip değiller yani. İyi savunma oyuncuları, çok iyi forvetleri var ama tempoyu ayarlayacak, kontrol edecek kimseleri yok. 2018 Dünya Kupası'nda Modric, Rakitic, Pogba ve Kante oyunu kontrol etmişti ama bu isimlerin bir benzeri İngiltere'de yok. Lig açısındansa evet, Guardiola kendi oyununu Ada'ya getirdi ama yeni bir şeyi icat etmedi. Klopp da öyle... İkisi de Bundesliga'da yaptıklarını daha etkili oyuncularla, daha çok koşarak, daha iyi şekilde uyguluyorlar. Fakat bu durum var olan fikrin ileriye gitmesi, yeni bir düşüncenin ortaya çıkması şeklinde tezahür etmedi. Peki İngiltere'deki koltuklarında uzun süre kalacaklar mı? Fikrim yok, belki de bu macera düşündüğümüz kadar uzun sürmez. Mesela Klopp... Şampiyonlar Ligi'ni aldı, eğer ligi de kazanırsa geriye ne kalacak ki?

Başta seyircilerin ve yorumcuların modern futbola adaptasyonundan söz etmiştik. Sıradan insanlar buna eğlence veya destek yönünde yaklaşabilirler demiştim ama onların da futbol muhabbetlerine daha çok terimin, taktiksel tarafın girmesinin bir nedeni oyunlar olabilir. İnsanlar bilgisayar oyunları sayesinde futbolcuların her özelliğini sayıya dökebiliyor. Hız, şut, pas gibi şeyler onlar için numerik olabiliyor... Kısa bir süre evvel, mesela iki yıl önce maç sonlarında insanlar istatistiklere pek bakmazdı. Atıyorum, kimse Steven Gerrard'ın topa kaç kez dokunduğuyla ilgilenemezdi veya attığı paslara bakmazdı. Şimdiyse en sıradan sohbetlerimiz bile değişti. Veri biliminin gelişmesi, konuşma alışkanlıklarını da değiştirdi.

Socrates Dergi