Dışarıda

20 dk

Floyd Landis 96 saat içerisinde önce kahraman oldu, sonra günahkâr. Lance Armstrong’u deviren ABD’li bisikletçiyle trajik geçmişini, kirli kariyerini ve bugünkü planlarını konuştuk.

Floyd Landis’in hayatı, bir temmuz günü değişti. 2006 Fransa Turu’nda şampiyon olmuştu. Paris’teki podyuma çıktıktan birkaç gün sonra ise artık istenmeyen adamdı. Doping kullanmıştı ve sarı mayosunu kaybedecekti. Düşüşü, o günlerde bütün manşetlerdeydi. Ama belki de en büyük trajediyi perde arkasında yaşıyordu. İki hafta sonra en yakın arkadaşı, kahramanı David Witt intihar etti. Kısa bir süre sonra ise Witt aracılığıyla tanıştığı eşi Amber’dan boşandı. Birkaç sene çukurda debelendi, yeniden yarışmaya çalıştı ve 2010’da kariyeri boyunca yarıştığı takımlarda doping yaptığını itiraf etti. Gerisi, tarihti... Landis’in itirafları Armstrong’u tahtından indiren süreci başlattı.

Floyd Landis yeniden sevilmedi ama daha fazla anlaşıldı. Kötü bir hayat yaşamış, kötü kararlar vermişti ama bu hikâyedeki tek suçlu da o değildi. Bu süreçte, ailesinin bağlı olduğu sıkı bir dini anlayışın gölgesinde geçen çocukluğu duyulmaya başlandı; gençken alkol, seks hatta bisikletin ona yasaklanması, geceleri gizlice yaptığı antrenmanlar konuşuldu. Hatta kitaplara, filmlere konu oldu.

Biz de Fransa Turu’nu kazanmasının ve kaybetmesinin 10. yıl dönümünde Landis’i aradık. Bu, kolay bir süreç değildi. Zira röportajı kabul eden Landis, telefona bir türlü bakmıyordu. Belki de son evliliğiyle birlikte kurduğu yeni hayatta eskiyi çok fazla anmak istemiyordu. Belki de hep meşguldü, bilemiyoruz. Sonunda, bir gece telefonu açtı. Konuşacak çok şey vardı…

Colorado’da yasallaşmasının ardından, yapımında marihuana kullanılan tıbbi ürünler imal eden bir şirket kurdunuz. Neler yapıyorsunuz?

İşlenmemiş maddeyi aldıktan sonra herkesin kullanabileceği ürünler yapmaya çalışıyoruz. Yenilebilir şeyler veya losyonlar. Hissettiğiniz fiziksel acıyı dindirmeye yarayacak şeyler. 2006’da bir kalça operasyonu geçirmiştim. Ameliyattan sonraki birkaç yıl sorun yoktu. Ancak üç-dört sene önce, yeniden derin bir acı çekmeye başladım. Bir süre reçeteyle alınan ağrı kesicileri kullandım ama zamanla bu ilaçlara bağımlı hâle geldiğimi hissettim. Ben de klasik ilaçlar yerine marihuana ürünlerine yöneldim, acıyla başa çıkabilme konusunda iyi bir yardımcı buldum. Birçok insan ağrı ve acılarla boğuşuyor. Tabii ki marihuananın farklı amaçlarla kullanımı var. Ancak insanlara doğru kullanımı gösterebileceğimi düşünerek bu işe başladım.

Eleştirilerden korktunuz mu? Yani “Floyd Landis, ilaç satmaya başladı” haberleri biraz fazla garip…

Bazı endişelerim oldu ancak tüm yargılamaları bir kenara koyarsak, bana yardımcı olan bir şeyden bahsediyorum. Tabii ki bunun ironik yönü, aynı zamanda keyif verici bir madde olması. Profesyonel spordaki kullanımı bir yana koyarsak, insanlar bu uyuşturucu maddeleri sürekli tüketiyor. Hayatlarındaki bazı sorunlarla bu şekilde mücadele etmeye çalışıyorlar. Ancak benim yapmaya çalıştığım iş daha profesyonel. Eğlenceli olduğunu kabul etsem bile...

Bu yıl Fransa Turu’nun son etabında Paris’teydiniz. Geri dönmek nasıldı?

Birçok farklı duygu yaşadım. Kötü hissettim, suçlu olduğumu düşündüm, öfkelendim. Geri dönme konusunda bazı endişelerim vardı. Fransa’yı sevsem ve oradaki anılarım genelde iyi olsa bile... Eğer daha önce dönseydim, her şey için erken olacaktı. Bu yıl ise zamanı gelmişti. Paris’e gittim, yarışı izledim. Bazen pişman hissetsem de büyük oranda olumlu bir tecrübeydi.

Hep “Tur tarihinden silindim” diyorsunuz. Paris’te bunu hissettiniz mi?

O tarihin bir parçası olmadığım açıktı. Bunu biraz kişisel alıyorum çünkü eminim ki herkes neler olup bittiğini biliyordu. Bazıları feda edilip bazıları kahraman ilan edildi. Çok uzun süre bu durumdan rahatsız oldum ancak artık çok kafama takmıyorum. Hayatıma devam ettim. Yeni amaçlarım ve yapacak işlerim var. Tabii ki tamamen suçsuzmuşum gibi davranmam adil olmaz. Ama sanırım bu sebeplerden dolayı, yıllar sonra yarışa gittiğimde kimseyle konuşmaya çalışmadım. Yarışın bir parçası olmadım. Sadece uzaktan izledim ve “10 sene önce ne oldu?” sorusuyla eski anıları hatırlamak istedim.

“Artık sadece izleyiciyim” dediniz. Bu sporu hâlâ seviyor musunuz?

Bisiklet çok güzel bir spor. Bir süredir kişisel durumumdan bağımsız olarak; öfkelenmeden, eğlenmek için izliyorum. Ama bisikletin daha iyi yönetilmesini dilerdim. Keşke UCI (Uluslararası Bisiklet Birliği) ve ASO (Fransa Turu’nu düzenleyen Amaury Spor Organizasyonu) kafası çalışan yöneticilere sahip olsaydı. Bisiklet, çok kolay bir şekilde daha popüler bir spor haine getirilebilirdi. Ama Brian Cookson akıllı bir adam değil. UCI’ın da herhangi bir planı, stratejisi yok.

Birçok kişi, Lance Armstrong döneminden sonra bisikletin daha iyi bir yola girdiğini düşünüyor. Siz buna katılıyor musunuz?

Bisikleti tanıyan kimse buna inanmıyor ki! Bu sadece, karşılaşılan olaylar hiç yaşanmamış gibi davranılan bir politikadan ibaret. Gerçekler, kendi adına konuşur. Bana soracak olursanız, Olimpiyat Komitesi de uluslararası yapılar da sahtekâr. Dopingin uzun süredir farkındaydılar ancak hiçbir şey yapmadılar. Her şey çok dinamikmiş gibi gözüküyor ama gün sona erdiğinde bisiklette bir şey değişmiyor. Birkaç kişi ceza alıyor, tamam.

Şimdi Bradley Wiggins’i görüyoruz. Yaptığı şey çok açık doping. Temiz olduğuna inanacak başka bir bisikletçi yoktur. Ama bu TUE (Theraupetic use exemption: Anti-doping ajanslarına bildirilerek alınan özel izinle sporcuların hastalıklarını tedavi amaçlı bazı ilaçları kullanabilmesi) sayesinde, kamuoyuna ortada bir sağlık durumu varmış gibi haberler yansıyor.

On yıl öncesine dönelim. 2006 Tour de France ilginç başlamıştı. Lance’in emekliliği ve Puerto Operasyonu derken, yarış başladığında hava nasıldı?

İyi değildi. O dönem yarıştığım İsviçre takımı Phonak’ta bile bir şekilde Puerto Operasyonu’yla ilişkilendirilen İspanyol bisikletçiler vardı. Arkadaştık ancak onları dışlamıştık. Ya biz böyle yapacaktık ya da takım olarak peloton tarafından dışlanacaktık. Yarışmak istiyorsak başka seçeneğimiz yoktu. Sadece bizim için değil, birçok takım için çok kötü günlerdi. Pelotondaki herkes, kimin bu skandalın parçası olup kimin olmadığını biliyordu. Baskılar birkaç gün daha devam etti ama ilk haftanın ardından yarış normale döndü. Olanlar tamamen unutulmamıştı ama yarışa odaklanmak gerekiyordu. UCI veya ASO ile savaşacak güce sahip değildik.

O dönemde Lance’in aksine UCI ile bir ilişkiniz yoktu, değil mi?

Evet, bu konuda hatalarım vardı. Lance ise şanslıydı. Kazandığı ilk turda da steroid kullandığı için testleri pozitif çıkmıştı ancak UCI bunu görmezden gelmeye karar verdi. Benim kazandığım Fransa Turu’ndaysa her şeyi açıklamanın daha iyi olacağını düşündüler, bana bile haber vermeden… Lance doğru zamanda doğru yerde kazanmıştı. Ben şampiyon olduğumda ise UCI ile ASO savaş içerisindeydi. Beni korumak yerine, ASO’ya zarar vermenin daha iyi olacağında karar kıldılar.

O yıl sarı mayoyu ilk aldığınızda çok mutlu gözüküyordunuz. Mayo, beraberinde bir stres getirmiş miydi?

Benim için o an stres yoktu, sadece mutluydum. Yarışa dair odağımı kaybetmeyip rahatça uyumaya çalışıyordum. Sarı mayoyu alıp heyecandan tüm gece uyuyamayan, arkadaşlarını arayıp konsantrasyonunu yitiren bisikletçiler tanıyorum. Liderliği bitime daha iki hafta kala ele geçirdiğimde odağımı kaybetmemeye dikkat ettim. Çok da iyi bir takıma sahiptim. Etrafımda, planlarımızı anlayan ve uygulayan bisikletçiler vardı. Lance Armstrong’dan daha farklı bir liderdim. Lance diktatördü. İnsanlara ne yapmaları gerektiğini söylemeyi severdi. Etrafında ona sadık, akıllı isimler vardı. Ne yaptığını bilirler, ses çıkarmazlardı. Benim yaklaşımım ise aynı hedefe odaklanmış insanlar olduğumuz şeklindeydi. Herkesin kendi özgür iradesi vardı ve bu yöntem çok da iyi işlemişti.

O yarışta en büyük rakibiniz eski takım arkadaşınız Oscar Pereiro olmuştu. Bunu tahmin ediyor muydunuz?

Pereiro’nun bir etapta kaçmasına izin verip ona neredeyse 30 dakika hediye etmiştik. Bisiklet yarışları sırasında bazı anlaşmalar yapmak durumundasınız. Liderlik mayosunu birine verirsiniz, ertesi gün onun takımı çalışır ve enerji tasarruf edersiniz. Biz bu anlaşmayı ona 30 dakika birden vererek yapmıştık. Pereiro, Fransa Turu’nu kazanabilecek kalibrede bir bisikletçi değildi. Ancak ona dakikaları verdik ve yarışın bitiminde benim cezam sayesinde sarı mayonun sahibi oldu! Daha sonra söylediği birçok şeyi kişisel algıladım. Zira kendisi de açıkça doping yapıyordu. Bir yıl önce kan dopingi yaptığına bizzat şahit olmuştum. Pereiro’yu asla Fransa Turu’nu kazanacak biri olarak görmedim. Farklı şartlar olsaydı, yine o şampiyonluğu alamazdı. O günden beri hiç konuşmadık.

Fark yediğiniz 16. etaptan sonra yarışı kaybettiğinizi düşündünüz mü?

Şansımın çok çok azaldığını düşündüm. Kafamda yarışı kaybetmemiştim ama objektif olarak ihtimali de hesaplayabiliyordum. Çok ufaktı.

Bir sonraki etapta, tarihin en tartışmalı performanslarından birini çıkardınız ve Morzine’de yedi dakikadan fazla farkla zirveye yeniden yaklaştınız. Bunu bekliyor muydunuz?

Dramatik olacağını biliyordum çünkü atak yapmama izin vermişlerdi. Senaryoyu takip ettiler. İnsanlar bisikleti hep satranç gibi düşünür. O gün yapılacak hamleleri fark etmiştim. Aynı şartları oluştursak yine aynı taktikleri görürüz. Yarışı kazanıp kazanamayacağımı veya grubun beni ne zaman takip etmeye başlayacağını bilmiyordum. Sarı mayoyu elde edemeyeceğimi düşünüyordum ama motive olmaya ihtiyacım vardı ve o kaçış, işe yaradı. Bitime uzun mesafe kala, pelotonun dokuz dakika kadar önüne geçmiştim. Etabı kazandığımı anlamıştım ama ilerleyen günlerde Tur’u kazanacak farkı oluşturacağımı tahmin edemezdim.

O Fransa Turu’ndan önce ya da sonra Lance’le hiç konuştunuz mu?

Tek iletişimimiz, 17. etap sonrasında olmuştu. Lance’e dair en önemli şeylerden biri şu: Takıldığı ünlüleri anmayı, ‘name-dropping’ yapmayı sever. O gün de tebrik mesajında “Hey, yaptığın şeyleri işittim. Bono’yla birlikteydim, etabı izleyemedik ama...” yazıyordu. Yani bir yandan övüyordu ama bir yandan da “Hey, ben Bono’yla takılıyorum” diye hava atıyordu. Ciddiyim. (Gülüyor) Gerçekten, bu olayı on yıldır kimseye anlatmadığıma eminim ama o sene onunla tek iletişimimiz bu oldu. Yani, o böyledir; bir yandan sizi över, diğer taraftan da sizden üstün olduğu tarafı yüzünüze çarpar. “Hey, bugün Bill Clinton’laydım!” der mesela. O gerçek bir manyak. Birkaç tahtası eksik.

Peki korku hissediyor muydunuz? “Ya dopingten yakalanırsam” korkusu…

Hayır. Hep alttan alta bir korku hissettiğiniz olur ama yaptığınız şeyin bir parçasının da bu olduğunu bilirsiniz… Yarıştan sonra aranıp numunemle ilgili haber verilene dek böyle bir korkum olmadı. Yarıştan sonra her şeyin sona erdiğini, işlerin tıkırında olduğunu düşünmüştüm ve zamanımı endişelenerek geçirmedim.

Size “Numunen pozitif çıktı, sarı mayoyu kaybedeceksin” dediklerinde neler hissettiniz?

Felaketti. Bu haberi anında kamuoyuyla paylaşacaklarını biliyordum ve Lance’in aksine politik bağlantılarım da yoktu. Zaten çok yorgundum, Fransa Turu beni tüketmişti. Ardından çok kötü günler geldi; uyuyamadım, düzgün beslenemedim. Çok stresliydim.

Peki 2006’dan sonra yaşadıklarınızla nasıl baş ettiniz?

Suçluluk, öfke... Çok alkol tükettim, ilaçlar aldım, o anda bana bunları unutturabilecek her şeyi kullandım. Ve her şeyin ortasında, bisiklete dönmeye de çalıştım. 2009’da yeniden yarışmaya başladım ama asla geçmişteki gibi hissetmedim. Yani, yarışmak pek iyi gitmedi. Böyle şeyleri atlatmak zaman alıyor. Benim de yaşadıklarımı atlatmam çok zaman aldı.

Doping itirafınız için 2010’u beklediniz ve o dönem yolladığınız epostalar, Lance Armstrong’un sonunu getirdi. Neden bu kadar beklediniz?

Savaşı bırakmaya hazır değildim. Ayrıca, Dünya Anti Doping Ajansı’na (WADA) karşı hissettiğim bir öfke ve kırgınlık vardı. Zira WADA’nın bütçesinin bir kısmı Olimpiyat Komitesi’nden geliyor ve onlar da profesyonel sporda dopingin varlığını epey uzun bir süredir biliyor. Bir noktada, kötü örnek olarak beni kullanmak istediler. Ben de mücadeleyi bırakmaya henüz hazır değildim; 2009’da yarıştım, bunun beni biraz da olsa mutlu edeceğine inandım. 2010’a gelindiğinde, yapabileceğim tek şeyin gerçeği anlatmak olduğunu biliyordum. Bir planım yoktu. Sadece, gerçeği anlatmanın beni hayatta daha fazla rahatlatacağını düşündüm ve yaptım. Lance’in, bütün bu iddiaları anında kabul etmesini beklemiyordum.

Uzun yıllar boyunca ben de çok yalanlar söylemiştim, bundan dolayı medyada çeşitli şeylerle suçlanacağımı biliyordum. Elbette hoş değildi. Ama yeterince alkol alırsanız, her şeye dayanabilirsiniz.

Lance Armstrong’un sonunu getiren soruşturma Amerikan Anti-Doping Ajansı (USADA) tarafından yapıldı. Sizce işlerini doğru şekilde ilerlettiler mi?

Hayır. Basının yaptığının bir benzerini de onlar yaptı, her şeyi Lance Armstrong üzerinden sattılar. Uluslararası Bisiklet Birliği’ni ya da ABD Bisiklet Federasyonu’nu araştırmadılar. Onların da bu skandalın bir parçası olduğuna ve her şeyin üzerini kapadıklarına şüphe yoktu. Anti-doping ajansları da bunun bir parçasıydı. Ama buna rağmen USADA ve Travis Tygart bütün krediyi almak istedi, kendilerini sporu temizliyor gibi gösterdiler. Bu yalandı, büyük bir yalandı. Bu insanlar, sporu daha adil hâle getirdiklerini söylüyorlar. Bir yandan söyledikleri şeye inanıyorlar, bir yandan da doğru olmadığını biliyorlar. Onlar da sorunun bir parçası.

Aynı davada George Hincapie, David Zabriskie gibi eski takım arkadaşlarınız da itirafta bulundu. Sizce gerçeği anlatmak için neden bu kadar beklediler?

Herkes bekleyebildiği kadar bekledi çünkü böyle bir itirafta bulunduğunuzda bisiklet dünyasında yeni iş bulmanız zordur. Lance’te de aynı düşünce vardı; savaşabildiği kadar savaştı, zira itiraf ettiği an her şeyin biteceğini biliyordu. Diğer isimleri suçlamadığım gibi onu da bu konuda suçlamıyorum. Herkesin gerçeği anlatması için, ilk günden itibaren yapılması gereken tek şey dokunulmazlık kararı (immunity) almaktı. Bunu Travis Tygart’a da söylemiştim. O da “Peki Lance ne olacak?” diye yanıt vermişti. Ben de “Evet, o da herkesle aynı muameleyi görmeli yoksa asla gerçeği anlatmaz” demiştim. Ama Travis gerçeği duymak istemiyordu. ‘Lance’i indiren adam’ olmak istiyordu. Bunu başardı da... Ama zaman her şeyi gösterecek. Onun asıl niyetinin dopingle mücadele olmadığı ortaya çıkacak.

Lance Armstrong’un doping yaptığını itiraf ettiği Oprah Winfrey programını izlerken neler hissettiniz?

Daha çok, kayıtsızdım. 2010’da bisiklete döndükten sonra yasaklı madde kullanmadığını söylemesi talihsizlikti ama söylediği diğer birçok şey doğruydu. Bazı cümlelerinde çevresindeki bazı kişileri korumaya çalıştığı açıktı, bunun nedenini bilmesem de... Yani ne olursa olsun, yaşadıkları acı ve utanç vericiydi. Ben bile onun adına kötü hissettim. Ama bence, bütün gerçekleri anlatması kendisi için çok daha iyi olabilir. Hâlâ yönetmesi gereken bazı yalanlar var ve bunu idare etmek epey zor.

Lance Armstrong, itirafından sonra geçmişte savaştığı bazı kişileri arayıp özür dilediğini söylemişti. Sizi de aradı mı?

Hayır, ben onun için farklı bir konumdayım. Bana hâlâ bir öfkesi olduğunu düşünüyorum. Ama o, yıllar boyu bana çok haksız davrandı. Bu onun karakteri. Her zaman acımasız bir rekabetçi oldu. Bunun farkındayım ve bu yüzden de ondan bir özür beklemiyorum. Benden nefret ettiğini biliyorum ve bunu çok da umursamıyorum.

The Program’i izlediniz mi? Lance’le birlikte sizin de öykünüz başrolde…

Evet, gördüm. Sorun şu ki bu çok karmaşık bir öykü ve bunu bir buçuk saat içerisinde anlatmak imkansız. Genel olarak, ortalama bir filmdi. O süre içerisinde karakterlerin gelişimini yapmak zordu. Bisikleti bilmiyorsanız, bu belki eğlenceli bir öykü olabilir ama ben çok etkilenmedim.

Çocukluğunuz, filmin önemli bir parçası. Bir sahnede, geceleri ailenizden gizli bir şekilde bisikletinizi alıp dışarı çıktığınız görülüyor. Bu doğru mu?

Ailem o vakitler profesyonel spor ve benzeri şeylere karşıydı. Her zaman yapacak işlerim vardı. Bu yüzden, kalan zamanlarda gizlice bisiklete biniyordum. Bazen geceleri de binerdim.

Aileniz hâlâ Menonite dinine mi bağlı?

Evet. Bu hem bir dini anlayış hem de bir komünite. Birbirlerine bakıyor ve İncil’e inanıyorlar. Bu, kökeninde Hristiyanlığın olduğu bir inanış ama onlar çocukların doğar doğmaz vaftiz edilmesine inanmıyorlar, kişinin kendi istediği zaman vaftiz edilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bu inanış, benim hayatımı da etkiledi. 19, 20 yaşına kadar... Şimdilerde, bütün bunlardan pişmanlık duymuyorum. Hayatımda, bir şeylerden dolayı pişmanlık duyma evresini geride bıraktım. Ve bir yandan da bu, büyümenin iyi bir yoluydu. Bu anlamda iyi bir dini anlayış çünkü bir hayli barışçıl insanlar ve birbirlerine bakıyorlar. Yani dillerinde şiddetten çok, sevgi ve barış var. Katı bir din olsa da büyümenin bu anlamda iyi bir yoluydu. Pişman değilim.

Tekrar bugüne dönelim. Geçmişinde doping olan birçok eski bisikletçi, bugünlerde yorumcu olarak çalışıyor. Sizin böyle bir niyetiniz var mı?

O defteri kapadım. Beni bir daha bisiklette göremeyeceksiniz.

Bu yılki Fransa Turu ziyaretinizde ilginç bir olay yaşanmış; gazeteci Antoine Vayer’in davetiyle basın odasına girmiş ama kısa süre sonra görevliler tarafından çıkarılmışsınız. Bu sizi yaraladı mı?

Bunu bekliyordum. Orada bir olay çıkarmak istemedim. Sadece, basın odasında yarış izlemenin iyi bir seçenek olduğunu biliyordum çünkü orada bir sürü kocaman ekran vardı. Ama bundan hoşlanmadılar ve ben de orayı terk ettim.

Socrates Dergi