Dünyaya Bir Daha Gelsem...

16 dk

Will Grigg, Euro 2016'daki ününü adına yazılan bir şarkıyla kazanmıştı. Peki bu şöhreti, sahada geçireceği birkaç dakikaya tercih eder miydi? Gelin, kendisinden dinleyelim…

"Will Grigg's on fire

Your defence is terrified"

Kariyerinin en parlak dönemini geçiren Will Grigg, Euro 2016'ya gelmeden önce 28 gol atmıştı ve bu tezahüratın hakkını vermek için hiç olmadığı kadar hazırdı. Eğer turnuvada süre alırsa alev alacaktı ve rakip savunmalar ondan korkacaktı. Fakat maçlar geçiyor, Grigg yedek kulübesinden dışarıya adım atamıyordu. Saha dışının en popüler figürü, saha içinde bir hayalet gibiydi. Grigg, turnuvayı süre alamadan tamamlamıştı. Hüzün, hayal kırıklığı ve bir tutam öfke ile… Kuzey İrlandalı oyuncu ile duygu karmaşası yaşadığı o günleri ve sonrasını konuştuk. Ama çok daha geriden başlayarak…

Futbol konuşmaya başlamadan önce okul hayatınız ile başlamak doğru olur. Richard Hammond'dan sonraki en ünlü Solihull mezunu olmak nasıl bir duygu?

Eğer ondan sonraysam ne mutlu bana ama muhtemelen değilim. Solihull'da okuduğum için çok şanslı hissediyorum. Oranın geleneklerini benimseyebilmek önemliydi zira köklü bir okul.

Futbol hikâyenizin başlangıcı da sınıftaki bir arkadaşınıza dayanıyor galiba?

Çok küçük yaşta mahallede Pazar Ligi takımında oynamaya başlamıştım ve takımın antrenörü okuldan bir arkadaşımın babasıydı. Arkadaşım beni bir maça davet etmişti. O günden sonra da her çocuk gibi cumartesi ve pazar günlerim futbol oynamakla geçti. Yedi yaşımdayken birkaç gözlemci beni keşfetmişti ve Birmingham City altyapısına transfer olmuştum. Çok genç yaşta akademiye girip altyapı eğitimi aldım. 16 yaşından sonra da başka yerlerde şansımı denemek zorunda kaldım.

Bunun sebebini ayağınızı kırmanıza bağlıyorum. O yaşta böylesine bir sakatlık yaşayan futbolcu adayları genelde futbolu bırakır. Nasıldı bu süreci yönetmek?

12-15 ay arası sahalardan uzak kalmıştım. 15 yaşında, bu sakatlıktan önce, yaş gruplarımın en iyi forveti olarak gösteriliyordum. Ama sahalardan uzak kaldıktan sonra işleri rayına oturtmakta zorlandım. Kulüp toparlanmamı beklemeden benimle yolları ayırma kararı almıştı. Futbolun nasıl işlediğine dair en büyük şoku o zaman yaşamıştım. Ama pişman değilim. Futbol dünyasının, bu sektörün nasıl işlediğini o zaman gördüm. Sonrasında oyuna olan aşkım, kalp kırıklıklarına karşı galip geldi ve topun peşinden tekrar koşmaya başladım.

Yine bir eğitim hikâyesi ile burs kazanarak Walsall'a transfer oluyorsunuz. Walsall'da size esas şansı bugün Aston Villa'yı çalıştıran Dean Smith verdi desek çok yanlış olmaz diye düşünüyorum.

Kesinlikle. Onunla birlikte çalışırken neden istikrarlı bir oyuncu olduğumu anlamak zor değil. Oyuncularıyla hep ilgilenen ve gençlere yüzde yüz güvenen bir hocaydı. Eğer bugün buradaysam, Dean Smith'in sayesinde desem yeridir.

Aston Villa'nın bu seneki çıkışını görünce Smith'in böyle başarılı olacağını düşünüyor muydunuz?

Onunla çalışan herkes tahmin etmiştir. Walsall gibi bir takımın alt yaş hocasıyken A takıma çıkması bile önemli bir eşikti. Şu anda Premier Lig takımı çalıştırıyor. Geçen sene taktiksel anlayışı hakkında çok soru işareti olduğu söylendi ama bu sene yarattığı takımla şüpheleri ortadan kaldırdı. Çocukken tuttuğu takımı, Premier Lig'in ilk on takımından biri yaptı. Brentford'a gitti, başarılı oldu. Villa ile Premier Lig'e çıktı, orada kaldı ve şimdi onları ilk 10'a soktu.

Walsall'ın ardından Brentford'la, ondan sonra da Milton Keynes Dons'la Championship'e çıkıyorsunuz. Ama o iki sezondaki en çarpıcı maç, MK Dons ile Manchester United'a iki gol attığınız ve onları 4-0 mağlup ettiğiniz kupa maçı.

Rüya gibi bir geceydi. Sanırım Angel Di Maria'nın United'a transfer olduğu gündü. Karşımızda Premier Lig'in rekor transferini yapan bir takım var ve evimizde onlara dört gol atıyoruz. Rakip kaleci de David de Gea. İki gol atmak bir yana, ikinci golü attığım şekli de düşününce yine ne kadar enteresan bir şey yaptığımız ortaya çıkıyor. O günü asla unutmayacağım.

O maçın sizinle birlikte yıldızı da genç Dele Alli'ydi. O zamanlardan kendini belli ediyor muydu?

Evet, 17 yaşında olmasına rağmen ligin en iyi oyuncusuydu. Açık ara. Sadece ligde de değil, kupa maçlarında üst ligden takımlarla oynadığımızda da sahanın en iyisi oluyordu. Her gün deli gibi çalıştı ve sahip olduğu yetenekle yetinmedi. Gerçekten futbola çok âşık bir çocuktu. Saha içi ve saha dışında her zaman esprileriyle takımı eğlendiren ve takımı her kademede yükselten biriydi. Antrenmana çıktığı ilk gün, "Bu çocuk Premier Lig'de oynar" demiştim kendi kendime.

Biraz şaşırdım çünkü Jose Mourinho, All or Nothing: Tottenham Hotspur belgeselinde Dele Alli'nin yeteri kadar çalışmadığını söylüyor.

Evet, yetenekliydi ama çalışmadan böylesine bir sıçrayışı göstermesi mümkün olamazdı. Teknik kapasitesi yüksekti fakat iki ayağını da kullanmak için her idman sonrası şut çalışması yapardı. Sağlak veya solak olarak tanımlanmak istemediğini söylüyordu. Hatta belgeseli izlediğimde şok olmuştum çünkü tanıdığım Dele, Mourinho'nun söylediklerinin zıttıydı. Tottenham'da tanıdığım yok, bu yüzden detayını bilmiyorum ancak idman performansının değiştiğini düşünmüyorum.

Az önceki noktaya gelirsek… Üst üste iki kez Championship'e yükseldikten sonra neden Wigan'ın teklifini kabul ederek bir kez daha League One'da kaldınız?

Sözleşmem Brentford'ta olduğu için MK Dons'ta kalamazdım ama yine de Championship'ten de birkaç teklif almıştım. Ancak Wigan'ın teklifi daha cazip gelmişti. İki sene önce Premier Lig'de oynuyorlardı ve ne yapmak istediklerine dair bir plana sahiplerdi. Bana Premier Lig'e gidecek yolu göstermişlerdi, ben de ikna olmuştum.

"Euro 2016, kariyerimin zirvesi ama oraya bir futbolcu olarak gittim ve hiç süre almadan döndüm."

"Euro 2016, kariyerimin zirvesi ama oraya bir futbolcu olarak gittim ve hiç süre almadan döndüm."

O seneki kadronuzda tıpkı Dele Alli gibi aniden parlayan bir isim var: Reece James. Bir röportajınızda "Reece, takımın kesinlikle en akıllısı değil" dediğinizi okumuştum. Hâlâ aynı fikirde misiniz?

Öyle demiştim, değil mi! (Gülüyor.) Bize geldiğinde çok gençti ve yeni bir şehre taşınmıştı, bu yüzden çok çekingen davranıyordu. Fakat tıpkı Dele'de olduğu gibi onu antrenmanda gördüğümüz an "Bu çocuk Premier Lig'de çok rahat oynar" demiştik. Futbolcu olduğu her yerinden belli oluyordu.

Müzikte de yetenekliymiş...

Hem de nasıl, çok güzel şarkı söyler. Eğer bir gün onunla röportaj yaparsan ondan bir şarkı dinle. Eğer söylemezse de benim adımı ver.

O zaman biz de malum şarkıya gelelim. "Sean Kennedy adında bir Wigan taraftarı, 7 Mayıs 2016'da YouTube'a bir video yükledi ve hayatım bir daha asla eskisi gibi olmadı" diyor musunuz?

Nasıl demem ki… Gerçekten de hayatımı değiştirdi. İlk duyduğumda adıma bir marş yazılması çok hoşuma gitmişti ama bu kadar büyük bir hengâme kopacağı aklımın ucundan geçmezdi. Zaten sene sonuna doğru çıkan bir marştı ve Wigan taraftarı tarafından benimsenirse mutlu olurum diyordum. Öyle de oldu, şampiyonluk gösterilerinde söylenmişti. O zamanlar formdaydım ve gerçekten güzel denk geliyordu. Ama Avrupa Şampiyonası ile video uçtu ve hiç tanınmayan ben, bir anda turnuvanın en ünlü oyuncularından birine dönüştüm. Bugünlerde her şey normale döndü, o hengâme yok. Belki şampiyonanın başlamasıyla bir kez daha alevlenir ama bilemiyorum…

Röportajdan önce grup maçlarına tekrar baktım ve gole ihtiyacınız olduğu dakikalarda kenarda kalmanıza bir daha şaşırdım. Polonya, Almanya ve özellikle Galler maçı. Turnuvadaki dört maçın üçünde takımınızın gole ihtiyacı varken kenarda kalmak ne kadar sinir bozucuydu?

Euro 2016, kariyerimin en üst noktası. Belki de hayatımın en güzel anlarını orada yaşadım. Ama bir de madalyonun diğer yüzü var, insanlar pek bu kısmı düşünmüyor. Ne olursa olsun, oraya bir futbolcu olarak gittim ve hiç süre almadan geri döndüm. Sonuçta benim işim gol atmaktı veya takıma yardım etmekti. Fransa'da her gün en iyi şekilde çalıştığımı düşünüyor ve kariyerimin en formda döneminden geçiyordum. Neden süre alamadım, bilmiyorum. Galip olduğumuz maçta süre alamamamı hiçbir zaman yadırgamadım, sonuçta gole ihtiyacımız yoktu. Oyun yapısının bana uymadığını da kabul ediyorum. Uzun ve ikinci toplarla etkili olmaya çalışan bir yapıdaydık. Bu yüzden de forvetlerimiz daha fiziksel, hedef santrforlardı. Fakat Galler maçında neden oyuna girmedim, hiçbir zaman anlamadım ve ömrümün sonuna kadar da anlamayacağım. Takım 1-0 geride, rakibin tek şutu gol olmuş ve son 15 dakikaya giriyorsun. Gol atamazsan eleneceksin. Yedek kulübesinde kariyerinin en iyi dönemini geçiren, özgüveni tavan yapmış bir oyuncuyu görüp yok saymak, gerçekten canımı acıtan ve kafamın almadığı bir şey.

Turnuvayı süre dahi alamadan geçirdiğiniz için Michael O'Neill'a 1 ila 10 arasında ne kadar kızgınsınız?

Turnuva sonrasında onunla konuştuk, bana kafasındakileri anlattı. O kesinlikle iyi biri, şüphe yok. Kuzey İrlanda'nın en başarılı teknik direktörlerinden. Ülke için yaptıklarını ve turnuvadaki başarısını asla küçümseyemem. Ben oynayayım veya oynamayayım, Kuzey İrlanda'nın gruplardan çıkması, akılalmaz bir şeydi. Bu yüzden onu tebrik ediyorum. Ama kişisel olarak bir dakika bile oynamamış oluşumu ömrümün sonuna kadar anlamayacağım.

Bir sayı vermediniz ama…

Ah, evet, yakaladın beni. Bu soruyu o zaman sorsan daha farklı şeyler söylerdim. Bu yüzden sorunu öfke veya kızgınlık olarak değil de hayal kırıklığı olarak cevaplayayım. 1-10 arasında ne kadar hayal kırıklığına uğradım? 10. 100. 1000… Futbolu bıraktıktan sonra geri dönüp baktığımda, kariyerimin en büyük hayal kırıklığı o turnuvada süre alamamak olacak.

Peki şöyle bir teklif yapsam… Bu şarkı hiç çıkmayacaktı ama kupada bir dakika süre alacaktınız. Kabul eder miydiniz?

Üstüne para da istiyor musun? (Gülüyor.) Eğer böyle bir şansa sahip olsam bir saniye bile düşünmeden süre almayı seçerdim. Şarkı harikaydı, hayatımın en güzel günlerini yaşattı bana. Ama bir seçim yapma şansım olsaydı, her seferinde süre almayı tercih ederdim.

Mats Hummels'in sizinle forma değiştirme talebi olduğu basın toplantısını izlemişsinizdir. Gerçekleşti mi bu değişim?

Evet. Beni görür görmez acayip bir reaksiyon verdi. Mats, gerçekten müthiş biri. Hani her zaman "Üst mertebedeki insanlarla tanışırsan hayal kırıklığına uğrarsın" denir ya, Mats ile tanıştığımda bunun zıttı oldu. Uzun uzun sohbet ettik ve bir baktım ki Almanya soyunma odasındayım. Kroos, Neuer, Müller… Hepsiyle konuştum. Şimdi de forması, koleksiyonumun en güzel yerinde duruyor.

Wigan'da bol gol attığınız günlere geri dönelim. Yine bir kupa maçı ve yine bir Manchester takımı. City'ye attığınız golü de düşününce artık ben tek bir şey anlıyorum: Will Grigg, Manchester şehrini hiç sevmiyor.

Yok canım, en sevdiğim şehir orası. Çünkü o şehrin takımlarına ne zaman gol atsam havalara uçuyorum! (Gülüyor.)

Olaylı biten ilk yarının sonunda aklınızda kalan bir soyunma odası anısı var mı? Bunu sorma sebebim, karşı takımın soyunma odasında yaşananlar...

İlk yarının sonuna doğru Fabian Delph sanırım Max Power'a kaymıştı ve çok sert bir hamleydi. Kırmızı kartın çıkmasıyla birlikte soyunma odasına kadar herkes birbiriyle tartışmaya başladı. Odaya girdiğimizde Paul Cook bize sakin olmamızı söyleyen bir konuşma yapmıştı. "İlk yarıyı 0-0 bitirdik, rakip 10 kişi ve bize bir gol yetecek. Hakemle, kendileriyle ve bizimle tartıştılar. Sinirleri bozuk ve bunu değerlendirebiliriz" demişti.

Guardiola'nın bağırdığı o sahneyi düşününce Paul Cook haksız sayılmazmış…

Kesinlikle öyle, o maçı belgesele aldıklarına şaşırmıştım. "YERİNİZE OTURUN, HİÇ KİMSE KONUŞMASIN!" Pep'in ve oyuncuların sinirinin o kadar bozulması ilginçti. Bunu lehimize çevirdik. Zaten sakin olmak harici yapacak da bir şeyimiz yoktu çünkü 45 dakika topun peşinde koşmaktan tüm takım helak olmuştu.

Gol sonrası yaptığınız ikonik sevinç planlı mıydı?

Ne planlaması, yorgunluktan ölüyordum dedim ya. City'ye gol atmayı hep istiyordum çünkü onlar dünyanın en iyi takımıydı. Ama hiç "Gol atarsam, şöyle yaparım" diye düşünmedim. Ha, zaten düşünsem de yorgunluktan yapamazdım.

Sunderland'e transfer olma fikri nasıl gelişti? "Wigan'a şampiyonluğu getirdikten sonra artık yeni bir meydan okumaya ihtiyacım var" mı dediniz yoksa?

Transferin son günüydü ve telefonum o gün hiç susmadı. Ben de tüm bu trafiğin içinde Max Power'ı arayıp fikir aldım. Bana takımın vizyonundan ve Premier Lig'e dönmek için hazırladıkları planlardan bahsetti. Beni çok istiyorlardı ve yeni bir meydan okumaya hazırdım. En azından o gün için doğru karardı.

En azından o gün için derken… Bugünden bakınca doğru değil miydi?

Çok iyi bir süreç geçirdim mi? Muhtemelen hayır. Ama futbol bazen böyledir. Sunderland'de işler planladığım gibi gitmedi. Ama yapacak bir şey yok, hayatta da futbolda da bazen planlarınızın hiçbirisi tutmaz. Yani, en doğru kararı vermediğim kesin.

"Şarkı harikaydı, hayatımın en güzel günlerini yaşattı bana. Ama bir seçim yapma şansım olsaydı, her seferinde süre almayı tercih ederdim."

"Şarkı harikaydı, hayatımın en güzel günlerini yaşattı bana. Ama bir seçim yapma şansım olsaydı, her seferinde süre almayı tercih ederdim."

Sunderland'de işlerin kötü gitmesini League One tarihinin en pahalı oyuncusu olmanıza bağlıyor musunuz?

İnsanlar buna bağlıyor ama bundan dolayı baskı hissetmemiştim. Sonuçta League One'ın en pahalı bonservisine sahip olmam, benden bağımsız bir olay. Kulübün, günün ve şartların sonucunda böyle bir durum ortaya çıktı. Josh Maja kulüpten ayrılmıştı, Sunderland'in bir forvete ihtiyacı vardı, transferin son günüydü ve ben League One'da üst düzey performanslar gösterebilmiştim. Günün şartları bunu doğurdu.

İkinci maçınızda, Blackpool'a karşı iki net pozisyonu değerlendirseydiniz "Sunderland kariyerim daha farklı olurdu" diyor musunuz? Çünkü forvetler böyle kırılma anlarına ihtiyaç duyabiliyor.

Haksız sayılmazsın. O pozisyonları sonrasında yüz kere izlemişimdir. Ve emin ol bana, o pozisyonlara yüz kere daha girsem yüzünü de gol yaparım. Ama o gün olmadı işte. Şu an seninle konuşurken bile hayal ediyorum ve nasıl kaçırdığımı anlamıyorum. Ancak o maçı iyi geçirsem de işler muhtemelen planlanan şekilde gitmeyecekti.

Diğer belgesellerden bahsettik ama siz de bir belgeselin, Sunderland 'Til I Die'ın başrolleri arasındaydınız. Her yerde kameraların gezmesi sizi rahatsız etti mi?

Zamanla alıştım. Jack Ross'un sık röportaj vermek istemediğini biliyorum ki teknik direktör olarak onca işinin arasında buna zaman ayırmak istememesi normaldi. Genel olarak onların varlığı beni rahatsız etmedi ama yayımlandıktan sonra birçok düzenleme yaptıklarını gördük. Daha eğlenceli, ilgi çekici olsun diye söylediğimiz şeyleri keserek farklı imalar çıkarmışlar. Bazı durumlar için yapay bir dünya oluşturmuşlar. Ama yine de benim için kötü bir deneyim değildi.

Euro 2020 artık kapıda. Avrupa şampiyonluğu için bir favoriniz var mı?

İngiltere'de yaşadığım ve futbol oynadığım için bu soruya İngiltere diyeceğim. (Gülüyor.) Ama bence çok ileri gitmelerine rağmen kupayı kazanamayacaklar. 2018'de gösterdiklerinden sonra Belçika'yı bir adım önde görüyorum. Evet, belki Eden Hazard süre alamıyor ama Lukaku kariyerinin en formda döneminde, Kevin De Bruyne'yi anlatmaya gerek yok. 2018'de yarım bıraktıkları işi bence bu sefer tamamlayacaklar.

Bir de sürpriz adayı istesem?

Galler hariç kim olursa olsun. Sen Galler dedikçe rüyalarım kaçıyor. Yunanistan, Galler, Rusya, Türkiye… Yeni sürprizi beraber göreceğiz...

Türkiye demişken, eleme gruplarında Türkiye'yi izleme şansınız oldu mu?

Evet, Fransa'ya karşı iki maçta da izledim. Türkiye sevdiğim takımlardan biri. Bu turnuvada da göz gezdireceğim çünkü Türkiye'yi, Türkiye'de tatil yapmayı çok seviyorum. Hatta tatillerimin büyük bir kısmını Türkiye'de geçirmiştim.

Antalya, İstanbul, İzmir?

Kalkan. Kalkan'ı biliyor musun?

Elbette, asıl siz nereden biliyorsunuz?

Bilmez olur muyum… On sene önce, ailem iki yılda bir giderdi. Pandemiden önce altı sene Kalkan'da tatil yaptım. Her şey normale dönsün, yine giderim. Sanırım Kalkan zayıf noktam.

Socrates Dergi