
Düşler Tarlası
10 dk
Beyzbol, Şırnak'taki bir grup çocuğun hayatını nasıl değiştirdi? Beden eğitimi öğretmeni Sinan Şengül ve fotoğrafçı Doğu Biricik'ten dinleyelim.
"Biz bu oyunu oynuyorduk."
Belki bu cümle sizin de kulağınıza çalınmıştır. Ben çok duydum. Ezelden beri, televizyonda ne zaman bir beyzbol maçına denk gelseler annem ve babam sözleşmişçesine aynı ifadeyi kullandılar. Bir sopa, topa benzeyen yuvarlak bir şey ve birkaç çocuk... İç Anadolu'nun uçsuz bucaksız bozkırında, bir Kürt köyünde doğup büyüyen ebeveynlerim için beyzbol yabancı bir kültür değildi, bir Amerikan sporu hiç değildi. Daha ziyade çocukken oynadıkları basit ve eğlenceli bir oyundu.
Şırnak Mehmet İnal Ortaokulu'nun başarıdan başarıya koşan beyzbol takımının öyküsünü dinlemek için aradığım Sinan Şengül'le sohbet ederken de bu ifadeyi sık sık işittim. İlham verici öyküleri farklı mecralarda işlenen, Doğu Biricik tarafından çekilen fotoğrafları özel bir serginin konusu olan yetenekli çocuklar bir yandan sıradışı bir serüvenin altına imza atmışlar, bir yandan da ilginç bir geleneği sürdürmüşlerdi.
Ve anlatılan, sadece onların hikâyesi değildi.
1
Beş yıl önce Şırnak'ın Kumçatı ilçesindeki Şehit Mehmet İnal Ortaokulu'na beden eğitimi öğretmeni olarak giden Sinan Şengül öğrencilerine şu soruyu yöneltir: "En sevdiğiniz yer neresi?" Başlarda hep aynı yanıtları işitir. Çoğu öğrenci yaşadıkları beldeyi, yani Kumçatı'yı işaret ederek, "Kumçatı çok güzel, biz burayı çok seviyoruz" der. Diğer yandan, öğretmenlerinin "Başka yere gittiniz mi peki?" sorusuna olumlu yanıt verebilen pek kimse de yoktur. Bırakın Şırnak'ın dışına çıkmayı, birçok çocuk Şırnak'ın merkezinden bile geçmemiştir. Aynı yerde doğmuş, aynı yerde büyümüşlerdir. Bildikleri dünya yaşadıkları yer kadardır.
Şengül, Cudi ve Gabar dağları arasındaki bölgede doğup büyüyen çocukları kısa sürede beyzbolla tanıştırır. Henüz maceranın onları nereye taşıyacağından habersizdir. Başlarda, tutkunu olduğu bir sporu öğretme hevesiyle yola çıkar. Kendisi küçük yaşta Amerikan sporlarına merak salmıştır: "Aslında çocukken mahallede beyzbol oynardık. Ya da beyzbola yakın bir şeyler diyeyim. Kurallarını bilmiyorduk, sopayla topa vurup taşlara basarak bir tur atıyorduk. Nereden çıktı, kim çıkardı, bilmiyorum… Sonra gece kalkıp izlediğim maçlarla birlikte merakım büyüdü. Amerikan futbolu ile beyzbolun ortak noktası Türkiye'de tanınmamaları. Temelde durağan oyunlar ama kurallarını öğrendikten sonra çok zevkli geldi."
Peki Kumçatı'daki çocuklara beyzbol oynatma fikri nereden çıkmış? "Birincisi, kızlarla erkeklerin beraber oynayabildiği eğlenceli bir spor bu. Zaten başta mahallede oynadığımız hâliyle öğrettim beyzbolu. Daha sonra arkadaşlarımdan malzeme istedim. Onlar gelince yavaş yavaş beyzbolun orijinal hâlini öğretmeye başladım. Ve aslında o tarafı epey zor… Fakat zamanla çocukların ilgisi arttı. Yeni bir kural öğretiyorsunuz, ilgilerini çekiyor, hoşlarına gidiyor."
Elbette böyle öyküler bir günde ortaya çıkmaz. Beyzbol takımından önce okulda bir futbol takımı kurulmuş, o ekiple Türkiye Şampiyonası yarı finaline Şanlıurfa'ya gidilmiş. Ancak beldedeki herkes spor faaliyetlerine sıcak yaklaşmamış. En başta bir voleybol takımı da kurmaya çalışan Şengül'e özellikle kız çocuklarının spor yapması konusunda muhalefet eden çok aile olmuş. Beden eğitimi öğretmeni, okul müdürüyle birlikte Kumçatı'nın ileri gelenlerinin yanına gitmiş ve onlara spor yapmanın bu çocuklar açısından sakıncalı bir yanı olmadığını anlatmış. Arkasından işler biraz daha kolaylaşmış.

Velilerin izni çıktıktan sonra kısa sürede beyzbol oynamaya uygun çocuklar seçilmiş. Beyzbol, epey bir veliyi yolun başında yakalamış. Birçok aile, Şengül'e yaklaşarak "Biz bu oyunu çocukken oynuyorduk" demiş. Sözü hocaya bırakalım: "İlginç olan bunun orada bir gelenek olması. Ders verdiğim çocukların dedeleri beyzbola yakın, guhşegi isimli oyunu oynamışlar. Yıllar yıllar önce… Ben araştırdım bu konuyu, birkaç kişiye de sordum, farklı ifadeler kullananlar çıktı ama ana hatlarıyla beyzbolu andıran bir oyun. Dolayısıyla başlarda birçok veli, 'Biz bu oyunu biliyoruz' dedi. Zaten bu gelenek benim doğduğum topraklara da uzak değil. Sivas doğumluyum, İç Anadolu'da oynuyorduk benzerini. 36 yaşındayım, bizim yaş grubundakiler bilir. Muhakkak beyzbol oynamışlardır veya en azından sopayla topa vurarak oynanan bir oyunu görmüşlerdir."
2
Doğu Biricik, daha çok eğitim üzerine projeler yapan bir fotoğrafçı. Bir gün Instagram'da dolaşırken arkadaşı Sinan Şengül'ün Şırnak'ta bir beyzbol takımı kurduğunu ve Türkiye çapında dereceler elde ettiğini görmüş. Devamında Şırnak'a gitmiş, çocuklarla tanışmış, takımı yakından izlemiş ve bol bol fotoğraf çekmiş. İlk seyahati kısa sürdüğü için hemen bir fotoğraf projesi ortaya çıkmamış. Ama kısa süre sonra yolu bir kez daha Kumçatı'ya düşmüş, hoca ve öğrencileriyle zaman geçirmiş, antrenmanlarda çocuklarla birlikte yerlerde sürünmüş, ailelerin konuğu olmuş.
Elbette Şırnak'taki beyzbol geleneği ilk duyduğunda onu da etkilemiş: "Beyzbol, aslında orada Kürt oyunu olarak kabul ediliyor. Yüz yıl önce dedelerinin oynadığı bir oyun. Bir kişi top atıyor, karşısındaki sopayla vuruyor ve koşuyor. Bu nedenle çoğu aile çocuklarının beyzbol oynaması fikrine muhalif yaklaşmamış. Kültürel olarak beyzbola yabancı değiller. Ve bir noktadan sonra okuldaki beyzbol takımını çok güzel özümsemişler. Özellikle çocuklar… Yolun başında sopalarını tahtadan yapmışlar, inşaat baretlerini kask olarak kullanmışlar, yuvarlak bir şeylerden top yaratmışlar…"
Başlangıçtaki imkânsızlıklara rağmen çocuklar hızlı şekilde şartlara adapte olmuş. Hocaları da bir yandan pozisyonları belirlemeye başlamış: "Pitcher, gerçekten çok zor bir mevki. Evvela atış yapabilen, sert top atabilen çocukları bulmaya çalıştım. Fakat çoğunun kontrol problemi vardı. Kuvvet vardı ama topu istedikleri yere atamıyorlardı. Birlikte çalıştık ve yavaş yavaş yol aldık. Bu aşamaları geçenleri pitcher oynatmaya başladık; üç-dört çocuğumuz gerçekten harika işler çıkardılar. Catcher bölgesi için de topu her koşulda en iyi şekilde tutabilen çocukları seçmeye çabaladık. Yani çocuklar oynarken bir yandan ben de kafamda seçmeler yapıyordum. Sadece onlar bunun farkında değildi. Topları iyi tutabilen çocukları da kale başlarına yerleştirdim. Oynata oynata kimin nerede oynayabileceğini anladım." Biricik'in en hoşuna giden taraflardan biri de bu olmuş. Fotoğraflarını çektiği çocuklarla sohbet ederken söz bazen pozisyonlara da gelmiş: "Soruyorum mesela 'Sen hangi bölgede oynuyorsun?' diye, 'Ben catcher'ım' şeklinde yanıtlıyor biri, akabinde catcher ne yapar, nasıl bir pozisyondur, anlatmaya başlıyor. Zaten çok zeki çocuklar hepsi, Sinan ne dese kapıyorlar."
Beden eğitimi hocaları profesyonel beyzbolu öğretirken sadece malzeme sıkıntısı yaşamamış, çocukların en basit hâliyle bildikleri oyunu seyretmeleri için de ciddi çaba harcamış. Başlarda, kaldığı evde internet bağlantısı olmadığı için çok zorlanmış ama bir arkadaşının vasıtasıyla beyzbol görüntülerine ulaşmış: "Çocuklar hiç beyzbol seyretmeden uzunca bir süre bu oyunu oynamaya çalıştılar. Bir arkadaşım aracılığıyla görüntüleri buldum, okula götürdüm. Okulda yaklaşık elli çocuğa bunları izlettim. Sınıfta hem erkekler hem de kızlar vardı çünkü kızlarla da bir softbol takımı kurmuştuk. O görüntülerle birlikte çocuklara pozisyonları, o pozisyonlarda oynayan sporcuların görevlerini anlattım. Tek tek nasıl antrenman yaptıklarını gösterdim. Sonra maçları izlemeye başladık. Örneğin, rundown çalışırken yaklaşık yirmi tane rundown videosu izledik. Seyrettikten sonra zaten kendileri hemen sahaya çıkmak istediler, 'Hocam haydi, hocam haydi' dediler. Sonra da ekranda gördükleri şeyleri uygulamaya çalıştılar. Mesela bir oyuncu topu alıyor, yere düşerken topu koltuğunun altından ikinci kaledeki oyuncuya atıyor. O oyuncu topu alıyor, dönerek birinci kaledeki arkadaşına yolluyor. Çocuklar anında bunları yapmaya uğraştılar. İnanılmaz hoşuma gitti. Seyrettikçe kavrama olayları hızlandı. Seyretmeseler böyle iyi oynamazlardı. Bir de önceki sene çıktığımız turnuvada tecrübe kazandılar. O takımda 12 oyuncu vardı, Üçü dışında hepsi liseye geçti. Ama kalanlar takımın beyniydi, yeni gelenlere yardımcı oldular, farklı bir ekip kurduk. Çok çalışınca da başarı geldi."

Beden eğitimi hocaları profesyonel beyzbolu öğretirken sadece malzeme sıkıntısı yaşamamış, çocukların en basit hâliyle bildikleri oyunu seyretmeleri için de ciddi çaba harcamış. Başlarda, kaldığı evde internet bağlantısı olmadığı için çok zorlanmış ama bir arkadaşının vasıtasıyla beyzbol görüntülerine ulaşmış: "Çocuklar hiç beyzbol seyretmeden uzunca bir süre bu oyunu oynamaya çalıştılar. Bir arkadaşım aracılığıyla görüntüleri buldum, okula götürdüm. Okulda yaklaşık elli çocuğa bunları izlettim. Sınıfta hem erkekler hem de kızlar vardı çünkü kızlarla da bir softbol takımı kurmuştuk. O görüntülerle birlikte çocuklara pozisyonları, o pozisyonlarda oynayan sporcuların görevlerini anlattım. Tek tek nasıl antrenman yaptıklarını gösterdim. Sonra maçları izlemeye başladık. Örneğin, rundown çalışırken yaklaşık yirmi tane rundown videosu izledik. Seyrettikten sonra zaten kendileri hemen sahaya çıkmak istediler, 'Hocam haydi, hocam haydi' dediler. Sonra da ekranda gördükleri şeyleri uygulamaya çalıştılar. Mesela bir oyuncu topu alıyor, yere düşerken topu koltuğunun altından ikinci kaledeki oyuncuya atıyor. O oyuncu topu alıyor, dönerek birinci kaledeki arkadaşına yolluyor. Çocuklar anında bunları yapmaya uğraştılar. İnanılmaz hoşuma gitti. Seyrettikçe kavrama olayları hızlandı. Seyretmeseler böyle iyi oynamazlardı. Bir de önceki sene çıktığımız turnuvada tecrübe kazandılar. O takımda 12 oyuncu vardı, Üçü dışında hepsi liseye geçti. Ama kalanlar takımın beyniydi, yeni gelenlere yardımcı oldular, farklı bir ekip kurduk. Çok çalışınca da başarı geldi."
3
Bugünlerde hikâyeleri dergilerde anlatılan, fotoğrafları sergilere konu olan Şehit Mehmet İnal Ortaokulu Beyzbol Takımı'nın başarıları da anılmaya değer. Takım, geçen sene kızlarda Türkiye dördüncüsü, erkeklerde ise Türkiye üçüncüsü olmuş. Şengül, burada araya girerek geçen sene turnuvaya katılan takım sayısının 12-13 civarında olduğundan dem vuruyor. Esas büyük başarı ise bu sene gelmiş. Takım, erkeklerde 27 takım arasından çıkarak şampiyonluğa ulaşmış, kızlar ise bir kez daha dördüncülük elde etmiş.
Elbette turnuvaların tek önemli yanı bu dereceler değil. Esas mesele bir yandan da bu yetenekli, zeki, çalışkan çocukların turnuvalar sayesinde Kumçatı dışına çıkmaları: "Şampiyonalardan, seyahatlerden sonra çocukların hayata bakışı değişti. Futbol takımıyla birlikte Urfa'ya giden çocuklardan bazıları daha sonra beyzbol takımına da girdiler. Özellikle onlar her fırsatta üniversite okumak istediklerini belirtiyorlar. "Biz burada kalmayacağız, başka şehirlere gideceğiz, şurada yaşamak istiyoruz" diyorlar. Bir önceki sene Ankara'da düzenlenen turnuvanın erkek tarafı bu sene Kayseri'de yapıldı, softbol ise Fethiye'deydi. Kız çocuklarıyla turnuva için Fethiye'ye gittik, orada onları gezdirme şansımız oldu. Yani sadece yüzlerine bakarak ne düşündüklerini anlayabilirdiniz. İnanılmaz mutlulardı. Oraları o kadar sevdiler ki anlatamam... Ama maalesef birçoğu, belki de hiçbiri okutulmayacak bundan sonra. Ortaokuldan sonra aileleri eğitimlerine devam etmelerine izin vermeyecek."
Sinan Şengül şimdilerde Balıkesir, Bigadiç'te öğretmenlik yapıyor, yeni bir okulda yeni bir beyzbol takımı oluşturmanın hayallerini kuruyor. Bir yandan da eski okuluyla bağlarını koparmıyor, öğrencilerinin bu spora devam etmesini, Şırnak'taki beyzbol atılımının kendisinden sonra da sürmesini istiyor. Spor malzemesinin kolay temin edilmediği, beden eğitimi derslerinin angarya olarak konumlandırıldığı, kız çocuklarının spor yapmasının gereksiz görüldüğü bir ülkede böyle bir kültürü oturtmak, bir kişiden ibaret kılmamak elbette kolay değil. Ama denemeye değer. Belki de en klişe beyzbol filmlerinden biri olan Field of Dreams'e gönderme yapmanın tam zamanıdır. İnşa ederseniz arkası gelir. Bugün Şırnak'ta, yarın başka bir yerde...